HIZIR ÇELEBİ

Şeyh Bİr itamın !Muhamnfitecl‘ HıfnTyi ¿iyâret için ,K$hJre’ye gittim. Tâlebef^i beni’ huzûmhö’ götürdüler. Sohbetlerini dinledim. Onun yanında kaidrrh, fsiîh’€h yet geri dönmek için ¡¿in istedim. İzin verince yanından ~aynl- dım. Butek’â geldim. Sonra onun yanında bir ^y’ynüttuğum’ hatınmâ geldi. Bir talebemi ona gönderdim. Talebem öraya va­rınca Htfnî onu kapıda karşılayıp niye geldiğin) sormuş. O da unuttuğom eşyâyı söylemiş ve almış. Daha sonra. Hıfnî ona oruçlu olup olmadığını sormuş. O da oruçlu olduğunu söyleyin­ce, ona; “Yavrum bilhassa bu günlerde oruç sana meşakkatli olur. Ostelîk sen misâfirsin. Orucun da nâfiledir. Sen rftâr et öyle git.” demîş. Talebem onun sözüne ehemmiyet vermeden yola koyulmuş. Yolda hıyar satan birini görmüş. Ondan bir mik- dâr hıyar atmış. Oruçlu olduğunu unutup yolda giderken yeme­ğe başlamış. O esnâda kendisini çölde bulmuş: Şaşkınlıkla; “Sübhânaliah, sanki Tih Çölündeyim, buralar da neresidir?

Ben neredeyim? Bulak şehri nerede haldi? diye hayretler içine düşmüş. Birisi ile karşılaşıp ona Bulafc yolunu sormuş. O da ^ böyle bir şehir bilmediğini söyleyince bir başkasına sormuş ay­nı cevâbı almış. Korkudan ve o yerlerin meşakkatinden bîtâb hâle düşmüş. Sonra bu hâlinin sebebi kendisi olduğunu anla­yarak, Hıfnî hazretleri benim orucumu açarak gitmemi söyle­mişti. Onu dinlemedim. Emrine karşı geldim. Günah işledim.

Ey Hıfnî hazretleri imdddıma yetiş. Ben ne yaparım? diyerek ağlamaya başlamış. Kesin olarak söz verip; “Bundan sonra M- lahü teâlânın sevgili kullarına muhâtefet etmeyeceğim.” de­miş. O anda kendini hıyar aldığı zâtın -karşısında görmüş. Tale­bem sonra da Bulak şehrine geldi. Gecikme sebebini sordu­ğumda başından geçen hâdiseyi bana böylece bildirdi.”

insanlar mahşer yerinde toplan­mıştı ve insanlar hesaba çekili­yordu. Hocamın başında bir tâc vardı. Hocası Seyyid Bekrî ve sevdikleri de arkasında durüyor- du. Sanki ondan şefâat bekliyor­lardı Koşarak ona gittim. Ellerine sarıldım. Bana; “Asnmda yaşamış sevdiklerimize bak. Şimdi git on­ları arkamda bir saf yap.” buyur­du. Çok kalabalık idiler. Bir yar­dımcı ile buyurduğunu yaptım. Daha sonra günün korku ve tela­şıyla huzuruna gittim ve ağlama­ya başladım. Bana niçin ağladığı­mı sordu. Sonra beni göğsüne bastırdı ve yeşil cübbesiyle örttü. Sonra da; “Korkma, üzülme! Biz bu kapıdan gireriz.[1]‘ buyuriıp, Cennet kapısını işâret etti.”

Muhammed Hıfnî hazretleri­nin eserleri şunlardır: Es-Seme- rât-ül-Behiyye fî Esmâi Eshâb-ı Bedriyye, Hâşiyetün âlâ Şerh-il- Eşmûnî, Enfesü Nefâîs-üd-Dü- rer, Hâşiyetün alâ Şerh-il-Hem- ziyye li İbn-i Hacer Heytemî, Hâşiyetün fi’l-Hisâb, Hâşiye alâ Şerh-i Risâlet-il-Adûd, Hâşiye alâ Câmî-is-Sagîr lis-Süyûtî, Ri- sâle fi’t-Taklîd fi’l-Füru’.

HIZIR ÇELEBİ (Hızır Bey); Os­manlI evliya ve âlimlerinin büyük­lerinden. İsmi, Hızır Çelebi bin Gelâleddîn’dir. Nasreddîn Ho- ca’nın torunlarındandır. 1407 (H.810) senesi Rebî’ul-evvel ayı­nın birinde Eskişehir’e bağlı Sivri­hisar kasabasında doğdu. 1458 (H.863) senesinde İstanbul’da ve­fat etti. Vefâ ile Zeyrek arasında, Unkapanı’na giden cadde kena­rında defnedildi.

Küçük yaşta babasından ilim tahsîl etti. Sonra Molla Yegân’a talebe olup, aklî ve naklî ilimleri tamamladı ve kızıyla evlenip dâ- mâdı oldu. İbn-i Cezerî’den kırâat ilmini öğrendi.

Hızır Bey, zekâsının kuvveti ve çalışmasının çokluğu sebebiyle, birçok dînî ve fennî ilimlerde derin âlim oldu. Memleketi olan Sivrihi­sar’da kâdılık ve müderrislik yap­tı. Çok ince bilgilere vâkif olup, Fenârî’den sonra eşi yoktu.

Hızır Çelebi, Bursa’daki Sul- tâniye Medresesinde pekçok öğ­renci yetiştirdi. Mevlânâ Musli- hüddîn Kastalânî, Mevlânâ Ali Arabî, Hocazâde ve Hayâlî Âh- med Efendi gibi meşhur âlimler ondan ilim ve feyz alarak yetişti. Sonra onlar da pekçok öğrenci yetiştirmiş ve eserler vermişlerdir.



[1]    Câmiu Kerâmât-ll-Evliyâ; c,1, s.208

 

 

 

 

da sert olarak nazar ederdi. Böyle nazar ettiği kimselerin çeşitli ce- zâlara uğradıkları görüldü.


Şeyh Ahmed Fevî, rüyâsında Resûlullah’ı gördü. Resûlullah •fendimiz kendisine; “Allahü teâ- Ifl, Muhammed Hıfnî’ye zamânm- daki sevdiklerine şefâat etme izni verdi.” buyurdu. Haşan Şemme der ki: “Kâhire’ye geldiğimde bu menkıbeyi duydum. Bunu bir tür­lü kabûl edemiyordum. Hocası Seyyid Bekrî de onun asnnda ya­şamış idi. O gece bir rüyâ gör­düm. Sanki kıyâmet kopmuş ve

 

Bursa’daki Bâyezîd Medre­sesinde de görev yapan Hızır Bey, oradan İnegöl’e kâdı oldu. Nihâyet Edirne’ye gelerek yeni­den eğitim ve öğretim hayâtına döndü. Bu arada Yanbolu kâdılı-

ğında bulunduğu da belirtilmek­tedir.

Öte yandan Osmanlı pâdişâ­hı Sultan Mehmed, uzun zaman­dır yaptığı hazırlıkları tamamlaya­rak İstanbul’u kuşatmış ve gün­lerce süren muhâsara sonunda

29    Mayıs 1453’te Peygamber efendimizin müjdesine mazhar olarak şehri fethetmişti. Fetihten bir gün sonra Pâdişâhın Otağ-ı Hümâyûnunda bütün ileri gelen ümerâ ve ulemâ toplanmışlardı. Fâtih Sultan Mehmed fetihle ilgili son bilgileri alıp gerekli emir ve fermanları verdikten sonra, Hızır Çelebi’ye dönerek; “İstanbul ka­dısına hüküm odur ki…” dedi. Bu fermanla Fâtih, Hızır Beyi, İmpa­ratorluğun en önemli vazîfelerirt- den birin® tâyin »diyor ve ona olan güvenini en üst derecede gösteriyordu.

Hızır Beyin İstanbul kadılığı uzun sürmedi. İstanbul’un fetih târihi olan 1453’ten vefât ettiği 1458 yılına kadar 5-6 yıllık bir sü­re ile bu önemli vâzîfeyi yerine getirdi. Ancak bu kısa sürede gösterdiği icrââtı ile çok başarılı oldu. Bu başarı da Hızır Beyin unutulmaz Türk velîleri ve âlimleri arasında sayılmasında büyük rol oynadı. Adâteti He ilgili menkıbem leri ğünümüze. kaderi geldi. Şöyteri

ki:. i – .• . ı i : i 1 ı

O zamanda kâdılar bugünkü^ belediye reislerinin yaptıklan işleri’^ de yaparlardı. Çünkü o zamanlar,^, nüfüş ne kadar kalabalık olursa- olsun, insanlann mahkeme ile iş­leri az olurdu. Kimse kimseye kö- ^ tülük düşünmez, komşu komşu­sunun hakkına riâyet ederdi. Nite- kim Fâtih’in, İstanbul’un fethin-“-; den önce tebdîl-l kıyâfetle Edirne!’


 


l’I.KKMDK Bt ADAMA CEVÂB VERECEK RİR ÂLİM YOK MU?

Fatih Sultan Mehmed Han tahta geçti# ilk göniefaen sat buldukça sarayda çeşitli âlimleri toplayıp onlarla Hmî s yapıyordu Bu toplantılara zonan zaman orada bulunan adamları da ış’uâk «diyordu. Yine böyle bir tfcm meclisi t ğinde, Kuzey Afrika ülkelerinden birinden gelen ve gizli iti hâret sahibi bir âlım de katılmıştı. O âlım, Sultanın tufendeiTâ leıını, sorduğu zor ve çözülmesi güç soruiaris’epeyoe bunalttı. 4 cevap vereme? gördükçe de yeni yeni sorular yöneltti ve gösterisinde bulundu. Osmanlı ulemâsının böyle acz içinde cıhân padişahı olan Fatih’i son derece rthâtsı* etti. Butun paşaları ve vezirleri toplayıp: “Ülkemde bu adama cevap veı âlım yok mudur? Çabuk olun, araştınn ve bana dprhal müsbet vap getirin!” dedi. Vatan topraklarını iyi bilen vezirler, duşundı Sıvnhısar Medresesinde görev yapan Hızır Beyi batuladUar* “Sultânım1 Ülkemizde Hızır Bey adında değerli bir âlimimiz var;] buyurursanız haberci gönderip buraya çağıralım.* dediler. “Durmayın, kını varsa derhal dâvet edin, hemen gelsin.” Bunun üzerine. Hızır Beyi çağırmak üzere Sivrihisar’a üç kişilik 1 yet gönderdılf-r. Hızır Bey. bu heyetle Edirne’ye geldi. Hızır Bey^ man dana otuz yaşlarında ve asker kıyâfetınde bulunduğunda ve kıyafeti, meşhur âlimlere meydan okuyan zâtın alay edere gülmesine sebeb oldu.


bedastaninde iCİfflilaşırisfen başm* da^ipK?»hP^Fheştiârdur; Fâ tih Sultan Mehmed Han, bir sa batı vakti, tebdîl-i kıy âfeti e alış­verişe çaktı. Yanırıda halk kıyâfe-, tindeki vezirinden başka -kimsşC yoktu., Girdiği dükkândan iki okka’ yağ istedi. Onu aldıktan sonra, beş okka da ¡bal vermesini söyle­di* Dükkan sâhibi; “Efendim, ben siftahımı yaptım, balı da komşu­dan alın, o da siftah etsin.” dedi, öbür dükkana gittiler. Oradan da ıkteet tor-şa^tîalameidıfeaft^ö^aij kai?sjdükykn^^olaştiterj{,hi(Ş(3iı?in-t<‘ den ikinci bir şey alamadılar^ hte:«; Bey, komşunun değil hakkına, komşuya karşı ihsâna bu kadar riâyetkâ’r olan böyle bir mfrlleitin kâdısı idi.

Hızır Bey, İstanbul kâdısı ve belediye başkanı olarak vazifeye başladıktan pir müddet sonra, bir htristiyan mîtnâr geldi. Hızır Beyi buldu. Kâdıiefendiye hâlini arze-t dtp, pâdişâh Fâtih Sultan Meh-


 


un bu,taw4teannti; Htzif Çetfebif ^toraksı? &)« gülenler, hoşa > er don sayılmaz. Soracağın her ne ise hemen bildir. Sozım gelt- ı de başarısızlığa uğrayacaklardan buf’say.” Bunun üzerine mi­lim. pâcpş^hın -huzGıuncte ve. indinden soa dereco emin bir Hızır Çelebiye booılacınt yöneltti. O sorarken Hızır Çelebi mu- bir şekilde önüne bakıp gülümseyerek notlarını tuttu. Sonra 1 suallerin hepsine teker teker ve gâyet güzel cevaplar.verdi, ek hiç bir meseleyi ortada bırakmadı. Mısâfil âlım hıı bekte- bu durum karşısında bir hayli şaşırdı ve tedirgin oldu.

rrd soru sorma sırası Hızır Beye geldi. Fâtih Sultan Mert­’i izin istedikten soma ö âlime dönerek w> altı değişik ılım- zurnıı guç birer mesele sordu. MIsâftrM bü könulardan haberi .ıMıgmdan dılı tutuldu ve pekçok itim adamının ortasında -Kmdo inaldı. Sonra; “Hızır Bey. Islâm âleminde benzen pek az n ılım adamlarınızdan bindir Kendisinde öylesine bir hâf’za ve q- kı, karşısında durm.ık mümkün değildir.” dtye itirafta hulun-

m ve ıhsân sahibi yüce Pâdişâh sonuçtan çok memnun ol- vınç ve heyecântadan yerinden kalkıp yeniden oturdu. Hızır Be- etle tebrik ederek; “Yuajmuzu dk eyledin. Cenâb ı Hak da ıkı a senin yüzünü ak eyleyip, ilmini ve fazlını arttırsın ‘ dedi, sırtındaki kürkü Çıkarıp, Hızır Beyin sırtına geçirdi. Yine bu nı>ctının karşılığı olarak Hızır Bevı atalarının inşa ettiği Bur-

i  Sultaniye Medresesi müderrisliğine tâyin etti.

Hızır Çelebi‘rifef kabrinin bulunduğu İstanbul İ.M.Ç. Bloktan arasındaki Bu kabristan, şimdi yerinde binâiar yükselen Voynuk Şücâ Câmiinin b


 


 

med Hândan şikâyetçi olduğunu söyledi. 0 zamanlar, Avrupa ülke­lerinde değil kralı mahkemeye vermek, aleyhinde konuşmak bi­le, bir insanın kendi hayâtından olması demekti. 0 günierde, İs- panya’da hıristiyanlar, binlerce müslümanı; kadın, ihtiyar, çocuk demeden kılıçtan geçirmekteydi. Bir hıristiyan ise, bir müslüman devletinde, o devletin kâdısına, devletin pâdişâhını şikâyet ede­bilme hakkını kendisinde bulabili­yordu.

Hızır Bey, hıristiyan mîmârı dinledi. Fâtih Sultan Mehmed Hân, bugünkü Ayasofya Camiin­den daha yüksek kubbeye ve da­ha üstün mîmârî hususiyetlere sâ- hip bir câmi yaptırmak istemiş ve

o  hıristiyan mîmâr da bu işe tâljb

olmuştu. Ama bir hıristiyan rak, müslümanlann, meşhûf sofya kilisesinden daha üstü, sûsiyetleri hâiz bir esere sâl’ malarına gönlü râzı olmamıştı! gâyesini gerçekleştirebilmek de, böyle bir câmiyi kendi yapabileceğini söyleyerek iş«, lib oldu, Câminin inşâatı b Mısır’dan binbir zahmetle g_ miş sütunlann yüksekliklerini tutmuş, dolayısıyle kubbenin sekliği de Ayasofya’dan alçak muştu. İnşâatın bitmesine y ziyârete giden Fâtih Sultan i. med Hân, sütunların kasıtlı o’ küçültülüp, meşhur Ayasofya’ daha üstün bir binânın yapt’ ması gayreti güdüldüğünü ar Bu hâle çok hiddetlendi. Ht yan mîmârın cezâlandırılm


etti.: fimir yerine getirildi. Eli ildi. Yüzlerce kitometredön bir emekle gelen mermer sü- lar, hıristiyan gayreti ile kısaltıl- , Sultanm emri ve iyi niyeti aklar altına alınmıştı.Üstelik letin kânun ve nizâmına uy- k karşılığında zımmîiik hakkı hşedilmiş olmasına rağmen, le bir yola tevessül etmişti. Bir âr için el, her şeyden daha la luzumluydu. Ama mâlesef, ünmeden işlediği bir suça di- olmuş, elsiz kalmıştı. İki çocu- bir hanımı vardı. Müslümanla- hâlint, OsmanlIların adâletini nler; “ Bu işte bir acele- Var, müslümanlar bu işi ‘anı suçlu Bulurlar, hele ların âdil kâdıları, pâdi- “ın bile gözünün yaşına maz cezâsını verirler.”

İler. Hıristiyan mîmâr k inanmadıysa da, ıs- ‘ar karşısında dayana- yıp kâdıya gitmeye ka- r verdi. İşte onun için,

»r Beyin huzurunda bu- maktaydı. Bütün bunla- , Adil OsmanlI’nın âdil ‘dışına tek tek anlattı, ttir Bey, tam bir sükû- le hâdiseyi dinledi. Da- sonra soruşturup, me- •ye vâkıf oldu. Şâhid- ‘• berâber, Fâtih Sultan hmed Hânı, imparator- fin, kralların, beylerin ‘ t ve mülkleri, iki dudağı ından çıkacak bir çift ze bağlı olan Osmanlı idlşâhım mahkemeye


dâvet etti. Bildirilen saatte mah­keme teşkîl edildi. O sırada, Fâtih Sultan Mehmed Hân da geldi. Eli kesilen hıristiyan mîmâr ayakta duruyor, ürkek ürkek etrâfınr sey­rediyordu. Böyle bir mahkemeyi Hk defâ görüyordu. Çünkü onlann bildiği, güçlü olanın hâkim olma­sıydı ve gücü yetene her şey mu­bahtı. Köhne Bizans, zayıf olan herkesin ezildiği, güçsüzün elin­den ekmeğini kapanın kahraman olduğu, mahkemelerin değil suç­luya cezâ vermek, zulüm gören mâsûmu cezâlandırdığı bir yerdi. Böyle bir toplumdan gelen bir


kimse, OsmanlInın âdil idâresini hayâl bile, ©demezdi. İstanbul Fit tihi Şj4taR.Mehmed mahke­me salonu olarak kullanılan yere giriHcei baş kölede ^ulunan yefe otürırıate arzusuyla ö tarafa doğru yöneldi. Pâdişphın bu hâlini gören kâdi’ Hizir Bey, h iç çekinmeden; i ,l€kurmâ ;begöml.. Hasmınla yüz­leşmek üzere, mahkeme huzû^ runda ayakta dur!” dedi- Sultan, sözü’ ikilfetmedeh söyfenilen yârte’- geçti Mahkemenin, pâdişâhı Hizır Beydi. Çünkü Hızır ‘Beyin şahsın-^ dâ,islâfrtiyetin âdil hükümleri kâf- şısındâ bulunmaktaydı. Hızır, Bey; “Sen, Murâd oğlu’Mehmed! Bu zımmînin elini kestirdin mi?” de­yip söze başladı. Mahkeme neti­cesinde;: “Sen, Murâd oğlu Meh- med! Mahkeme edilmeden bu zımmînin elini kestirdiğin için kı­sas olunacaksın! Senin elin de ;Otrtmki gibi: kesilecek! Eğer ztm- mîyi râzı edebilirsen, ölünceye kadar onun ve çoluk-çocuğunun maişetini temin etmek karşılığın­da elini kesilmekten kurtarabilir­sin!” dedi. Herkesle birlikte Pâdi­şâh da tam bir sükûnet içerisinde kararı dinledi. Hıristiyan mîmâr, bu ulvî,karar karşısında daha, faz­la dayanamadı. Ağlayarak Pâdi­şâhın, ellerine kapandı, ölünceye kadar maişetini temin etmek kar­şılığında anlaştılar. Zâlimleri bile ağlatacak böyle bir adaletin, an­cak hak bir dînin mensuplan tara­fından icrâ edilebileceğini düşü­nen hıristiyan fnîmâr, âile efrâdı İle birlikte müslüfnân olmakla şeref­lendi. O da yüce İslâm dîninin ya­yılması için gâyret eden kim:

– arasına katıldı.Bu mahkeme . blikaç^û^ş^onra, Fâtih Su Mehmed Hân, Kâdı Hızır Bey t yâret etti. Mâliyeme esnâsı ‘ gösterdiği âdşâlete teşekkür “Eğer ba^,, bj,r suçltugibû /de;l)ir pâdişâh gibi muâmc seydirv, seni şukılıcımta’1 ¡sai dım.” dedi. Hızır Bey de, P

ha mahkeme esnâsıridşk|;/λ

i  hareketleri için teşe^çyr eti ,

•- şönra; ” Eğer, pâdiŞâhlığınai{M” nip, dînin emri olan toükffi kârşı gelseydin, seni bu arsî raparçalattınrclım.” dedi ve pt sunun iki eteğini çekti. Baka Hızır Beyin eteği altındaki iki lanın sert bakışlarını gördü ” Böyle sultana, böyle kâdı.” mekten kendilerini alamadılar. ^

Hızır Çelebi’nin; Ahmed; nân ve Yâkûb adlarında üç vardr. Ahmed Paşa, Bursa m ^ lüğünde, Yâkûb’Paşa, Bürsa İstânbut medreşefed îm.üde’71 ğinde,. Sinan Paşa da Fâtih tan Mehmed-in hocalığı vazlf rinde bulunmuş olup, hepsi z lan, ilim ve irfanları ile temây etıtlişüsiürt itimse itfıler.

Hızır Beyin güiel ahlâkı, zü vePto6kvâ^<öa>41ml* ğib’ryükse ^râ|i,îFars we,ilirfc:edeblyâtı da ğen^ ötgi ââhifc» otp; şâ: de vardc’Har*t^tlHd^âePMyr’ şiirler yazdı. Akâide dâir meş Kasîde-i Nuniyye’yi nazmet Beyitler hâlinde yazılan kasîı her beytinin ikinci mısrası Ara “nun” (N) harfi ile bittiği için niyye diye isimlendirilmiştir.


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 



^OsmanlI Müellifleri; c.1,S;290

4)   Hadîkat-ül-Cevâmi; c.1, s.85

5)   SicilH Osrrıânî; c.2, ş.277

6)   telâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.12, s.86

7)   Tâcü’t-Tavârth; c,5, s.80

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*