Her doğan ölmeye namzettir; aradaki fark dünya müsafir- hanesinde ikamet müddetinin azlık veya çokluğundandır. Bu değişmez ve istisna tanımaz kanun karşısında insanoğlu, anlayış ve inancına göre vaziyet almış, çeşitli davranışlarda bulunmuş ve âdetlere tâbi olmuştur. Başı bulutlara yükselen ehramlar, mezarlarda insan ölülerine ait kemiklerin yanında çıkan at, silâh ve para kalıntıları; Ganj nehri kenarında genizleri tıkayan dumanlar ve ölü vucutlann yanmasından intişar eden kokular., hep mezkûr inanç ve âdetlerin birer tezahürüdür. Hak ve bâtıl bütün dinler insanın menşe’ ve âkıbeti üzerinde durmuş, hitabettikleri cemiyetin medenî ve fikrî seviyesine uygun açıklamalar yapmış, inançlar getirmişlerdir. Bilindiği ü- zere İslâm imanının altı temelinden biri de öldükten sonra dirilmeye ve âhirete inanmaktır. Buna göre insanlar vefat edip defnedilince önce kabirde sorguya çekilecek, dünya hayatındaki iman ve amellerine göre cevap verecek ve kıyâmetin kopmasına, yeniden dirilişe kadar, berzah âleminde kalacak, burada da yaptıklarına göre muamele göreceklerdir; berzah hayatı da ya cennetten bir köşede veya cehennemden bir çukurda geçecektir. Arkadan kıyâmet, haşir, muhâsebe, mizan, sırat, cehennem, cennet… Ana hatlanyla ve çok kısa bir şekilde arzettiğimiz bu inanç manzûmesi içinde müslümanlann ölüm karşısındaki duygu ve düşünceleri, geride kalanların önce gidenler için yaptıkları ve yapmaları gereken hususlar bu yazımızın mevzûunu teşkil edecekti
Ebediyet Yolcusunu Uğurlarken
04
Eyl