CHARLES DARWİN

CHARLES DARWİN

CHARLES DARWİN

Bilim tarihinin en önemli biyologlarından biri olan Darvvin, bilim adamlarının gözünde türlerin evriminin gerçek olduğunu ilk defa kanıtlayan bilgindir; halkın gözündeyse «insan maymundan türemiştir» kuramının babası olmaya devam ediyor.
Charles Darwin’in kuramı felsefî alanda büyük bir yankı uyandırdı, çünkü bu kuram insanın evrendeki yeriyle ilgili görüşü tamamen değiştirdi. Daha doğrusu Darwin, Kopernik’in üç yüzyıl önce başlattığı, insanın kozmostaki üstün konumuna son veren, onu «tahtından indiren» hareketin tamamlanmasını sağlamış oldu. (XVI. yy’da Polonyalı astronom, Güneş’in Dünya çevresinde değil, Dünya’nın Güneş çevresinde döndüğünü söyleyerek, insanoğlunun yaşadığı toprağın evrenin merkezi olduğu yolundaki, genel kabul gören görüşü sorgulamıştı.) XIX. yy’da, Darwin’le birlikte, bu defa insanoğlunun dünyadaki yeri sorgulanıyordu: Ingiliz doğabilimciye göre insanoğlu da yeryüzüne diğer hayvan türlerinin tabi olduğu mekanizmaya göre gelmişti, yani Kitabı Mukaddes’in söylediği gibi Tanrı’nın yaratıcı iradesiyle değil, atası durumundaki türlerden (özellikle de maymundan) gelmişti. Türlerin evrimi kuramı bütün türlerin Tanrı tarafından yaratıldığı görüşüne karşı çıkıyordu. XIX. yy’a kadar egemen olan Hıristiyan dünya görüşü, Darwin’in Türlerin Kökeni (On the Origin of Species by Means of Natural Selection, on the Preservation of Fa-vouredRaces in the Struggle forLife, 1859) adlı temel eserinin yayımlanmasıyla çöktü. Türlerin Kökeni bütün dünyada ateşli tartışmalara yol açtı. Bununla birlikte Darwin evrimci bir kuram öne süren ilk kişi değildir. XIX. yy’ın başında Fransız zoolog Jean-Bap-tiste Lamarck da kendi evrim kuramım öne sürmüş, ancak meslektaşlarını ikna edememişti. 1859’a kadar, bilim çevreleri, hatta meslek yaşamının başında Darvvin de, her canlı türünü bozulmaz ve değişmez bir bütün olarak kabul ediyordu (yaratımcılık). Bu kadar köklü bir görüşün sorgulanması, Darvvin’in yetişme yılları ve meslek yaşamı boyunca sürdürdüğü düşünme çabası kadar o dönemin bilginlerinde gözlenen ilerlemeyle de bağlantılıdır.
KEŞİF YOLCULUĞU

Charles Darvvin 1809’da Shrewsbury’de (Birmingham’—.:; hali vakti yerinde bir ailenin çocuğu olarak doğdu (babası di). 16 yaşında tıp öğrenimi görmesi için Edinburgh Üniveiî.i: gönderildi. Ancak bu konu ilgisini çekmediği içiş :: ona rahip olmasını ve bu amaçla Cambridge Üniversitesi r—-renim görmesini önerdi. Bununla birlikte, Darwin’i en çok _ı diren konu doğa tarihiydi. Çocukken koleksiyon yapmaksr kanatlılar, mineraller) ve kırda gezinirken kuşları gözlemek:; ” hoşlamrdı, daha soma Edinburgh’da deniz kabukları kolei- _= yaptı. Kuş avlamayı ve sonra onları tahnit etmeyi öğrendi 2 . lışmalar onu yerel doğa tarihi demekleriyle ilişki kurmaya ;.. re sonra söz konusu kurumların yayımlarında, topladığı m örnekleri üzerine kısa incelemeleri yayımladı) ve tecrübe- : bilimcilerin arasına karışmaya yöneltti. Özellikle Camfer.-i-botanik profesörü, saygın bir isim olan Joseph S. Henslo’A-: oldu; onun sayesinde, kraliyet deniz kuvvetlerine ait Beag. ı sinin Güney Amerika kıyılarında yapacağı resmi keşif gezi; -tılmak olanağım buldu. Keşif yolculuklarının sayısı XVE ” beri artmıştı. Egzotik bölgelerin coğrafyası, faunası ve bitte ;— üzerine şaşırtıcı bilgiler derleyen Kaptan Cook gibi kâşifler : -■ bir ün kazanmışlar ve bilgilerin önemli ölçüde artmasını saî.i~ lardı. Darwin Cambridge’deyken, büyük bir doğabilimcı v= . yy başlarının kaşiflerinden olan Alexander von Humboldt ur t-lerini ilgiyle okumuştu. Humboldt onda bir keşif gezisine ve otobiyografisinde de belirteceği gibi, «doğabiliminin s: . –pısma bir katkıda bulunmak» isteği uyandırdı. Bu bağlami: i fe’la yolculuğa çıkmak teklifi tam yerini bulmuş oluyordu 1″ -lık 1831’de gemi beş yıl sürecek (2 ekim 1836’ya kadar) ve Ztj.: Darvvin’in kaderini değiştirecek bir yolculuk için denize aç_-~

Darwin bütün yolculuk boyunca Güney Amerika kr,~_i~: jeolojik yapısını inceledi, o güne kadar yayınlarda geçrr.er_-siller (tatuların ve dev kemirgenlerin iskelederi) ve yaşa;. îr : türden hayvan örnekleri (kuşlar, amfibyumlar, kabuklular r:: ler) topladı. Yolculuğun sonunda, katalogunda gemiye ge~r_’ 3 907 değişik örnek derlemiş bulunuyordu.

Darvvin yolculuktan dönüşünü izleyen yıllarda, bu fer;^: gözlemler toplamından yararlanarak jeoloji ve zooloji kcr._; -da bilimsel incelemeler yayımladı. Gene aynı dönemde 1 1843) yolculuk günlüğünü yayımlayacaktı. Bütün bunla.: :: kamuoyunda ün kazanmasını ve meslektaşları tarafından~ olog, hem zoolog olarak tanınmasını sağladı. Gerçekten ti – ■ win jeolojiye (onun atoller ve mercan resiflerinin oluşum.’. gili kuramı bugün de okullarda öğretilmektedir), paleor.t: : ve zoolojiye önemli katkılarda bulundu. Fosil olarak bulur.: ‘ ‘ Güney Amerika devekuşu, bir nandu (Rhea damini) ve bu; -‘ -li’de yaşayan bir kurbağa (Rhinoderma darwini) gibi birçek in ■ türü ona duyulan saygı sonucu onun adıyla adlandırıldı.
Charles Damin’in portresi. John Coilier tarafından, bilginin ölümünden iki yıl sonra yapılmıştır.
İÇİNDEKİLER

KEŞİî YOLCULUĞU TÜRLERİN ORTADAN KALKMASI SORUNU GALAPAGOS ADALARININ İSPİNOZLARI DÜŞÜNCE KAYNAKLARI EVRİMİN KANITLARI DARVİNCİLİĞE SALDIRILAR DARWİN’lN MİRASI
Damin’in ispinozlan. Charles Damin’in Galapagos Adalan’nda keşfettiği on üç tür arasında Camarhynchus cinsinden olanlar böceklerle ve tanelerle beslenirler; bu kuşların büyük taneleri parçalayabilen kısa ve güçlü gagalan vardır.

TÜRLERİN ORTADAN HLKMASI SORUNU

:r fosiller ister yaşayan türler söz konusu olsun, türlerin da-üzerine Güney Amerika’da yaptığı gözlemler keşif yolcudan dönen Darwin’i, canlıların bir defada yaratılmışlığı (yaldık) ve türlerin sürekliliği dogmasından kuşkulanmaya ve nuda derinlemesine sorular sormaya yöneltti. İlk bakışta bu jim, yani yaratımcılık sağduyudan kaynaklanıyor gibiydi, ı kediden ancak kedi, meşeden ancak meşe doğabilirdi ve »şe palamudundan bir ıhlamurun filizlendiği görülmemişti. k türlerin bu görünüşteki kararlılığı, türlerin başından beri iuklan şekliyle yaratılmış olduklarını savunan Tekvin’nin ,yle de uyum halindeydi.

nunla birlikte Darvvin Güney Amerika’da soyu tükenmiş i hayvan türünün fosiline rastlamıştı. Böyle bir saptamayı ı ilk insan Darwin değildi. Bütün XVIII. yy boyunca, pek çok jt, mastadon (bir tür dev fil), mosasaurus (sürüngen) kalın-;şfedilmişti. Türlerin sürekliliği iddiasına ilişkin bu belirgin ayı açıklamak için, Fransız zoolog Georges Cuvier gibi bi-lamları, XIX. yy’ın başında, art arda birçok yaratılış gerçek-; görüşünü ileri sürdüler. Tanrı bir fauna yaratmış, sonra bir veya başka büyük felaket onu ortadan kaldırmıştı. Bu süreç A zamanlar boyunca birçok defa yinelenmiş olmalıydı.

;iliz Jeolog Charles Lyell, doğabilimci Darvvin’in Beag-,’ken okuduğu «Jeolojinin İlkeleri» (Principles of Geology, adlı temel eserinde bu tip afet kuramlarını reddediyordu, k gene de türlerin ortadan kalkması olgusu açıklanmamış k kalıyordu. Lyelle de, zamanının bütün bilim adamları gi-rlerin anatomik ve fizyolojik özellikleri bakımından «değiş-

• olduklarını düşünüyordu. Dolayısıyla ortam koşulları de-e, uyum gösteremeyen türlerin, tıpkı normalde ılıman ve : bir iklime alışmış bir türün sıcak ve kuru bir iklimde başına şi gibi, ortadan kalkabileceğine inanıyordu. Bununla birliklin gene çözülmeden kalıyordu, çünkü dönemin felsefî-tan-nsel anlayışına göre, bir türün ortadan kalkması, doğanın jnlüğü içinde bir boşluk» yaratıyordu. Bu durumda yeni bir t ortaya çıkıp söz konusu boşluğu doldurması gerekiyordu, k, Tanrı’nın dünyanın her noktasında her türün hem orta-;alkmasını, hem de yeni türlerin yaratılmasını gözettiği dü-iebilir miydi?

X. yy’ın başında geçerli olan ve Lyell’in de benimsediği ya-ıcı felsefe, Tanrı’nın «mucizevî» müdahalelerle dünya üzeri-irekli etki yaptığını kabul edemezdi. Söz konusu felsefeye Tanrı en başında dünyayı yaratmış, ancak bunu yaparken de tıpkı çekim konusunda olduğu gibi, gerçekleşen bütün olay-jnceden belirleyen evrensel yasalarla donatmıştı; böylece fnın daha sonra «şahsen» müdahale etmesi gerekmiyordu, ı adamlarının görevi de işte bu yasaları keşfetmek ve anla-u; ortadan kalkmış bir türün yerini alan yeni türler için de ay-trum geçerliydi. Bilim adamlarının elinde, türlerin birbirin-:üremesi dışında akla yatkın pek az kuram kalıyordu: nasıl anlı başka bir canlıdan meydana geliyorsa, yeni bir tür de inden önceki bir türden meydana geliyordu, recin açıklanabilmesi için bir türün değişebileceğini kabul et-gerekiyordu (türün bazı anatomik özelliklerinin biçiminde delikler meydana gelebileceğini, mesela daha uzun bir gaganın dana gelebileceğini kabul etmek gerekiyordu); Lamarck’ın yy’m başında bulduğu çözüm buydu; ancak türlerin değişliğini savunan Lyell bu görüşü kabul etmedi ve yeni türlerin or-çıkması konusunda doyurucu hiçbir açıklama yapamadı, hat-ndi yaradancı görüşleriyle tamamen çelişmek pahasına, Tan-ı «mucizeler»le müdahale edebileceği görüşüne yöneldi.

■ell’in kitabını okuduğunda bu çelişki Darvvin’in gözünden nadı, çünkü o da dönemin bütün biyologları gibi henüz «ya-ıcı» görüşten yanaydı.

IALAPAGOS ADALARININ SPlNOZLARI

arvvin’i bu kurama yönelten işaretler, öncelikle, Güney Ame-da kalıntılarını bulduğu, ortadan kalkmış bazı türler ile hâlâ yan türler arasındaki benzerliklerdi: mesela, bulduğu fosiller-birinin kabuğu ve biçimi, kendisinden çok daha büyük oldu-ıalen yaşayan tatunun kabuğuna ve biçimine benziyordu. Bu emler Arjantin pampasında eskiden yaşamış türlerin, halen yan türlerin ataları olduğunu akla getiriyordu. arwin Galapagos Adaları’ndaki kuşlan incelediğinde, türlerin
birbirinden türediği fikrine daha çok yaklaştı. Ekvator açıklarındaki bu Pasifik takımadalarında Darvvin, o dönemden beri «Darvvin ispinozları» diye bilinen on üç ispinoz türü gözlemişti; bu ispinozlar hem birbirlerine, hem de komşu karalarda yaşayan diğer türlere çok benziyorlardı. Her tür bir adayı veya az sayıda adayı işgal etmişti. Buna göre Lyell’in tanrısal bir müdahaleyle yeni türlerin ortaya çıktığı varsayımı akla yatkın değildir. Tanrı komşu adalarda yaşayan birbirine bu kadar benzer on üç tür yaratmaya çalışmış olamaz. Bu durumda şöyle bir senaryo tasarlamak daha mantıklıdır: bir ilk türün oluşturduğu topluluk Güney Amerika kıyılarından göç ederek bu adalardan birine gelmiş ve yeni ortama uyarlamasını sağlayan değişiklikler geçirerek yeni bir türün ortaya çıkmasını sağlamış olmalıydı; bu son göç sırasında meydana gelmiş bir topluluk komşu bir adaya göç etmiş, böylece yeni bir türün doğmasına zemin hazırlamıştır ve bu böylece devam etmiştir.

Nihayet, değişerek türeme süreci bütün bu ispinoz türleri arasındaki büyük benzerlikleri de küçük farklılıkları da açıklamayı sağlıyordu. Bununla birlikte Darvvin bu varsayımı öne sürerken türlerin değişmezliği dogmasını sarstığının farkındaydı. Türlerin Kökeni’nde söz konusu dogmayı ölçülü bir biçimde eleştirdi. Bi-
rincisi, diyordu Darwin, yaratımcıların iddia ettiği gibi, türler bü- «Beagle». Darwin bu gemiyle beş tün bireyleri tek morfolojik tipe giren homojen topluluklar değil- yıl süren bir yolculuğa çıkmıştır. dir; bir türün bazı topluluklarında bireyler türün «tip»ine göre çok küçük farklılıklar gösterebilir; bu da çeşitler, ırklar ve alttürler demektir. Pirene ayısı ile Kanada ayısı boz ayının alttürleridir. İkincisi, çeşit ile alttürü veya alttür ile türü birbirinden kesin olarak ayırmak çoğu zaman zordur ki, bu durum bu farklı kategoriler arasında sürekli bir geçiş bulunduğunu göstermektedir. O zaman, türün geri kalan bölümünden çok küçük farklılıklar gösteren bir çeşidin, zamanla bu farklılaşmayı artırması, böylece bir alttür, hatta yeni bir tür haline gelmesi mümkündür.

Darvvin değişerek türeme kuramına akla yatkın şöyle bir açıklama getirmektedir: Darvvin’e göre, bir çeşit, ırk veya alttür farklılaşırsa, bu onun, uyarlamasını gerektiren az çok yeni bir yerleşme bulduğunu gösterir. Darvvin’in öne sürdüğü mekanizma doğal ayıklanma mekanizmasıdır. Bir topluluğun bünyesindeki bireyler, yalnızca kaynakları ele geçirmek için birbirleriyle sürekli rekabet etmekle kalmazlar, çevrelerindeki doğal koşullarla da mücadele etmek zorundadırlar. Bu koşullarda, en iyi durumda olan bireyler, diğerlerine göre, az da olsa bir avantajı bulunanlardır: örneğin daha iri bir gaga sayesinde daha sert kabuklar kırılabilir; vücut ısısının fizyolojik açıdan daha iyi kontrol edilmesi veya daha az su harcama da bu tür avantajlardır. Bireylerin hayatta kalma gücü onların çoğalma döneminin uzamasını sağlar ki, bu da yavrularının sayısını artıracaktır; yavruların sayısındaki artış da, kalıtım yasalarına göre, aynı avantajlı özelliklere sahip olmalarını sağlayacaktır. Demek ki kuşaklar boyunca, alttür, daha sonra da yeni tür, ancak bu yeni özelliklere sahip bireylerden meydana gelme eğilimi gösterecektir.

Deniz iguanası (Amblyrhynchus cristatus). Galapagos Adalan’nda çok görülen bu tür ilk defa Darwin tarafından betimlendi. Hayvan deniz yosunlanyla besleniyordu.
JEOLOG DARVVİN

Darwin?in jeolojiyle ilgili çalışmaları pek bilinmez. Darwin daha çok hayvan ve bitki türlerinin evrimiyle ilgili kuramıyla tanınır. Oysa mükemmel bir jeolog olan Darvvin, Güney Amerika yolculuğundan döner dönmez, Ingiliz Jeoloji Demeği’ne, sözkonusu bölgelerde yaptığı gözlemlere dayanarak birçok bildiri sunmuş; daha sonra da iki kitap yayımlamıştır: «H. M. S. Beagle’ın Gezisi Sırasında Uğranan Volkanik Adalar Üzerine jeolojik Gözlemler» (Geological Observations on the Volcanic Islands Visited During the Vo-yage of H. M. S. Beagle, 1844) ve «Güney Amerika Üzerine Jeolojik Gözlemler» (Geological Observations on South America, 1846). O dönemde, Darvvin Jeoloji Derneğinin sekreterliğine de atanacaktı.
DÜŞÜNCE KAYNAKLARI

Darwin, evrim kuramının doğal ayıklanmayla ilgili bölümünde iki ayrı kaynak eserden esinlenmişti: bir yandan, 1838’den itibaren Thomas Malthus’un «Toplumun Gelecekteki Gelişmesine Etkileri Açısından Nüfusu Üzerine Bir Deneme»sini (An Essay on the Future Improvement of Society), okumuştu; diğer yandan, Cam-bridge’deki öğrenciliği sırasında, hayvan yetiştiriciliğinin uyguladığı ıslah ve ayıklama çalışmaları hakkında bilgi edinmişti.

Malthus’a göre, bir insan veya hayvan topluluğu, bütün bireyleri yetişkin yaşa gelir ve ürerse çok büyük bir hızla iki katına çıkabilir. Darvvin buradan hareketle hayvan topluluklarının az çok kararlı bir nüfusu korumalarını, çok sayıda bireyin üreme yaşma gelmeden ölmesine bağlamaktadır. Ancak kendilerini yaşam koşullarına iyi uyarlayanlar üreyecek yaşa gelebilmektedir. Her şey sanki yaşam zorlukları üremeye yatkın bireyler arasında bir ayıklama yapıyormuş gibi gerçekleşmektedir («doğal ayıklanma» deyimi de buradan gelmektedir).

Buna karşılık Darvvin, üreyecek bireylerin at, sığır veya köpek yetiştiricileri tarafından bilinçli olarak ayıklandığına işaret eder. Doğal ayıklanmanın tersine, bu sunî ayıklama, bireylerin verimliliklerinde (ineklerin süt verimi, tavukların yumurtladığı yumurta sayısı) veya bedensel görüşlerinde (buldog, foksteriyeden veya senbernardan çok farklı bir görünüşe sahiptir) çok belirgin bir değişiklik meydana gelmesini sağlar. Demek ki kaynak türün bir çeşidinin zaman içinde yeterince evrim geçirerek çok farklı özelliklere sahip yeni bir türün kaynağı haline gelmesi mümkündür.

Darwin, Türlerin Kökeni’ni yayımladığı sırada, doğal ayıklanma konusunda dolaysız bir kanıt ortaya koyabilmiş değildi. Dört yıl sonra İngiliz doğabilimcisi Henry W. Bates, bazı Amazon kelebeklerinin, kanatlarında, kuşların yemekten kaçındıkları pis kokulu bir kelebeğin kanatlarında bulunan renkli motiflere benzer motifler taşıdıklarını belirtiyordu. Bu tür bir öykünme ancak doğal ayıklanmayla açıklanabilir: bir kelebeğin renkli motifleri, pis kokulu türün motiflerine ne kadar çok benzerse, hayatta kalma ve döl bırakma şansı da o kadar yüksek olacaktır. Belli bir süre sonra, pis kokulu kelebekler ile onları taklit edenler arasındaki benzerlik neredeyse mükemmel bir hale gelecektir. Darwin bu örneği Türlerin Kökeni’nin daha sonraki baskılarında kullandı.

EVRİMİN KANITLARI

Darvvin kitabının daha ilk baskısında, sonunda meslektaşlarını ikna edecek ve her zaman kabul gören ve günümüzde de öğretilen beş temel kanıtını öne sürdü. Bunlardan birincisi paleontolojiyle ilgilidir: fosil türler ne kadar eskiyse, yaşayan türlere o kadar az benzerler, ikinci kanıt biyocoğrafyayla ilgilidir: bir ana türden gelen türler genellikle atalarıyla aynı coğrafî bölgede yaşarlar (bu yüzden, Güney Amerika, Güney Afrika veya Avustralya faunala-rı’nda hemen hemen aynı iklim hüküm sürse de aynı hayvanlardan meydana gelmez; bu bölgeler başlangıçta ataları farklı olan türlerin barınağıydı; mesela keseli hayvanlara Avustralya’da rastlanıyor, buna karşılık Afrika’da rastlanmıyordu). Üçüncü kanıt sınıflandırmayla ilgilidir: biyologlar türleri familyalar halinde bir a-raya getirilen cinsler içinde gruplandırmışlardır ve bireyler için geçerli olan, türler için de geçerlidir; onları sınıflandırmanın mümkün olması, aralarında çok eski bir bağ bulunduğunu göstermektedir. Dördüncü kanıt, hayvanların morfolojisiyle ilgilidir: bir türden diğerine görünüşte çok büyük farklılıklar gösteren organlar, birbirine benzer olabilir, yani tamamen aynı, ama oranları farklı unsurlardan meydana gelmiş olabilir. Mesela insanın eli ile atın
bacağı aynı kemik takımından (tarak kemikleri) oluşmuştur le bir benzerlik ancak çok uzak bir ortak atadan kaynaklara ganların oluşum planındaki kalıtımsal bir geçişle açıklanab— hayet beşinci kanıt, birbirine yakın türlerin embriyon gelişir başlangıç evreleri arasındaki benzerlikle (yalnızca son £ farklılık göstermektedir) ilgilidir. Burada da, mümkün tek a. ma, aynı gelişim planının başlangıçtan itibaren aktarılmış dur. Jeolojik çağlar boyunca balıklardan amfibyumlar ve cr_: sürüngenler türemişse ve sonra bunlardan da memeliler r-: ortaya çıkmışsa, o zaman, memeli embriyonunda balık, i’ yum ve sürüngen embriyonlarını anımsatan başlangıç evıe.-: bulunması mantıklıdır. Özellikle bu sonuncu kanıt akla yan _ çünkü memeli türlerinin tek tek «yaratılmış» olduklan var mında, embriyonların, balıkların su yaşamına uyarlanmam: resini anımsatan bir uyarlanma evresinden geçmeleri (özel- •. solungaç yarıklannın varlığı) açıklamasız kalmaktadır.

DARVİNCİLİĞE SALDIRILAR

Türlerin Kökeni’nin yayımlanmasından sonra Darwin. ğu gibi, felsefî-dinî alanda şiddetli saldırılara uğradı (zater. ■ mini yayımlamak için yirmi yıl beklemesinin sebeplericii’ de buydu). Tartışmanın en can alıcı bölümlerinden biri, limsel ilerleme Derneğı’nin 30 haziran 1860’ta Oxford’û= ~ ■ nan yıllık oturumunda meydana geldi. Anglikan Piskopr: -muel WiIberforce bu toplantıda Darwin’in kuramının bur.r saldırdı, WiIberforce’a göre, doğanın hiçbir yerinde türlenr.: : şüme uğradığı görülmemişti, hele insanın bir maymun tür_-gelmesi kesinlikle dünüşülemezdi. Darvvin o oturumda bu—’, dığı için onun yerine dostları, biyolog T. H. Huxley ve czı _ de J. Hooker cevap vererek, piskoposun öne sürdüğü biiirr.= : mtların zayıflığına dikkat çektiler. Kitabın yayımlanmas~_ –eden yıllarda, bilim adamlarının çoğu Darvvin’in kuramın: r:” sedi. Bunlardan, ancak ünlü biyolog Louis Agassiz gib: türlerin değişmezliğini ısrarla savunacaktı (Agassiz, art dizi yaratılış gerçekleştiğini, 1873’te ölünceye kadar savur.-, devam etti).
: »m:
ATOLLERİN OLUŞUMU

Dan/in’in bu jeotoj* olayla ilgili açıklamış’ («Mercan Resiften- ~S* günümüzde de öğretilmektedir. Bir lagünü çevreleyen rera halkalan, volkanik s -adanın (A) kıyılanns «ata ulaşan mercanların * çoğalmasıyla meyüs~£ gelmektedir. Volkan* adanın giderek suya gömülmesi (erozyor j* çökme olayı, B) son jo. mercanlar deniz yüzeyinden uzak kalamayacaktan içir resiflerini genişletire- _T. Nihayet, ada tamamr suya gömülünce IC yer* bir gölün çevresin -saran bir mercan halkasından başka s?: i bir şey kalmaz.

DARVVİN
Dokuz şeritli tatu, Darwin tarafından üst eosen devrinde yaşamış glyptadon’un fosilleriyle karşılaştınlmıştır.
aha sonra, türlerin evrimim yadsıyanlar, yalnızca bilim ada-knayanlardan da çıktı; bunlar Amerikan köktencileri gibi bü-ülük yandaşlarıydı, bunlar bugün de evrim kuramının ı’deki okullarda öğretilmesine karşı çıkıyorlar. Bununla bir-, Anglikan Kilisesi’nin tutumu zamanla yumuşadı ve Darvvin ‘de öldüğünde yüksek rütbeli din adamlarının övgüleri ara-i Westminster’de Newton’un yanına gömüldü. Ancak Kato-ilisesi evrim fikrini ancak 1950’de, Papa XII. Pius’un Humani ris başlıklı genelgesiyle kabul etti.

rçok bilim adamı türlerin evrimi fikrini kabul etmekle birlik-oğal ayıklanma kavramına karşı çıktılar. Onlar hayvanların <.ye uyumunu açıklamak için, doğal ayıklanmadan çok, kaza-:ş özelliklerin soyaçekimi ilkesine başvuruyorlardı (onlara zürafa ağaçların yüksek kesimlerindeki yaprakları yemek ızun bir boyuna sahipti ve bu özelliğini döllerine aktarmıştı anlayış Lamarck’ın eski kuramında da bulunduğundan, bu i «Yeni-Lamarckçı» adı verildi (bu okulun Fransa’da pek çok aşı vardır; son büyük Yeni-Lamarckçı Zoolog Pierre Paul 3e, 1985’te öldü). Bu araştırmacılardan çoğu, evrimin, doğal anma kuramının öne sürdüğü gibi rastlantı eseri gerçekleş-
mediğini ve en karmaşık canlı durumundaki insanın ortaya çıkışının zorunlu olduğunu, çünkü onun kozmik evrimin bütününe bir anlam kazandırdığını savunurlar. Bu tip kuramların Fransa’daki yandaşlan arasında filozof Henri Bergson’u (Yaratıcı Tekâmül, [l’Evolution creatrice, 1907]), daha sonra da cizvit ve paleontolog Pierre Teilhard de Chardin’i («İnsan Olgusu» [le Phenomene hu-main, 1955]) sayabiliriz.

DARVVİN’İN MİRASI

Darvvin Türlerin Kökeni’ni yayımladığı sırada, kalıtımsal değişmelerin bireylerde kendiliğinden ortaya çıktığım ve doğal ayıklanma izin verirse, onların döllerine de aynen aktarıldığını varsayıyordu, ama kalıtımın ne şekilde yürüdüğü konusunda en küçük bir fikri yoktu. Darvvin, kuramındaki bu boşluğu kapatmak için 1868’de «Evcilleştirilen Hayvan ve Bitkilerde Değişiklik» (The Variation of Animals and Plants Under Domestication) adlı kitabını yayımladı. Bu eserde öne sürdüğü, «pangenez kuramı» diye bilinen kalıtım kuramı ne yazık ki yanlıştı. Kalıtım yasaları ancak 1900’de, HollandalI Biyolog Hugo De Vries tarafından ortaya kondu; De Vries bunlara «Mendel yasaları» adını verecekti, çünkü Moravyalı Rahip Gregor Mendel’in bu yasaları kendisinden çok önce keşfettiğini öğrenmişti. H. De Vries de türlerin evrimi üzerine bir kuram yayımladı: «Mutasyon kuramı, Bitkiler Aleminde Türlerin Kökeni Üzerine Deneyler ve Gözlemler» (1901-1903). Mutasyon diye adlandırılan bu kuram, yeni türlerin ortaya çıkması sürecinde esas rolü genetik değişimlere atfetmekte, doğal ayıklanmaya pek az yer vermektedir. Dolayısıyla, kalıtım yasalarının keşfi, ilk genetikçilerin Darwin’in doğal ayıklanma kuramına karşı düşmanca bir tavır almalarına da yol açtı (buna karşılık genetikçiler türlerin evrimi fikrini elbette kabul ediyorlardı). Amerikalı nüfus genetikçisi Theodosius Dobzhansky, 1937’de yayımladığı «Genetik ve Türlerin Kökeni» (Genetics and the Origin of Species) adlı eserinde, Mendel’in kalıtım yasalarının mükemmel bir şekilde doğal ayıklanma kuramıyla birleştirilebileceğini ve böylece yeni türlerin oluşum sürecinin açıklanabileceğini gösterdi. Yüzyılımızın biyologları tarafından büyük ölçüde kabul edilen ve Darvvin’in anısına «Yenidarwinci» diye adlandırılan kuramın çıkış notasında bu fikir vardır; nitekim yeni darvvinciler kuramla ilgili önemli düzeltmeler yapmak gerektiğini gösterdiler.

Nihayet Darvvin, Türlerin Kökeni’nde örtük olarak bulunmakla birlikte, biçimsel olarak belirtmediği noktayı, yani «insanın atası maymundur» görüşünü ortaya koyacaktı: «İnsan Soyunun Türemesi ve Cinsiyet Bağlı Ayıklanma» (The Descent of Man and Selec-tion in Relation to Sex, 1871). Oysa dostu T. H. Huxley, «İnsanın Doğadaki Yerine İlişkin Kanıtlar» (Evidenc as to Man’s Place in Na-ture, 1863) adlı eserinde, anatomik kanıtlara dayanarak, insan ile şempanzenin ortak atalardan türediklerini göstermiş bulunuyordu. Darvvin «İnsanın Türemesi», daha sonra da «İnsanda ve Hayvanlarda Duyguların İfadesi» (The Expression of the Emotion in Man and Animals, 1872) adlı çalışmalarında, insan ruhunun pek çok yönünü doğal ayıklamayla biçimlenmiş içgüdülere bağlayarak, insanla ilgili biyolojik yorumunu daha da ileri götürdü. Böylece «toplumsal darwincilik» denen görüşün kuramsal temellerini atmış oluyordu; buna göre insan toplumu da doğamn geri kalan kesiminde geçerli ayıklanma yasalarına tabiydi ve ticarî rekabet, sömürgecilik ve bazı «ırklar»ın yok edilmesi gibi olgular, güçlü olanların zayıf olanlara karşı kazandıkları «doğal» zaferin ifadesinden başka bir şey değildi. Darvvinci mirasın bu bölümü evrim kuramından elbette daha çok eleştiriye açıktır. □
Damin’in karikatürü, 22 mart 1971 tarihli, «Hornet» gazetesinde yayımlanmıştır. Damin’in, ifade etmemiş olsa da kendisine atfedilen, insanın maymundan türemiş olabileceği fikri bu karikatürde şiddetle reddediliyordu.
AYRICA BAKINIZ

—*■ DSİ evrim —► ImSS fosiller

—*■ iB-AHSLi jeolojik çağlar

—► BH keşifler ve kâşifler

—»■ |b.ansu paleontoloji
Dev kaplumbağa, Damin’in vardığı dönemde Galapagos Adalan’nda çok yaygındı.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*