Allah Rasûlü’nün bütün davranışları (sözü, fiili, tavır alışları) vahye dayamrsa örneklik ve tebliğ dışında kalan bir davranışından söz edilemez. Eğer davranışlarından bir kısmı beşeri tabiatmdan geliyor, yahut rey ve içtihada dayanıyorsa bu takdirde bağlayıcı davranışlarını, böyle olmayanlardan ayırmak ve ayrı kategorilerde değerlendirmek gerekecektir. Konu ile ilgili âyet ve hadîslerden bir kısmı —diğerleri gözönüne alınmazsa— O’nun, her davranışının vahiyden kaynaklandığım anlatır gibidir: «Dostumuz (Allah Rasûlü) ne sapmış, ne de asılsızşeylere inanmıştır. O, kendiliğinden bir şey söylemez; söylediği, ancak kendisine gönderilen vahiydir, bunu da çok güçlü (cebrâîl) O’na öğretmiştir.^ (Necin: 53/2-5.). Abdullah b. Amr anlatıyor: Allah Rasûlü’nden duyduğum her şoyi, unutmayayım diye yazardım. Kureyş (ileri gelenler) ‘sen her duyduğunu yazıyor musun, halbuki Allah Rasûlü hoşnutluk halinde de, hiddetli iken de konuşan bir beşerdir’ diyörek beni bundan menettiler, ben de yazmaktan vazgeçtim ve durumu Allah Rasûlüne ilettim; kendileri, parmağı ile ağzını göstererek ‘yaz, hayatım elinde olana yemin ederim ki buradan ancak hak (gerçek ve Allah rızasına uygun olan) çıkar’ buyurdular.» (Ebû-Dâvûd, îlim, 3.) Bu gibi âyet ve hadislerin karşısında O’nun beşer özelliğini ortaya koyan Ve her davranışının vahye dayanmadığını gösteren naslar da vardır: Bedir savaşında alınan esirlere yapılacak muamele konusu müzakere edilmiş, Rasûlullah’ın da içlerinde bulunduğu gürubuıı re’yi tercih edilerek fidye karşılığı serbest bırakılmalarına karar verilmişti. Sonradan gelen vahiy bu karan şöyle değerlendiriyordu: «Düşmanı çökertip yeryüzünde hâkim oluncaya kadar bir peygamberin esirleri olamaz. Siz dünya malını istiyorsunuz, Allah ise âhire ti istiyor, Allah izzet ve hikmet sahibidir. Eğer Allah tarafından daha önce konmuş bir hüküm (ictihadda hata eden cezalanmaz, kanunsuz suç olmaz hükmü) olmasaydı, aldığınız fidye yüzünden size büyük bir ceza gelecekti.» (Enfâl: 8/67’68). Allah Rasûlü bir namazı kıldırırken yanılmış, ashabın «bir değişiklik mi -oldu» sualleri üzerine «Ben ancak bir beşerim, sizin gibi ben de unutup yanılabilirim…» demiştir (Buhâri, Salât; 31; Aynî, Umde, C. II, s. 310), Kendisine getirileri bir dâva sebebiyle «hakkında vahiy gelmeyen dâva konularında ben re’y ve içtihadımla hükmederim.» buyurmuşlardır (Ebû-Dâvûd, Akdıye, 7; Azîmâbâdî, Avn, C. IX, s. 503 vd.) Hz. Peygamber (s.a.) Medine’ye geldiğinde ziraatçilerin, erkek hurma dallarını dişiler üzerine asarak tozlaştırma yaptıklarını görmüş ve ne yaptıklarını sormuştu, «öteden beri bunu yapıyorduk» dediler, «umarım ki siz bunu yapmasanız daha iyi olur» buyurdu, onlar da tozlaştırma yapmayı terkettiler, bü yüzden hurmalar olgunlaşmadan döküldü ve eksik oldu, durumu Allah Rasûlüne ilettiler, şöyle buyurdu: «Beri ancak bir beşerim, size dininize ait bir şey emredersem bünu uygulayın, size şahsî görüşten bir şey söylersem ben ancak bir beşerim.», bir başka rivayette «…siz, dünyanızın işini daha iyi bilirsiniz.» (Müslim, Fedâil, 140-141). Yukarıdaki deliller yanında bu hadis, bir yandan Allah Rasûlü’nün bütün davTanışlarının vahye dayanmadığını ortaya koyarken, diğer yan- <dan bağlayıcı olan ve olmayan davranışlarını birbirinden ayırma konusunda bir ölçü de getirmektedir: «dine ait olan bağlayıcı, dünyaya ait olan bağlayıcı değil». Hz. Peygamber’in (s.a.) •özellik ve selahiyetlerini açıklayan âyet ve hadisler ile sahâbe uygulaması birlikte değerlendirilince «dünyaya ait söz ve davranışlarını» da ikiye ayırmak gerekmektedir: a) Müsbet ilimlerin, teknik ve teknolojinin araştırma, çözme ve geliştirme sâ- Jıasına giren konular, b) İnsanların ferd ve toplum halinde eğitilip yönetilme ve yönlendirilme sahasına giren konular. Bunlardan birincisi hadîste kastedilen «dünya işleriniz» sahasıdır ve bu konularda Allah Rasûlü’nün söyledikleri genellikle şahsî tecrübe ve düşüncesine dayanır, bağlayıcı değildir. İkincisi siyaset, hukuk, ekonomi, sosyal kurumlar, eğitim… ile ilgili salladır; Allah Rasûlü’nün bu sâhaya giren söz ve davranışları .genellikle dine dahildir ve bağlayıcıdır (çünkü ya vahye dayanmakta, yahut da —içtihada dayansa bile— vahyin sözlü veya sükût şeklinde tasdikinden geçmiş bulunmaktadır). Bu konulara ait bulunduğu halde bağlayıcı olmayan davranışları da vardır; bunların nelerden ibaret olduğu ve diğerlerinden nasıl ayrılacağı konusu, bu yazının aşıl konusudur ve aşağıda ele alınacaktır. Asıl mevzûumuza geçmeden önce Rasûlullah’m, bağlayıcı olmayan söz ve davranışlarına ait bazı örnekleri, Kadı Iyad’m Şifâ’smdan takip etmek, sonra da bu konuya el atan yazarları tanıtmak üzere bir fasıl açmak faydalı olacaktır. Kadı Iyâd (v. 544/1149) bu meşhur eserinde, Peygamberimizin beşerî tabiatından kaynaklanan, rey ve içtihadına dayanan, çoğu bağlayıcı olmayan zengin örnekler vermiş, bunların hikmetlerini açıklamış, ilk bakışta çelişik görünen nakilleri uzlaştırmıştır (Aliy- yu’l-qârî şerhi, İst. 1309, C. II. s. 326-386; karşılaştır: Şihâbuddin el-Hafâcî şerhi, İst. 1314, C. IV, s. 266-369.): «Rasûlullah da diğer peygamberler gibi beşer nev’indendir O’nun cismi ve dış varlığı tamamen beşeridir, diğer insanlar için caiz olan hastalıklar, değişmeler, acılar, sancılar ve ölüm O’nun için de caizdir. .. Allah Rasûlü hastalanmış, inlemiş, soğuk ve sıcaktan müteessir olmuş, acıkmış, susamış, hiddetlenmiş, canı sıkılmış, usanmış, yorulmuş, zayıflamış, yaşlanmış, bineğinden düşüp yaralanmış, kâfirler kendisini yaralayıp dişini kırmışlar, zehirli et vermişler, sihir yapmışlardır; O da maddî manevî vasıtalarla bunlara karşı tedavi görmüş, tedbirler almış, nihâyet Büyük Dostu’na kavuşmuş ve dünyayı terketmiştir; diğer peygamberlerin de başından geçen bu hal ve olaylar beşeriyet gereğidir, kaçınılmaz ve tabiîdir…» (s. 327-328K «Hz. Peygamber’e, eşi Zeyneb b. Cahş bal şerbeti sunmuş, bu yüzden’ onun yanında biraz daha fazla kalmıştı. Bunu kıskanan diğer iki eşi «ağzından kötü bir koku geliyor, içtiğin bal şerbetinden olmalı» deyince bir daha bal şerbeti içmemeye söz vermişti, vahiy bu davranışını şöyle değerlendirdi: «Ey Peygamber! Eşlerinin gönlünü hoş edeceğim diye niçin Allah’ın sana helal kıldığı şeyi haram kılıyorsun; Allah çok bağışlayıcıdır, engin rahmet sahibidir.»: (s. 352; âyek Tahrîm; 66/L). «O’nun (s.a.) dünya hayatına ait iş ve davranışlarına gelince bunlarda da Allah’ın rızasına aykırı davranmayacağını daha önce açıklamıştık. Bu sahada bazen unutma ve yanılmasının caiz olduğunu da zikretmiştik. Bu unutma ve yanılmalar O’nun peygamberliğine zarar vermez; aslında bu yanılma ve unutma olayları çok nadirdir, O’nun davranışlarının çoğu tam bir doğruluk ve tutarlılık içindedir, hatta bunların tamamı, yahut çoğu -f—daha önce de açıkladığımız gibi— ibâdet ve Allah’a yakınlaşma vesilesi olmaktadır.. Çünkü Peygamberimiz dünyadan, ancak zaruret miktarı ve kendisini ayakta tutacak kadar nasib alırdı. Bunun da faydası kendine raci olanı ile Rabbine ibâdet, eder, şeriâti ayakta tutar, ümmetini yönetirdi. Dünya işlerinden, kendisi ile ümmeti arasında olanlar ise şu kategoriler içine girer: Ümmetine iyilik ve ihsan etmek, tatlı ve güzel söz söyleyip dinletmek, kaçkınları, uzak duranları ısındırmak, inada sapanları yola getirmek, çekemeyenleri idare etmek… Bunların1 da hepsi O’nun sâlih amelleri ve artan ibâdet vazifeleri arasında yer almaktadır. Dünyâ hayatı ile ilgili davranışlarını- duruma göre değiştirir, her iş ve duruma uygun davranış biçimini hazırlardı. Şehre dönerken eşeğe binerdi, sefere çıkarken deveye binerdi, savaş meydanlarında sebat işareti olsun diye katıra binerdi, gerektiğinde ata biner, âcil yardım yetiştirmek için bunları hazır bulundururdu. Giyinişinde ve diğer davranışlarında da böyleydi; kendisi ve ümmeti için faydalı olanı göz önüne alırdı. Bazen uygun gördüğü bir davranış yerine, ümmetini daha kolay uyum sağlayacağı, siyâsetin gerektirdiği —fakat aslında tercihi olr mayan—- bir davranışta bulunurdu. Bazen de aynı sebeplerle yapmak istediği bir fiili terkederdi ve bunları, iki şık arasında, muhayyer bırakıldığı zaman dîni işlerde de yapardı. Nitekim kendi görüşü Medine içinde mevzilenmek olduğu halde istek üzerine Uhud bölgesine çıkmıştı; münafıkları kesin olarak bildiği halde müslüman olacakların gözlerini yıldırmamak, müminlerin akrabalık bağlarını gözetmek, halkın ‘Muhammedi ashabım katlediyor’ demelerine-meydan vermemek gibi sebeplerle bunları öldürmemişti; Kureyşin gönüllerini ve Kâbe binasına saygılarından onun yıkılıp değiştirilmesini hazmedemiyecekle- rini düşündüğü, bundan dolayı gönül nefretlerini, dine ve dindarlara karşı geçmişteki düşmanlıklarını canlandırmak ve tahrik etmek istemediği için Kabe’yi yıkıp, Hz. İbrahim’in kurduğu temeller üzerinde yeniden inşa etme arzusunu gerçekleştirmemiştir. Bazen bir işe teşebbüs etmiş, sonra başkasını daha uygun bulduğu için ondan vazgeçmiştir; nitekim Îbnu’l-Mün- zir’in ikazı üzerine Bedir’de, düşmana en uzak kuyu bölgesinde mevzilenmekten vazgeçerek en yakın kuyu bölgesine intikal etmiştir; vedâ haccmda, «bu işi yeni baştan yapsaydım kurban sevketmezdim» demiştir. ÎYine (siyaset ve maslahat icabı) gönlünü kazanmak için kâfire ve düşmana güler yüz göstermiş, cahile sabretmiştir. «İnsanların kötülüğünden sakındıkları kişi, insanların kötülerinden plajı kişidir» demesine rağmen böyle kötü kişilere, şeriatini ve Rabbi’nin dinini sevdirmek için değerli mallar bahşetmiştir. Evinde, bir hizmetçinin yapacağı işleri üzerine almış ve yapmıştır. Elbisesine, kolu bacağı gözükmeyecek, vakarına yakışacak biçimler vermiş, meclis arkadaşları da O’na daima büyük saygı göstermişlerdir. Onlarla geçmişten gelecekten konuşmuş, şaştıklarına şaşmış, güldüklerine gülmüştür. İnsanlara güler yüz ve adalet dağıtmıştır. Hiddeti ve gadabı Allah için olduğu ve hakkı yerine getirmekten geri durması mümkün bulunmadığı halde davranışlarına hiddeti hâkim olamamıştır…»’ (s. 366-68). Kadı Iyâd’ın sıraladığı bu davranış örnekleri vahye değil, beşeri ihtiyaçlara, şahsî takdire, rey ve içtihada, tecrübeye, amme menfaati ve siyaset kaidelerini gözeterek yaptığı tercihe… dayanmakta, ancak hiçbiri kulluk sınırının dışına taşmamak- ta, yasak sahaya girmemektedir.
Rasulullahın Davranışlarının vahiy ile alâkası
13
Nis