wiki

KUR’ÂN’DAN ŞİFÂ BEKLEMEK, FÂTİHA-İ ŞERÎFE’DEN DEVÂ TALEP ETMEK, HATİM KARŞILIĞI ÜCRET ALMAK HAKKINDA VÂRİD OLAN SAHİH HADÎS İ ŞERİFLER

Büyük sahâbî Ebû Saîd el-Hudrî (R.A.) diyor ki: Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz bizi otuz kişilik atlı bir müfreze ile gönderdi. Araplardan bir kavmin bulunduğu yere gelip dinlenmek üzere atlarımızdan indik. Vakit geç olduğu için bizi misafir edinmelerini kendilerinden rica ettik. Fakat bunu kabul etmediler. Tesadüfen o sırada kavmin reisini (yılan ya da akrep) sokmuştu. Bir çare bulamayınca birkaç kişi bize gelip dediler ki: — Akrep sokmasına karşı aranızda efsun yapan var mı? Arkadaşlarım arasından ben şöyle cevap verdim : — Evet, ben yapabilirim. Ancak bir şartla.. Bize biraz yiyecek içecek verirseniz!.. — İyileştirdiğiniz takdirde size otuz koyun veririz. Dediler. Bunun üzerine kalkıp reislerinin bulunduğu yere gittik. Ben, Fâtiha-i Şerife’yi (şifâ niyetiyle) yedi defa okudum. Allah’ın izniyle iyileşti. Otuz koyun aldık. Ama içimizde bir kuşku olmakla beraber yetecek kadar nefsimize bir şeyler arzettik. Resûlüllah Efendimiz’e geldiğimizde durumu O’na arzettik. Buyurdular ki: «Bunun rukye (efsun) olduğunu, Fâtiha’nm bu yoldan şifâ olduğunu bilmiyor musun? Getirdiğiniz koyunlan aranızda taksim edin ve bana da bir hisse ayırın!»422 tbni Abbas (R.A.) diyor ki: Resûlüllah’ın (SA.V.) ashâ- bından birkaç kişi görevle bir yere giderlerken bir suya uğramışlar ki, o suda yılan ya da akrep tarafından sokulmuş, ya da yaralanmış bir adam bulunuyormuş. O kabileden bir adam ashâba yaklaşarak— Sizden efsun yapacak bir kimse yok mu? Suda zehirlenmiş ya da yaralanmış bir adam var.. — Vardır, diye cevap verdikten sonra aralarından bir sa- hâbî ona doğru yaklaşıyor. Birkaç koyuna karşılık Fâtiha-i Şerife’y i okuyor. Allah’ın izniyle o adam şifâ buluyor. Sahâbî de koyunu alıp arkadaşlarının yanma geliyor. Onlar bunu hoş karşılamıyor ve «Sen Allah’ın kitabına karşılık bir ücret mi aldın?» diye kınıyorlar. Bu vaziyet içinde Medine’ye geliyorlar. Yâ Resûlâllah! diyorlar, bu arkadaşımız Allah kitabına karşılık ücret aldı, ne buyurursunuz? Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.) Efendimiz: «Şüphesiz jki karşılığında en haklı aldığınız ücret, Allah kitabıdır..» diye cevap veriyor.428 «Kim Kur’ân’a karşılık bir ücret alırsa, bu onun Kur’ân’- dan olan nasibidir.»424 Üç mezhep imamı, Hanefîlerden Ulemâ-i müteahhirîn, bu hadîsle istidlâl edip Kur’ân o&umaya karşılık ücret almanın câiz olduğunu söylemişlerdir. Bülûğü’l-îrb Li-Zevi’l-Kurb adlı risâlede Şürünbilâlî diyor ki* «Tâat üzerine ücret almak câiz değildir. Kur’ân öğretmek, fıkıh talîm etmek, imâmet, ezan, zikir, hacc ve savaş gibi. Yâni bunları ücret karşılığında yapmak câiz değildir. Medine halkma göre, bunlara karşı ücret almak câizdir. İmam Şâfn bu görüşü benimsemiştir. Aynı zamanda Nasîr, Ussam, Ebû Leys gibi değerli ilim adamları da Şâfiî’nin görüşündedirler. el-Hulâsa kitabmda da aynı husus belirtilmiştir. Bunun gibi imam, müezzin ve benzeri hizmette bulunanların ücret alması câizdir, denilmiştir. Mushafı satmak, Kur’ân’ı satmak demek değildir, onun yapraklarını ve üzerindeki el emeğini satmak demektir. Derler ki: Zamanımızda bazı mes’elelerde cevâbın değişik olması, zamanın değişmesinden dolayıdır. Meselâ: İlim ve dinin elden gitmesi, bu konulara karşı rağbetlerin gevşemesi, beytü’l-mâlden zevk alınmaması gösterilmiştir. Bunlardan bazı örnekler daha verecek olursak: îliin adamlarının devlet adamlarının kapılarında dolaşması, mâişetlerini elde etmek için köylere cerre çıkmaları, Kur’ân öğretmelerine karşılık ücret almaları, ezân okumak, imamlık yapmak için bir karşılık talep etmeleri, hürre olan kadınlardan izinleri olmadığı halde azl (cinsî münasebette bulunurken meniyi dışarı akıtmak) etmeleri, içki içenlere selâm vermeleri bu cinstendir. Bütün bunlara, daha kötüsüne gidilmesin, düşülmesin diye cevâz yollu fetvâ verilmiştir. Aynı husus Rûhu’l-Beyân tefsirinde de açıklanmıştır. Müfessir, «Velâ teşterû bi-âyâtî semenen kalîla» âyetinin tefsirinde buna yer vermiştir. el-Kevâşî kitabında deniliyor ki: «Hatim yapmak üzere ücretle tutulan kimse bir hatime karşılık kırk beş dirhemden az almalıdır. Buradaki dirhemden maksad, şer’î olanıdır. Bu, hatim yaparken belli bir ücret üzerinde anlaşma yapılmadığı zaman mümkündür. »Bunun gibi el-Mebsut kitabında deniliyor ki: Bir adam, Kur’ân okuyana, bana bir hatim oku, diyor ama belli bir ücretten söz etmiyorsa, o takdirde buna karşılık olarak kırkbeş dirhemden az almamalıdır. Çünkü az almakta nassa muhalefet endişesi vardır. Meğer ki hatim okutan kimse okuyana —kırkbeş dirhem üzerine anlaşma yaptıkları halde— fazla bir şey hibe etmiş olsun veya bu miktarın üstündeki sevâbın nefsine ait olmasını şart koşmuş bulunsun. O takdirde günahkâr olmaz. Buna kıyasla, eğer hatim okuyan kimse, ben senin için hatim okuyorum, arzunuzu yerine getiriyorum, buna karşılık sizin gücünüz ne miktara yeterse onu verirsiniz, der; okutan da daha önce pazarlık yaparken, size 5 dirhem vermeye durumum müsait değil, diye hatırlatırsa; bu takdirde hatim okuyan kimse, onun vereceği paraya göre yarım okur veya üçte birini ya da dörtte birini okursa günahkâr olmaz Belirttiğimiz bu hususun muhafaza edilmesi gerekmektedir; çünkü avam ve havas böyle bir ibtilâ içinde bulunuyor. Muhtar olan görüşe göre, Kur’ân okutmak için ücretle adam tutmanın câiz olduğudur. Kabirler üzerine belli bir müddet gidip Kur’ân okumak da —ücret karşılığı— câizdir.4*6 Ebû Leys Hazretleri’nin el-Bustan adlı eserinde deniliyor ki: «Kur’ân öğretmek üç vecih üzeredir: Birincisi, Allah rızası için okutulur; karşılığında hiç bir ücret alınmaz.. İkincisi, ücretle okutmaktır. Üçüncüsü, hiç bir şart ileri sürmeden okutmaktır. Okuduktan sonra hediye kabilinden bir şey verilir, o da kabul eder.. Birinci vecihte ecir vardır; peygamberlerin yoludur. İkincisi ihtilâflı bir konudur; ama daha racih olanı, câ- iz savılmasıdır. Üçüncü vecih ise, bi’l-icmâ câizdir. Nitekim Peygamber (SA.V.) Efendimiz halka Kur’ân’ı ta’lîm eder, verilen hediyeleri kabul ederdi. Bazısına göre, Kur’ân’ı ücretle okumak mutlaka câiz de- ğüdir Ebû Hanîfe Hazretleri de aynı görüştedir. Dayanakları ise, Ebû Dâvud’un Ubâde bin Sâmit (R.A,) Hazretleri’nden rivâyet ettiği şu haberdir: Hazret-i Ubâde, Suffa ehlinden birine Kur’ân öğretiyor; o da ona bir yay hediye ediyor. Resûlüllah (S.A.V.) bunu duyunca Ubâde’ye şöyle diyor: «Eğer buna karşılık ateşten bir tasma boynuna takılmasını istiyorsan, bu hediyeyi kabul et!.» el-îtkan’da da aynı mes’eleye yer verilmiştir. Hârice bin Sâmit’in amcasından yapmış olduğu rivâyete göre, Hârice’nin amcası bir gün bir kabileye uğramış. O kabile halkı onu görünce demişler ki: Sen şu zatm (Resûlüllah (S.A.V.) yanından hayır ile geliyorsun? Yâni Kur’ân ile mi geldin? Allah’ın kelâmıyla bizi neş’elendir, bize acı.. Efsun yap Sonra da urganlarla bağlı delirmiş bir adamı alıp ona getirmişler. O da Ümmü’l-Kur’ân (Fâtiha) ile üç gün sabah akşam ona efsun yapmış, Fâtiha’yı her bitirişinde ağzında tükürüğünü biriktirip deliye doğru üflemiş. Neticede deli, bağından çözülmüş, deve gibi sapasağlam ayağa kalkmış, normal bir insan olmuş. Bunun üzerine ona yüz koyun vermişler. Dönüp Peygamber (S.A.V.) Efendimiz’e geldiğinde mes’eleyi olduğu gibi anlatmış. Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurmuş: «Hayatıma yemin olsun ki, nice insanlar var ki bâtıl efsunlar yapıp karşılığında bir şeyler alıp yerler. Ama sen hak bir efsun yapmışsın!» Yâni Allah kelâmını okumuşsun. Buna karşılık almış olduğun şey sana helâldır. Bâtıl efsun ise, yıldızlardan bahsetmek, güneşten, ay’dan, yıldızlardan ve cinlerden yardım beklemek gibi uydurma şeylerle yapılandır. Buna karşılık alınan şey helâl değildir. Çünkü yapılan efsun da meş- rû ve muteber değildir.42* Rivâyete göre, Hazret-i Ali’nin sevgili oğlu Hazret-i Hü- seyn, oğlu Zeynel Âbidîn’i Abdurrahman es-Süleymanî’ye göndererek Kur’ân okumasını arzu ediyor. Abdurrahman Hazretleri bu peygamber torununa önce Fâtiha-i Şerife’yi öğretiyor. Zeynel Abidîn öğrenmiş olduğu Fâtiha’yı gelip babası Hz. Hü- seyn’in huzurunda okuyor. Buna çok memnun olan Hz. Hüseyn (R.A.), oğlunun hocası Abdurrahman Hazretleri’ne onbin dirhem. on at, on kat elbise hediye olarak gönderiyor. Bunun üzerine dostlarından biri Hz. Hüseyn’e diyor ki: — Oğlunuzun hocası Abdurrahman ne hizmet karşılığında bu kadar nimete hak kazanmış oldu? Hz. Hüseyn (R.A.) ona şu cevabı veriyor : — Çünkü o benim oğluma Fâtiha-i Şerife’yi öğretmiştir. Bu öyle bir sûredir ki, Âdem Peygamber’den Muhammed (S A.V.) Efendimiz’e kadar hiç bir peygambere indirilmemiş- tir. Dedeme de bundan daha üstün bir sûre inmemiştir. Benim ona gönderdiğim eşya, onun hak ettiği hizmete karşılık değildir. Daha fazla göndermem gerekirdi. Aynı hususa Tefsir i Hakkı’da da yer verilmiştir. Sahîh rivâyete göre, Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz bir gün Câbir bin Abdullah (R.A.) Hazretleri’ne : — Kur’ân’da inen en hayırlı sûreden sana haber vereyim mi? Diye soruyor. Hz. Câbir (R.A.) de : — Evet, ya Resûlâllah! diyor. — Fâtihatü’I-Kîtab’dır, buyuruyor.Hazret-i Câbir devamla diyor ki: Ben, Resûlüllah’ın bu son cümleye şunu da ilâve ettiğini hatırlıyor gibi oluyorum: «Fâtiha’da her derde şifâ vardır!.»427 Konumuzla ilgili diğer hadîs-i şerifler : «Fâtihatü’l-Kitab, zehire karşı şifâdır!.»428 «Fâtihatü’l-Kitab, sâm’dan başka her derde şifâdır. Sâm ise ölümdür.»429 «Kim Bakara sûresinin başından dört âyet, Âyetü’I-Kür- sî’yi, Âyetü’l-Kürsî’den hemen sonra gelen iki âyeti, Bakara sûresinin sonundan üç âyeti okursa, o gün ona ve çoluk-çocu- ğuna ne şeytan ne de hoşlanmıyacağı bir şey yaklaşmaz. Bunlar bir deli üzerine okunursa kendine gelir, aklî dengesi düzelir.»430 Ebû Şeyh’in Atâ’dan yapmış olduğu rivâyette, Hz. Atâ diyor ki: «Bir hâcetin (önemli bir işin) olduğu zaman Fâtiha-i Şerîfe’yi sonuna kadar oku. tnşaallah o işin yerine getirilmiş olur.»431 «Allah’ın kendine hamdettiği (kendini övdüğü) âyetten şifâ arzu edin.. O’nun yaratıkları henüz onu övmeden, o kendi nefsini övmüştü.» Bunun üzerine soruldu : «Ey Allah’ın Peygamberi! O hangi âyettir?» — Fâtiha-i Şerife ve Kul Hüvallahü Ehad sûreleridir. Kur’ân’ın şifâ etmediği kimseye artık Allah şifâ vermez..» buyurdular.432 «tki şifâ (şifâ verici nesne)ye mülâzemet edin: Bal ve Kur’ân!..»433 «Devânın en hayırlısı, Kur’ân’dırVâsile bin Aska’ (R.A.) anlatıyor: Bir adam boğaz ağrısından muztarip bulunduğunu Hazret-i Peygamber’e (S.A.V.) söyliyerek dert yandı. Bunun üzerine Cenâb-ı Peygamber ona : «Kur’ân okumaya mülâzemet et!.» buyurdu ve devamla şunu söyledi: «Kur’ân şifânın tâ kendisidir!.»435 Ebû Saîd el-Hudrî (R.A.) diyor ki: Bir adam, Hazret-i Peygamber’e (S.A.V.) geldi ve : — Ya Resûlâllah! Ben göğsümden muztaribim, dedi. Resûlüllah (S.A.V.) ona : — Kur’ân oku.. Çünkü Cenâb-ı Hak, «Kur’ân göğüslerde bulunan (maddî ve mânevi) hastalıklara şifâdır» buyuruyor.4*” «Ümmetim deniz yolculuğuna çıktığında şu âyetler onlar için (okurlarsa) boğulmaktan koruyucudur: BİSMİLLÂHİ MECRÂHÂ VE MÜRSÂHÂ İNNE RABBÎ LEĞAFÛRUN RAHİM / VEMÂ KADERULLAHE HAKKA KADRİHÎ…»43’ Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz bir gün İbni Mes’ud (R.A.) Hazretleri’ne şöyle buyuruyor: «Derde mübtelâ olmuş bir kimsenin kulağına EFEHASÎBTÜM ENNEMÂ HALÂKNAKÜM ABESÂ VE ENNEKÜM ÎLEYNÂ LÂ TURCEÛN âyetini sonuna kadar (sûrenin sonuna kadar) okursa (şifâ bulur mutlaka).» Ve devamla dediler ki: «Eğer bir adam bu âyeti tam bir itikad içinde bir dağa (üflese) dağ yerinden oynar!.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir