MALA MUHABBET
25—Mâlı, harâm yoldan kazanmak, harâmdır.
Halâl mâla düşkün olmak, sevmek mekrûhdur. Hadîs-i
şerîfde, (Altına ve gümüşe tapınanlara lâ’net olsun!) buyuruldu.
Dünyâ peşinde koşmak, şehvetleri peşinden koşmakdan dahâ
fenâdır. Mâl, para peşinde koşmak, Allahü teâlânın emrlerini
unutdurursa, bundan büyük felâket olmaz. Allah zikri, düşüncesi bulunmıyan kalbe şeytan yerleşir. Şeytânın en büyük
hîlesi, inşâna hayrlı işler yapdırarak kendisini sâlih, iyi zan
etdirmesidir. Böyle kimse, kendisinin kulu olur, kendine tapınır. Hadîs-i şerîfde, (Geçen ümmetlerin herbirine fitneler verildi.
Benim ümmetimin fitnesi, mâl, para toplamak olacakdır) buyuruldu. Dünyâlık peşine düşerek, âhireti unutacaklardır.
Hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ, insanlan yaratırken, ecellerini, ömrlerini ve rızklarını takdîr etmişdir) buyuruldu. İnşânın
rızkı değişmez, azalmaz ve çoğalmaz ve zemanından geri kalmaz. İnşân, rızkını aradığı gibi, rızk da, sâhibini arar. Çok
fakirler vardır ki, zenginlerden dahâ iyi, dahâ mes’ûd yaşar.
Allahü teâlâ kendisinden korkanlara, dînine sarılanlara,
ummadıkları yerden rızk gönderir. Hadîs-i kudsîde, (Ey dünyâ!
Bana hizmet edene hizmetçi ol! Sana hizmet edene güçlük göster!) ve (Yâ Rabbî! Beni sevenlere, hayrlı mâl ver. Bana düşmanlık edenlere, mallarını ve çocuklarını düşman eyle!) buyuruldu.
Bir yehûdî öldü. Bir köşk ile iki oğlu kaldı. Köşkü taksimde
anlaşamadılar. Dıvardan bir ses geldi. Benim için birbirinize
düşman olmayınız. Ben bir pâdişâh idim. Çok yaşadım.
Mezârda yüz otuz sene kaldım. Sonra, toprağımla çanak çömlek yapdılar. Kırk sene evlerde kullandılar. Kırıldım. Sokağa
atıldım. Sonra, benimle kerpiç yapdılar. Bu dıvann inşâsında
kullandılar. Birbirinizle dövüşmeyiniz. Siz de, benim gibi olacaksınız, dedi.
Hasen Çelebi “rahime-hullahü teâlâ”, (Mevâkıf) kitâbının haşiyesinde diyor ki, Hazret-i Hasen ve Hazret-i Hüseyn hasta oldular.
Hazret-i Alî ve hazreti Fâtıma “radıyallahü teâlâ aleyhim ecma’în”
ve hizmetçileri kız, çocuklar iyi olursa, üç gün oruç tutacaklarını adadılar. İyi oldular. İftârda yiyecekleri yokdu. Bir yehûdîden üç sâ’ arpa ödünç aldılar. Hazret-i Fâtıma, bir sâ’ arpayı un yapdı. Bununla
beş ekmek pişirdi. Çünki beş kişi idiler. İftâr yaklaşınca, bir fakîr ge
— 136 —
lip, (Ey Resûlullahm evlâdları, ben bir fakır müslimânım. Bana bir
yiyecek veriniz. Allah da, sizi Cennet ni’metleri ile doyursun!) dedi.
Ekmekleri buna verip, aç yatdılar. Ertesi gün oruca niyyet
etdiler. Hazret-i Fâtıma “ radıyallahü anhâ” , ikinci sâ’ arpadan
beş ekmek dahâ pişirdi. İftâr zemanında bir yetim geldi. Bunları da ona verip, yine aç yatdılar. Üçüncü gün de, oruca niyyet
etdiler. Üçüncü sâ’dan beş ekmek dahâ hâzırladı. İftâr zemanı
bir esîr gelip yiyecek istedi. Bunları da, ona verdiler. Allahü
teâlâ, Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” âyet-i kerîme
göndererek, bunların nezrlerini ve îsârlarını medh ve senâ buyurdu. Parayı, mâlı zarûret mikdârı bulundurup, fazlasını dağıtmağa
(Zühd) denir.
[Bir kimsenin hakkını geri vermek, ona olan borcu ödemek, (Adâlet) yapmak olur. Hakkından fazlasını vermek,
(İhsân) etmek olur. Kendi muhtâc olduğu şeyi başkasına vermek, (îsâr) olur.]
Zâhid olan âlimin iki rek’at nemâzı, zâhid olmıyanm ömr
boyunca kıldığı nemâzdan hayrlıdır. Eshâb-ı kirâmdan ba’-
zıları “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” , tâbi’înden ba’zılarına,
siz Resûlullahm “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Eshâbından
dahâ çok amel yapıyorsunuz. Fekat, onların zühdleri sizden
çok olduğu için, sizden dahâ hayrlı idiler, demişlerdir. Ba’zı
kimseler, zemanlarındaki âlimlere, kendilerinin çok ibâdet
yapdıklarını, fekat tadını duymadıklarını söylediklerinde, şeytânın kızı yanınızdadır; baba, elbette kızının evine giderek
ziyâret eder. Şeytân, gitdiği yeri karışdırır, bozar. Şeytânın
kızı, dünyâ malıdır. Kızın evi de, sizin kalbinizdir, demişlerdir.
Dünyâ muhabbeti, ya’nî dünyâya düşkün olmak demek, nefsin
arzûlarını, tatlı gelen şeyleri ve bunlara kavuşmanın sebebi
olan parayı, harâm yollardan aramak, demekdir. Dünyâya
düşkün olmak, hayâl peşinde koşmakdır. Çünki, dünyâ lezzetlerinin zararları, fâidelerinden dahâ çokdur. Elde kalmaz,
çabuk giderler. Bunlara kavuşmak ise, çok güçdür. Fâidesi hiç
olmıyanlara (La’b) ya’nî oyun ve (Lehv), ya’nî eğlence denir.
[İnsanı ölmekden, bir uzvunu yok olmakdan Ve şiddetli
ağrıdan kurtaracak şeye (Zarûret) denir. Rûhî ve bedenî râhatlığı
için lâzım olan şeylere (ihtiyâç) denir. İhtiyâcdan fazla olup,
tatlı gelen, hoşa giden şeylere (Zînet) denir. İhtiyâcdan fazla
olan mâlı, tekebbür için, gösteriş için kullanmak, zînet olmaz,
harâm olur. Zarûret mikdârında kazanmak, farzdır. İhtiyâç
mikdârında kazanmak, sünnetdir. Zînet olan şeyleri kazan-
inak, mubâhdır. İhtiyâç ve zînet eşyasını islâmiyyete uygun olarak
kazanmak ibâdet olur. Bunları kazanmak için, dînin dışına çıkmak, harâm olur. Böyle ele geçirilenler, dünyâlık olur.]
Hadîs-i şerîfde, (Dünyâlık olan şeyler, mePûndur. Allah için
olan şeyler, Allahü teâlânın râzı olduğu şeyler, mel’ûn değildir)
buyuruldu. Dünyâlık olan şeylerin, Allahü teâlâ indinde hiç kıymeti
yokdur. Dünyâ nimetlerinin en kıymetlisi, sâliha olan kadındır. îmânı olan ve islâmiyyete uyan kimseye (Sâlih) denir. Sâliha
kadın, zevcini harâm işlemekden korur. Hasenât ve ibâdet
yapmasına yardımcı olur. Sâliha olmıyan kadın, zararlı olur.
Dünyâlık olur. Hadîs-i şerîfde, (Dünyâ ni’metlerinden bana,
kadınlarım ve güzel koku sevdirildi) buyuruldu. Hadîs-i şerîfde,
(Dünyâlık olan şeylerin Allah indinde sivri sinek kanadı kadar
kıymeti olsaydı, kâfire bir yudum su vermezdi) buyuruldu. Kâfirlere, dünyâlığı çok vererek, onları felâkete sürüklemekdedir.
Hadîs-i şerîfde, (Mü’minin Allah indinde kıymeti, topladığı dünyâlık kadar azalır) ve (Dünyâ sevgisi artdıkca, âhırete olan zaran
da artar. Âhıret sevgisi artdıkca, dünyânın ona zararı azalır)
buyuruldu. Hazret-i Ali “radıyallahü teâlâ anh” diyor ki, dünyâ ile
âhıret, şark ile garb gibidir. Birine yaklaşan, diğerinden uzaklaşır.
Hadîs-i şerîfde, (Dünyalık peşinde koşmak, su üzerinde yürümeğe
benzer. Bunun ayaklarının ıslanmaması mümkin midir? İslâmiyyete
uymağa mâni’ olan şeylere dünyâ denir) ve (Allahü teâlâ bir kulunu
severse, onu dünyâda zâhid ve âhırete râgıb yapar. Ayblarını ona bildirir) ve (Dünyâda zâhid olanı, Allah sever. İnsanlarda bulunanlarda
zâhid olanı insanlar sever) ve (Dünyâlık arayanın buna kavuşması güçdür. Ahıreti arayanın buna kavuşması, kolaydır) ve (Dünyâlığa düşkün olmak, hatâların başıdır.) buyuruldu. Ya’nî her
dürlü hatâya, günâha sebeb olur. Dünyâ peşinde koşan kimse,
şübheli şeylere, sonra mekrûhlara, sonra harâmlara, hattâ
küfre dalar. Geçmiş ümmetlerin, Peygamberlerine “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” inanmamalarına sebeb, dünyâya düşkün olmaları
idi. Dünyâ muhabbeti, şerâba benzer. Bundan içen, ancak ölüm zemanında ayılır. Mûsâ aleyhisselâm, Tûr dağına giderken, birinin
çok ağladığını gördü. Yâ Rabbi! Kulun, senin korkundan ağlıyor
dedi. Kan ağlasa dahî, onu afv etmem. Çünki, o, dünyâya düşkündür,
buyurdu. Hadîs-i şerîfde, (Dünyâyı halâldan kazanana, âhıretde
hesâb vardır. Harâmdan kazanana, azâb vardır) ve (Allahü teâlâ,
bir kulunu sevmezse, mâlını harâmlara sarf etdirir) buyuruldu.
Tekebbür için binâ yapmak böyledir. Bir hadîs-i şerîfde, (Bir
kimse, halâl para ile binâ yaparsa, insânlar, bundan fâidelendiği
müddetçe, kendisine sevâb verilir) buyuruldu. Rutûbetden kurtulmak, temiz hava almak niyyeti ile yüksek binâ yapmak,
câizdir. Tekebbür için, övünmek için, yüksek binâ yapmak
harâmdır