wiki

Ubeyde bin Muhâcir Hz. Muâviye

Tâbiînin meş- hûrlanndan. İsmi kaynaklarda Abdülceb- bâr bin Ubeyde bin Müsliman ve Abdurrahmân bin Ebî Abdullah şeklinde kaydedilmiştir. Künyesi Ebû Abdürrab’ dır. Doğum târihi bilinmemektedir. 112 (m. 730) senesinde vefât etti. Ebû Zür’a Dimaşkî, Ebû Misher’den şöyle nakletmış- tir. “O aslen Rumdur, ismi Kostantm idiMüslüman olduktan sonra ona Abdurrah- mân ismi verildi.,, Ubeyde bin Muhâcir Hz. Muâviye’den, Fâzıle bin Ubeyd’den, Üveysi Karnî’den, Tebî’ el-Humeyrî’den, Ebû’l-Ahvas’dan hadîs-i şerîf işitip, rivâyet etmiştir. Kendisinden ise Sâbit bin Sevbân ve Abdurrah- mân ibni Yezîd, Abdullah bin Büceyr Muhammed bin Ömer et-Tâî ve Sa’îd ibni Abdülazîz, gibi âlimler hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Ubeyde bin Muhâcir’in rivâyet ettiği hadîs-i şerîfler hadîs kitablannda^ı Sünen-i îbni Mâce’de yer almıştır. Ubeyde bin Muhâcir zâhid, (dünyaya düşkün olmayan) bir zât idi. Çok parası olduğu halde gönlünü aslâ mala mülke bağlamamıştır. Abdullah bin Yûsuf dan şöyle nakledilmiştir “Ebû Abdürrab Ubeyde bin Muhâcir, köleleri satın alır sonra da azad eder, serbest bırakırdı. Birgün Rum asıllı ihtiyar bir köle kadını satın aldı, serbest bıraktı, ihtiyar, kadın, nereye gideceğim, nerede barınayım bilmiyorum dedi. Bunun üzerine o ihtiyar kadını kendi evinde kalması için evine gönderdi. Akşam evine gidince, o ihtiyar kadınla birlikte akşam yemeğini yediler. Sonra da kim olduğunu, nereden getirildiğini sormaya başladı. Kadın Rumca konuşuyordu, bir de baktı ki, o kadın annesi çıktı. Buna çok sevinip oralara çeşitli vesileler ile getirilen ve kendisine kavuşan annesine müslüman olmasını söyledi. Fakat kadın ilk anda kabûl etmedi. Ona çok iyilik ve ihsânlarda bulundu. Nihâyet bir Cuma günü ikindi namazından sonra, annesinin müslüman olduğunu müjdelediler. Buna o kadar sevindi ki, şükür secdesine kapanıp, güneş batmcaya kadar secdede kaldı. Bir defasında ticâret için A zer beyc an’a gitmişti. Bir akşam vakti, gecelemek üzere nehir kenarına çekildiğinde şâhid olduğu bir hâdiseyi şöyle anlatmıştır. “Yakınımda devamlı Allahü teâlâya hamdeden birinin sesini işittim. Sesin geldiği yere doğru yaklaştım. Bir de baktım ki, çukur içinde hasıra sarılmış birini gördüm. Selâm verip, yaklaştım. “Sen kimsin? dedim, “Bir müslümanım” dedi. “Neden böyle buradasın” dedim. Dedi ki, “Ben Rabbime hamdediyorum. Beni yarattı. Bana düzgün a’zâlar, (organlar) ihsâiı etti. Müslüman olmakla şereflendirdi. Sıhhat âfiyet verdi. Ayıplarımı ve günahlarımı örtüyor. Bundan daha büyük ni’met olur mu?” dedi. Konakladığım yere gelip, yemek yemesi için daVet ettim, teşekkür edip ihtiyâcı olmadığını söyledi. Ben bu adamın hâlinden çok ibret aldım…” ibni Câbir bir arkadaşının şöyle anlattığını nakletmiştir: “Bir elbiseciden elbise satın almak istedim. Yedi dank (o zamankipara birimi) istedi, ben de “Altı dank olsun” dedim. Pazarlık uzayınca elbiseci bana “Sen nerelisin?” dedi. Ben de “Dımaşk’tanım” (Şam) dedim. “Sen hiç Dııtaaşklılar gibi değilsin. Dün buraya Dımaşkh bir zât geldi, ismi Ebû Abdtirrab- dır. Benden herbiri yedi danka yediyüz elbise satın aldı. Sonra “Onları yükle” dedi, işçilerimi gönderip yüklettim. Benden aldığı bu elbiseleri tamâmen fakirlere dağıttı, hattâ evine bir elbise bile götürmedi” dedi. Çok zengin idi. Bütün malını mülkünü satıp sadaka olarak dağıttı. Kendine sadece oturacak bir ev kalmıştı. Şöyle derdi: “Ey Dımaşklılar, şu nehir altın ve gümüş dolu olarak aksa, herkes ondan kapışsa ben dönüp bakmam.” Vefât ettiğinde sadece tekfin ve teçhizine yetecek kadar parası kalmıştı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir