wiki

AHMED BİN ÂSİM ANTÂKİ

Meşhûr evliyâdan. Künyesi Ebû Adullah’dır. 140 (m. 757) de doğdu. 215 (m. 830) da vefât etti. Zâhir ve bâtın ilimlerinde çok yükselmiştir. Büyük âlim Muhasebenin (k.s.) sohbetinde bulunarak yetişti. Firâseti keskin idi. Ebû Süleyman Dârânî onun için “Kalblerin câsûsu” buyurmuştur. Ya’nî kalt> hastalıkları ve tedâvileri ile ilgili te’sirli, ma’nâlı ve çok fâideli sözleri vardır. Buyurdular ki: “Nefsin kötülüklerine, mâni olmak, onun arzu ve isteklerini yerine getirmeme ve bunlarla mücâdele husû- sunda Allahü teâlâdan yardım iste. Azâ- bından korkarak, Cevâbını ve mükâfatını umarak, muhtaç olduğunu düşünerek, O’ nu hatırla.” “En fâideli korku, insanı günahlardan, Allahü teâlânin beğenmediği şeylerden alıkoyan, kaçmlan âhıret işlerine üzüntüyü çoğaltan, onu, kalan ömrü ve son nefesindeki durumu hakkında düşünmeye sevke- den korkudur. En fâideli ümit, sâlih amel yapmayı kolaylaştırandır. Hak olan iş, insanlara adâletle muamele, insanın kendisi için istemediğini baş kal an için de istememesi, kendisinden aşağıda olanın hak olan sözünü kabûl etmesidir. En fâideli doğru söz, Allahü teâlânın nzâsı için nefsinin ayıplarım kabûl ve tasdik etmektir. En fâideli ihlâs, riyâdan ve gösterişten kurtulmaktır. En fâideli hayâ, hoşuna giden bir şeyi Allahü teâlâdan isteyip,, sonra da, O’ nun nzâsma uygun olmayan işi yapmamaktır. En fâideli şükür, yapılan günahla- n Allahü teâlânın setredip (gizleyip), hiçbir kuluna bildirmediğini, bilmektir.” “En faydalı zenginlik, fakirlik ve fakirlik korkusunu gideren şeydir. En güzel fakirlik, sabredip, durumundan şikâyette bulunmadan, sebeblere yapışıp, elinden geldiği kadar çalışıp, Allahü teâlâdan gelen her- şeye nzâ ve hoşnudluk göstermektir. En üstün sebât ve azim, fırsatlar doğup, herkesin gaflet içerisinde bulunduğu, dünyâ işlerine dalıp,* âhıreti unuttuğu zaman, gevşekliği, sonra yapanm demeyi bırakıp, dünyâ ve âhırete yarar işler yapmaktır. En kıymetli sabır, nefsin arzu ve isteklerine karşı çıkarken, tahammüllü ve dayanıklı olmak, bu hususta en ufak bir- fütur ve gevşeklik, âcizlik göstermemektir. En değerli amel, yapıldığında zaıar getirmiyen ve Allahü teâlânın katında kabûl olandır. En güzel vekar ve ağırbaşlılık, mes’eleleri enine, boyuna, son noktasına kadar düşünüp, üzerinde durmaktır. Bu, yapılan işin ne derecede fâide sağlıyacağım, herhangi bir zarann doğup doğmıyacağmı bilmeyi te’mîn eder. Böyle yapan kimse, günahlardan kendisini koruduğu gibi, kıyâmet gününde kendisine gıbta edilen, imrenilen kimselerden olur. En fâideli tevâzu, kibri ve gadabı (kızmayı) giderenidir. En kıymetli söz, hakka uygun olanıdır. En zararlı söz, konuşulmaması daha hayırlı olanıdır. En lüzumlu olan şey, Allahü teâlânın emrettiği farzlan, ana-babayı, çoluk çocuğunu gözetip, onlann geçimlerini temin edip, Allahü teâlânın emirlerini öğretip kulluk vazifelerini yerine getirmelerini sağlamaktır. En fâideli ilim, cehâleti, kötülükleri giderip, Allahü teâlânın büyüklüğünü ve yüce kudretini anlamaya, böylece O’na kulluğun bir vazife olduğunu öğretip, âhırete hazırlanmaya vesile olanıdır. En üstün cihad (mücâdele, savaş) hakkı kabûl etmeye alıştırabilmek için, nefsle olan mücâdeledir. En tehlikeli düşman, sana en yakın ve en gizlisi, fakat düşmanlığı en çok olanıdır. Bu düşman, diğer bütün düşmanlan da sana karşı teşvik eder, işte bu düşman, kalbi devamlı kötü vesveseleriyle meşgûl eden şeytandır. Insam onun şerrinden ancak Allahü teâlâ muhâfaza buyurur. Onun için; Allahü teâlâya, onun ve nefsin şerrinden koruması için devamlı yal varmalıdır, En tehlikeli günah, kişinin Allahü teâlâ ve Resûlünün (s.a.v.) bildirdiği şekilde değil de, kendi kafasına göre, böyle yaparsam, Allahü teâlâ benden râzı olur deyip, halbuki Allah ve Resûlünün emirlerine muhalif olan bir işi yapmasıdır. Bu bakımdan Resûlullahm (s.a.v.) bildirdiği şekilde ibâdet ve tâatte bulunmak lâzımdır Bu da îslâmiyeti öğrenmekle mümkündür. Dînini lâzım olduğu kadar öğrenmiyen kimse, dînî vazifelerini yaparken kendi kafasına göre dînini yaşamaktan kurtula maz. Bu ise, insanı, huzûr-u İlâhide mes’ûl olmaya götürür.” “İnsanın günahından korkması tâat (Allahü teâlânın beğendiği bir şey), korkmaması ise mahiyettir (günahtır).” Ahmed bin Âsim Antâkî hazretlerine, Müşâvere (damşma) hususunda ne dersin dedikleri zaman: “Emîn, itimâd edebilecek kimseden başkasına güvenme” cevâbım vermiştir. “Istişârede söylenen söz, nasihat hakkında ne tavsiye buyurursun?” diye sorulunca: “Söyleyeceğiniz sözü önce kendi nefsinize tatbik edin, bu takdirde, durumunuz ne olur? onu göz önüne alın, ondan sonra, söyleyeceğinizi söyleyin ve tavsiyenizi yapın. Böyle yaparsanız, doğruyu ve isâbetli olam bulmanız mümkün olup, kendinizi yanlış söylemekten koruyup, herkes yanında güvenilen ve itimâd edilen, görüş sâhibi bir kimse olursunuz” buyurdu. İnsanların arasına karışıp, onlarla berâber olmak hususunda ne buyurursunuz denilince: “Eğer akıllı, her yönüyle güvenilebilen, din ve dünyâ işlerinde sağlam birini bulabilirsen onunla beraber ol ve arkadaşlık yap. Böyle olmıyanlardan, ars- landan kaçar gibi kaç” demiştir. “Allahü teâlâya kendisiyle yakın olabileceğimiz en üstün şey nedir?” diye sordular. “Kibir, riyâ, hased (çekememezlik; gıybet, kin, kızma, dünyâya düşkünlük, uzun emel sâhibi olmak gibi, insanın içine dâir günahları (kalb hastalıklarını; terk etmektir” buyurdu. Bunun üzerine, “İnsanın içine ait günahlanmn, dışına ait günahlardan üstün olması nasıl olur?” diye sorduklarında: “Çünkü, bâtına ait günahlar terkedilince, zâhirî (dış; günahlar kendiliğinden kaybolur” buyurdu. “En şiddetli günah nedir?” diye soruldu: “Bir ma’siyetin (günahın; ma’siyet (günah; olduğunu bilmemektir.” “Bundan daha kötüsü nedir?” diye soruldu. “Ma’siyet olan bir şeyi, tâat (Allahü teâlânın râzı olduğu, beğendiği bir şey; olarak bilmektir. Onun için dînî bilgileri lâzım olduğu kadar mutlaka bilmek lâzımdır” buyurdu. “Günah işlendiğinde, yapılacak en fâi- deli iş nedir?” denildiğinde, “Bir kimse bir günahı yapıp, sonra onu gözünün önüne getirip, ölünceye kadar, “Ben Rabbimin emrine niçin karşı geldim, niçin bu günâhı işledim” diye pişman olup, bir daha, öyle bir günaha dönmemesidir” buyurdu. İşte bu, tövbe-i nasûh, ya’nî bir daha günaha dönmemek üzere yapılan tövbedir. “Allahü teâlânın beğendiği işlerle meş- gûl olan kimsenin sakınması gereken nedir?” dendi. “Yaptığı sâlih amelleri gözünde büyüterek bir hayli ibâdet yaptığını, ibâdet ve tâat husûsunda durumunun iyi olduğunu düşünerek, günahlarım unutmaktan sakınması gerekir. Çünkü bunda, amellerinin onu şımartması ve işlediği günahların azâbmdan emin olması vardır Böyle bir durum ise tehlikelidir” buyurdu “Tâat ehli, üzerlerinden bir gün bir gece geçtiği zaman, tâat üzere geçip geçmediği husûsunda kendilerini kontrol ederler Eğer, Allahü teâlâmn rızâsına uygun geçmiş ise, sevinirler. A’zâlannı, sâlih ameller yapmaları için zorlarlar Dünyâ düşüncesini kalblerinden boşaltırlar. Uzun emel sâhibi olmazlar. Ecellerini yakın görürler. Dünyâ hırsını kalblennden uzaklaştırırlar. Âhıret düşüncesi onlann gönüllerim kaplamıştır. Âhırete, basiretli gerçekten gören bir gözle bakarlar. Sanki, âhıreti görmüş gibi hazırlanırlar Temiz, hâlis ve sâlih amellerle, Allahü teâlâya yaklaş maya çalışırlar. Yaşayışlannda Allahü teâlâ ve Resûlünün (s.a.v.; emrettiği istikâmet (doğruluk; üzere olurlar. Takvâlan arttıkça dünyâda yaptıkları ibâdet ve tâatlerin tadım daha fazla duyarlar. Allah korkusundan göz yaşlan dökerler İbâdetlerini kırık ve mahzûn bir kalb ile yaparlar Onlar, âhıret gamıyla gamlanmışlardır. Fazla ve boş söz konuşmazlar. Allahü teâlâyı anmaktan lezzet duyarlar. Bedenlen dünyâda fakat, kalbleri Allahü teâlâ iledir.” “Ben öyle bir zamana yetiştim kı, o vakit İslâm, başlangıcındaki gibi garib oldu. Hak söz de garib oldu Bir âlım özlenip yanma gidildiği zaman, o hürmeti seven, başkan olma arzusu ile dolup taşan, gönlünü dünyâya kaptırmış olarak görülür oldu. Âbid (çok ibâdet eden; birisine gidildiği zaman, ibâdet bilgilerim bılmıyen, büyük düşman şeytan tarafin dan mağlup edilmiş birisi olarak bulunur oldu Diğer insanlann durumu zaten ma’lûmdur Evet, insanlar dünyâlarına mağlup olmuşlar, arzu ve işteklerine uymuşlar, kendilerim beğenir duruma düşmüşler, dünyâlıklan için cimri, dinleri için çok tâvizkâr ve müsa mahakâr olmuşlar. Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmekte gevşeklik göstermişler Başlanna gelen musibetlerden dolayı, kazâyı zemme(kötülemeye» kalkışmışlar. Şehvetlerine dalarak, dünyâda huzursuz olmuşlar. Kalbleri taş gibi katılaşmış. Niçin yaratıldıklannı unutmuşlar. Halbuki, bu dünyâya Allahü teâlâya kulluk için geldiler Bu dünyâ bir imtihan yeridir. Evet, insanlar Allahü teâlâya tevekkülü, Allahü teâlâya güvenip dayanmayı da bırakmışlar. Altın ve gümüş peşine düşmüşler Onlar meclislerde toplantılarda, süslü sözlerle konuşmaya çalışırlar. Gadap (hiddet; zamanı kibirli bir edâ ile bağınp, çağmrlar ” “Şimdi, kendi zamamnıza bakın, İnsan lar nasıl? Ey basiret sâhıpleri! İbret alınız. Ey Allahü teâlâya îmân eden akıl sâhiple-«j ri! Allahü teâlâya şükür vazifesini yapma yıp, arzu ve isteklerini terdh edenler, mes’ûl olacaklar, kıyâmet gününde mazeret ]beyan edenliyeceklerdir. Allahü teâlâdan gelen ni’metleri çok görünüz, “Yâ Rabbi bol bol verdin” deyiniz ki şükür etmeniz mümkün olsun. Nefsinize fırsat vermemek, affa kavuşmak için, yaptığınız ibâdet ve tâatı az görünüz. îhlâslı amel yapabilmek için gafletten çok sakınıp, uyanık olunuz.” “Âfiyet (sıhhat ve iyi durum) büyük bir ni’mettir. Emeli, arzu ve istekleri kısa yapmak lâzımdır. Makam, mevki kapmak için yanş etmek gibi hırs yoktur. İnsanın, hevâ ve arzulanna uyması, kendisine büyük bir zulümdür. Farzları yapmak gibi tâat yoktur. Günahı küçük görmek gibi musibet yoktur.” “İnsanın, kendisini alâkadar etmeyen şeyleri terkedip, kendisini ilgilendiren işlerle meşgûl olması gerekir.” “İnsanın en kötü işlerinden birisi gıybet etmesidir. Bu yüzden, dünyâda ve âhırette zarara uğrar. Hattâ o yüzden ona buğzedi- lir. Melekler ondan uzaklaşır. Şeytanlar sevinir. Gıybet, amelleri boşa çıkanr. Herkes yanında sevgisini kaybeder. Değeri kalmaz. Gıybet ile nemime (söz taşımak), birbirine yakındır. İkisi de aynı şeyden doğar. İkisi de taşkınlık ve azgınlıktır. Azgın olmıyan kimse bunlarla uğraşmaz. Söz taşıyan, kâtil gibidir. Gıybet eden ise, leş yiyen gibidir. Azgın kimse kibirlidir. İnsan nefsini bu hastalıklara kaptırınca, iftira günahına da girer. Böylece gıybet, kişinin nefsini temize çıkarmak istemesinden ve kendisini beğenmesinden doğar. Gıybetten, en büyük belâdan kaçar gibi kaçmak lâzımır. Çünkü o Kur’ân-ı kerîmde haram kılınmıştır.” “Kalbin ma’nevî hastalıklardan muhafazası için şunlara dikkat etmek lazımdır: 1- Ahlâkı güzel olanlarla oturmak, 2- Kur’ ân-ı kerîm okumaya devam etmek, 3- Fazla yemek yememek, 4- Gece namazlarına devam etmek, 5- Seher vaktinde Allahü teâlâya yalvarmak, istigfâr etmek (Allahü teâlâdan af ve mağfiretini istemek).

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir