Bir âmirin, bir hâkimin;
memleketi idâre için konulan kanun, kaide ve çizilen
hudud içinde hareket etmesi. Hak ve hukûka
uygunluk, hakkı gözetme ve yerine getirmede doğruluk.
Adâlet anlayışı, çeşitli dünyâ görüşlerine göre
değiştiği için, hakkındaki târifler de çok değişiktir.
Adâletin dinimizdeki târifi, kendi mülkünde
olanı kullanmak demektir. Âlemlerin bütünü, insanlar,
melekler, cinler, bitkiler, cansız varlıklar,
gökler, yıldızlar, madde ve mânâ âlemlerinin hepsi,
Allahü teâlânın âciz, muhtaç mahlukları ve
mülküdür. Bunların hepsinin sahibi O ’dur. Allahü
teâlânın işleri içinde adâlete uymayan bir şey olmaz
Allahü teâlâ, her memlekette, bulunan kulları
için adâleti fazlasıyla yapmıştır. Âkil ve bâliğ olmadan
ölen Müslüman olmayanların çocuklarını
Cehennem’e sokmayacaktır. Âkil ve bâliğ, yani
evlenecek çağa geldikten sonra İslâmî duymadan
ölenlere de azab yapılmayacaktır. Bu kişiler, İslâm
dînini işittikten sonra merak etmez, öğrenmez,
inât edip inanmaz ise, o zaman ceza göreceklerdir.
Allahü teâlânın bütün insanlara peygamber gönderip
doğru yola dâvet etmesi adâlettir. Bâzı insanları
İslâm memleketinde yaratması ihsandır.
Adâlet ile ilgili bâzı hadîs-i şerifler şunlardır:
Âdil hükümdarın bir günü (bir gün adâletle
hükmetmesi) bir adamın kendi kendine altmış
sene (nafile) ibâdet etmesinden daha hayırlıdır.
Üç kimsenin duâsı reddedilmez. Bunlardan
biri de âdil devlet adamıdır.
Çocuklarınız arasında adâleti gözetin.
Adâlet güzeldir, âmirlerde olursa daha güzeldir.
Sosyal adâlet: Herkesin çalışması, bilgi ve
kabiliyeti, gördüğü işi nisbetinde ve derecesinde
hakkını alması; hiç kimsenin ezilip sömürülmemesi.
Sosyal adâlet, en küçük bir iş görene de,
hayat hakkı tanımakdır. Çalışan herkesin asgarî bir
geçim şartına erişmesi, sosyal adâletin ilk şartıdır.
Sosyal adâleti gerçekleştirmeye çalışan devlete
“Sosyal devlet” denir. Fakat sosyal devlet ile Sosyalist
devlet birbirinden tamâmen farklıdır.
Sosyal adâlet, sosyal eşitlik demek değildir.
Herkesin aynı gelire sahib olması adâlet değil,
adâletsizlik olur. Bir sınıfta, çalışan-çalışmayan, bilen-bilmeyen
bütün öğrencilerin sınıf geçmesi
sosyal adâlet değildir. Mutlak eşitlik, ne tabiatta,
ne toplulukda, hiçbir yerde yoktur.
Hukukta eşitlik, aynı durum ve şartlar içinde
bulunan herkesin aynı muâmeleye tâbi tutulması
mânâsmdadır. Sosyal bakımdan, hele İktisâdi yönden
tam bir eşitlik aramak ve istemek, hem gereksiz,
hem imkânsızdır. Çünkü adâlet kavramı
ile bağdaştınlamaz. Çalışmak ve kazanmak imkânını
herkese aynı şekilde vermek ve mevcudu
kelle hesabıyla paylaştırmak değildir. Herkesin
çalışmasının karşılığını görmesi hakkını elde edebilmesidir.
Sosyal adâlet, millî gelirin en uygun şekilde
taksimini sağlar. İstismarı, sömürücülüğü ortadan
kaldırır. Sermâyenin çok küçük ve belirli bir zümre
elinde toplanmasını önler. Herkese kendi ölçüsünde
hayat hakkı verir. Sınıf ve zümreler arasında
düşmanlık bulunmayan bir topluluk meydana
getirir. Böyle bir toplulukta vatandaşlar, hâl ve
istikbâl bakımından kendilerini emniyette hissederler.
Sosyal adâleti en iyi, en verimli olarak sağlayan
dîn İslâm dînidir. İslâmiyet, her çalışan insana
hakkını verir. Herkesin mülkünü korur. Özel teşebbüse,
herkesin dilediği işi yapmasına geniş yer
verir. Alın teri ile kazanılan bir kazanca kimseyi
karıştırmaz. Kimse kimsenin malına-mülküne el
uzatmaz, gasb etmez. Hattâ başkasının malını –
mülkünü muhafaza etmeği emir eder. Zenginlerin,
fakirlere verdiği zekât, öşür, sadakalar hep sosyal
yardım olup, ekonomik felâketleri önlemek için
emir olunmuş, İlâhî tedbirlerdir.