wiki

Peygamber Efendimizin Allah’ın Vahyine ve Elçiliğine Kavuşması

Hazret-i Muhamemd (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz, çocukluğundan beri üstün bir fazilet ve çok güzel bir ahlâk içinde yaşamıştı. Kavminin cahilce yaptıkları işlerden ve âdetlerden tamamen uzaktı. Kimseden bir şey okumamış, bir şey yazmamıştı. Kimse ile dini konulara ait bir şey konuşmamıştı. Onun üzerinde kimsenin hocalık hakkı olamazdı. O, bütün cihadın en büyük hocası ve en yüksek mürşidi olmaya adaydı. Onu, Yüce Allah bir mucize olarak yaratmıştıOnun kalbine bütün ilim ve hikmetleri doğrudan doğruya Cenab-ı Hak bırakacaktı. O, tam bir masumiyet içinde kırk yaşma yaklaşmıştı. O sırada mübarek gözlerine melekler görünür, “Ya Muhammedi” diye ortalıktan seslenilirdi. Kendisine taşlardan ve ağaçlardan selâm sesleri gelirdi. Aklı, zekâsı, maddî manevî sağlığı üstün bir şekilde mükemmeldi.
88- Hazret-i Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz tam kırk yaşma girince, peygamberlik şerefine kavuştu. Şöyle ki: Peygamber Efendimiz, Mekke halkından bazı büyüklerin âdetleri üzre kırk yaşlarına yakın yılda bir ay kadar gider, Hira dağında bir mağarada bekleyip Yüce Allah’ın kudret ve azametini düşünür, oradan geçen yolculara yiyecek ve içecek verirdi. Tam kırk yaşına girince, önce altı ay kadar rüyasında gördüğü şeyler sabah aydınlığı gibi açık olarak meydana çıkmaya başladı. Bu, Peygamberliğin bir başlangıcı idi. Yüce Allah’ın vahy suretiyle vereceği hükümleri ve indireceği Kur’an ayetlerini kavrayabilmesi için bir alıştırma demekti. Bu altı aydan sonra, yine Hira’da iken bir gün Melek Cibril-i Emin geldi. “İkra” sûresinin ilk ayetini getirdi. Kendisini peygamberlikle müjdeledi.
89- Peygamber Efendimiz, Kur’an-ı Kerim’in inmeye başlaması dehşetinden titremiş, kim bilir ne büyük manevî haz ve heyecan içinde kalmıştı. Hemen muhterem zevcesi Hatice’nin yanma giderek durumu anlatmış, böylece peygamberliğe kavuştuğu gerçekleşmişti. Bundan sonra bir süre İlâhî vahy kesildi. Kur’an-ı Kerim’in ayetleri inmedi. Çok şiddetli olan Allah’ın vahyine güç kazanabilmek için ve tam bir istek kazanmak için böyle bir süre beklemeye gerek vardı, rivayete göre bu süre üç yıldır. Bundan sonra tekrar Cibril-i Emin göründü. Kur’an-ı Kerim’in ayetlerini getirmeye başladı. Peygamber Efendimiz de, gerek kendi kavmini ve gerekse diğer bütün insanları hak dine (İslâma) çağırmaya görevlendirilmiş oldu.
90- Peygamber Efendimiz Allah tarafından aldığı göreve, Nübüvvet, Risalet denildiği gibi, Bi’set ve Meb’usiyet de denir. Onun için Hazret-i Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem), Yüce Allah’ın bir Nebisidir, bir Resûlüdür, bir Meb’usudur (elçisi ve peygamberidir). O bütün peygmaberlerin sonuncusu ve en faziletlisidir. Peygamber Efendimize Allah tarafından Kur’an ayetlerinin gelmesine “Nüzul-i Kur’an” denir. Bu ayetleri Cibril-i Emin’in getirmesine de: “İnzal, Tenzil” denilir. Bu yönden Kur’an-ı Kerim’e “Kitab-ı Münzel” denilmektedir.
İslâm’ın Çıkışında Arabistan’ın Dini ve İçtimaî Durumu
91 – Peygamber Efendimizin doğdu ve daha sonra peygamberliğe kavuşmaklaİslâm dinini her tarafa yaymaya başladığı zaman, bütün dünya gibi, Arabistan’da büyük bir cehalet ve sapıklık içinde bulunuyordu. Arablar o zaman değişik batıl din ve mezheblere bağlı idiler. Birçoğu yıldızlara, ağaçlara, taşlara ve heykellere tapmaktaydı. Hepsi de cahil idi. Aralarında okur-yazar kimseler çok azdı. Medeniyetten yoksundular. Dağınık bir halde yaşarlardı, bazı kabileler yeni doğan kız çocuklarını diri diri toprağa gömer de bundan acı bile duymazlardı.
92- Arabistan, önceleri böyle acıklı bir cehalet ve gaflet içinde yaşamakla beraber, Bedevilik sayesinde asıl gelenekelerini bir dereceye kadar koruyabilmişlerdi. Yaratılış bakımından zeki ve cesur idiler. Misafire hürmet eder, emaneti gözetirlerdi. Yalan söylemekten kaçınırlardı. Özellikle aralarında güzel söz söylemek ve şiir okumak sanatı ileri bir düzeyde idi. Çok şairler ortaya çıkmış, pek parlak kaside ve manzumeler söylenmiş ve yazılmıştı. Artık bunlar da, bütün insanlık âlemi gibi, İlâhî bir dine muhtaçtılar. Gerçek bir din sayesinde yüksek ve temiz bir hayata kavuşmaya muhtaç idiler. Yüce Allah onlara lütfetti, İslâm dini sayesinde bu ihtiyaztan kurtuldular. Cihanda misli görülmemiş bir yükselişe kavuştular. Az bir zaman içinde dünyanın doğusuna ve batısına hakim kesilerek bütün beşeriyeti uyandırmaya çalıştılar. Hak ve hakikati, fazilet ve medeniyeti öğretmeye koyuldular ve başarı sağladılar. İslâmiyetin yüksek esaslarına ve prensiplerine sarıldıkça yükselişten yükselişe, başarıdan başarıya kavuştular.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir