Genel

Pragmatik yaklaşım

Pragmatik yaklaşım

Bu son yaklaşım, anlam sorununu topyekûn mr. Anlamın ortaya çıkışını, yorumlayıcımn kc

si, «yorumlayanlar» diye adlandırılan başka göstergeler arazla bir nesneye gönderim yapmasına dayanan ilişkisel kullanarak düşünülen bir semiosis sürecinin sonucu olarak tamm-îk Charles Pierce’den sonra Charles Morris’in yaptığı çö-eme de işte buydu. Pragmatik çözümleme, kesin olarak be-ir durumda, yorumlayıcının, göstergeler, bir şeyi dile getir-macıyla kullanmasının incelenmesi üzerinde duruyordu, la, konuşan belli bir kimse tarafından belli bir durumda söy-. «masa» kelimesi, yorumlayanlar aracılığıyla saptanabilen :sneye, yani «üzerine nesneler konabilen yatay yüzeyli bir >ya gönderim yapmaktadır. Emile Benveniste’in de dediği gi-yle bir yaklaşım, Saussure’ün söz’ü dışlaması olayını aşarak, edim haline getirilmesi olarak söylemi ele alan bir dilbilime /ordu. Böylece, daha önce göstergelerin yapısal işleyişinde imiş olan özne, söylemin kaynağı olarak yeniden ortaya çı-du. Ama anlama egemen olan Descartes’çı cogito’ya hiç ben-:yen bu özne söylem içinde, özellik belirticilerini, yani » ve «sen»i özümleyerek kendini kuruyordu, Dolayısıyla öz-ncak, bir «sen»e hitap ederek «ben» diyendi («Genel Dilbi-iorunları»). Nitekim «ikinci» döneminde de Wittgenstein, I dilin söylemsel olanaklarının bir dizi dil oyununda (bir so-çözmek, bir metni çevirmek, emirler vermek, bir hikâye tmek, tiyatroda oynamak) kendini gösterdiğini ileri sürerek, :ık bilimine Tractatus’ta tanıdığı aşkın rolü reddetti («Felsefe turnaları», Philosophische Untersuchungen, 1953). ıun ardından da John Austin, dilin bilişsel kullanımına haksız k ayncalık tanıyan ve tasarımsal şemadan miras kalmış olan be-vanılsama’nm iç yüzünü ortaya koydu. Austin’e göre söylem, :e «Kapı açık» gibi bir gerçeği saptamak için değil, ama «Kapı açık» gibi bir duyguyu belirtmek ve bir başkası üzerinde etki-ılunmak veya onun genel bir etkide bulunmasını sağlamak için ıllanılır (mesela, «Kapıyı açmız»da olduğu gibi). Hatta, konuş-dimiyle bir eylem gerçekleştirmek de söz konusu olabilir. Nite-/aptırıcılık kipini kullanan bir başkanın «oturum açılmıştır» de-, bunun bir örneğidir. Bu durumda söylem, başarı koşullarıyla laştınlmış bir toplumsal etkinlik olarak ortaya çıkar, ulayısıyla bazı koşullar, konuşanın durumu (statüsü) ile ilişir. Biraz önce ele aldığımız formülde, başkan, oturumu ger-:n açmıştır. Aynı cümleyi söyleyen bir gazeteci de bir olgu-etimler ve kendi demesinden bağımsız bir hakikati ileri sü-)olayısıyla bu durumda söz konusu olan çözümleme birimi, nbilimcilerin ele aldıkları ileri-sürüş değil, ama aşağıdaki şu ;eye ayrıştırılabilen bir söylem edimi’m dile getirmesi bakımın-leri-sürmedir: gönderim ve açıklama içeren öğe; deme’ye öz-ir güç kazandıran öğe (saptamak, beyan etmek -oturumu aç-

– yönlendirmek ve buyurmak, söz vermek, teşekkür etmek, m türleri ve örnekleridir), deme nin dinleyiciler üzerindeki erini karakterize eden öğe. Mesela, «şunu çekiniz»in birinci rakımından içeriği, şudur: bana «şunu çek dedi»; ikinci öğe namdan ise «onu çekmek için beni zorladı»dır; üçüncü öğe Tundan ise, «onu çekmem konusunda beni ikna etti»dir. John .e ve Daniel Vanderveken, ikinci öğeye ilişkin bir mantık or-koymaya çalıştılar. Bu girişim, mantıktan esinlenen biçimsel .mlemeler ile Austin’den miras kalan ve «gündelik dilin filo-ırınm» kılı kırk yarmaya yönelen betimlemeleri arasında ye-r yakınlaşmanın ortaya çıkmasına ön ayak oluyordu, ilsel iletişim. Bununla birlikte, sözünü ettiğimiz bu dile ge-söylem edimleri kuramının sınırlarının dışına çıkamıyordu. ;ekten de, edim boyutu, dilsel iletişimin karmaşıklığını tama-çözümlemeye yetmiyordu. Bu karmaşıklık, tek bir konuşa-aaliyetinden çok, ara-etkinlik olarak kendini ortaya koyuyor-5u açıdan Paul Grice, inceleme konusu olarak bir konuşanın 1 edimlerini değil, iki konuşan arasındaki konuşmayı ele ala-)u sorunsalı genişletti. Bu bakış açısından, «söyleşisel» olgu-izgül bir mantığa dayanıyordu ve bu mantık da, söz konusu lan, bir amaç ve bir ortak yön üzerinde fikir birliği içinde iki konuşmacının, birbirleriyle, söz alışverişinde bulunmala-ı rasyonel faaliyetleri olarak temellendirilmelerini sağlayan ■■birliği ilkesi’ne dayanıyordu. Söz konusu ettiğimiz bu ilke, şu kuralı kapsar: nicelik kuralı («Ondan ne fazla, ne eksik söz »); nitelik kuralı («Doğruyu söyleyin»); ilişki kuralı («Yerli ye-e konuşun») ve kip kuralı («açık seçik olun»). Bu kurallar, konuşma stratejileri konusunda fikir verdiği gibi, dolaylı içer-usullerini de açıklıyordu. Dolayısıyla bu bakımdan, örtülü ınî) anlatımlar, kuralların apaçık ve kaşıdı olarak çiğnenme-

i. Konuşma bağlamı içinde anlam, böylece, Dan Sperber ve dre Wilson’ın uygunluk varsayımı üzerinde temellendirdik-?ir yeni çıkarımsal boyut kazanıyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir