İyi bilinmesi gereken bir mevzu vardır ki, o da “Kâmil
insan” meselesidir. Esasen ‘insan’ denen âlem, büyüklüğünün
derece ve nisbetini bilse, o yüceliği korumak için azami
gayret gösterir ve bu derece alçalmazdı. Allah (c.c.), ‘insan
sırrı’ nı anlayanlardan eylesin.
Bilelim ki, “Kâmil İnsan”, Abdulkerim Ciylî’nin dediği
gibi: “Hem Hakk’ın, hem de halkın mukabilidir”.
Kâmil insan, bütün âlemleri kendinde toplayan âlemdir.
İnsan, suret açısından küçük, mânâ açısından ise büyük bir
âlemdir. Cenab-ı Hakk’m sıfat ve esmâsmın tecellisinden
ibarettir. Bu sebeple onda hârikulâde hallerin görülmesi
tabiîdir. Meselâ, peygamberlerde mucizelerin, evliyâda kerametlerin
zuhuru bu sebeptendir. Onun için hem mucize
hem de keramet Allah’tan olunca, peygamber ve veliye
uluhiyet atfetmek küfrü gerektirir.
Nasıl ki, peygamber ve veliye uluhiyet atfetmek küfür
ise, onlarda zuhur eden mucize ve kerameti inkâr etmek de
küfürdür.
Kâmil insan bu âlemin ruhu, âlem de onun cesedidir.
- 3 8 –
Bu mânâda önde (yani birincilik makamında) her zaman
Peygamberimiz vardır. Ondan sonra diğer peygamberler,
sonra da mertebesine göre veliler gelir…
Bu konuyu izah ederken şu hususu da ifade etmek
lazımdır. Bu âlemde sırrını keşfedemediğimiz birçok âlemler
vardır. ‘Gâib Âlemi’ denilen âlem de bunlardandır. İnsan,
yaratılışı münasebetiyle bu âlemi de keşfetme ve yaşama
kabiliyetine sahiptir.
Bilinen bir gerçektir ki, âlem, madde ve mânâ olmak
üzere iki âlem olarak yaratılmıştır. İnsan ise hem madde
âlemini, hem de mânâ âlemini görüp duyabilecek ve hatta
her ikisini de yaşayabilecek mahiyette yaratılmıştır. İnsanda
madde âlemini algılayacak organlar ‘beşduyu’ dediğimiz
organlardır. Bunlar kesinlikle maneviyat âlemini göstermez
ve o âleme ait şahitlikte de bulunamazlar. İnsanın aynen
bu madde âlemi gibi, mânâ cihetini gösteren (algılayan)
manevi gözü ve kulağı vardır. O göz ve kulakla mâneviyat
âlemini tanımak ve bilmek mümkün olamaz.
Küfrü ve nifakı sebebiyle mânâ gözü ve kulağından
mahrum olmuş insan, hakiki kör ve sağır olandır.
Nitekim Kurân-ı Kerim: “Allah onların kalplerine,
kulaklarına mühür vurmuştur. Gözlerinin üzerinde
de bir perde vardır. Onlar için büyük bir azap vardır”
32 meâlindeki âyetle bu gerçeği anlatmaktadır.
Şimdi gerek kalb kulağı ve gerekse kalb gözünü kaybeden
insandan, bu âlemleri görmesini beklemek mümkün
değildir. İnsanın gerçekten insan olabilmesi için mâneviyat
âlemine açılan kalb organlarını (mânevi cihazlarını) çalıştırması
zaruridir.
İnsan madde yönü ile hayvanları, mânâ yönü ile de
melekleri temsil eder. Ancak o, ne melek ne de hayvandır.
Maddî esaretten kurtulup mânâ âleminin zevkine ererse
meleklerden üstün, maddeye esir olursa hayvanlardan da
aşağı olur. A’râf suresinde; “……Onların kalbleri vardır.
-39 –
Fakat bu kalblerle gerçeği anlamazlar; gözleri vardır,
onlarla görmezler; kulaldan vardır, fakat işitmezler.
İşte bunlar hayvanlar gibidir; doğrusu daha
sapık ve şaşkındırlar. Gafil olanlar da işte bunlardır”
33 buyrulmaktadır.
Özetle diyebiliriz ki, kâmil insan her iki âlemi de seyreden,
keşfeden, bilen ve bildiren bir aynadır. Onun için bir
kudsî hadiste, “Yere ve göğe sığmam, mü’min kulumun
kalbine sığarım”.buyruldu. Kısacası o (kâmil insan), kalbi
ile sonsuz bir âlemdir.
Yaşayış ve idrakleri bakımından insanları üçe ayırmak
gerekir:
- Yalnız hayvanî duyguları ile dünyada hayvanî bir
hayat yaşayanlar,
2 . Yalnız mânevî hayat yaşayanlar,
3 . Maddî ve mânevî hayatı birleştirip, her ikisini de
yaşayanlar.
Âlemi değerlendirmede ve yaşamada en üstün hal
üçüncü haldir. Ne dünyası için ahiretini, ne de ahireti için
dünyasını terketmemiş insandır, kâmil insan. O, her ikisini
de Allah için yaşayandır. Halk içinde Hak ile olmak, halk
ile Hakk’ı unutmamak esastır. Bu hal, kâmil insanın halidir.
Kâmil insan, Hakk’ın zatında yokluk içindedir. Ve o, her
hali ile Hakk’ı zikirle meşguldür. Onun zikri hem hafî, hem
cehrî ve hem de hâlîdir.
İnsan-ı kâmil, insanları Hakk’a götürmekle de mükelleftir.
Denilebilir ki, irşad, onların başta gelen görevidir. Onlar,
irşad ettifti öğrencilerine yaşayışlarıyla örnektir. Kısaca
onların dersi dil ile değil7hâl ilgdiL^
İrşad ehli madem ki hali ile (yaşayışıyla) örnektir, o
halde onun hem dünya, hem dç ahireti için çalışması örnek
olmalıdır.
- 4 0 –
İnsan-ı kâmil, geçimi için başkalarına el-avuç açan insan
değildir. Bilâkis bu vadide de himmetini insanlardan esirgemeyen
insandır.
İnsan-ı kâmilin vazifelerinden biri de bilgisizlik ile cahil
kalmış insanlara, Hakk’ı tanıtıp kafaca ve ruhça insan
yapmaktır.
Nisa suresinin 75’inci âyet-i kerimesinde Yüce Rabb’imiz,
“Bize kendi katından bir veli ver” ve yine En’am
suresinin 90’mcı âyetinde, “Onlar Allah’ın hidayet ettiği
kimselerdir; onların hidayetine uy” buyurarak
insan-ı kâmilleri insanlara öğretmen kılmış, insanlar da
onların öğrencileri olmuşlardır. Onlann bu mümtaz vazifelerinden
dolayı, Allah indinde özel mertebeleri ve mevkileri
vardır. Nitekim Yunus suresinin 62’nci âyet-i kerimesinde:
“İyi bil ki, Allah’ın velilerine korku yoktur ve onlar
üzülmeyeceklerdir, de” buyurulmaktadır. Cenab-ı Hak,
bu kullarının işlerini gördüğüne dair de A’raf suresinin
196’ncı âyet-i kerimesinde şöyle buyurmaktadır: “O, salihlerin
işlerini görür”. •
-41