Emevî halifelerinin sekizindsi. Mervân’m torunudur. 60 (m. 679)’da ya’nî Hz. Muâviye’nin vefâtı yılında Medine’de doğdu. Babası Mısır vâlisi olunca, Mısır’a gittiler. Oğlunu Medine’ye tahsile gönderdi. Enes bin Mâlik, Abdullah bin Ca’ fer Tayyar ve Saîd bin Mtiseyyib ve başka âlimlerden ders aldı. Babası ölünce amcası olan halife Abdülmelik bunu Şam’a getirdi. Kızı Fâtıma’yı buna verdi. 99 (m. 717)’ de amcası oğlu Süleyman vefât edince, halife oldu. Çok âdil olup, îkinci Ömer denmeğe lâyıktı. Hz. Muâviye’nin vefâtından sonra, hutbelerde Ehl-i Beyte la’net okumak âdet olmuştu. Halife olunca, ilk iş olarak bu âdeti kaldırdı. Ehl-i Beyte karşı çok saygılıydı. Onlara devamlı yardım ederdi. 101’de kırkbir yaşında iken, kölesi tarafından zehirlendi. Beyaz, ince ve nâzik yüzlü, zâif, güzel sakallı, tatlı ve sevimli idi. Biniciliğe çok meraklıydı. Malatya şehrini rum- lardan yüzbin esir karşılığı satın aldı. Hz. Ömer’in oğlunun torunudur. Hz. Ömer’in, Ümmü Âsım’ın annesini oğlu Âsım’a alması şöyle olmuştu: Hz. Ömer halifeliği zamanında bir gece Medine’de kol gezerken sabaha karşı bir evden, kadının birinin kızına; “Süte su koy” dediğini işitti. Kızın da; “Emir-ül mü’minîn Hz. Ömer süte su katmayı yasak etti” cevâbını verdiğini ve annesinin “Emir-ül mü’minîn nereden bilecek” demesi üzerine de, “O görmüyorsa da Allahü teâlâ görüyor” dediğini işitti. Hz. Ömer bu hâdise üzerine o kızı araştırıp, oğlu Âsım’a nikâh etti. Âsım’ın bundan bir kızı oldUj bundan da Ömer bin Abdülazîz dünyâya geldi.
lüp, yetiştirildi. îlim ve fıkıh tahsili için Medine’ye gönderildi. Enes bin Mâlik, Abdullah bin Ca’fer Tayyâr, Sa’îd bin Müseyyib ve devrin başka âlim ve büyüklerinden ders aldı. Onlann sohbetinde bulunup, kendilerinden hadîs-i şerîf dinledi. Babası 85 (m. 705)’de vefât edince amcası olan halife Abdülmelik 65-86 (m. 684-705)’de O’nu Şam’a getirdi ve kızı Fâtıma’yı ona nikâhladı. Ömer bin Abdüla- zîz çok ni’met ve servete sâhipti. Yaratılışındaki cömertlik ve mürüvvetini bütün insanlara saçıyordu. Gâyet faziletli, âlim, âdil ve eşine pek az rastlanan bir insandı. Halife Velîd bin Abdülmelik 86-95 (m. 705- 715) devrinde 87 \m. 706) Rebiulevvel ayında Haremeyn (Mekke ve Medine) vâli- liğine tâyin edildi. Bu vazifesini yürütmek üzere Medine’ye gidip, oranın büyük âlimlerinden on kişi topladı. Meclisteki âlimlere “Ey kardeşlerim. Ben ki Haremeyn’in vâliliğine değil hizmetçiliğine tâyin olundum. Size kesin söz veririm ki, benim asıl mesleğim adâlet yolundan ayrılmamaktır. Gerek zorbalık yapanın ve gerekse buna sebep olanın, yolsuzluk yapanın ve doğru yoldan aynlanın yaptıklarını bana haber vermez iseniz, bunun ma’nevî mes’ ûliyyeti size aittir. Sizi ancak bana müşavir ve muâvin olmak üzere çağırdım. Kendi reyimle bir iş görmek istemem. Her hususta sizinle müşâvere yapacağım. Aynca memurlarımın da ahâliye iyi hizmet etmeleri için onları teftiş ederek, bana yardımcı olacaksınız” dedi. Bu âlimler de O’nun bu isteklerinden dolayı memnun olup, dâima yardımcı oldular. Hicazlılar; idâresinden, adâletinden çok memnundular. Enes bin Mâlik (r.a.) “îmâmlık yapmakta Resûlullah efendimize, Ömer bin Abdülazîz’den daha çok benziyen kimse görmedim” buyurdu. Ünü her tarafa yayıldı. Pek çok kimse, kendi memleketini terk edip, Hicaz’a geldi. Mescid-i Nebî’yi 88 (m. 707)’de genişletmeye ve esaslı bir tâmiratını yaptırmaya başladı. Genişletmede Mescid-i Nebî’nin dört duvan da yıkılıp, doğu tarafındaki zevcât-ı tâhirât odalan mescide katıldı. Hücre-i se’âdetin dört duvan yıkılıp, temelden yontma taşlarla yeniden yapıldı, Temel açılırken Hz. Ömer’in bir ayağı görüldü. Hiç çürümemişti. Hücrenin etrafına ikinci bir duvar daha yapıldı. Bu duvar beş köşeliydi. Hiç kapısı yoktu, Duvarlar, direkler ve tavan altın ile süs lendi. îlk olarak mihrâb ve dört minâre yaptırdı. Bu iş üç sene sürdü. Ömer bir Abdülazîz 93 (m. 711) senesine kadar Hare meyn vâliliği yaptı. Halife Süleyman bir Abdülmelik 96-99 (m. 715-717) iki oğlu
Babası Abdülazîz bin Mervan, adâlet, insâf ve diyânet sâhibi bir kimse idi. Mısır vâliliğine tâyin edilince, oğlunu da berabe- olmasına rağmen ahidnâme yazıp, mühür- rinde götürdü. Ömer bin Abdülaziz, orada . leterek Ömer bin Abdülazîz’i kendisine mükemmel bir îslâm terbiyesi ile büyütü- halef gösterdi. Bunu veziri.Recâ’ya verdi.
ÖMER BİN ABDÜLAZİZ
Ömer bin Abdtilaziz, Abdülmelik’in 99 (m. 717) Eylül ayında vefâtı ile veziri Recâ emirleri toplayıp, mühürlü ahidnâmeyi açarak, okudu. Ömer bin Abdülazîz âhıret adamıydı. Hilâfetin ağır yükleri altına girmekten çok korkardı. İsmi okunduğu zaman şaşınp kaldı. İstifa isteğinde bulunduysa da kabûl edilmedi. Emirler Ömer bin Abdülazîz’in İslâm halifeliğine biat ettiler. Vezir Recâ, halifenin koluna girip, minbere çıkardı. Ömer bin Abdülazîz (r.a.), cenâb-ı Hakka hamd ve senâdan sonra: “Ey insanlar! Bizimle beraber olacak kimsede şu beş şartı istiyorum. Bunlar: Bize hâlini bildiremiyecek olan halkımın hâlini anlatmak, hayırlı işlerde bize yardım ve hayra delâlet eylemek, kimse hakkında gıybet etmemek ve boş şeyler ile meşgûl olmamak. Bunlar yoksa bize yaklaşmasın.” dedi. Böylece, ikinci halife Ömer bin Hattâb’ın (r.a.) yolunda olarak işe başladı. Hz. Ömer bin Abdülazîz’in hâllerini anlatmak için şâirler ve hatibler hutbeler okudular, O’nun medh ve senâsını dillerde dolaştırdılar. Zâhidler ve fakihler dahi, “Biz bu zâtın sözüne aykın fiilini görmedikçe ondan ayrılmayız” dediler. Ömer bin Abdülazîz halife olduktan sonra hilâfet konağına götürülmek üzere alay atlan getirdiler. “Bunlar ne?” deyince; “Hilâfete mahsus bineklerdir” cevâbını işitince; “Kendi atım, benim hâlime daha muvâfıktır” diyerek saltanat bineklerini geri çevirip, kendi hayvanına bindi. Hilâfet otağına gitmeyip, “Hilâfet otağında Süleyman’ın âilesi var. Ben onların rahatsız olmalarını uygun görmem. Onlar yerle- şinceye kadar, benim kıl çadırım bana yeter!” buyurdu. Bu sözleri, insafı ve ahlâkî büyüklüğünü ne güzel ifâde etmektedir. Evine gitti. Azâdlı kölesi, Onun pek kederli ve düşünceli olduğunu görünce: Bu hâlinizin sebebi nedir? diye sordu. Cevâbında buyurdu ki: “Doğudan batıya kadar olan Ümmet-i Muhammed’in hukukunu yerine getirme bana vazife oldu. Bundan büyük endişe edecek şey olur mu?” Daha sonra hanımı ve amcası kızı olan Fâtıma binti Abdülmelik’i yanına çağırıp, buyurdu ki; “Eğer benimle birlikte yaşamak istersen ziynet ve mücevherlerini Beyt-ül-mal’a bırak. Zirâ onlar senin yanında iken ben seninle berâber olamam.” Fâtıma, bütün ziynet ve mücevherlerini Beyt-ül mal’a verdi. Fâtıma’nın bu davranışı, Peygamberimizin (s.a.v.) kız Hz. Fâtıma gibi manevî süsler ve rûhî meziyetler ile yaşamaya karar verdiğini göstermekte idi. Ömer bin Abdülazîz de ellibin altınının hepsini dağıttı. Bir elbisesi kaldı. Câriyele- rine de “Serbestsiniz. İsteyeniniz olyrsa, azâd ederim. Benden bir talepte bulunmamak şartı ile .kalmak isteyen varsa kalabilir. Çünkü yerilen vazife beni sizinle
meşgûl olmaktan alıkoyuyor.” buyurdu. Hepsi ağladılar, üzüldül.er. Hanımı Fâtıma’yı dahi serbest bıraktı. O da üzülüp ağladı. Efendisinden ayrılmadı. Ömer bin Abdülazîz (r.a.) halife olduğu sene Medîne-i münevverede bulunan, oğlu Abdülmelik’e şöyle yazdı: Şahsımdan sonra kendisine nasihatte bulunup, gözetip, muhafaza etmek mecbûriyetinde olduğum, ilk insan sensin. Hamd Allahü teâlâya mahsustur. Allahü teâlâ bize çok lütuf ve ihsânda bulundu. O’ndan, ihsân ettiği ni’metlere karşı şükür yapabilme kuvveti vermesini dileriz. Allahü teâlâmn babana ve sana olan lütfunu hatırla. Kendine, gençliğine ve sıhhatına dikkat et. Eğer hamd (Elhamdülillah), teşbih (Sübhâ- nallah), tehlil (lâ ilâhe illallah) diyerek, dilini zikirle meşgûl edebilirsen bunu yap. Ömer bin Abdülazîz hazretleri hilâfet makâmına geçtiği gün, zamanının tanınmış fıkıh âlimlerinden Sâlim bin Abdullah, Recâ bin Hayve ve Muhammed bin Ka’b Kurazî’yi da’vet edip, onlara “Halk her ne kadar bir ni’met olarak görüyorsa da ben bu halifelik makâmını; taşıyamayacağım bir yük ve çok ağır bir mes’ûliyet olarak görüyorum. Ben bu yükün altına girdim. Benim için çâre ve tedbir olarak nasihatleriniz nedir?” diye sordu. Onlardan bir tanesi dedi ki; “Yânn kıyâmet günü kurtulmak istersen müslümanların ihtiyarlarını baban, gençlerini kardeşin ve küçüklerini evlâdın bil. O zaman bütün müslümanlara, kendi evindeki, ana-baba, kardeş ve evlâdın gibi muamele etmiş olursun.” Ömer bin Abdülazîz (r.a.) halife olunca, üzerine aldığı mes’ûliyetin ağırlığından dolayı iki ay müddetle üzüntü ve keder içinde kaldı. Millet ve memleket işlerini adâletle idâre etmekte ve hak sâhiblerine haklarını iâde etmekte çok hassas davranıyor, kendisini hiç düşünmüyordu. Hz. Ömer bin Abdülazîz, yakın dostu Hz. Sâlim’e “Kardeşim Sâlim! Allahü teâlâ beni halifelik ile imtihan ediyor. Yemin ederim ki, kurtulamıyacağımdan korkuyorum. Bana, dedem Hz. Ömer’in mektuplarını, hayatı hakkında bilinenleri, müslümanlara ve gayri müslimlere olan hükümlerini bildir. Hz. Ömer’i kendime nümûne kabûl ettim. Ona göre hareket edeceğim” dedi. Halifeliği zamanında yaptığı bütün işlerde gözleri önüne kıyâmet gününü getirirdi; halkının haklannı lâyıkıyla yerine getirememekten çok korkuyordu. Halifeliğini adâlet ile yürütüp, Hulefâ-i Râşidîn’in (Dört Halife) yolundan ayrılmadı. Önemli memuriyetlere dirâyetli ve âdil bildiklerini tâyin etti. Horasan’a Cerrâh bin Abdullah el-Hakem’i, Basra’ya Adiy bin Ertet el- Fezâra’yı, Kûfe’ye Abdülhamîd bin Abdur- rahm^n el-Kureşî’yi, Hindistan’a Amrlbni
Berlin Müzesi İslâm san’atları kısmına 1907yılında hediye olarak verilen, 13. asr da Ceviz ağacından yapılmış Selçuklu devri şaheserlerinden zarif bir rahle.
IsUm Alimleri Ansiklopedisi 3 3 5
ÖMER BİN ABDÜLAZİZ
Onaltıncı asırda Abanoz ağacından yapılmış, Haseki Hürrem Sultan Türbesinden 30 Ocak 1926’da müzeye intikal ettirilmiş, Süley- maniye Camii hünkar mahfili pencere kanadı.
Miislim-i Cezire’ye (Mezopotamya) Ömer bin Humeyre el-Fezarî’yi, Ispanya’ya Semh bin Melik el-Haftanî’yi ve Afrika’ya îsmâil bin Abdullah’ı tâyin etti. Devrin meşhûr âlimlerinden ve Sofiyye-i aliyye- den Hasan-ı Basrî hazretlerini Basra, Amr el-Sahi’yi de Küfe kadılıklarına tâyin etti. Valilerinin yanına fikıh âlimi de verdiği olurdu. Küfe Vâlisi Abdülhamid’in yamnda, fıkıh âlimi Ebû Zinâd kâtib olarak vazifeliydi. Fakat, Hz. Ömer Bin Abdii- laziz her yerde bizzat kendisini mes’ûl hissediyordu. Kalbinde yer eden gâye; otoritenin fazlalaştmlmasmdan ziyâde, hak ve hukukun tesisi idi. Müslim ve gayr-i müslim teb’asına çok âdil davranıp, yaptığı işlerde adâleti yaygınlaştırdı. Ehl-i Beyt’e dil uzatanların çirkin hareket ve sözlerine mâni olup, son verdi. Ehl-i Beyt’e çok saygı gösterir ve yardım ederdi. Peygamberimizin vakıf ettiklerinden, Fedek bahçesini tekrar Ehl-i Beytten Muhammed Bâkır’a iâde etti. Toprak hukuku ve mâliye alanlarında Peygamberimizin (s.a.v.) emirlerini yerine getirdi. Müslüman olan gayr-i müslimler- den cizye vergisini kaldırdı. Her tarafta müslüman olanların sayısı arttı. Doğuda ve Batıda milyonlarca gayr-i müslim, müslüman oldu. İslâm Orduları doğu ve batıda fetihlere girişti. Malatya şehri, Rumlar’dan yüzbin esir karşılığı satın alındı. Preneler aşılıp Fransa’ya girildi. Narbonne ele geçirildi. Burada güçlü üsler kuruldu. Afrika’da bütün Berberîler O’nun zamanında müslüman oldu. Mûsevî, hıristiyan, ateşperestlere gösterdiği yapıcı siyâset karşısında, onlann arasında İslâmiyet geniş ölçüde yayıldı. Müslüman ve gayr-i müslim bütün teb’ası tarafından sevildi. Hak ve adâletin yayılmasında ve zulmün kalkmasında çok hizmet etti. Zamanında kurt ile kuzu beraber yaşadı. Devrinin âlim ve velîlerinden Mâlik bin Dinâr hazretleri anlatır: “Ömer bin Abdü- lazîz halife olduğunda bir çobamn şöyle dediği işitildi: “Acaba bu temiz, âdil halife kimdir?” Çobana, “Böyle olduğunu nereden anladın?” diye sorulduğunda; vazifesi dağ bayır demeyip koyun otlatan, çeşitli yırtıcı hayvanların tehlikesini pek iyi bilen çoban, sâfiyetle bulduğu teşhisiyle şu cevâbı verdi: “Âdil bir halife başa geçince ‘kurtlar kuzulara saldırmaz. Oradan anladım.” Halife Ömer bin Abdülaziz (r.a.) her gün âlimleri çağırır, onlarla ölüm ve kıyâmet hâllerinden konuşurlardı. Konuşmalar onlara o kadar te’sir ederdi ki, sanki içlerinden biri vefât etmiş gibi ağlarlardı. Ömer bin Abdülazîz hazretleri Allahü teâlânın emir ve yasaklarını yerine getirmede ve halka bildirmede çok dikkatliydi. Ömer bin Abdülazîz’in devrinde halk dahi
ibâdet ve tâat yoluna girdi. Meclislerinde: Bu gece ne okudun? Kur’ân-ı kerîmden kaç âyet ezberledin? Bu ay kaç gün oruç tuttun? gibi sözler söylenmeye başlandı. Hz. Ömer bin Abdülazîz dîne sokulan bid’atleri ortadan kaldırıp, unutulmuş sünnetleri meydana çıkarmaya çalıştı. Hadîs-i şerifleri toplatıp, kitap hâline getirdi. Mezhepler hakkında, “Eshâb-ı kirâmın ictihadlan farklı olmasaydı, dinde ruhsat, kolaylık olmazdı” buyurdu. Hz. Ali ile ictihad ayrılığından muharebe edenler için buyurdu ki: “Allahü teâlâ, ellerimizi bu kanlara bulaşmaktan koruduğu gibi, biz de dilimizi tutup, bulaştırmayalım!” îmâm-ı Şâfiî (r.a.) de böyle söylemiştir. Ömer bin Abdülazîz (r.a.) Evzâî’ye yazdığı bir mektubunda, “Biliniz ki, ölümü çok hatırlayan kimse, az bir dünyâhk ile iktifa eder, konuştuğu kelimelerin hesâbını vereceğini düşünen kimse çok az konuşur, ancak lüzumlu sözleri söyler” buyurdu. Yine buyurdu ki, “Kendimi överim korkusu ile bir çok sözleri söylemekten kaçınırım.” Meymûn bin Mihran diyor ki, Ömer bin Abdülazîz (r.a.) ile beraber bir kabristana uğradık. O, kabirleri görünce ağladı. “Ey Meymûn! Şu gördüğün kabristanda yatanlar, babalanm Emevîlerdir. Bunların hepsi gelip geçtiler. Lâkin şimdi sanki dünyâya hiç gelmemişler, dünyâ lezzetlerini hiç tat- mamışlardır. Şu anda toprak altında yatıyorlar ve cesetlerini kurtlar yemektedir..” Hem böyle söylüyor, hemde ağlamaya devam ediyordu. Sonra buyurdu ki; “Vallahi burada, kimin azâbda olduğunu, kimin Allahü teâlânın azâbından emin olduğunu bilemiyorum.” Buyurdu ki; “Geçen gece ölüleri düşündüm. En samîmi bir dostun ölse, onuüçgün sonra mezarında görsen, oradan kaçarsın. Orada dolaşan kurt ve böcekleri, akan İrinleri, pis kokular arasında kurtların kendisini nasıl parçaladığını, kefeninin bozulduğunu, vücûdunun pis hâle geldiğini görüp kendisinden nefret ederdin.” Bunları söyledikten sonra bayılıp düştü. Âlimlerden birisi Hz. Ömer bin Abdiilazîz’i ziyâret etti, ^ok ibâdet etmekten dolayı yüzünde ve rengindeki değişikliği görerek “Bu ne hâldir?’ dedi. Ömer bin Abdülaziz (r.a.) “Sen beni ölümümden bir kaç gün sonra mezarımda ziyâret etsen, gözlerimin çıkıp, yanaklarımın üzerine akdığını, dudaklarımın dişlerimi kapaya- madığını, ağzımın açık kalıp oradan irin ve cerahatin akmakta olduğunu, karnımın şişip göğsümün üzerine geldiğini, bağırsaklarımın döküldüğünü, burun deliklerinden irin ve kurtların çıktığını görmekle şimdi gördüğünden çok daha feci bir manzara ile karşılaşırdın” dedi. Halifeliğinde, yanına bir heyet gelmişti. îleye*tten bir genç nutuk söylemeye baş
3 3 6 Isttm alimleri Ansiklopedisi
ÖMER BİN ABDÜLAZİZ
ladı. Bunun üzerine “Sen dur, yaşlınız konuşsun” diyerek genci uyarmak istedi. Genç: “Ey Emir-ül-mü’minîn! Iş yaşa göre ise, müslümanlann içinde senden daha yaşlı olanlar yok mu?” deyince; “Konuş bakalım.” diyerek gence söz verdi. Genç; “Biz senden bir şey isteyen ve senden korkan bir heyet değiliz. Bir şey istemiyoruz. Çünkü lütuf ve ihsânınız o kadar çok ki, bu bize kadar ulaşmıştır. Senden korkmuyoruz. Çünkü adâletin bizi korkmaktan emin kılmıştır” dedi. “Siz kimsiniz?” deyince, “Teşekkür heyetiyiz. Teşekkür edip geri dönmek için geldik” dedi. Yezîd-i Rakkâsî, Ömer bin Abdülazîz’in (r.a.) huzûruna geldi. Ömer, Yezîd’e “Bana nasihat et” dedi. O da “Ey müslümanlann emîri! Senden önceki halifeler öldüğü gibi sen de öleceksin” dedi. Ömer, bunu duyunca ağladı ve “Devam et” dedi. Yezîd: “Âdem’den (a.s.) sana gelinceye kadar hiç bir baban hayatta değildir. Hepsi vefât ettiler” dedi. Ömer (r.a.) ağhyarak, yine “Devam et” dedi. Yezîd “öldükten sonra Cennet ile Cehennemden başka gidilecek yer yoktur” dedi. Halife Ömer, bunu duyunca düşüp bayıldı. Ömer bin Abdülazîz’in (r.a.) câriyesi yanına geldi. Selâm verdi ve namaz kılınan odaya geçti, iki rek’at namaz kıldı. Sonra uyuya kaldı. Biraz sonra kalktı ve halifeye “Tuhaf bir rü’yâ gördüm” dedi. Halife “Ne gördün anlat” dedi. Câriye “Rü’ yâda Cehennemi gördüm. Cehennemlik olanlann üzerine kükreyip duruyordu. Sonra Cehennem üzerinde Sırat Köprüsü kuruldu. Abdülmelik bin Mervan geldi. Köprüye girdi. Bir kaç adım attı, sonra devam edemeyip Cehenneme düştü. Sonra Velîd bin Abdülmelik geldi. O da devam edemeyip Cehenneme düştü. Sonra Süleyman bin Abdülmelik geldi. O da aynı şekilde Cehenneme düştü” dedi. Halife “Devam et” dedi. Kadın, “Sonra da seni getirdiler” der demez, Ömer bin Abdülazîz (r.a.) bir ah çekti, düştü ve kendinden geçti. Kadın, yüksek sesle “Vallahi senin selâmetle Sırat Köprüsünü geçtiğini gördüm” dedi ise de halife bunu duymuyor, yerde çırpınıp duruyordu. Ömer bin Abdülazîz’in (r.a.) yanına birisi gelerek, “Falanca kimse, sizin için şöyle, şöyle söylüyor” dedi. Ömer (r.a.) “İstersen bu işi araştıralım. Eğer yalancı isen, Hucurât sûresinin 6. âyet-i kerîmesinin hükmüne göre mes’ûl olursun. Söylediğin yanlış ise, Kalem sûresi 11. âyet-i kerîmesinin hükmüne göre mes’ûl olursun. Her iki hâlde de mes’ûl olursun. İstersen üçüncü hâli tercih edip, seni affedelim ve bu mes’eleyi kapatalım” dedi. Bunun üzerine o kimse tövbe edip, bir daha böyle bir şey yapmam dedi. * Bir kimse, Ömer bin Abdülazîz h^2Tetlef
İ, : ** |İN:
»><V ‘•«, »’A#,
fp> M îk>
. y O ‘
i
- m V .« ;*
,n 9 . . ■ £ : ]
V – İ m ik t i *>■
■ • V s l S t r : ■ • • • •
-A * ’ i. mJ L
Semerkant’ta 1386 senesinde yapılmış olan Emirzâde Türbesi’nin içten görünüşü.
rine gelip, birinin kendisine zulmettiğini söyledi. Gelen kimseye “O kimseden hakkını almış olarak, Allahü teâlânın huzûruna gitmektense, O kimsede hakkın olarak Allahü teâlânın huzûruna gitmen daha iyidir” buyurdu. Bir Cum’a namazını kıldırdıktan sonra, insanlann arasında oturdu. Sırtındaki elbisenin iki tarafı da yamalı idi. Birisi kendisine dedi ki; “Ey mü’minlerin emîri! Imkânlannız var. Daha kıymetli elbise giy- seniz olmaz mı?” dedi. Ömer (r.a.) bir müddet düşündü ve başını kaldınp, “Varlıklı halde iken iktisad etmek ve hakkını almaya gücü yettiği halde affetmek, hakkını helâl etmek çok makbûl ve çok faziletlidir” buyurdu. Ömer bin Abdülazîz hazretleri bir sarhoşu gördü. Onu yakalayıp cezâlandırmak istedi. Ama sarhoş, O’na hakâret etti. O da sarhoşu bıraktı. Cezalandırmaktan vaz geçti. “Niçin, size hakâret edince bıraktınız?” dediler. Buna cevâben buyurdu ki, “O hakâret etmekle beni öfke
İsttm alimleri Ansiklopedisi 3 3 7
t S
i
ÖMER BİN ABDÜLAZİZ
lendirdi. Eğer ona cezâ verseydim, kendim için cezâ vermiş olurdum, kendi şahsım için bir müsliimanı cezâlandıramam.” Buyurdu ki; “Allahti teâlâ şu üç kimseyi çok sever: 1) Gücü yettiği halde affedeni, 2) Hiddetli ânında öfkesine hâkim olanı, 3) Allahü teâlâmn kullarına şefkatli olanı.” İnsanlara olduğu gibi hayvanlara da merhametliydi. Bir katırı vardı. Bunu pazarda çalıştırır, gelen parayla da ihtiyaçlarını temin ederdi. Katırı çalıştıran işçisi, bir gün normalden fazla para getirince: “Neden böyle fazla para geldi?” dedi. “Pazar kalabalık ve bereketliydi” cevâbına karşılık; “Hayır, böyle değil. Sen katın,çok çalıştınp, yordun. Katın, üç gün dinlendir” emrini verdi. Bir gece O’na misâfir geldi. O bir şey yazıyordu. Misâfiri de yanında oturuyordu. Lâmbasının yağı azaldı. Sönecek
Emirzâde’nin Semerkarıt’ta bulunan Türbesinin giriş kapısı.
gibi oldu. Misâfir: “Yâ Emir-el-mü’minîn! Kalkıp lâmbaya yağ koyayım mı?” deyince; “Misâfirineiş gördürmek, insanın mürüvvetine yakışmaz” buyurdu. “O halde hizmetçiyi kaldırayım mı?” ”0 da olmaz; daha akşamın ilk uykusundadır.” Ömer bin Abdülazîz (r.a.) kalkıp, lâmbaya yağ doldurdu. Misâfir bu hâli görünce hayretle: “Ama, bu işi kendin yaptın, neden?” deyince buyurdu ki: “Bu işi yapmaya giderken, Ömer’dim. Yaptım, bitirdim; yine Ömer’im. İnsanlann Allah katında hayırlısı tevâzu sâhibi olanlandır.” Bir gün hanımına, “Bir dirhemin var mı? Biraz üzüm alalım” dedi. Hanımı “Senin gibi bir Sultanın bir dirhemi olmazsa, benim olur mu?” deyince hanımına “Doğru söylüyorsun ey Fâtıma! Fakat böyle olması, Cehennemde kızgın zincirleri boğazımda taşımadan iyidir.” dedi. Ömer bin Abdülazîz hazretleri, oğlunun bin dirheme bir yüzük taşı satın aldığını haber aldı. Hemen oğluna mektup yazarak, o yüzük taşını satmasını ve bin kişinin karnını doyurmasını emretti. Aynca iki dir- hemlik bir yüzük kullanmasını ve yüzüğün üzerine ’’Allahü teâlâ haddini bilene merhamet eylesin” diye yazmasını istedi. Birgün etrafındakiler Ömer bin Abdülazîz’e: “İnsanlann en ahmak olanı kimdir?” diye sorunca, “Âhıretini dünyâ için satan, ahmaktır, âhiretini başkasımn dünyâsı için satan ise daha ahmaktır” buyurdu. Ömer bin Abdülazîz hazretleri, hutbe okurken kalbine ucb (=kendini beğenmek) hâli gelirse hutbeyi yanda keser, yazı yazarken olursa o kâğıdı yırtardı ve “Allahım nefsimin şerrinden sana sığımnm” derdi. Yer altında bir mahzeni vardı. Gece olunca oraya iner, boynuna demir bağlardı. Sabaha kadar böylece, Allahü teâlâ- nın korkusuyla göz yaşı döker ve O’na yalvanrdı. ( Abdullah bin Iyâş babasından şöyle nakleden Ömer bin Abdülazîz (r.a.) yanındaki toplulukla berâber bir cenâzeyi defn etmişlerdi. Herkes gitmiş, fakat Ömer bin Abdülazîz ba’zı yakınlan ile berâber orada kalmıştı. Yanındakiler O’na: “Ey mü’ minlerin emîri! Sen bu cenâzenin sâhibi misin de, burada kaldın? Halbuki falanca cenâzeler için böyle beklememiştin” dediler. Ömer bin Abdülazîz onlara şöyle cevap verdi, “Kabir bana arkamdan şöyle seslendi: “Ey Ömer bin Abdülazîz! Dostlanm ne yaptığımı hiç sormuyorsun” dedi. Bende “Söyle ne yaptın” dedim. Bana; “Onlann kefenlerini yırttım, vücutlannı parçaladığı. Kanlannı emdim. Etlerini yedim” dt?Öi. Tekrâr şöyle seslendi: “Ey Ömer bin Abdülazîz! Bana o dostlannın mafsallannı
3 3 8 tsUm İlimleri Ansiklopedisi
ÖMER BİN ABDÜLAZİZ
ne yaptığımı hiç sormuyorsun” deyince, ona, “Ne yaptın?” diye sordum. Bana, “Onlann ellerini kollarından ayırdım. Kollarını, pazulanndan, pazulanm omuzlarından, kalçalarını uyluklarından, uyluklarını dizlerinden, dizlerini ökçelerinden, ökçelerini ayaklarından ayırdım” dedi. Kabirden bu sözleri naklettikten sonra Ömer bin Abdülazîz, ağlamaya başladı ve şöyle buyurdu: “Dünyâ ne kadar aldatıcı. Dünyâda üstün ve kıymetli, makam ve mevki sâhibi olmak, hiç fâide vermiyor. Genç olan ihtiyarlıyor. Her canlı sonunda ölüyor. Geçici ve aldatıcı olduğunu bildiğiniz halde sakın dünyâ lezzetleri ve zevkleri sizi aldatmasın. Birkaç günlük dünyâ hayatındaki geçici lezzetlere sarılıp, âhıreti unutan, aldanmıştır. Hani, nerede bizden önce bu dünyâda yaşıyanlar. Hani onlar, büyük ve modern şehirler kurmuşlardı. Büyük ve derin kanallar kazmışlar ve barajlar yapmışlardı. Onlar, bir göz açıp kapama denecek kadar, az bir müddet dünyâda kaldılar. Burada, sıhhatlerine güç ve kuvvetlerine aldandılar. Bu yüzden günahlar işlediler. Halbuki, herkes onlara mallarının çokluğundan dolayı, keşke, onun serveti gibi bizim de olsa diyorlardı. Şimdi onlann hâli ne oldu. Toprak onlann bedenlerini yedi. Kemikleri kurtlara azık oldu. Fakat onlar, dünyâda iken, kuvvetli bir âile içerisinde idi. Evleri, güzel eşyâ- larla döşeli ve hizmetçileri vardı. Herkes kendisine ikrâmda bulunuyor, âciz kaldığı işlerde kendisine yardımcı oluyorlardı.” Kabir yine Ömer bin Abdülazîz’e (r.a.) şöyle dedi: “Sen, kabirlere uğradığın zaman, dünyâda iken zengin olanlara, zenginliğinizden ne kaldı, fakirlere de fakirliğinizden ne kaldı diye sor. Yine onlara, dünyada kendileriyle güzel güzel konuştuk- lan dillerini sor. Ne oldu o konuşan dillere? Niçin susuyorlar? O dünya güzelliklerini kendileriyle seyrettikleri gözlerine de sor. Niçin şimdi bakmıyorlar? Hani nerede o nâzik tenleri, nerede o güzel yüzleri. Bu çukurun kurtlan onlara ne yaptı. Hani burada yatanlann o güzelim renkleri. Etlerine ne oldu. Niçin o yüzler toprak olmuş. Nerede o güzellikler. İşte onlann uzuvlan tamamen ortaya çıkmış, paramparça olmuş. Halbuki dünyâda güzel bir hayat- lan vardı. Dünyâya dalıp, sâlih amel yapmadılar. Âhıreti unuttular. Onun için hazırlık yapmadılar. Fakat, ölüm kendilerini yakalayıverdi. Dostlanndan aynldı- lar. Buraya şu sessiz sedâsız, yere geldiler. Vücûdlan çürüdü. Başlan boyunlanndan aynldı, a’zâlan parça parça oldu. Gözbe- bekleri yanaklanna akıp gitti. Ağızlan kan ve irinle doldu. Haşereler, kurtlar, böcekler, bedenleri üzerinde gezer oldu. Bir müddet sonra, kemikleri de çürüdü. Onlar, jiürvy^; daki rahathklanm bırakıp, bu dar yçre gel
diler. Arkalannda bıraktıklan, hanımlan başkalanyla evlendi. Çocuklan yetim kaldı. Yollarda, şurada burada kimsesiz, sâhipsiz dolaşır oldu. öyleyse, ey yânn bu kabirlerin sâkini olacak insan! Seni şu fâni dünyâda aldatan nedir? Sen dünyâda devamlı kalacağını biliyor musun? Elinde bir senedin var mı? Görmüyor musun, ölüm her gün birisine geliyor. Yoksa susuzluktan, terlere boğan o korkudan sana rahatlık ve teselli veren bir şey mi var? Keşke sen o sert toprak üzerindeki hâlini bilseydin. Ey insan! Rü’yâda çeşit çeşit lezzetlere ve zevklere kavuşan bir insan gibi, dünyânın şu geçici fâideleriyle seviniyor, küçük ve basit işlerle uğraşıyorsun. Ey aldanma içerisinde bulunan insan! Gündüzün yanılma ve gaflet, gecen uyku içinde geçiyor. Sonunda pişman olacağın işleri yapıyorsun. Hayvanlar da dünyâda böyle yaşar.” Ömer bin Abdülazîz (r.a.) oradan aynlıp gitti. Aradan bir Cuma geçti ve vefât etti. Son Cum’a hutbesi şöyle idi: “Ey muhterem Müslümanlar! Şunu iyi biliniz ki, lüzumsuz bir hiç olarak yaratılmadığınız gibi, yaptığınız işlerden de sorgu ve sorumsuz kalacak değilsiniz. Gelmiş ve nihâyete kadar gelecek insanlann toplanacağı bir mahşer ve orada adâlet terâzilerinin kurulacağı bir mahkeme vardır ki, onun tek hâkimi, azamet ve kibriya sâhibi yüce Allahtır. Âhıret korkunç bir gündür. Yürekleri parçalayan, çocuklan ihtiyar yapan, kişiyi kardeş, evlâd ve ıyâlinden kaçıran, Peygamberleri, melekleri titreten bir gündür. Cenâb-ı Hakkın celâl ve azametiyle tecelli edeceği o günde, kimde kuvvet ve tahammül kalır. Bununla berâber Allahın rahmetinden de ümid keserek hüsrâna düşmeyiniz. Ey muhterem cemâat! Muhakkak biliniz ki; mahşer gününde emniyet ve korkusuzluk, bugünden o günü düşünüp de Allahtan korkan, küfür ve günahtan sakınan ve bu fânî âlemi bekâ âlemi olan âhırete üstün tutarak, şehvânî hislerinin esiri olmayanlar içindir. Bunun aksi harekette bulunanlar muhakkak aldanır. Hayat ve ömür sermâyesini haksızlık ve yolsuzluk arkasında tüketen eli boş ve nedâmet (pişmanlık) içinde kalır. Bugün; siz, sizden öncekilerin yerini tutuyorsunuz. Fakat elbette sizin de yerinizi tutacaklar var. Görüyorsunuz ki, gelenler durmuyor, gidenler geri dönmüyor. İster istemez gideceğimiz bu mahal, her şeye sâhib olan cenâb-ı Hakkın huzûrudur. Âhıret âlemine gidenleri her gün uğurlu- yor ve götürdüğünüz kabirlerde kara toprak altında yataksız, yastıksız tek ve tenha bırakıp dönüyorsunuz, ölümün acısını duyan o fânilerin hâli ne kadar merhameti
¡283 te yapılan Sultan Kala- vun Türbesi minaresi.
/ s
İslâm ilimleri Ansiklopedisi 3 3 9
ÖMER BİN ABDÜLAZİZ
1296 da yapılan Sultan Ka- lavun Medresesi minaresi.
„ ,4 0 istem iiiraieri Au^kkıptdisı
çeker ve ibrete değer. Tanımadıkları bir âleme sefer etmişler, sevdiklerinden ayrılmışlar. Gelip geçici emânet bir hayatın gaflet uykusundan uyanmışlar, ama iş işten geçmiş, telâfi imkânı elden çıkmış, naz ve ni’met içinde beslenmişlerken yatak ve yastıkları kuru toprak olmuş, terkettikleri dünyâ malından istifâdeleri yok. Yaptıkları incir çekirdiği kadar da olsa, bir haynn imdâdını bekliyorlar. Düşünmeğe değer bu hâllerden ibret almaz mısınız? Ey muhterem cemâat! Zannetmeyin ki, kendimde bir büyüklük gördüğüm için size böyle nasihat ediyorum. İçinizde belki benden daha ziyâde Allahü teâlânın rahmet ve mağfiretine muhtaç kimse yoktur. Ben hem kendim, hem de sizin için rahmet ve mağfiret diliyorum. Yüce Allahın kitabını, Peygamberinin güzel ahlâkım kendinize örnek yapınız, ancak selâmet bundadır.” buyurduktan sonra gözyaşlarını tutamadı. Bu O’nun son hutbesiydi. Aynı zamanda evine de son gidişiydi. Hz. Ömer bin Abdülazîz’in sulh, sükûn idâresini çekemiyenler vardı. Bunlar, ehl-i bid’attan Hâricîler ve menfaati zedelenenlerdi. Halifenin hayatına kıymak için çâreler aradılar. Nihâyet hizmetçi kölesini bin altınla kandırarak, bu mübârek zâtı zehirlettiler. Ömer bin Abdülazîz zehirlendiğini anlayınca kölesini çağırdı. “Ben sana bir fenâlık yapmadığım hâlde bu ihâneti bana niçin yaptın? Doğru söyle, seni affedeyim” deyince; köle yaptığı bu çirkin harekete pek pişman olup, üzüldü. Köle ağlayarak yerlere kapandı, yalvararak: “Yâ Emir-el-mü’ minîn! Bana bin altın vermek sûretiyle bu ihâneti yaptırdılar” dedi. Halife altınları getirterek, devlet hâzinesine gönderdi. Köleyi affetti. Hasta hâlindeyken, kayın birâderi Mesleme ibni Abdülmelik ziyâre- tine geldi. Hz. Ömer bin Abdülazîz’in üzerinde bir gömlek vardı. Kızkardeşi Fâüma’ya; “Emir-ül-mü’minînin elbisesini yıkayınız” dedi. Tekrar geldiğinde gömleğin yıkanmamış olduğunu görerek kardeşi Fâüma’ya; “Ben size gömleği yıkayınız, diye emretmedim mi?” deyince -bütün teb’ asının hayat seviyesini yükseltip, ikibuçuk yıl bile sürmeyen hilâfetinin sonunda yir- mibeş yıl zekât verilecek kimse bulunamamış olmasına rağmen- aldığı cevap hayret vericidir: “Vallahi başka gömleği yok ki, onu giydirelim de, bunu yıkayalım.” Yine yakınlan dediler ki: “Beyt-ül- mal’dan âilene birşeyler vasiyet et, senden sonra onlar sıkıntıya düşmemeli.” Cevâbı akıllara durgunluk, verecek tüylen ürpertecek kadar müthiştir: “Çocuklanm şu iki tip insanlardan birisi olacaktır: iyi, sâlilı insan veya kötü şerir insan. Sâlih insan olurlarsa, Kur’ân-ı kerîmin A’raf sûresi, yü/Hoksanaltıncı (196.) âyet-i kerimesinde
buyurulan “Ey Resûlüm! Müşriklere deki; size karşı benim yardımcım, Kur’ ân-ı kerîmi indiren Allahtır ve O bütün sâlihlere de yardımcıdır.” âyeti yetişir. Kötü insan olurlarsa, o takdirde ben onlan, günah işlemeleri için güçlendire- mem. Çocuklanna dönerek: “Evlatlanm! İki ihtimâl var. Ya sizi zengin edeceğim; o takdirde babanız Cehennemi boylayacak. Yahut da fakir kalacaksınız; babamz Cennete gidecek. Babanızın Cennete girmesi şartıyla fakir kalmanızı, O’nun Cehennemi boylaması şartıyla zengin olmayı tercih edin. Şimdi yanımdan aynlın ve benden sonra sakın Beyt-ül-mal mes’ ûllerini ta’cîz etmeyin. Şunu iyi bilin ki, size verilmesini vasiyet ettiğim para miktan sadece yirmibir dinârdır.” Ömer bin Abdülazîz hazretlerinin hastalığı ağırlaşınca tabib çağırdılar. Tabib, “Bu zehir içmiştir. Ben bunun hayatı hakkında teminat veremem” dedi. Halife “Sâde bana değil, zehir içmemiş olanlann hayatı hakkında da teminat verme” buyurdu. Tabib, “Zehir içtiğinin farkında mısın?” dedi. Halife “Evet, mideme inince anladım” buyurdu. Tabib “Tedâviye hemen başlıyalım” dedi. Ömer bin Abdülazîz (r.a.) “Hayır. İlacı, kulağımın arkasında olsa uzanıp onu almam. Rabbime kavuşmam, benim için daha güzeldir” buyurdu, ölüm döşeğinde, bir ara ağlamağa başladı. “Niçin ağlıyorsun. Allahü teâlânın yardımı ile nice sünnetleri ihyâ ettin. Adâletin ise çok yüksek idi” dediler. Bunlara cevâ- ben buyurdu ki: “Ben Allahü teâlânın huzûruna bütün milletin hesâbını vermek üzere çıkacak değil miyim? Herkese âdil olarak davranabildiğimden emin değilim. Yaptığım kusurlar da ayn. Tabiî ki ben bundan dolayı korkuyorum ve ağlıyorum.” Bir ara “Beni oturtun” buyurdu. Oturttular. “Allahım, ben o kimseyim ki, bana emirlik verdin. Ben kusur ettim. Yanlış işleri yapmaktan beni nehyettin. Ben ise isyân ettim” diye üç defa söyledi. Sonra da: “Lâ ilâhe illallah. İbâdete lâyık olan ancak Allahü teâlâdır” dedi ve başını göklere çevirip dikkatle baktı ve “Ben öyle kimseleri görüyorum ki onlar ne insan ne de cindir” dedi ve biraz sonra rûhunu teslim etti. 101 senesinin Recep ayının sonuna beş gün kala ya’nî 9 Şubat 720’de Şam yakınlarındaki Hunasi’den cenâzesi alınıp, Humus yakınlanndaki Deyr es-Sim’an mevkiine defnedildi. Vefâtından önce şöyle vasiyyet etti; “Ey Meymûn bin Mihrân! Velid mezara konduğunda oradaydım. Yüzünü açıp baktım, yüzü simsiyahtı. Ben de mezara konduğum zari’cn yüzümü açıp bakınız.” Vefât edince Tî,£Îy6ti gereği yüzünü açıç baktılar, yüzü
ÖMER BİN ABDÜLAZİZ
en genç günlerinden daha parlak, daha aydınlık ve güzeldi. Ömer bin Abdülaziz beyaz, ince ve nâzik yüzlü, za’if, güzel sakalb, tath ve sevimli idi. Halife olmadan önce çok gürbüz iken, halifeliğinde çok zayıfladı. Vefât edince, zamanın âlimleri taziyede bulunmak için hanımının yamna gittiler. Halifenin vefâüyla müslümanla- nn büyük kayba uğradığım ve bu sebeple üzüntülerinin çok fazla olduğunu bildirdiler ve haramına “Ömer bin Abdülazîz (r.a.) hakkında bize ma’lûmat ver. Çünkü onu en fazla tanıyan sîzsiniz” dediler. O mübârek hâtûn şöyle anlattı: “O da sizin gibi ibâdet ederdi. Lâkin bir hususiyeti vardı ki, o da, Allah korkusunun çok fazla olması idi. öyle ki, Allah korkusundan onun kadar titreyen birini daha görmedim. O her şeyini, insanlara hizmette harcadı. Halkın ihtiyaçlarını karşılamak, sıkıntılarını gidermek için bütün gün vazifesi başında kalırdı. Akşam olduğu halde, ba’zı kimselerin işleri bitmezse, gece de devam ederdi. Eve girince, kendini namazgâhına atar, durmadan ağlardı. Gözleri şişerdi. Sonra baygın düşerdi. Her geceki hâli buydu. Bir gece, halkın ihtiyaçlarım, işlerini bitirdi. Sonra kendi şahsî malından olan kandili istedi. Sonra iki rek’at namaz kıldı. Namazdan sonra elini çenesine dayayıp tefekküre daldı. Göz yaşlan yanaklanndan akıyordu. Sabaha kadar bu şekilde ağladı. Şafak sökünce oruca niyet etti. Kendisine dedim ki; “Ey mü’minlerin emîri! Sizde bir hâl var. Sizi bu geceki gibi hiç görmemiştim.” Bana cevap olarak dedi ki: “Ben düşünüyorum ki, bu milletin beyazına siyahına halife oldum. Fakir, garib, kanâatkâr’kendi hâlindeki biçâreleri, muh- taçlan, zorla tutulan esirleri, memleketin dört köşesindeki nice dertli ve kederlileri düşünüyorum ve anlıyorum ki, Allahü teâlâ onlann hepsinin hesâbını benden soracak ve Muhammed aleyhisselâm da onlann lehine ve benim aleyhime şâhidlik yapacak. Bu hâlde olan birinin sonunun ne olacağını düşünüyorum ve çok korkuyorum.” Hz. Ömer bin Abdülazîz’in vefâtından sonra Halife Zeyd îbni Melik, Fâtıma binti Abdülmelik’in Beyt-ül-mal’daki ziynet ve mücevherlerini iâde etmek isteyince, O’na sadakatini şöyle ifâde eder: “Vallahi kabûl etmem. Ben Ömer’e sağlığında itâat edip de, vefâtından sonra isyân etmem.” Ömer bin Abdülazîz’in vefâtına bütün teb’ası üzüldü. Cenâzesi arkasında ağlayan bir râhibe sordular: “Bu kimse senin dîninde değildi. Neden ağlıyorsun?” Cevâbı şu oldu: “Ben şunun için ağlıyorum: Yeryüzünde bir güneş vardı. Şimdi battı…” Mus’ab bin A’yun anlatır “Hz.’Oı»«; bin Abdülazjz halife iken Kira aa ✓ ‘
koyun güderdim. Koyunlar ile kurtlar birlikte dolaşırlardı. Bir gece ansızın kurtlar koyunlara saldırdı. İçimden “Şu âdil halife ölmüş olmalı” dedim. Araştınldı. Hz. Ömer bin Abdülazîz’in o gece vefât ettiği anlaşıldı.” Vefâtıra cinniler de haber verdi. Hz. Ömer bin Abdülazîz’in vefâüyla ilgili, şâirin sözlerinden: O, büyük bir güneşti, doğmaz gayri bir daha, Mâtemini tutarak saçamaz nûr ve ziyâ. Sarardı güneş artık, karardı cihan bile. Yûnus bin Ebû Şebib: “Ömer bin Abdü- lazîz hazretlerini, halifeliğinden önce gördüm. Etli ve gürbüz bir kimse idi. Halife olduktan sonra da gördüm, öyle zayıflamıştı ki uzaklardan kaburga kemiklerini saymak mümkün idi” dedi. Hz. Ömer bin Abdülaziz, Ehl-i Beyt’e çok hürmet, izzet ve ikrâmda bulunduğundan, Hz. Ali’nin torunu Fâtıma binti Hüseyin (r.aleyha) buyurdu ki: “Ömer bin Abdülazîz kalsaydı biz bir şeye muhtaç olmazdık.” Büyük evliyâ ve âlimlerden Süfyân-ı Sevrî hazretleri ve İmâm-ı Şâfiî buyurdular: “Halîfeler beştir; Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali ve Ömer bin Abdülaziz’dir.” Fıkıh âlimlerinden Meymûn ibni Mih- ran buyurdu: “Âlimler, Ömer bin Abdülazîz’in yanında talebeydi.” Hocası meşhûr fıkıh âlimlerinden Mücâhid buyurdu: “Biz, Ömer bin Abdülazîz’e öğretmek için geldik. Halbuki dâima ondan öğrenir olduk.” Mâlik bin Dinâr buyurdu: “Dili dönen, zâhidim deyip duruyor. Zâhid, Ömer bin Abdülazîz gibi olur ki, dünyâ ayağına geldiği halde onu reddeder.” Hz. Ömer bin Abdülazîz’den rivâyet olunur ki: Bir kimse, “yâ Rabbî! Bana, şeytanın insan vücûdundaki yerini göster” diye yalvardı. Rü’yâsmda bir insan cesedi gördü. O cesed öyle şeffaf idi ki, insanın iç kısmı tamamen görünüyordu. Şeytam, o cesedin sol koltuğu üzerinde, omuz ile kulak arasında kurbağa şeklinde oturuyor gördü. İncecik bir hortumu vardı Hortumunu, o insanın kalbine sokmuş öylece vesvese veriyordu. O insan Allahü teâlâyı hatırlayınca oradan uzaklaşıyordu. Hz. Ömer bin Abdülazîz, Ka’be’nin fazileti ile alâkalı olarak, Allahü teâlâran Mûsâ’ya (a.s.) vahyini şöyle anlatıyor “Mûsâ (a.s.) Allahü teâlâya “Yâ Rabbi! Hac, Kâ’be nedir?” diye sordu. Allahü teâlâ buyurdu ki: “Bir beytimdir ki (evimdir ki) onu bütün beytlere tercih ettim. O hürmet edilen bir yerdir. Halîlim (= dostum) İbrâ- him (a.s.) onu öyle yaptı. Yer yüzünün her tarafından onu ziyârete gelirler. Aynen kölelerin, hizmetçilerin efendisine Lebbeyk (= emrine geldim) dediği gibi tehlîl ederek, telbiye okurlar.” Mûsâ (a.s.) sordu ki: “Yâ
“Dul ve yetimlerin ihtiyâcına koşanlar, Allah yolunda cihad eden ve gündüzün oruç tutup, geceyi ibâdetle geçiren gibidir.” Hadis-I şerif
İslâm ilimim Ansiklopedisi 3 4 1
4
s
%
ÖMER BİN ABDÜLAZİZ
“Geniş ev, dürüst komşu ve rahat binek, müslüman kişinin saâ- detindendı’r.” Hadîs i şerif
Rabbi! Onlara verilecek sevâb nedir?” Allahli teâlâ buyurdu ki: “Onlan affedeceğim. Hattâ onlan komşulan ve yakınlan için şefâatçi kılacağım.” Mûsâ (a.s.) sordu ki: “Yâ Rabbi! Onlann içinde, Hac yaparken harcadığı malı şüpheli olanlar ve kalbi temiz olmayanlar varsa onlann durumu ne olacak?” Bunun üzerine Allahü teâlâ buyurdu ki: “Onlann iyileri hürmetine kötülerini bağışlayacağım.” Ömer bin Abdülazîz (r.a.) bir gece namaz kıldı. Namazda, “Boyunlarında demirden la’leler ve zincirler bulunduğu zaman, bu vaziyette sıcak suyun içinde sürüklenecekler, sonra ateşte yakılacaklar(el-Mü’min 71-72) meâlin- deki âyet-i kerimeyi okudu. Namazdan sonra bu âyet-i kerimeyi tekrar tekrar okudu ve çok ağladı. Ömer bin Abdülazîz’in insanlara rehber olan sözlerinden ba’zılan: “öfkelenme ve hırstan korunmuş olan kurtulmuştur.” “Takvâ sâhibinin ağzına gem vurulmuştur.” Ömer bin Abdülazîz (r.a.) akrabâlann- dan birisine yazdığı bir mektupta şöyle demişti: “Eğer gece ve gündüzünde ölümü hatırlamayı şiâr edinmek istersen, fâni (geçici) olana rağbet etmeyip, bâkî (devamlı) olana yönel. Vesselâm.” Birgün Ömer bin Abdülazîz (r.a.) cemâate hitâben şöyle konuştu: Ey insanlar! Sîzler, ölüm için hedefler durumundasımz. ölüm sizden dilediğini seçer. Size yeni bir ni’met verildiği zaman, önceki ni’met orada sona erer. Ağıza bir lokma alınmasın, bir yudum su içilmesin ki, onunla berâ- ber bir keder ve bir üzüntü olmasın. Dün geçti. O, sizin hakkınızda iyi bir şâhittir. Bugün mühim bir emânettir. Onun kıymetini bilmek ve iyi değerlendirmek lâzımdır. Yânn, içinde hâdiselerle berâber gelmektedir. Sizi almak için gelen ölümün elinden kaçış nereye olacak. Sîzler şu dünyâda, eşyâlannı bineklerine yüklemiş, yolcularsınız. Yüklerinizi, buradan başka bir âlemde çözeceksiniz. Sizler, şu dünyada sizden önce gelenlerin yerine geçtiniz. Fakat siz de yerinizi, sizden sonra gelenlere vereceksiniz. Sizin aslınız ve dünyâya gelmenize vesile olanlar kalmadı. Sizler, onlardan dünyâya gelen kimseler olarak, nasıl bâkî (devamlı; kalabilirsiniz?Sizler de bu dünyâdan göçeceksiniz.” Ömer bin Abdülazîz (r.a.), Şam’da, bir minber üzerinde hutbe okudu. Allahü teâ- lâya hamd ve senâdan sonra üç şey söyledi. “Ey insanlar! İçinizi, kalblerinizi düzeltirseniz, zâhiriniz, dışınız da iyi olur. A’- zâlanmz, gözünüz, kulağınız, elleriniz, ayaklanmz, hayır işler, Allahü teâlâjun beğendiği şeylerle meşgûl olur. Âhıretiniz için 8âlih ameller işleyiniz. Böylece dünyâ
nızı da korumuş olursunuz. Âdem’den (a.s.) itibaren, kendisine kadar bütün dedeleri ölüp gitmiş olan kimse de bir gün ölecektir.” Ömer bin Abdülazîz başka birisine yazdığı mektubunda ise, “İmdi, sana Allahü teâlâdan korkmayı, Allahü teâlâmn sana ihsân ettiği şeylerle, âhırete hazırlanmayı tavsiye ederim. Sen sanki ölümü tatmış, ölümden sonra olan şeyleri görür gibi amel yap. Günler ve geceler, sür’atle gidiyorlar. Ömür her gün noksanlaşıyor. Ecel ise yaklaşıyor. Kötü amellerimizden dolayı Allahü teâlâdan af ve mağfiret dileriz. Günahlanmızdan ve bu yüzden bize gazab etmesinden O’na sığınınz.” Başka birisine ise mektubunda: (Şöyle düşünün) Sanki kullar, Allahü teâlâmn huzûrundalar. Allahü teâlâ onlara yapük- lan amelleri haber veriyor. Kötülük yapan- lan, bu işlerinden dolayı cezâlandınyor. İyilik yapanlan da mükâfatlandınyor. öyleyse Allahü teâlâdan korkun. Allahü teâlâmn verdiği iyilik ve ihsanlara karşı şükür vazifesini yerine getirin. Ni’metlere şükredin. Çünkü ni’metlere şükretmek oni’- meti artınr. Kendisinden kaçmak mümkün olmayan ve ne zaman geleceği belli olmayan ölümü çok hatırlayın. Kıyâmet gününü ve günün şiddet ve dehşetini de hatırlayın. Bunlan çok hatırlamak, dünyânın geçici ve aldatıcı güzellik ve lezzetlerine aldanmaktan korur. Dünyâda, kulluk vazifesi olarak emredildiğin işlere dikkat et. Onlann muhasebesini yap.” buyurdu. Ömer bin Abdülazîz (r.a.) şöyle buyurdu: “Sizden öncekilerin kabûl ettikleri bilgileri alınız. Onlann söylediklerine muhalif, zıt olanlan almayın. Çünkü önce geçen büyükler, sizden daha hayırlıdır.” Ömer bin Abdülazîz hazretleri, veliahd Yezîd bin Abdülmelik’e şöyle yazdı: “Bis- millahirrahmânirrahîm. Mü’minlerin emîri Ömer bin Abdülazîz’den, Yezîd bin Abdülmelik’e. Sana selâm eder ve sana kendisinden başka ilâh olmayan Allahü teâlâya hamdimi bildiririm. Ben hastayım. Ağn ve sızıya tutuldum. Buna rağmen üzerime aldığım işlerden mes’ûlüm. Allahü teâlâ yann beni bunlardan hesâba çekecek, orada yaptıklanmı gizliyemiyeceğim. Eğer Ra bim, benden râzı olursa, ancak orada zelîl ve hakîr olmaktan kurtulurum. Eğer benden râzı olmazsa, yazık bana. O zaman benim hâlim nasıl olur. Allahü teâlâ bizi, yüce rahmetiyle Cehennemden muhafaza buyurup, nzâsına kavuştursun. Bu bakımdan sana Allahü teâlâdan korkmanı, haram kıldığı şeylerden sakınmanı tavsiye ederim. İnsanlar hakkında Allahü teâlâdan kork, zulüm ve haksızlıktan uzak dur. vn güzel söz Allahü teâlâya hamdet- -ı, (Elhamdülillah demek) ve O’nu
ÖMER BİN ABOÜLAZİZ
anmaktır. Kim Cenneti seviyorsa, Cehennemden kaçar. Şimdi ecel gelmeden, ameller sona ermeden, Allahü teâlâ insanları ve cinleri hesâba çekmek için huzûruna getirmeden önce, tövbeyi fırsat bilmeli ve af ve mağfirete kavuşmayı kazanç bilmelidir. Kıyâmette, hesap gününde, mâzeret kabûl edilmez. O zaman bütün gizli şeyler ortaya çıkarılır. Herkes kendi başının çâresini arar. İnsanlar, amelleriyle gelirler. Herkesin amellerine göre durumu ayn ayndır.O gün, dünyâda Allahü teâlâ ve Resûlünün (s.a.v.) emirlerine uyup, yasaklarından uzak kalmış olanlara ne mutlu. Dünyâda Allahü teâlâya isyân ederek âhırete göçenlere o gün çok yazık. Onlann o gün çok acınacak hâlleri var. Allahü teâlâ seni, zenginliklerle imtihan ederse, onda orta yolu tut. Onu Allahü teâlâmn rızâsına uygun yerlere sarfet, ondan fakirleri de faydalandır. Allahü teâlâmn emri olan zekâtım ver. Sakın övünme. Kendini beğenme. Kendini başkalarından üstün görme.” “Ey insanlar! Allahtan korkun. Çünkü Allahtan korkmak (takvâ) her şeyin yerine geçer ve hiç bir şey onun yerine geçemez.”
“Bizden önce helâk olanlar, hakkı engellemek ve zulüm yapmak yüzünden mahv oldular. Hak onlardan satın alınırdı ve zulümden korunmak için de fidye verilirdi.” “Şüphe hâlinde had cezâlannı getirmekten kaçının. Çünkü idârecil af ederek hatâya^düşmesi, zulüm edese.
çektirerek hatâya düşmesinden hayırlıdır.” “Müslümanlardan bir söz işittiğinde onu hayra yor, sakın şerre yorma!” Bir vâlisine yazdı: “Ellerini müslüman- lann kanından, mideni malından, dilini ırzından uzak tut! Böyle yaparsan sana zeval yoktur.” “Namaz, seni yolun yansına; oruç, tam Melik’in kapısına iletir. Sadaka ise Melik’ in huzûruna çıkanr.” “Allahü teâlâ bir kuluna verdiği ni’meti alıp da karşılığında sabn nasîb ederse, nimete mukabil verdiği (sabır;, o ni’metten daha efdaldir (kıymetlidir).” “ölümü çok hatırla. Eğer geçim rahatlığı içindeysen bu sana darlık, ürperti getirecek; geçim darlığı içindeysen genişlik, ferahlık kazandıracak.” “Siz seferdesiniz. Yüklerinizin bağla- nnı bu diyânn dışında bir yerde çözeceksiniz. Siz, üzerinden çağlar geçmiş bir kökün dallansınız. Kökleri yok olup gitmiş bir dalın hayatından ne çıkar ki?” “Ey insanlar! Allah mahlûklan yarattı ve onlan uyuttu. Sonra onlan uykulann- dan uyandınp, diriltecek. Her biri ya Cennete, ya Cehenneme sevk edilecek. Allaha yemin ederim ki, biz eğer bu hakikati tasdik etmiş isek, buna uygun yaşamadığımız için ahmağız. Eğer bu gerçeği inkâr ediyor isek, o takdirde hepimiz helâkteyiz.” “Her yolculuğun kendine has bir azığı, hazırlığı vardır. Âhıret yolfeuluğu için de takvâyı azık edinin. Allahü teâlâmn vere-__ ceği ntfmetleri görmüş gibi sevinin ve yere- ’
Islâm Alimken Ansiklopedi» 3 4 3 V\
RÂBİ’A-I ADVİYYE
Kahire’dekiMavi Câmiimi- naresi (1346).
3 4 4 isUın İlimleri Ansiklopedisi
ceği cezâyı, azâbı da görmüş gibi korkunuz. Tûl-i emele kapılmayın, zîrâ tûl-i emel (bitmeyen istek , hiç ölmeyecekmiş gibi dünyâya dalmak) kalbinizi katılaştırır, düşmammz olan şeytanın eline düşersiniz… Dünyâya aldanmış nice insanlar gördük. Huzur ve saâdet, ancak Allahın azâbından emin olanlar içindir. Neş’e ve sevinç de kıyâmetin zorluğunu anlatanlar içindir. Kıyamet günü zengin, fakir herkesin ameli meydana çıkar ve hesap verirken öyle bir müşkilât ile karşılaşırsınız ki, eğer yıldızlar bununla karşılaşsa karanp dökülür, dağlar dayanmaz erirdi. Cennet ve Cehennemden başka bir yer bulunmadığını ve bunlardan birine mutlaka gideceğinizi de biliyorsunuz. O halde ona göre hazırlanın…” “Allahtan korkun ve aşın şakadan kaçının; zîrâ aşın şaka, kin tutmağa, kin de kötülüklere sebep olur.”
1) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye sh-1056 2) Fâideli Bilgiler sh-69, 76 3) Hilyet-ül evliya cild-5, sh-253 4) Tehzîb-iil-esmâ vel-lüga cild-2, sh. 19 5) Tezkiret-ül-huffâz cild-1, sh-119 6) el-Kâmil fi’t târih cild-5, sh-60, 62 7) Fevât-ül vefeyât cild-3, sh-133 8) Tehzib-üt-tehzib cild-7, sh-475 9) Vefeyât-ül a ’yân cild-6, sh-301 10) Şezerât-iiz-zeheb cild-1, sh-119 11) Târth-ül-hamîs cild-2, sh-315 12) Târih i Tabert cild-8, sh-137 13) İbni Haldun Târihi cild-3, sh-76 14) Menâkıb-ı Omer bin Abdülaziz <İbni Cevzt) 15) Sıfat-us savfe cild-2, sh-63 16) Stret-i Ömer bin Abdülaziz (Menâvi) 17) Tabakât-ı İbni Sa’d cild-5, sh-330 18) Târih-ül-hulefâ sh-212 19) Rehber Ansiklopedisi cild-14, sh-19