Cumhûriyet
dönemi romancılarından, yazar. 1888’de İstanbul’da
doğdu. Münevver ve Hazîne-i Evrâk gazetelerini
çıkarmış olan Mahmûd Celâleddîn Beyin
oğludur. Mekteb-i Sultânî (Galatasaray Lisesi)den
mezun olduktan sonra yüksek tahsilini Pâris’te
Ecol Libre des Science Politiques’te yaptı.
Küçük yaşta bir Fransız mürebbiyeden Fransızca,
Tevfık Fikret’ten de Türkçe dersleri aldı. Çocukluğu
Boğaziçi, Büyükada ve Çamlıca gibi İstanbul’un
en güzel yerlerinde geçti.
Mektep ve çevresinin tesiri ve batılı tarzda
eğitilmiş olmasının bir neticesi olarak; geçmişe
karşı menfî görüş ve geçmişi hafife alış ve peşin
hükümlerle dolu ruh ve kafa ile Pâris’e giderek Jön
Türklerin faâliyetlerine katıldı. Pâris’te bulunan
Fransız yazar ve şâirlerle tanıştı. Bâzılarının hayrânı
oldu. İkinci Meşrûtiyetin ilânından sonra İstanbul’a
döndü (1908). Bir Fransız şirketinde memûr
olarak çalıştı. Stines Şirketinde Osmanlı Hükümetinin
umûmî kâtipliğini yaptı (1913 – 1920).
İstanbul’da çeşitli yerlerde çalıştıktan sonra,
Ankara’da Hamdullah Suphi’nin tavassutu ile Balkan
Birliği Cemiyetinde umûmî kâtip ve dış işlerinde
müşâvir olarak çalıştı (1931-1945). Barış
konferansı için Amerika’ya gitti. Dönüşte İstanbul’a
yerleşti. Çeşitli bankaların idâre meclis âzâlığında
çalıştı. Hayâtında hiç evlenmedi. Niçin
evlenmediği sorulduğunda; “Oğlum olsa komünist,
kızım olsa saçını uzatıp film yıldızı olur; evlenmek
mi? Allah korusun!” demiştir. 3 Mayıs 1963’te
vefât etti.
Abdülhâk Şinâsî, yazı yazmaya mütâreke yıllarında
başladı. Dergâh, İleri, Medeniyet, Ağaç,
Türk Yurdu, Milliyet ve Dünyâ gibi dergi ve
gazetelerde tenkit ve deneme türünde yazılar yazdı.
Önceleri geçmişi tenkid eden Abdülhak Şinâsî,
Fransa’ya gittikten sonra, geçmiş zamânı övmeye başladı.
Mâzî şuûrunu canlandırmaya çalıştı.
“Bir millete yapılabilecek en sinsi ve en şeytânî
hücûm, onun vicdânından mâzisini almak,
hâfızasından mâzisini yok etmektir.” diyerek mâzinin
önemini belirtmiştir.
Yazdığı romanlarda da geçmiş zamânın özlemini
anlatır. Olaylara değil, zamâna, mekâna, eşyaya,
duygu ve düşüncelere, insanlara ve onların
kıyâfetlerine çok değer verir. Üslûbu şahsî ve orijinaldir.
Dilde hiç bir zaman uydurukçaya gitmemiş,
dilin âhenginden istifâde etmesini bilmiş ve
şiire kaçan bir dil kullanmıştır.
Eserleri:
Fehim Bey ve Biz, Çamlıca’daki Eniştemiz,
Ali Nizâmi Bey’in Alafrangalığı ve Şeyhliği adlı
romanları yanında, Boğaziçi Mehtapları, Boğaziçi
Yalıları, Geçmiş Zaman Köşkleri gibi hâtıra, deneme,
şiir türünden eserler de vermiştir. İstanbul ve
Pierre Loti ile Yahya Kemâl’e Vedâ diğer eserlerindendir.
Ahmet Hâşim’le ilgili olarak; Ahmet
Hâşim, Şiiri ve Hâyâtı adlı eseri yazmıştır.