wiki

HABlB-l ACEMİ

Evliyâmn büyüklerinden.
Hz. Hasan-ı Basri’nin talebesi ve Hz.
Dâvûd-i Tâî’nin hocasıdır. Künyesi, Ebû
Muhammed’dir. 120 (m. 739) da vefât etti.
Habîb-i Acemî hazretleri, Hz. Hasan-ı
Basrî, Hz. îbn-i Şîrîn, Hz. Bekir bin Abdullah
el Müzenî, Hz. Ebî Temime el-Huceymî
gibi büyüklerden hadîs-i şerif rivâyet etti.
Hz. Süleyman el Teymî, Hz. Hammad bin
Seleme, Hz. Mutemir bin Süleymân, Hz.
Osman bin Heysem gibi büyükler kendisinden
hadîs-i şerif rivâyet ettiler.
önceleri çok zengin idi. Fâizle para
verirdi. Bir gün hanımı yemek pişirip
önüne koydu. Tam yemeği yiyeceği sırada,
kapıya birisi geldi. “Allah nzâsı için bir
sadaka” dedi. Habib bunun yüzüne kapıyı
kapadı. O kimse mahzun olarak gitti.
Habîb-i Acemî, geri sofraya geldiğinde
kabın içindeki yemeğin kan hâline dönmüş
olduğunu gördü. O anda kalbinde bir değişiklik
hissetti. Yerinde duramadı. Bir
Cuma günü Hz. Hasan-ı Basrî’nin evinin
yolunu tuttu. Yolda giderken, oyun oynayan
çocuklar Habîb-i Acemî’yi görünce, birbirlerine
“Kaçın kaçın, fâiz yiyen Habîb
geliyor. Ayağından kalkan toz bize gelir de,
biz de onun gibi bedbaht oluruz!” dediler.
Çocukların bu sözleri kendisine çok ağır
geldi. Hasan-ı Basri hazretlerinin meclisine
gelip elini öptü. Allahü teâlânın, sonsuz
olan lütfü ve ihsâm ile tövbe-i nasûh
eyledi ve onun talebelerinden oldu, önceki
yaptıklarına çok pişman oldu. Allahü teâ-
lâya şöyle münâcatta bulundu. “Yâ Rabbi!
Ben çok günahkârım. Fakat senin mağfiretin
sonsuzdur. Beni affet. Senin herşeye
gücün yeter. Kudretin sonsuzdur. Dilediğini
yaparsın. Sen öyle büyüksün ki benim
dermamm ancak şendedir. Ben ancak
sana sığınırım. Yâ Rabbi! Fermâmna
boyun eğdim ve sana teslim oldum. Beni
affet!” Oradan ayrılıp evine dönerken kendisine
borcu olanlar onu görüp alacaklarım
ister endişesiyle kaçmak istediler. Bu
durumu görünce, “Kaçmayın! Bu gün
benim sizden kaçmam lâzımdır” buyurdu.
Yolda giderken yine oyun oynayan çocukların
yanından geçiyordu. Çocuklar kendisini
görünce birbirlerine “Kaçın, kaçın!
Tövbekâr geliyor. Üzerine bizden toz bulaş­
masın. Bulaşırsa Cenâb-ı Hakka âsi
oluruz” dediler. Çocukların bu sözleri üzerine
çok duygulandı, yüreği sızladı ve “Yâ
Rabbi! Bir tövbemle ismimi iyilerden
eyledin” diye şükretti. Habîb-i Acemî (r.a.),
şehrin her tarafına tellâllar çıkararak:
“Her kimin Habîb’e borcu varsa, bundan
vazgeçti. Aldığı fâ iz le ri de geri
dağıtacaktır!” diye ilân ettirdi. Servetinin
hepsini fakirlere dağıttı. Günün birinde bir
kimse geldi. Dağıtacak malı kalmadığın*.
.dan, üzerindeki gömleği gelen kimseye
verdi. Daha sonra Fırat nehrinin kenannda bir kulübe yapıp orada ibâdetle meş-
gûl oldu. Gündüz Hasan-ı Basri’nin (r.a.)
sohbetinde bulunup, gece ibâdet ederdi.
Hasan-ı Basrî hazretlerinin sözleri kalbine
öyle te’sir ederdi ki, kendinden geçmiş olarak
dinlerdi.
Aradan bir müddet geçince, hanımı,
nafakalarının bittiğini, ev için erzâk lâzım
olduğunu bildirdi. Habîb-i Acemî (r.a.; bir
şey demeyip sustu. Sabahleyin “Çalışmaya
gidiyorum” diyerek evden çıktı. Kulübesine
gidip ibâdetle meşgûl oldu. Akşam eve
gelince hanımına: “öyle bir zâtın işinde
çalışıyorum ki gâyet cömerttir. O zâtın kereminden
utandım da bir şey istiyemedim. On
günde bir ücret vereceğini söylüyorlar. On
gün sabret. On günlük olunca kendisi
verecektir” dedi. Onuncu gün olduğunda,
öğle namazını kıldıktan sonra, “Bu akşam
hâtûna ne söyliyeyim” diye düşünüyordu.
Tam bu sırada Habîb-i Acemî’nin hânesine
beyaz elbiseli kimseler geldi. Birisinin sırtında
un çuvalı, birisinin sırtında yüzülmüş
koyun, birisinin sırtında, içinde yağ-bal
baharat v.b. eşyâlann bulunduğu bir tulum
ve birisinin elinde, içinde 300 gümüş bulunan
bir kese vardı. Habîb’in hânesinin
kapısını çaldılar. Hâtûn kapıyı araladı.
Gelen kimseler ellerindekilerini bıraktılar
ve “Bunları, efendinizin çalıştığı yerin
sâhibi gönderdi. Eğer, Habîb işini artırırsa
biz de ücretini artınnz diye söyledi” dediler
ve gittiler. Habîb-i Acemî, akşam olunca
mahzun ve mahcûb bir şekilde evine döndü.
Daha eve girmeden, içeriden tâze ekmek ve
yemek kokulan geldi. Hanımı kendisini
karşıladı ve şöyle söyledi: “Efendi! Kime
çalışıyorsan, hakîkaten o çok iyi bir kimse
imiş, ikrâm ve ihsân sâhibi bir zâtmış. Bu
gün öğle vaktinde şunlan göndermiş.
Aynca iHabîb’e söyle, eğer işini arbnrsa
biz de ücretini artınnz) diye haber
göndermiş.” Bunun üzerine Habîb, hayretle
“Allah Allah, on gün çalıştım. Bana bu
ihsânlarda bulundu. Demek daha çok çalı­
şırsam kimbilir neler verecek” dedi ve kendini
tamamen Hak teâlâya ibâdete verdi,
ibâdetini artırdı. Böylece hem Allahü teâ­
lâya ibâdet ederek, hem de Hasan-ı Basrî
hazretlerinin kalblere te’sir eden sohbetleri
ile yükselerek duâsı makbûl olan büyük zâtlardan
oldu. Edebi ve anlayışı fevkalâde
olup, ilm-i siyâseti çok iyi bilirdi.
Bir gün yaşlı bir kadıncağız ağlayarak
geldi ve “Bir oğlum vardı, kayboldu. Epey
zamandır haber yok. Aynlığına tahammül
edemiyorum. Oğlumu bana göndermesi
için Allahü teâlâya duâ ediniz” diye yalvardı.
Habîb-i Acemî, “Hiç paran var mı?”’
buyurdu. Kadıncağız, “iki gümüşüm var”
dedi. O da, “O parayı fakirlere ver’.’
buyurdu. O kadın paralan fakirlere verdi.,
Habîb-i Acemî hazretleri, “Evinize gidin,
çocuğunuz inşâallah gelir” buyurdu. Kadıncağız
evine dönüp oğlunu eve gelmiş
görünce, sevincinden ağladı ve Allahü teâ­
lâya şükretti. Çocuğunu alıp Habîb-i Acemî’
nin yanına götürdü. Habîb (r.a.) çocuğa,
“Nerede idin? Nasıl geldin? Anlat”
buyurdu. Çocuk: “Kirmân ilinde idim. (Ey
Rüzgâr! Habîb’in duâsı hürmetine ve iki
gümüş akçenin bereketiyle bu çocuğu kendi
evine bırak) diye bir ses duydum. Rüzgâr
beni aldı ve çabucak evimize getirdi” dedi.
Ne zaman yanında Kur’ân-ı kerim
okunsa inliyerek ağlardı. “Sen Acemli’sin.
Fârisî konuşursun. Arabî bilmediğin halde
bu ağlaman hangi sebeptendir!” diye sorduklannda
“Evet, lisânım Acemî’dir. Lâkin
kalbim Arabi’dir” buyururdu. Daha sonra
Arabî lisanını öğrendi. Çok fasih (açık; olarak
arabî konuşurdu. Kendisi, Terviye günü
Basra’da, Arefe günü Arafat’ta görülürdü.
Bir gün dervişlerden biri “Hz. Habîb-i
Acemî, Acem olduğu halde, Arabî bilmediği
halde acâba bu çok yüksek mertebeye nasıl
kavuştu?” diye kalbinden geçirdi. O anda
hafiften bir ses “Evet O Acemidir. Lâkin
Habîb (sevgili) ve âşıktır” diyordu.
Bir kâtil idâm edilmişti. O gece kendisini
rü’yâda gördüler. Değerli elbiseler giymiş
olarak Cennet bahçelerinde dolaşıyordu.
“Sen bu hâle nasıl kavuştun?” diye sordular.
“Ben idâm sehpasında iken, Habîb-i
Acemî (r.a) oradan geçti ve göz ucuyla arayarak
bana baktı ve Allahü teâlâya
niyazda bulundu, işte kavuştuğum bu ni’
metler, o zâtın bir nazannın hürmetine
bana ihsân olundu” dedi.
Imâm-ı Şâfi’î ile Imâm-ı Ahmed bin
Hanbel oturuyorlardı. O sırada Habîb-i
Acemî hazretleri geldi. Imâm-ı Ahmed,
“Buna bir suâl sorayım” dedi. Hz. Imâm-ı
Şâfi’î, “Bunlar hâl ehli, acâib kimselerdir.
Pfek suâl sorulmaz” dedi. Hz. Imâm-ı
Ahmed, “Soracağım” dedi. Habîb gelince,
Imâm-ı Ahmed, “Bir kimse beş vakitnamazdan birini kaçırsa, ama hangisini
kılmadığım bilemezse, ne yapmalıdır?”
diye sordu. Habîb (r.a.) “Bu, Allahü teâlâ-
dan gâfil olan bir kalbin işidir. O kimse
kendine cezâ olarak beş vaktin hepsini kazâ
etmelidir” buyurdu. Her iki imâm bu cevâbdan
hayrete düştüler.
Bir gün meşhûr Haccâc’m adamları, Hz.
Hasan-ı Basrî’yi aradılar. Hasan-ı Basrî
onlardan gizlenmek için Habîb-i Acemî’nin
Fırat nehri kıyısındaki kulübesine girdi.
Haccâc’ın adamları gelip Habîb-i Acemî’ye
“Ey Habîb! Hasan’ı gördün mü?” dediler.
“Evet” dedi. “Nerede?” dediler. “İşte bu
kulübemdedir” dedi. Hemen içeri girdiler.
Aradılar, fakat bulamadılar. Dışarı çıkıp
“Bize yalan mı söylüyorsun? İçerde yok”
dediler. “O içerdedir. Siz onu göremiyorsanız,
bunda benim kabahatim nedir?” dedi.
Tekrar içeri girip iyice aradılar. Lâkin yine
bulamayıp gittiler. Onlar gittikten sonra
Hasan-ı Basrî (r.a.) dışan çıktı. “Ey Habîb!
Biliyorum ki, senin hürmet ve bereketin için
Allahü teâlâ beni onlara göstermedi. Ama
niçin burada olduğumu söyledin?” diye
sordu. Habîb-i Acemî “Ey üstâdım. Sizi
görememeleri benim hürmetim ile değildir.
Belki doğru konuştuğumuzdandır. Eğer
yalan söyleseydim, sizi de bizi de
götürürlerdi” dedi. Hasan-ı Basrî (r.a.) “Ne
yaptın da beni göremediler?” diye sordu. O
da, “Âyet-ül-kürsî, Âmener-resûlü ve Ihlâs
sûrelerim okuyup (Yâ Rabbi! Ustâdımı
sana emânet ediyorum. Onu sen koru)
dedim” dedi. Hasan-ı Basrî (r.a.; buyuruyor
İd, “Ben içerde iken, kaç defa elleri bana
değdi, ama göremediler.”
Habîb-i Acemî hazretlerine “Allahü teâ-
lâmn rızâsı hangi şeydedir?” diye sordular.
“İçinde nifak tozu bulunmayan kalbde”
buyurdu.
Hasan-ı Basrî (r.a.) Dicle nehri kenarında
gemi bekliyordu. O sırada Hz. Habîb-i
Acemî oraya geldi ve “Ne bekliyorsun?”
14. asr’da Suriye’de yapılmış bir kâse.
dedi. O da “Gemiye bineceğim, onu
bekliyorum” dedi. Hz. Habîb, “Gemiye ne
hâcet, suyun üzerinden yürüyerek geçiniz”
deyince, Hz. Hasan-ı Basrî “Suyun üzerinde
gitmeye sebep gemidir. Biz sebeplere yapı­
şarak hareket ederiz. Onun için gemiyi
bekliyeceğiz” dedi. Habîb-i Acemî: “Siz,
yakın mertebesine ulaşmamışsınız” diyerek,
su üzerinde yürüyerek karşıya geçti.
Derecesi, kendisinden çok büyük olan Hz.
Hasan-ı Basrî ise “Sen de, ilm-ül yakîn derecesine
kavuşamamışsın” dedi ve gemini*
gelmesini bekledi.
Hz. Habîb, bir gece elindeki iğneyi
düşürdü. Çok karanlık idi. İçerisi birden
aydınlanıverdi. Hemen elleriyle yüzünü
kapattı ve “Hayır! Hayır! Biz düşürdüğü­
müz iğneyi çıra ile bulmaktan başka bir şey
bilmeyiz. Fevkalâde hâller istemeyiz”
buyurdu.
Habîb-i Acemî’nin (r.a.) evinde bir hizmetçi
kadın vardı. 30 sene evinde bulunduğu
halde, bir defa olsun hizmetçisinin
yüzünü tam olarak görmemişti. Bir gün, bir
hâcet için çıkarken o hizmetçiyi gördü. “Ey
mestûre hamm! Bana hizmetçimi (câriyemi)
çağırır mısın?” dedi. “Sizin hizmetçiniz
benim ve 30 senedir evinizdeyim. Beni
nasıl bilmezsiniz” dedi. “Ben ömrümde,
Allahü teâlâdan başkasına nazar etme
cesaretimi kendimde bulamadım ve seninle
ilgilenemedim” buyurdu. Her an Allahü teâ-
lâyı hatırlar, başka şey düşünmezdi.
Horasanlı bir kimse, Basra’da yerleş­
mek için, Horasan’daki evini 10.000 dirheme
satıp, hanımı ile beraber Basra’ya
geldi. Hacca gidecekti. Basra’da, bu onbin
dirhemi kime emânet edebilirim? diye
sordu. Habîb-i Acemî hazretlerini gösterdiler.
Horasanlı zât Habîb-i Acemî’ye geldi ve
şöyle dedi: “Ben hanımımla beraber hacca
gidiyorum. Bu onbin dirhem ile burada
(Basra’da; bir ev almak istiyorum. Münasip
bir ev bulursanız, bu para ile alırsınız”.
Horasanlı böyle dedikten sonra hanımı ile
beraber Mekke’ye doğru yoluna devam etti.
Bu sırada Basra’da kıtlık meydana geldi.
Habîb-i Acemî (r.a.) dostlarıyla istişâre
edip, bu parayla gıdâ maddesi almaya ve
muhtaçlara dağıtmaya karar verdi. Ba’
zılan dediler ki, “O kimse bu parayı, kendisine
bir ev satın almamz için bırakmıştır.”
Buyurdu ki, “Bu parayla aldığım gıdâ
maddelerini tasadduk ederim sonra, o
kimse için, azîz ve celîl olan Rabbimden,
Cennette bir köşk satın alırım. Eğer Horasanlı
bu duruma râzı olursa ne a’lâ, ama
râzı olmazsa paralarını geri veririm.” Böylece
paralan muhtâc olanlara yiyecek
temin etm ffte kullandı. .Nihayet, Horasan’lı
hacdan dönüp Habîb-i Acemî’
ye (r.a.; geldi. “Ben, on bin dirhemin sâhibiyim.
O para ile ev almış iseniz onu
istiyorum. Yok almamış iseniz bana paralan iâde edin ben kendim ev alayım” dedi.
Habîb-i Acemî hazretleri buyurdu ki, “Sana
öyle bir köşk satın aldım ki, bahçesinde
ağaçlar, meyveler, nehirler bulunmaktadır.”
Horasanlı hanımının yanına döndü ve
“Bizim için, sultanlara mahsus azâmette ve
güzellikte bir ev satın almış” dedi. îki-üç
gün sonra Habîb-i Acemî’nin yanına gelip,
evi sordu. Habîb-i Acemî hazretleri Horasanlıya,
Basrahlann çektikleri yiyecek
sıkıntılannı, insanlara hizmet etmenin fâidelerini,
buna mukabil Cennet ni’
metlerinin güzelliklerini münâsip bir
lisanla anlattı ve sonra buyurdu İd, “Senin
için Rabbimden, Cennette bir köşk aldım ki,
sofalan, nehirleri fevkalâdedir.” Horasanlı
bunlan dinledikten sonra tekrar hanımının
yamna döndü. Olanlan anlattı. Her ikisi de
bu duruma çok sevindiler. Adam, Habîb’in
yanına gelip “Bizim için satın aldığını
kabûl ettik. Lâkin bize bunun senedini de
yazsanız” dedi. Hz. Habîb, “Peki” buyurdu
ve bir kâtip istedi. Şöyle yazdırdı. “Bismillahirrahmânirrahîm.
Bu, Ebû Muhammed
Habîb-i Acemî’nin, azîz ve celîl olan Rabbinden,
şu Horasanlı için satın aldığının
senedidir. Habîb-i Acemî, bu kimse için
Rabbinden onbin dirheme Cennette öyle bir
ev satın aldı ki, o evin köşkleri, nehirleri,
ağaçlan, sofalan ve daha nice güzel sıfatlan
vardır. Allahü teâlâ bu güzel evi bu
Horasanlıya verecek, böylece Habîb’i on
bin dirhem borcdan kurtaracaktır.” Horasanlı
bu yazıyı alıp hanımının yanına
döndü. Böylece kırk gün daha yaşadı. Nihâ-
yet vefât âm geldi. Hanımına vasiyet etti.
“Beni yıkayıp kefenliyenlere bu yazıyı ver,
kefenime koysunlar.” Adam vefât edince
vasiyyeti yerine getirildi ve defnedildi.
Sonra bu kimsenin kabrinin üstünde bir
kâğıt buldular. Kâğıtta bulunan yazılar
parlıyordu ve şöyle yazılıydı. “Ebû Muhammed
Habîb-i Acemî’nin, Allahü teâlâdan şu
Horasanlı için on bin dirheme satın aldığı
köşkün berâtıdır. Şüphesiz ki Allahü teâlâ,
Horasanlıya Habîb’in arzu ettiği köşkü
verdi ve Habîb’i on bin dirhem borçtan
kurtardı.” Habîb-i Acemî mektubu alınca,
hem okuyor, hem öpüyor, hem ağlıyor, hem
de dostlannın bulunduğu yere doğru yürü­
yor ve “Bu Rabbimden bana berâttır”
diyordu.
Hasan-ı Basrî hazretleri, Habîb-i Acemî
hazretlerini çok sever ve ona çok iltifat
ederdi. Hattâ ba’zan meclisinde Habîb’in
sohbet etmesini söyler, Habîb de emredildiği
için sohbet ederdi. Ba’zı kimseler bu
durumu merâk ederler, “Siz burada bulunduğunuz
halde, onun sohbet etmesini istemenizin
hikmeti nedir?” diye suâl ederlerdi.
Hasan-ı Basrî hazretleri “Habîb, kalbinden
konuşur ve konuştuğunu insanlann kalbine
yerleştirir. Ben onun için onû
konuşturuyorum” buyururdu.
Habîb-i Acemî hazretleri, çok ibâdet
ederdi. Devamlı tefekkür hâlinde idi. Ba’
zan bu halde iken kendinden geçer ve öyle
olurdu ki yanındakiler uyuyor zannederlerdi.
Komşulanndan, îsmâil bin Zekeriyya
diyor ki, “Ben akşam olduğu zaman Habîb’
in ağlamasını, sabah uyandığımda yine
onun ağlamasını duyardım. Hâl böyle
devam edince yoksa mâlî bir sıkıntılan mı
vardır diye düşünüp evlerine suâl ettim.
Evinden, “O hep ölümü düşünür de onun
için ağlar. Sabah olunca da artık ben
akşama ulaşamam der. Akşam olunca da
artık ben sabaha ulaşamam der, onun için
ağlar” dediler. Hanımı Umrete de sâliha bir
hanımefendi idi. Kendisi ile berâber ibâdete
devâm ederdi. Ba’zan gece yansı Habîb’i
uyandınr, ibâdet ederlerdi. Habîb-i Acemî
Basra çarşısında ticâret yapar, kazandı­
ğını fakirlere verirdi. Bir defa Sâbit bin
Eşlem el-Benân sadakanın faziletini anlatı­
yordu. Habîb-i Acemî (r.a.) oraya geldi. Sohbetten
sonra bir kese altın çıkanp Sâbit
hazretlerine verdi ve “Bunu fakirlere dağı­
tın” dedi. Sâbit çok memnun olup, duâ etti. Az
kâra kanâat eder, doğruluğu sebebiyle herkes
tarafından sevilirdi. Allahü teâlâdan
nasıl korkmak lâzım ise öyle korkardı. O’nu
nasıl ta’zîm etmek lâzım ise öyle ta’zîm
ederdi. Dünyâda ve dünyâda olan şeylerin
hiç birisinde gözü yoktu. Hep Allahü teâlâyı
düşünür, dünyâ zevklerinden uzak dururdu.
Âhıret ticâreti ile meşgûl olurdu. Yanına
ticâret ehli kimseler gelirdi. Onlara önce
ticâretten, dünyâ işlerinden bahseder,
sonra âhıret bilgilerini anlatırdı. Böylece o
kimseler çok istifâde ederlerdi.
Bir gün bir kimse, Habîb-i Acemî hazretlerine
gelip “Sende üçyüz dirhem alacağım
vardır” dedi. Habîb, “Ben hatırlayamadım.
Nerede, ne zaman borcum oldu?” buyurdu.
O kimse, “Ben de bilmiyorum. Fakat benim
sende üçyüz dirhem alacağım vardır” dedi.
Habîb, o kimseye, “Bugün gidin de yann
gelin” buyurdu. Gece olunca, abdest alıp iki
rek’at namaz kıldı ve namazdan sonra
şöyle duâ etti: “Yâ Rabbi! Eğer o kimse
doğru söylüyorsa, borcumu ona ödememde
bana yardım et. Şâyet yalan söylüyorsa sen
bilirsin.” Sabah olunca o kimsenin, bir tarafının
felç olduğunu gördüler. Habîb o kimseye,
“Sana ne oldu?” diye sordu. O kimse,
“Tövbe ettim, tövbe ettim. Ben sizden alacağım
olmadığı halde üçyüz dirhem istedim.
Bunun için bana bu hastalık geldi. Ben
tövbe ettim” dedi. Habîb “Peki niçin böyle
yaptın?” dedi. O kimse “Kendi kendime
dedim ki, (Habîb Allahü teâlâdan ve kullardan
çok utanır. Ben bu parayı istersem
bana verir/’. Habîb-i Acemî merhametinin
çokluğundan o kimseye acıdı ve “Yâ Rabbi!
Doğru söylüyorsa ona şifâ ihsân eyle” diye
duâ etti. Allahü teâlâ o kimseye şifâ verdi ve
hiç felç ftlmamış gibi ayağa kalktı.Bir kimsenin bir ayağında şiddetli ağn
vardı. Bir meclisde Habîb-i Acemî hazretlerine
bu durumunu arzetti. Habîb, ona oturmasını
söyledi. Diğer kimseler kalkıp
gittikten sonra ayağa kalkıp, o kimsenin
şifâ bulması için duâ etti ve “Yâ Rabbi!
Habîb’in yüzünü kara çıkarma şifâ ihsân
eyle” dedi. O kimsenin ayağında hiç ağn
kalmadı. Diğer ayağından daha sağlam
oldu. Bir defa kapılanna bir fakir geldi. O
sırada hanımı, hamur yoğurmuştu. Ekmek
yapmak için komşudan ateş istemeye gitmişti.
Habîb gelen fakire, “Hamuru al”
buyurdu o fakir hamuru alıp gitti. Habîb’in
hammı gelip hamuru sorunca “Hamuru
ekmek yapmaya götürdüler” buyurdu.
Biraz sonra bir kimse bir sepet dolusu
ekmek ve et getirdi. Habîb’in hanımı ekmek
ve eti hazırladı ve “Hamurlar ne çabuk
ekmek oldu?” diye hayretini bildirdi.
Hammâd, Habîb-i Acemî hakkında,
şâhid olduğu bir hâdiseyi şöyle anlatıyor:
“Bir kadın gelerek Habib’e dedi ki (Hiç
ekmeğimiz yok). O da (Aileniz kaç kişidir?)
diye sordu. Kadın söyledi. Sonra Habîb
kalktı abdest aldı. Huzûr içinde namaz
kıldı. Namaz bitince (Yâ Rabbi! İnsanlar
benim hakkımda hüsn-i zan ediyorlar,
güzel düşünüyorlar. Sen ise benim günahlanmı
örtüyorsun. Beni insanlann hüsn-i
zanlanna lâyık eyle.) diye duâ etti. Sonra
namaz kıldığı hasır seccâdeyi kaldırdı­
ğında orada elli dirhemin olduğunu gördü­
ler. Elli dirhemi kadına verdi ve bana (Ey
Hammâd! Bu gördüğün şeyi ben hayatta
iken kimseye söyleme) dedi.”
Kıyâmet günü Allahü teâlâ bana “Ey
Habîb! Şeytanın vesvesesinden uzak olarak,
bir gün namaz kıldın mı? bir gün oruç
tuttun mu? bir rek’ât olsun namaz kıldın
mı? bir teşbih çektin mi?” diye sorarsa
“Evet yâ Rabbi.” demeye gücüm yetmez.
“Evet yâ Rabbi.” demeye yüzüm olmaz,’*
böyle bir söz diyemem.Habîb-i Acemî hazretleri buyurdu ki:
“ Boş oturmayınız. Çünkü ölüm
peşinizdedir.”
1) Müjdeci Mektublar cild-1, sh-216
2) Tam İlmihâl S e’âdet-i Ebediyye sh-1008
3) Câmiu kerâmât-il-evliyâ, cild-1, sh-387
4) Hilyet-ül evliyâ cild-6, sh-149
5) Risâle-i Kuşeyrt sh-379, 687, 720
6) Tehztb-üt-tehzîb cilt-2, sh-189
7) Tezkiret-ül-e vliyâ sh-33
8) Keşf-ul mahcûb sh-208

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir