(fars. yâd). Esk. 1. Hatırlama, akla getirme, anma: “Nigârhâne-i irân’e zeyn buban / Ne yâda geldi ne akl ü hayale devrinde” (Y. K. Beyatlı). —2. Yâd etmek, anmak, akla getirmek: “Eşbermu- kaddemesinde bunları yâd edişim..” (A.
H. Tarhan). —3. Yâd olunmak, hatırlanmak, anılmak: “… Osmanlı bayrağının yâd olunmaması bil-cümle OsmanlIlar’a dağ -ı derun oldu” (Cevdet Paşa, XIX. yy.). —4. Yâd-bud, hediye, armağan. || Yâd- büd, bellek gücü. || Yâd-daşt, hatırlanan şey; hatıra: “Ona Zülkarneyn lakabının verilmesi de ser-yezdanın yâd-daştı olan bu miğfer-i tafra-fürüşâneden kaldığı mer- vîdir” (Mehmet Tevfik). || Yâd-ı hazin, yâd-ı melal, tıüzünlendiren anı. || Yâd-ı şebabet, gençlik anısı. || Yâd-ı zişt, birini kötü bir biçimde anma. —Tasav. Yâd-daşt, sürekli Tanrı bilincinde olma. (Nakşibendi tarikatının on bir ilkesinden biridir. Kalbin, sürekli Tanrı’yı anarak güçlenmesi, Tanrı bilincinin salikte bir meleke halini alması anlamına gelir.) || Yâd -kerd, sürekli olarak Tanrı’yı anımsama. (Nakşibendi tarikatının on bir ilkesinden biridir. Bu, “la ilahe illallah” zikrini art arda yinelemekle yerine getirilir. Yinelemenin dil ile değil, kalp ile olması gerekir Mürit, Tanrı’yı zikrederken dilini tutar, ağzını kapatır ve nefes almadan, içinden “la ilahe illallah” zikrini geçirir. Zikri, bir nefes alışta, nefesini vermeden içinden üç kez yineler; böylelikle sürekli Tanrı’yı zikretmiş olur.)
YAD
17
Ara