wiki

Sırrî-Yi Sekatî

sırrî-yi sekatî; Zühd ve edepte pek çok harikulâde hâl ve hareketleri, tasavvufa dâir sözleri meşhûrdur. Bir yere gittiğinde, yolda olan şeyler ve havada uçan kuşlar, açık bir lisân ile kendisine selâm verirlerdi. Kırk defa yürüyerek hacca gidip geldi. Üzüntü ve dert deryâsı, hilm ve sebat dağı, mürüvvet ve şefkat hazinesiydi. Ticâret yapardı. Bağdat’ta bir dükkânı vardı. Ticârette yüzde beşten fazla bir kâr almazdı. Bir defasında altmış altına bâdem aldı. Bâdem birden pahalılaştı. Dellâl, bâ- demleri doksan altına satmak istedi. Sırrî-yi Sekatî hazretleri; “Ben âdetimi bozmam, ancak 63 altına satarım” dedi. Dellâl ise bunu kabûl etmeyip malları satmadı. Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri anlatır: “Sırrî-yi Sekatî hazretlerinden ziyâde ibâdet ehli kimse görmedim. Dâimâ edepli bir hâl
bağdat evliyaları 259
sırrî-yi sekatf
de otururdu. Allahü teâlâ- dan hiçbir zaman gâfil olmadı. Yetmiş yıl, hiç kimse onun ayaklarını uzatıp yattığını, edebe uymayan bir hareketini görmedi. Gece-gündüz Allahü te- âlânın huzûrunda olduğunu düşünür ve her zaman edepli bir şekilde otururdu. Ancak ölüm hastalığında yatağa uzanabildi.” Kendisi anlatır: “Bir gün bir hatâ işledim. O hatânın ateşi otuz yıldır içimde durmakta, hatırladıkça kalbim cayır cayır yanmaktadır. Bir gün Bağdat şehrinde, dükkânımın bulunduğu semtte yangın çıktı. Bütün dükkânlar yandığı hâlde yalnız benim dükkânım yanm amıştı. Dükkânımın yanmadığı haberi gelince, “Elhamdülillah” diye Allahü teâlâya şükrettim. Hemen akabinde, başkalarının zarâr ve ziyânını düşünmediğimi hatırlayıp, çok tövbe ve istigfâr ettim. Keffâret olarak dük
kânımdaki bütün mallarımı fakirlere dağıttım. Fakat otuz yıldır, kalbimden bunun acısını silemedim.” Bir gün Lübnan’dan biri gelip; “Falan zâtın size selâmı var” dedi. Sırrî- yi Sekatî hazretleri buyurdu ki; “O kişiye bizden selâm söyle. İnsanlardan uzaklaşıp dağ başında oturması, yalnız ibâdetle meşgûl olması uygun değildir. Hak âşığı dediğin, çarşıda, pazarda alış verişle de meşgûl olur ve bu esnâda bir an olsun Allahü teâlâdan gâfil olmaz. İnsanlara hizmet etmesi de ibâdettir. Kişinin zarûrî ihtiyaçlarını karşılaması tevekkülüne mâni değildir.” Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri anlatır: “Sırrî-yi Sekatî hazretlerinin ömürlerinin son günlerinde ziyâ- retine gitmiştim. Yakınımda bir yelpâze vardı. Elime alıp, mübârek yüzlerine sallamaya başla
260 bağdat evliyaları
sırrî-yi sekatî
Sırrî-yi Sekatî hazretlerinin Bağdat’taki türbesi
bağdat evliyaları 261
sırrî-yi sekatî
dım. Gözünü açtı. Elimde yelpâzeyi görünce; “Ey Cüneyd, yelpâzeyi elinden bırak! Sallama! Çünkü ateş, yellenince daha çabuk ve çok yanar” dedi. Kendilerine; “Bir emriniz var mı?” diye sorduğumda; “Dâimâ Allahü teâlâyı hatırla! Bundan gâfil olma! Âhireti unutturacak kadar dünyâ işlerine dalma!” buyurdu.
Sırrî-yi Sekatî hazretlerinin kızkardeşi, bir gün ziyârete gelip; “Eğer müsâade buyurursanız evinizi süpüreyim” dedi. Sır- rî-yi Sekatî hazretleri müsâade etmedi. Başka bir gün yine ziyâretine geldiğinde, bir kocakarının Sır- rî-yi Sekatî hazretlerinin evini süpürdüğünü gördü. Bunun üzerine; “Ey birâderim, ben senin
YETİMİ SEVİNDİRMEK
Büyüklerin yoluna girmesini şöyle anlatır; “Bir gün hocam Mârûf-i Kerhî hazretlerini, hurma çekirdeği toplarken gördüm. Ona; “Bunları ne yapacaksın?” diye sordum. Bana; “Şu çocuğu ağlar vaziyette gördüm ve niçin ağlıyorsun? diye sordum. O zaman çocuk: “Ben yetimim. Annem babam yok. Bütün arkadaşlarımın güzel elbiseleri var. Fakat benim ne elbisem var, ne de oyuncağım.” dedi. Ben de şimdi bunları toplayıp, satacağım ve onun ihtiyâcını alacağım.” dedi.Bunun üzerine ben de Ma’rûf-i Kerhî’den izin isteyip, çocuğa bir takım elbise ve oyuncak aldım. Yetim çocuk çok sevindi.Ma’rûf-i Kerhî hazretleri bu durumu görünce; “Sen bu çocuğu sevindirdiğin gibi, Allahü teâlâ da seni sevindirsin. Dünyâ sevgisini kalbinden çıkarsın, seni bu meşgûliyetten kurtarsın.” diye duâ etti. İşte bu duâ sebebi ile kurtuldum.”
262 bağdat evliyaları
sırrî-yi sekatl
hemşiren iken hâneni süpürmeme müsâade etmedin. Şimdi süpürmek için ihtiyar bir kadın getirmişsin” dedi. Sırrî-yi Se- katî hazretleri, hemşiresinin bu sözü üzerine tebessüm ederek buyurdu ki: “Ey Hemşirem, o gördüğün acûze kadın dünyâdır. Allahü teâlâ, dînine hizmet edene, dünyâyı hizmetçi eyler.” Yine Cüneyd-i Bağdâdî şöyle anlatıyor: “Dört dirhemim vardı. Sırrî-yi Sekatî’nin yanına gidip, “Bunları size getirdim efendim” dedim. Bana “Oğlum! Sana müjdeler olsun. Sen kurtulmuşlardansın. Dört dirheme ihtiyâcım vardı. Kurtulmuş olanlardan birinin eli ile, ihtiyâcım olan parayı bana göndermesi için Allahü teâlâya duâ etmiştim. Sen getirdin” buyurdu.” Sâlihlerden bir zât şöyle anlatıyor: “Bir defa Sırrî-yi Sekatî’yi ziyâret etmek için evine gidip,
kapısını çaldım. İçeriden; “Kim o?” dedi. “Âşığın birisi” dedim. “Eğer âşık olsaydın, hep Allahü teâlâ ile meşgûl olur, bana gelmezdin” buyurdu ve; “Yâ Rabbî! Bu kimseyi hep kendin ile meşgûl eyle ki, başkaları ile meşgûl olmasın” diye duâ etti. O anda bende çok değişiklikler hâsıl oldu. Duâsı kabûl olmuştu.” Cüneyd-i Bağdâdî şöyle anlatır: “Hocam Sırrî-yi Sekatî, bana bir şey öğretmek istediği zaman suâl sorardı. Bir gün bana; “Ey Cüneyd! Şükür ne demektir?” diye suâl etti. Ben de cevap olarak; “Nîmetini destek yaparak Allahü teâlâya âsi olmamaktır” deyince, “Bu hikmet sana nereden geliyor?” diye tekrar suâl etti. Ben de; “Senin meclisinde bulunmaktan” dedim. Şöyle anlatılır: “Bir gün Sırrî-yi Sekatî’ye, sabrın ne olduğu soruldu.
bağdat evliyaları 263
sırrî-yi sekatî
VARLIKLARIN EN ACIZI
Sırrî-yi Sekatî bir gün vaaz veriyordu. Sultânın adamlarından birisi, merâsim ile oradan geçerken; “Şuraya bir uğrayalım” deyip içeri girdi. O sırada Sırrî-yi Sekatî; “Mahlûkât içerisinde en âciz ve zayıf olan mahlûk, insandır. Bununla berâber, bu kadar mahlûk arasında, Allahü teâlânın emirlerine insan kadar isyân edip yüz çeviren mahlûk da yoktur. Eğer insan iyi olursa, melekler ona gıpta eder imrenirler. Eğer kötü olursa, şeytanın bile kendisinden nefret edip, kaçtığı, şerli bir kimse olur. Ne kadar hayret edilir ki, bu kadar zayıf ve âciz olan insanoğlu, kendisine her nîmeti veren, her an varlıkta durduran, yaşatan, kudret ve azamet sâhibi olan Allahü te- âlâya karşı gelmekte ve isyân etmektedir…” diye anlatıyordu. Sultânın yakınlarından olan bu kişi, bu hikmet dolu sözlerin tesiri ile, ağlaya ağlaya kendinden geçti. Bir zaman sonra kalkıp evine gitti. Hiç konuşmuyor, bir şey yiyip içmiyor, hep ağlıyordu. Sabah olunca, yürüyerek, Sırrî’yi Sekatî’nin sohbet ettiği yere gelip, anlatılanları dikkatle dinledi. Üçüncü gün yine geldi. Sohbet bittikten sonra; “Efendim! Sizin söyledikleriniz bana çok tesir etti. Kabûl ederseniz, sizin talebelerinizden olmayı arzu ediyorum” dedi. Kabûl edildi. Ahmed ismindeki bu
O da sabır konusunu anlatmaya başladı. Bu esnâ- da zehirsiz bir akrep dolaşmaya başladı. İğnesini defalarca kendisine soktuğu hâlde, Sırrî-yi Sekatî
hiçbir şey yokmuş gibi, sâkin sâkin konuşmasına devâm etti. Neden akrebi fırlatıp atmıyorsunuz? diye soranlara, şöyle cevap verdi: “Sabır konusunda
264 bağdat evliyaları
sırrî-yi sekatî
talebe, az zamanda çok yüksek derecelere kavuştu. Bir gün hocası Sırrî-yi Sekatî’nin huzuruna çıkıp; “Ey şefkatli ve merhametli efendim! Beni günah karanlıklarından kurtarıp, huzûr ve saâdete kavuşturdunuz. Bunun için Allahü teâlâ size bol bol mükâfâtlar ve hayırlı karşılıklar ihsân buyursun” dedi.
Kısa zaman sonra Sırrî-yi Sekatî hazretlerine biri gelip, “Efendim, beni talebeniz Ahmed gönderdi. Rahatsız olduğunu size bildirmemi söyledi” dedi. O da gelen kimse ile talebesi Ahmed’in bulunduğu yere gitti. Şehrin dışında, sahrada çukur bir yerde yattığını ve ölmek üzere olduğunu gördüler. Bu sâdık talebesinin başını kaldırıp dizine koydu. Yüzünün tozlarını sildi. Ahmed gözünü açıp hocasını görünce çok sevindi. Huzûr içerisinde rûhunu teslim etti. Gasl ve defin hizmetlerini yerine getirmek için şehre geri geldikleri bir zamanda, şehir halkının kendilerinden tarafa geldiklerini gördüler. Hayret edip nereye gittiklerini sordular. Onlar; “Biz şehirde” (Her kim, Allahü teâlânın velî kullarından birinin cenâzesinde bulunmak isterse, Şünûziyye Kabristanı- ’na gitsin” diye bir ses duyduk. Onun için yola çıktık.” dediler. Yıkayıp kefenledikten sonra Şünüûziyye Kabristanına defnettiler.
konuşurken, sabretmemek husûsunda Hak teâlâdan hayâ ederim.” Cüneyd-i Bağdâdî şöyle anlatır: “Bir gün Sırrî-yi Sekatî’nin yanına gittim.
Bana şunu anlattı: “Her gün yanıma küçük bir kuş gelirdi. Elimdeki ekmek kırıntılarını yerdi. Bir kere bu kuş bana doğru geldi. Fakat elime konup ekmek
bağdat evliyaları 265
sırrî-yi sekatî
kırıntılarını yemedi. Ben kendi kendime; “Ne hatâ işledim?” diye düşündüm. Daha önce ekmekle berâber helal olması şüpheli bir sebze yemiştim. Bunu hatırladım ve; “Bir daha şüpheli şeyler yemeyeceğim” diyerek tövbe ettim. Bunun üzerine kuş elime kondu ve elimdeki ekmek kırıntılarını yedi.” Şöyle anlatılır: “Sırrî-yi Sekatî, bir bayram günü meşhûr bir zâtla karşılaşmış ve ona güler yüzlü olmayarak selâm vermişti. “Neden böyle yaptın?” diye sorduklarında, “Peygamber efendimiz bir hadîs-i şerîfte; “İki mü’min karşılaştıkları zaman, yüz rahmet aralarında taksim edilir. Bunlardan doksan rahmet, daha güler yüzlü olana verilir” buyurmuştur. İstedim ki, o benden daha çok sevap alsın” diye cevap verdi.” Cüneyd-i Bağdâdî yine şöyle anlatır: “Bir
günSırrî-yi Sekatî’nin yanına gittim. Onu üzgün gördüm. “Neden böyle üzgünsünüz?” diye sordum. Sırrî-yi Sekatî; “Yanıma bir delikanlı geldi. Benden tövbenin ne olduğunu izah etmemi istedi. Ben de; “Günahını unutma” diye cevap verdim. O genç ona îtiraz ederek; “Hayır! Belki tövbe, günahını unutmak ve bir daha yapmamaktır” dedi. Ben de buna üzüldüm” deyince, ben de; “Benim kanâatim de, gencin kanâati gibidir” dedim. Bunun üzerine Sırrî-yi Sekatî sebebini sordu. Ben de; “Allahü teâlâ bana, işlediğim günahıma tövbe etmemi nasip ettiği zaman, tövbe hâlinde günahı hatırlamak günah olmaz mı?” dedim. Bunun üzerine Sırrî-yi Sekatî sükût etti.” Kendisi anlatır: “Yaya olarak, Rum diyârına gazâ için gitmiştim. İstirahat
266 bağdat evliyaları
sırrî-yi sekatî
ederken, yorgunluktan sırt üstü yatmış, ayağımı duvara dayamıştım. 0 es- nâda bir ses duydum. Bu ses bana; “Yâ Sırrî! Köle, efendisinin yanında böyle yatar mı?” dedi. Bundan sonra, bir daha ayağımı hiçbir şekilde uzatıp yatmadım.” Cüneyd-i Bağdâdî şöyle anlatır: “Hocam Sırrî-yi Sekatî hasta iken, üç günde bir ziyâretine giderdim. Bir defasında yanına girdim, uyuyordu. Baş ucunda ağlama
ya başladım. Göz yaşlarım yanağına düştü. Gözlerini açıp bakınca; “Bana nasîhat et” dedim. O zaman; “Kötü kimselerle sohbet etme. İyi kimselerle berâber bulunarak, Allahü teâlâya ibâdet et” buyurdu. Başka bir gün ziyâretine gittiğimde; “Kendini nasıl hissediyorsun?” diye sordum. “Hâlimden tabîbime nasıl şikâyet edebilirim ki, bana bunu veren O’dur” buyurdu.”
Sırrî-yi Sekatî hazretlerinin türbesinin ön cephesi
bağdat evliyaları 267
sırrî-yi sekatî
Ebü’l-Abbâs bin Mes- rûk şöyle anlatır: “Sırrî- yi Sekatî’yi hastalığında ziyârete gittik. Yanında uzun süre oturduk. Halbuki karnında bir sancı vardı. Yanından ayrılırken, “Bize duâ edin” dedik. Ellerini kaldırdı ve şöyle duâ etti: “Yâ Rabbî! Bunlara hasta ziyâre- tinin nasıl olacağını öğret!” Sırrî-yi Sekatî; Eshâb-ı kirâmdan Hâzım bin Har
mele’den şöyle rivâyet etmiştir: “Bir gün yolda Resûlullah efendimiz beni gördü ve buyurdu ki: “Ey Hâzım! Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh, sözünü çok söyle. Zîrâ o, Cennet hazinelerindendir.” Sırrî-yi Sekatî hazretleri buyurdular ki: “Allahü teâlâyı görmekten mahrûm kalmak, en şiddetli Cehennem ateşinden daha çok azap verir.”
Sırrî-yi Sekatî hazretlerinin kabri, Bağdat’ta yeğeni ve talebesi olan Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerinin kabrinin arkasındadır.
268 bağdat evliyaları
sırrî-yi sekatî
“En kuvvetli, kudretli insan, kendi nefsini yenendir.” “Kendi nefsini terbiye edemeyen, başkasınınkini hiç terbiye edemez.” “Yarın kıyâmette herkesi, peygamberi ile çağırırlar. Ey Mûsâ aleyhisse- lâmın ümmeti, ey îsâ aley- hisselâmın ümmeti, ey Muhammed aleyhisselâ- mın ümmeti derler. Ancak Allahü teâlânın sevgili kullarına; “Ey Allahın velî kulları, Allahü teâlânın katına geliniz” denir. Bunun üzerine onların gönülleri, sevinçten yerinden çıkacakmış gibi olur.” “Gerçekten Allahü te- âlâdan korkan, hâlinin ne olacağını ve nereye varacağını bilinceye kadar yemesini ve içmesini terk eden ve uykuyu bırakan kimsedir.” “Sâlih bir kul olmak isteyip de, yarın yaparım diyerek günlerini geçiren kimse aldanmıştır.”
“Günahlara ağlamak, ayıpları ıslah etmek, Allahü teâlâya ibâdet etmek, nefsinin arzu ve isteklerine boyun eğmemek, Allahü teâlâdan korkan kalb, mü’min için ne güzeldir.” “Bir adam, içinde Allahü teâlânın yarattığı her türlü ağacın bulunduğu ve ağaçların üzerinde yaratılan her cins kuşun bulunduğu bir bahçeye girse ve bu bahçedeki kuşlar ona; “Ey Allah’ın velîsi, sana selâm olsun” deseler. Nefs de bundan sükûnet bulur ve gururlanırsa, bu kimse nefsinin elinde esir olur.” “Kul; nâfileleri yaparken farzları yapmayı unutursa ve bedeni ile ibâdet ederken, kalbi Allahü teâlâdan gâfil olursa, Hak teâlâdan uzaklaşır.” “Bâzı Peygamberler kavimlerine şöyle derler: Hayâsızların çokluğundan hayâ etmez misiniz?”
bağdat evliyaları 269
sırrî-yi sekatî
“Farzları yapmak, haramlardan kaçmak, gafleti terk etmek, Allahü teâlâ- nın kendilerini çok sevdiği, evliyasının ahlâkından- dır.” “Dil, kalbin tercümânı, yüz kalbin aynasıdır. Kalb- de gizli olan, yüzde meydana çıkar.” “Bir kimsenin ahmak olduğuna alâmet, kendi ayıbını bırakıp, başkasının ayıbıyla uğraşmasıdır.”
“İyi huy, başkalarını incitmemek ve onlardan gelen sıkıntılara katlanmaktır.” “Şu üç şey Allahü teâlâyı çok üzer: Vakti boşa geçirmek, insanlarla alay etmek ve gıybet etmek.” “Kulun amellerini boşa çıkaran, kalbleri bozan, kulu en süratli helâke götüren, devamlı hüzne boğan, cezâyı çabuklaştıran, riyâyı sevdiren, ucba (amellerini beğenip güzel
CENNET VE CEHENNEM
Buyurdu ki: “Cehennemlik olanlar, Cehen- nem’de iken Allahü teâlâyı görmekle şereflenebil- selerdi, hiçbir zaman Cennet’i hatırlarından geçirmezlerdi. Çünkü, ismi azîz olan Hak teâlâyı seyretmek, rûha o kadar çok neşe verir ki, bu neşe ona, bedeninin çektiği azâbı unutturur. Bu azâb ile meşgul olmak hatırına bile gelmez. Cennet’te ise, Allahü teâlâyı temâşâdan daha mükemmel bir nî- met mevcut değildir. Cennet’teki nîmetlerin hepsi yüz misli arttırılsa, fakat Cennet’te olan kimselerle Allahü teâlâ arasında bir perde bulunsa, yine de cân u gönülden feryâd ve figân ederlerdi.”
270 bağdat evliyaları
sırrî-yi sekatî
görmek) götüren, baş olmak hevesine kaptıran şey, insanın nefsini tanımaması, kendi ayıblarını bırakıp, başkalarının ayıb- larını görmesidir.” “Gençler! Gençliğinizin kıymetini biliniz. Güç kuvvet elde iken, çok ibâdet ediniz. Biz yaşlılardan ibret alınız da, zayıf ve güçsüz duruma düşmeden evvel, çok ibâdet ya- pınız.”(0, bu sözü söylerken, gençlerden çok ibâdet ediyordu.) “İhtiyaç kadar yemek, ihtiyaç kadar su, ihtiyaç kadar elbise, ihtiyâca yetecek kadar bir ev ve doğru ilim sâhibi olmaktan başka, dünyâda her şey boş ve faydasızdır.” “Edebli olmak; güzel kalblilik ve akıllılık alâmetidir.” “Bir kimse bir nîmete kavuşur da bunun şükrünü yapmazsa, o nîmet elinden gider de, o kimsenin haberi bile olmaz.”
“Bir kimse âmirine itâ- at ederse, emrindekiler de kendisine itâat eder.” “Sünnete uygun yapılan az bir ibâdetin sevâbı, bid’at işlenerek yapılan çok amelden kat kat daha fazladır.” “Mürüvvet, insanın kendi nefsini, her türlü kirden ve insanların ayıp saydıkları şeyleri yapmaktan korumak ve bütün işlerinde insanlara karşı şefkatli, merhametli ve insaflı davranmaktır.” “Çok istigfâr etmek, alçak gönüllü olmak ve çok sadaka vermek, Allahü te- âlânın kendilerini çok sevdiği, velîlerinin ahlâkından olup, Allahü teâlânın rızâsına kavuşturur.” “Kul dört şeyle yükselir. Bunlar: İlim, edep, emânet ve iffettir.” Sırrî-yi Sekatî hazretlerinde, Allah korkusu, kendini küçük ve aşağı görme hâli son derece faz-‘ laydı; “Bağdat’ta ölmek
bağdat evliyaları 271
istemem, çünkü bu insanlar, benim hakkımda iyi zan sahibidirler. Korkarım ki, toprak beni kabûl etmez de, herkese rezîl olurum” derdi. “Kabahatlerimden dolayı yüzümün kararacağından korkarak, her gün bir kaç defa aynaya bakarım” ve; “Keşke bütün insanların kalblerindeki sıkıntı ve üzüntüler bende olsa ve insanlar hep rahat olsalar” buyururdu.
1) Tabakât-us-Sûfiyye; s.48 2) Hilyet-ül-Evliya; c.10, s.116 3) Tabakât-ül-Kübrâ; c.l, s.74 4) Risâle-i Kuşeyri; s.64 5) Vefeyât-ül-A’yân; c.2, s.357 6) Sıfât-üs-Safve; c.2, s.209 7) Şezerât-üz-Zeheb; c.2, s .127 8) Târih-i Bağdad; c.9, s.187 9) El-Bidâye ven-Nihâye; c.ll, s.13 10) Tezkiret-ükEvliya; c.l, s.245 11) Nefehât-ül-Üns; s.92 12) Câmiu Kerâmât-il-Evliya; c.2, s.21 13) Keşf-ül-Mahcûb; s.203 14) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye (49. Baskı); s .1144 15) Fâideli Bilgiler; s.35,167,181 16) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.3, s.300

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir