İBNİ SİNA
İBNİ SİNA
İslam düşünce tarihinin en büyük isimlerinden olan İbni Sina’nın bu seçkinliği, birçok yönden özgünlük taşıyan, ayrıntılı ve mükemmel bir sistemle sunulmuş felsefesinden ileri gelir. İbni Sina, ilahiyattan ahlak ve siyasete kadar felsefenin o dönemdeki bütün disiplinlerini ele almış; aynca başta tıp olmak üzere, pozitif bilimlerde de söz sahibi olmuştur. Helenistik dönemde yeniplatoncu bir kimliğe büründürülmüş olan Aristotelesçiliği, felsefe yöntem ve ölçüleri içinde kalarak İslâmî bir söylemle ortaya koymaya çalışmış; Gazalî, Fahreddin Razî, İbni Teymiyye gibi İslam dünyasında çok etkin olan bilginlerin ağır eleştirilerine karşın «eş-Şeyhu’r-Reîs » (baş üstat) unvanını bütün dönemlerde korumuş; tıpta ise modern tıbbın doğuşuna kadar Doğu ve Batı’da otorite sayılmıştır.
İSLAM DÜNYASININ BAŞ ÜSTADI
İbni Sina, kendisinin yazdığı ve sadık öğrencisi Büzcânî’nin tamamladığı hayat hikayesine göre Türkistan’da, Buhara yakınlarındaki Efşene’de bürokrat bir ailenin çocuğu olarak 980 yılında doğdu. Asıl adı Hüseyin, babasının adı Abdullah’tır. Ailesiyle birlikte Buhara’ya göçtü; burada okuma yazma, aritmetik, din bilgileri, mantık okudu. Hocalarından yalnızca Ebu Ali en-Natîlî ve İsmail ez-Zahid’in adları bilinmektedir. Ayrıca, kendi açıklamalarından, Hint aritmetiğinde usta bir esnaftan ve babasını İsmailili-ğe kazandırmaya çalışan bir propagandacıdan da yararlandığı, felsefeye ilgisinin de o zamandan başladığı anlaşılmaktadır. On yaşındayken Kur’an’ı ezberlediğini, Arap edebiyatında yetiştiğini, ilk öğreniminden sonra kendi çabasıyla fizik, metafizik ve tıpta uzmanlaştığını, on altı yaşındayken başka hekimlere danışmanlık yapacak düzeye ulaştığını belirtir. İbni Sina, birçok kez yeniden incelemesine karşın Aristoteles metafiziğini kavrayamadı. Şans eseri ele geçirdiği Farabî’nin el-Ibâne adlı eserini okuyunca bu sorunu da çözdü. Bilim amaçlı geziler yaptı. Cürcan’day-ken, Batı’da yüzyıllar boyunca, Doğu’daysa bu yüzyılın başına kadar tıp incelemelerinde temel kaynak sayılan et-Kanun Fi’t-Tıb adlı eserini yazmaya başladı. Bir ara Hemedan’da vezirlik yaptı. Aynı görevi ikinci kez alınca bir yandan gün boyunca siyasal çalışmalar yaparken bir yandan da bütün gecelerini bilimsel çalışmalarla geçiriyordu. Olaylar onu başka şehirlere götürdü. İsfahan’dayken şehri ele geçiren Gazneli Mahmud’un oğlu Mesud’un askerleri tarafından evi yağmaladı. Bu olayda Kitâbü’l-İnsaf adlı felsefe ansiklopedisi de bir daha bulunmamak üzere kayboldu. İbni Sina’nın en son ve özgün felsefesini yansıttığı sanılan «Hik-metü’l-Meşriktyye» (Doğu Felsefesi) de bu eserle birlikte bilinmezliğe karıştı. Isfahan hükümdarının Hemedan’a düzenlediği bir sefere İbni Sina da katıldı ve burada 57 yaşında öldü (1037). Doğumunun bininci yıldönümünde İran Ulusal Anıdar Derneği, mezarı üzerine görkemli bir anıt yaptı.
Varlık felsefesi
İbni Sina’nın varlık felsefesinde Farabî’nin geniş ölçüde etkisi olmuştur. Farabî varlığı, önce zorunlu (vacip) ve zorunlu olmayan (mümkün) diye ikiye ayırmıştı. İbni Sina bu ikinci varlık tanımında bir değişiklik yaparak, onu kendiliğinde zorunlu olmayan, ancak varlık alanına çıkaran bakımından ve ona bağlı olarak zorunlu diye tanımladı. Çünkü eğer bir şey var olmuşsa artık onun olanaklı olduğundan söz edilemez. O, var olduğu sürece bir gerçektir ve zorunlu olarak vardır. Ancak varlığı, kendi özünün bir gereği olmayıp onu var eden ve varlığını sürdüren sayesindedir. Böylece, yalnız Tanrı kendiliğinde zorunlu, öteki bütün varlıklarsa, nedenlerin nedeni olan Tanrı sayesinde zorunludurlar; yine sadece Tanrı nedensiz olup öteki tüm varlıklar nedenlidirler.
Yeniplatoncu varlık kuramı, genellikle peripotetikler olarak bilinen öteki İslam düşünürleri gibi ibni Sina’yı da etkilemiş ve türüm (sudur) kuramım o da benimsemiştir. Buna göre tüm varlıklar ve genelde yaratılış, Tanrı’nın kendini düşünmesinin, kendisi hakkmdaki bilgisinin bir sonucudur. Aristoteles’den geldiği söylenen «Birden ancak bir çıkar» öncülü uyarınca Tanrı’nın kendisini düşünmesiyle O’ndan, kozmolojik bir varlık olan «ilk akıl» doğmuştur. Tanrı bir tek ve yalın (basit) olduğu için O’ndan çokluğun çıkması olanaksızdır. Oysa bu ilk akılda bir tür çokluk var-
dır. Çünkü onda önce Tanrı’dan geldiği bilgisi, sonra da ker.c hakkmdaki bilgisi bulunmaktadır. Böylece o, bir yönüyle tanns; öteki yönüyle yaratılmış bir varlıktır ve bu çeşidi yönleri bî.–mından kendisinden çeşitli varlıkların doğmasına elverişlidir, c yüzden ondan ikinci akıl, ilk gezegen ve onun nefsi (ruhu) dz : muş; bu ikinci akıldan sonra da benzer doğuş süreci onuncu z:-kadar sürmüştür. «Etkin (faal) Akıl» da denilen onuncu akıl, ay leğinin aklıdır. Bu akıldan başlayarak, artık doğuş süreci, bir ba.- -ma, insan ruhlarının ve genel olarak ay-altı evrenin (dünya) çz • luğuna dağılmıştır. Dünyadaki tüm oluşlar gibi tüm bilgiler-” anımsamaların kaynağı etkin akıldır; her şey ondan bir tecelli ham ve aydınlanmadır.
Mantık ve bilgi kuramı
ibni Sina’nın mantığı ana çizgileriyle Aristoteles mantığa, devamı olmakla birlikte, birçok çağdaş araştırmacıya göre rr_. dem mantığın başlangıcı sayılabilecek yenilikler de taşımakta; Filozof, bütün bilgileri «tasavvurlar» ve «tasdikler» diye ik. ayırır. Çünkü nesneler, olgular önce tasavvur, sonra tasdik ecz.. Tasdikler birbirine bağlanarak kanıtları meydana getirir. İnsan s ■ linin yetkin olmaması nedeniyle kanıtlamaya, bunun için ; mantık yasalarına gereksinim vardır. Filozof, bu bakımdan rcîr tığın bir «âlet ilmi» olduğunu düşünür. Çünkü o, bize yanılgı; dan korunmanın, doğru yargılara ulaşmanın yollarını göster. Ayrıca mantık bir «düşünme sanatı»dır; konusu, maddeden 5: yutlanmıştır, zihinseldir. Bu yönüyle mantık matematiğe benz:
İbni Sina, mantıkta, Porphyrius’un İsagogia’sının konusu es «beş tümel»i de incelemiştir. Onun, «cins, nevi, fasıl, hassa ve ar;; şeklinde sıralanan bu tümeller üzerine parlak açıklamaları, sonrî. mantıkçılar tarafından hemen hemen aynen tekrarlanmıştır.
Kıyas şekillerini ayrıntılarıyla inceleyen ibni Sina, en güçlü yas ve kanıtlama şekli olan «burhan»a özel bir önem verrruşr. Onun tanımına göre burhan, sağlam öncüllerden oluşan ve ker-sonuçlar veren bir kanıtlama şeklidir. Burhan, ya olgulardan ve; olguların nedenlerinden elde edilen bir kanıttır. Her kanıtlama: postulatlar, öncüller ve sorunlar vardır. Postuladar (aritmetiks sayı, fizikteki kütle, metafizikteki varlık gibi) herhangi bir bir de önceden benimsenen ilkedir. Öncüller, kanıtlamanın dayar.; ğı önermeler, sorunlar da kanıtlamanın çözümlemeyi amaçlac. belirsizlik ve kuşkulardır. Böylece kanıtlamanın ve dolayısıv mantığın amacı doğru bilgiye ulaşmaktır.
ibni Sina bilgi probleminde hem deneyci hem de akılcıdır. İT neyciliği Ebubekir Razi’ye, akılcılığı da Farabi’ye dayanır. O. r gilerimizin duyumlar ve algılarla başladığım kabul ederek der. ye önem vermiş; ancak akılcılığın temel ilkesine uyarak dent akıl kadrosunda değerlendirmiştir.
Eski Yunan geleneğinde olduğu gibi, bilgiyi «bilen öznenin, r ünen nesnenin formunu soyutlaması» diye tanımlayan İbni Srr.
176
kendisinin geliştirdiği farklı bir bilme meleke-
• s r-cunün dereceleri üzerinde önemle durur. Buna anlama eyleminin gerçekleşmesi için madde-
– \i_var. Maddesel nitelikler ve ilinekler olmadan an-; _’;;.ceşmez. Ancak bu, gerçek ve tümel bilgiye ulaş-\ “asıdır. Çünkü bilgi gerçekte bir soyutlama olayı-.ıran da akıldır. Yalnızca akılla saf form kendi bütün-: canabılir. İbni Sina, aklın kendine özgü yasaları bu-■5_rrrüş; bu yasaları, duyu ve deneyin ulaştığı ve : :_=-;iara, olgulara uygulamıştır. Bu bakımdan onun olduğu söylenebilir. Öte yandan, bütün bilgi-
– _î_ eşyanın zihnimizde doğan formlarıdır; yani algı-
■ :c~u. algılayan kişidedir» şeklinde düşünmesi nede-._____iz olduğu söylenebilir.
i – cc oldukça kısa incelediği ve biraz da belirsiz bırak-rrzs Afrodiaslı İskender ve Farabi’nin yeni açıklama-; .”şar. aklının gelişmesi sorununu, İbni Sina kendi psi-
– -j. kuramı içinde yeniden ele almıştır. Filozof, önce-
■ potansiyel akılla kozmolojik bir varlık olan Etkin -:.c r-ayırım yapar ve bunlardan ilkinin, İkincisinin et-
c -.aynasıyla gelişip olgunlaştığını düşünür. Böylece, ; cna bilgi aktaran insanüstü ve aşkın bir güç arasm-_ • . -r.u$: insan bilgisinin aşkın bir kaynaktan geldiği dü-rarabi’nin de benimsediği peripatetik doktrine gö-e£erın konusu olan tümel bilgiler, duyu deneylerin-i-fc halde, ibni Sina’ya göre bu bilgiler Etkin Akıl’dan
– – görevi, duyularla ulaşılan tikel varlıklar üzerinde fi-
– Bu çaba zihni, aracısız bir sezgiyle, tümel özlen uluyla kavramaya hazırlar. Asıl bilgi faaliyeti, tümel . asaların kavranmasıdır. Bu ise düşünen ruhun (nefs-i
_ ccıun en temel yetisi olan aklın işlevidir. Zihinsel bilgi-_ alevinde destek verirse de akıl, tümel formların ve ya-yalnızca, aşkın bir varlık olan Etkin Akıl’dan alır.
– -çının kaynağı kesin olarak doğaüstü ve tanrısaldır.
.; .e tümel bilgide sezginin payı vardır ve bilme bir me-iegıldir. Bilme çabası, bir bakıma duaya benzer; ona iccr.ek Tanrı’nın ve Etkin Akıl’m bileceği iştir.
a felsefesi ve psikoloji
“5 doğa bilimini kuramsal bir çalışma olarak görür ve ko-:_Er&lerin hareket ve durağanlığıyla sınırlar. Her cisim e formdan (suret) oluşur. Madde cismin aslını; form da cüceliğini, yerini, nedenini gösterir. Madde ve form ayı–_zca zihinsel olup gerçekte maddesiz form, formsuz ■_unmaz. Her doğal cismin doğal bir yeri vardır. Evren ırîtıcı hareket de birdir ve daireseldir. Cisimlerden hıçbi-î-r.den hareketli ya da durağan olamaz. Bunların başlıca doğal güç, nefs (ruh) gücü ve gökkürenin (felek) gücülerin sonsuzca bölünebileceği düşüncesiyle atomcu gö-çıkan tbni Sina, böylece «bölünmeyen en küçük par-c„l eden İslam kelamcılarından kesin olarak ayrılmıştır, -a. Aristoteles geleneğine uyarak psikolojiyi de doğa fel-zde inceler; ancak içerik olarak birçok konuda Aristote-ı:,-r.lır. Öncelikle Aristoteles, ruhu bedenin bir işlevi gibi :s;:msız bir varlığa sahip olmasından kuşku duyarken 1b-■_hun bağımsız varlığım kesin olarak vurgulamıştır.
::r.a psikolojide, Platoncu tasnife uygun olarak, «nefs» rsığı ruhu, en ilkelinden en gelişmişine doğru bitkisel ruh, al ruh ve insansal ruh (nefs-i natıka, düşünen ruh) şeklindi: düşünür. Ruhun, basit algılardan akıl yürütmeye ka-;k yetileri vardır. Bunlar genellikle «dış duyular» ve «iç diye ikiye ayrılır. Dış duyular beş duyudan ibarettir. Iç «ortak duyu, tasavvur, hayal, anımsama ve düşün-oluşur. İslam düşünce tarihinde ilk kez İbni Sina, bu du-cmden başka, bir de «vehim gücü» adını verdiği bir tür .ısezi ya da sağduyudan söz etmiştir. İnsan ruhunun asıl özgü işlevi olan düşünme, akıl yetisinin bir işlevidir. Da-
■ Kant’m kuramsal akıl ve pratik akıl dediğini İbni Sina bir iki yetisi sayar ve bunlara «bilme gücü» ve «yapma gü-u verir.
felsefesi
ce özellikle Tanrı felsefesi tbni Sina’nın düşüncesinde bir yer tutar. O, bu konulara ilişkin görüşleri bakımından e göre İslam diniyle daha çok uyum halinde görülmekte-. Sina’ya göre yalnızca Tanrı zorunlu (vacib) varlık olarak Onun dışındaki tüm varlıklar kendi başlarına olanaklı in) olmaktan öte gidemezler; var olmaları ve varlıkta kal-lann’ya bağlıdır. Tanrı birdir ve her yönden bir olan yal-
nız O’dur. Bu nedenle İbni Sina, kelâmcıların düşündüklerinin tersine, Tanrı’da zat-sıfat (nitelik), hatta varlık ve mahiyet gibi ikiliklerden söz edilemeyeceğini ısrarla savunmuştur. Aristoteles’in düşündüğünün tersine, Tanrı her şeyi bilir; şu anlamda ki,
O, kendini bilir ve zorunlu olarak, kendisinden taşmış olan, kendi «inâyet»inin ve «cömertlik»inin eseri olan her şeyi de tümel yasaları içinde bilir. Bilgisi bakımından da Tanrı tektir; yani, O’nda bilen, bilinen ve bilgi ayrılığı yoktur. Çünkü bu, Tanrı’da çokluğu gerektirir. O’nun kendisini bilmesi, kendisiyle ilgili olan, yasalarını kendisinin koyduğu her şeyi bilmesiyle eş anlama gelir. Böylece tanrı hem bilen, hem bilinen, hem de bilgidir. O’nun yaratması her şeyin kendisinden taşması, iradesi bu taşmaya rıza göstermesi, bilgisi de bu taşmanın bilincinde olmasıdır.
Tanrı sürekli bilen ve düşünen varlık olduğuna, O’nun düşünmesi ve bilmesiyle yaratması da aynı şey olduğuna göre kendisi gibi yaratma ve dolayısıyla yaratılan (evren) da ezelî ve ebedîdir.
Pozitif bilimler
İbni Sina, matematiğin daha çok kuramsal yanıyla ilgilenmiş, Eukleides’in geometriyle ilgili tanımlarını incelemiş ve tartışmıştır. Astronomi alanında yerin çapını ve boylamlarını hesaplaması sırasında ulaştığı değerler bugünkülere oldukça yakındır. Fizikte özellikle ağırlık, çekim ve harekede ilgili görüşleri bilim tarihi bakımından önem taşır. Simya (sahte kimya) ile ilgili görüşleri dolayısıyla Cabir bin Hayyan ve Razi’yi eleştirmiştir. Ancak pozitif bilimlerdeki asıl ününü tıp alanında kazanmıştır.
İbni Sina tıp tarihinin gözde temsilcilerindendir. Onun bu alandaki çalışmaları, Yunan, Hint ve îran tıp okulları yanında Müslüman tabiplerin deney ve uygulamalarından da esinlenmiştir. Öncüleri arasında Ferdevsü’l-Hikme’nin yazarı Abi bin Rabben et-Ta-beri, el-Hâvî adlı dev eserin yazarı, Razi gibi Müslüman bilim adamları sayılabilir. İbni Sina’nın tıpla ilgili çalışmalarının en önemlisi olan el-Kanun, yazarın tabiat bilimine katkısının gözlemsel ve deneysel yanlarını gösteren en iyi kanıttır.
İbni Sina tıpta teşhisin önemini vurgulamış, geçici ve önemsiz hastalıklar için ilaç verilmemesini, cerrahîye daima son çare olarak başvurulmasını, teşhisin sağlıklı yapılabilmesi için hastanın gerektiği ölçüde gözlem altında tutulmasını öğütlemiş; günümüzde büyük önem taşıyan deontoloji (tıp ahlakı) konusunda son derece önemli ilkeler koymuştur.
İbni Sina halk sağlığı, çevre sağlığı, göz, diş, kalp, kan ve damar hastalıkları, cerrahî, yanık tedavisi, spor, çocuk sağlığı, patoloji, eczacılık, koruyucu hekimlik, teşhis ve tedavi yöntemleri gibi tıbbın birçok alanındaki görüş ve uygulamalarıyla tıp bilimine evrensel boyutta katkılarda bulunmuş; bu nedenle kendisine batıda «tıbbın kralı» denilmiştir. Ayrıca, el-Kanun, XIII. yy’dan başlamak üzere çeşitli Batı dillerine çevrilmiş ve birçok kez basılmıştır. Avrupa’da ilk klinik ders 1500’de Padua’da İbni Sina uzmanlarınca verilmiş; el-Kanun çeşitli üniversitelerde zorunlu ders kitabı sayılmıştır. XV. yy’da İngolstadt Üniversitesi Tıp Fakültesindeki en büyük dershaneye Avicenne (İbni Sina) adı verilmiştir. Aynı fakültenin doktora yönetmeliğinin 2. ve 5. maddelerinde İbni Sina ve Razi’den birer soru sorulması zorunlu kılınmıştı. □
EL-KANUN Fİ’T-TIB
İbni Sina’nın en önemli eseri olan el Kanun Fi’t -Ttp> (Tıbbın Kanunu) her biri ayrıca bölümlere ayrılmış 5 kitaptan oluşur. 1. kitap ana kitap olarak insan vücudunun tarifine, anatomi ve fizyolojiye ayrılmıştır. 2. kitap basit ilaçlan, 3. kitap genel sağlık konularını, 4. kitap hastalık-lan ve tedavilerini, 5. kitap ilaç formüllerini elle alır.
Kanun Fi’t-Tıp XII. yy’da La-tinceye çevrilmiş (Canon Medi-cinae Avicennae), XV. ve XVI. yüzyıllarda 36 defa basılmış, XVII. yüzyılın ortalarına kadar tıp okullarında ders kitabı olarak okutulmuş ve birçok hekim yazara kaynak olmuştur. Kanun birçok dillere (Fransızca, İngilizce, Rusça vb.) çevrilmiş ve pek çok defa yayımlanmıştır.
Türkçe çevirisi Sultan III. Mustafa (1757-1774) devrinde hekim Tokatlı Mustafa efendi tarafından yapılmış ise de şimdiye kadar yazık ki basılama-mıştır.
2. kitabın (basit ilaçlar) renkli resimler içeren bir nüshası Sü-leymaniye Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Bu kitaptaki resimler, Dioskorides’in eserine yazdığı şerh ile tanınmış, İtalyan hekimi P.A. Matthioli’nin (1500-1577) 1554 yılında yazdığı kitaptan alınmıştır.
İbni Sina tıp konularının yanı sıra eczacılık ve kimya ile de yakından ilgilenmiş ilaçların yapılışı, muhafazaları ve etkileri hakkında da etraflı bilgiler vermiştir.
Kanun ’un el yazması
bir baskısında ibni Sina açıkhava eczacı dükkânında (BoJogna, Üniversite Kütüphanesi).
AYRICA BAKINIZ
►Ib.ansl] felsefe HB.ANSU İslam ■»IEÂS5EI Tıp