wiki

AMME© BİN YAMYÂ SALEBE

Meşhûr nahiv ve lügat (Arap dili) âlimi. Künyesi Ebü’l-Abbâs’tır. Sa’leb diye tanınır 200 (m. 815) târihinde Bağdad’da doğup, 291 (m. 903) senesinde yine orada vefât etmiştir. “Ben Ma’rûf-i Kerhî’nin vefât ettiği senede doğdum” demiştir. Zamanında Kûfe’de nahiv, lügat ve edebiyât hususunda bir tane idi. Hocası Ibn-i A’râbî, nahiv ile alâkalı mes’elelerde şüpheye düştüğü zaman “Ey Ebû Abbâs! Sen bu mevzûda ne dersin?” diye onun görüşünü alırdı. Ezber kâbiliyeti ile meşhûrdur. Ibrâhim bin Münzir Hizâmî, Muhammed bm Selâm Cumehî, Ubeydullah bin Ömer el- Kavârirî, Muhammed bin A’râbî ve daha bir çok tanınmış âlimlerden ilim alıp, rivayetlerde bulunmuştur Nahivde birinci derecede hocası Ibn-ı A’râbî idi. Nahivde en çok İbn-i Âsım’a itimâd ederdi. Kendisinden de, Niftaveyh, Muhammed bin Abbâs el-Yezidî, Ali el-Ahfeş, Ahmed bin Kâmil, Ebû Amr ez-Zâhid, Ebû Bekir bm Enbârî gibi bir çok âlim istifâde edip, rıvâ yetlerde bulunmuşlardır. Ahmet bm Yahyâ: “216 (m. 831) senesinde Arapça ve lügat ilmine başladım. Meşhûr nahiv âlimi Ferra’nın “Hudûd” isimli kitâbım daha on altı yaşında iken mütâlaa ettim (inceledim). Yirmi beş yaşına gelince, Ferra’mn bütün kitaplarını ezberledim” demektedir Ahmed bin Yahyâ Sa’leb, fıkıh, hadîs ve tefsîr ilimleriyle, nahiv ve lügat ilimleri kadar meşgûl olmamıştı. Onun için, büyük kırâat âlimlerinden Ebû Bekir bin Mücâhid’ e şöyle dedi: “Ey Ebû Bekir! Kur’ân-ı kerîm ehli olan âlimler, Kur’ân-ı kerîm ile, hadîs âlimleri hadîs-i şerîf ile fıkıh (Islâm Hukuku) âlimleri, fıkıh ilmi ile meşgûl oldular. Bu bakımdan onların durumu iyi Fakat, ben ise, Zeyd ve Amr ile nieşgûl oldum.” Arapça dilbilgisinde verilen misâllerde de ekseriyetle bu isimler alınır. Meselâ, “Zeyd geldi.” “Zeyd Aınr’ı dövdü.” gibi. Ebû Bekir bin Mücâhid, bir gece rü’ yâsmda Resûlullah efendimizi (s.a.v.) gördü. Resûlullah efendimiz ona: “Ebü’l Abbas’a bçnden selâm söyle ve ona: “Sen ilim sahibisin” de buyurmuşlardır. (Nahiv ve lügat mühim bir ilimdir. Yüksek din ilimlerini öğrenmeye bir vesiledir. Söz bu ilim ile tamam olur. Konuşma bununla güzellik: kazanır, diğer bütün ilimler ona muhtaçtır. (Nahv ve lügat âlet ilimleridir. Fıkıh, hadîs ve tefsir gibi yüksek ilimleri iyi anlıyabilmek için Arapçayı iyi bilmek lâzımdır.) Ebû Abbâs Ahmed bin Yahyâ’ya bilmediği bir mes’ele sorulduğu zaman, bilmiyorum derdi. Ebû Ömer ez-Zâhid şöyle anlatır: “Ebû Abbâs Sa’leb’in meclisinde bulunuyordum. Kendisine bir şey soruldu. O da bilmiyorum dedi. Bunun üzerine soruyu soran “Demek bilmiyorum diyorsun! Her taraftan ilim öğrenmek için herkes sana koşup geliyor. Sen ise bir şey sorulunca, bilmiyorum, diyorsun” diye hayretini bildirmişti. Ebû Abbâs Sa’leb, Arap dili üzerinde çok derin bir bilgiye sâhipti. Bu sahada mütehassıs âlimlerle Arapçanın çok ince meselelerine girdikleri zaman, Arapça- dan haberi olanlar bile anlıyamazlardı. Ebû Abbâs Muhammed bin Ubeydullah bin Abdullah bin Tâhir’in babası şöyle anlatır: Birgün kardeşimin yamna gitmiştim. Oraya meşhûr nahiv âlimleri Ebû Abbâs Ahmed bin Yahyâ ile Ebû Abbâs Muhammed bin Yezîd el-Müberrid gelmişti. Kardeşim bana: “Biraz sonra bu iki âlim, falanca eve gidecekler. Ben acaba hangisi daha âlimdir, diye çok merâk ediyorum. Sen şimdi o eve git. Orada otur. Onlar orada nahiv ilmiyle alâkalı münâza- ralar yapacaklar. Sen, onlan dinle” dedi. Ben gittim. Bir müddet sonra bu iki büyük âlim de geldi. Biraz sonra nahiv mevzuu üzerinde konuşmaya başladılar. Konuşulanları az çok anlıyor, ben de ara sıra bildiğim kadarıyla iştirak ediyordum. Fakat daha sonra öyle ince mevzulara girdiler ki, anlamam mümkün değildi. Onlann hangisinin üstün olduğunu ancak onlardan daha âlim olan birisi anlayabilirdi. Benim derecem ise, çok aşağılarda idi. Kardeşime olanlan anlatınca çok memnun old*ı. Ebü’l-Abbâs insaçılann ba’zı hareketlerinden sıkılmıştı. Yanında başka bir âlim ona: “Sen de biliyorsun ki, insanlardan gelen sıkıntılara katlanmanın çok büyük sevâbı vardır” dedi. Târihçi Ebû Bekir Muhammed bin Abdülmelik, Sa’leb hakkında şöyle der: “O, nahiv ilminde Fârûk’dur (doğru ile yanlışı ayıran). Lügat âlimleri için ölçüdür. Küfeli ve Basralı nahiv âlimlerinin en büyüklerinden, kıymeti en fazla ve ilmi en doğru olanlardandır. Hilmi (Sabrı) çok idi. Ezberi kuvvetli, din ve dünyâ işlerinde çok nasibli bir zât idi.” Ebü’l Abbâs Sa’leb, der ki: Ahmed bin Hanbel’i (r.a.) görmeyi çok istiyordum. Nihâyet onun yanına gittim. Huzûruna girdim. Bana: “Ne mütâlaa ediyorsun” diye sordu. Ben de, nahiv mütâlaa ettiğimi söyledim. Sonra bana şu nasîhatta bulundu: “Sen yalnız kaldığın zaman, kendini yalnızım s^nma! Beni Rabbim görüyor de. Çünkü Allahü teâlâ, senin her yaptığını görüp bilmektedir. Gizli olarak yaptıklanndan da haberdardır. Günahla- nmız çok. Allahü teâlânın af ve mağfiretine kavuşmak nel)üyük saâdettir. Keşke Rabbim izin verse de, tabutta bile tövbe etme imkâm bulabilsek de, tövbe yapsak. Tövbe etmek ne kadar mühim” dedi. O insanlan tammak için şöyle der: “Bir kimsenin hangi huy ve tabiat üzere olduğu bilinmek istenirse, onun para karşısındaki durumunu tecrübe etmek lâzımdır. Çünkü, paraya çok düşkün olanlar para uğruna, beğenilmiyecek çok sözler sarfederler. Kendi içlerinctekini dökerler. Bu sırada, ahlâkı yüksek olanları da tanımış olursun.” Ebû Abbâs Sa’leb, bir yakınına takvâyı tavsiye ederek: Takvâ elbisesini giy. Eğer bu elbiseyi giymemişsen, üzerinde herkesin giydiği elbiseler olsa da, hakîkî elbiseyi giymiş sayılmazsın. Ebû Muhammed Abdurrahmân bin Muhammed ez-Zührî ile Sa’leb birbirlerini çok severlerdi. îşleri hususunda onunla istişâre ederdi (ona danışırdı). Birgün Sa’ leb’e gitti. Etrâfındakilerden rahatsız olduğu için, bulunduğu mahalleden başka bir yere taşınacağını söyledi. Sa’leb dedi ki: “Ey Ebû Muhammed! Senin tanıdığın i kimselerin eziyetine ve sıkıntısına katlanman, tanımadığın kimseler yanına gidip bilmeyeceğin sıkıntılara düşmenden, senin için daha hayırlıdır.” dedi. Ebû Abbâs’ın (r.a.) son zamanlarında kulaklan duymaz oldu. Bir Cum’a günü ikindi namazım câmide kılıp, dönüyordu. Bu sırada arkasından koşarak gelen bir at ona çarptı. Orada bulunan bir çukura düştü. Çukurdan çıkanp evine götürdüler. Başı çarptığından çok ağnyordu. Ertesi gün vefât etti. Eserlerinden ba’zılan: Meân-ül-Kur’ân î’râb-ül-Kur’ân, Garîb-ül-Kur’ân, el-Vakf ve’l-Ibtidâ, İhtilâf-un-nahviyyîn, ei- Mecâlis, el-Mesâil, Mâ yensarifü mâ lâ yensarif, et-Tasgîr.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir