NASIL KURTULDU?
Şeytı Ali Mıyehî anladır: “Seyyid Abdürrahmân Ayderuâi, Kâ- hıre’ye geldiğinde, Muhammed Hıftıryı zıyöret etti Aralarındaki muhabbet bağı çok kuvvetli ıdl AyderûsFnın evime teşriftenni ççk arzu ederdim. Fakat kendimi çok aşağı gördüğümden, De- jpırjl gibi aşağı bir kimsenin evine böyle mubârek tur zâtı dâvet dnjfekten hayA ediyordum. Nıhâyet bu arzumu Hıfnfye arzet tîrVı. Buyurdu M.’Hnşâallah o sana gelecek. Arzu ederse fakirler yemeği olan serîd (tirıd) den yeı. Onu çağırma, kendine de fazla ikramda bulunma.” dedi Ben de sözüne uydum. Hıcâz’a sefer arzumdan da vazgeçtim. Çok geçmeden Aydprusi evimi teşrif etti. Ona; “Efendim size sâdece serîd itırıdj hazırlayacağım.” dedim. “Olur.” buyurup bizimle sohbete başladı. Üstâd Hıfm’nin faziletlerinden bahsetti. Ayderûsı bir ara: “Şırnuı onun Malta adasındaki çok garip bir hâdisesini anlatayım.” deyip şunları anlattı: “Malta’daki müslümanlardan bir esir orada bir mescide uğradı. İçerideki zikri işitip, onlara; “Hangi zatın bıldır dığı vazifeleri okuyorsunuz?” dedi. Onlar da; “Şeyh Muharrv- med Hıfhî’nin” dediler. O kişi o zaman; “Yâ Rabhı1 Bu zât için senden istiyorum. Eğer bu zât evliyâ ise esirlikten kurtulmamı i nasîb et.” diye yalvardı. Akşam olduğunda esiri yine zindana kapadılar. Esir o gece bir rüyâ gördü. Rüyasında bir zât kendi- ‘ sine eğerli ve selere hazır bir at getirdi: “Buna hin v>; sur.” hu- yurdu. O da ona hınıp surdu. Dt-nı/ kenarına kndaı ıy:ldı. Is kenderıye’yc gitmek u/ere bir g«mı bulup. atı ı!«* birlikte ona bindi. Gemi, Ibkrndprıyyp limanına vardı. AdadaKi esir ¿ât l-.ı raya çıktı. O esnada uykudan ırandı vt* kendilim isi cı.dbri}- >e’de buldu. Boynunda zindanda taktıkları zincir buk.ıgı >oktu Doğruca Şt-ylı Muhammed Hılnî’nın huzuruna ¿¡dip. h,ışından geçenleri habor vurdı. O da tebessüm bu>urdu.’
likte gördü. Birbirleriyle kendisi hakkında konuşuyorlardı. Daha sonra bu rüyâsını Seyyid Bekrî’ye anlattı. 0 dş; “Bu senin bize bağlanmana alâmettir. Bu bâtınî bir yakınlıktır. Nasıl ki Selmân-ı Fârisî ve Süheyb-i Rûmî ehl-i beytten sayıldılar. Sizin de bizimle yakınlığınız buna benzer.” buyurdu.
Muhammed Hıfnî, Seyyid Mustafa Bekrî’nin en üstün talebelerinden oldu. Zamânının büyükleri arasına girdi. Çok kerâ- metleri görüldü. Talebelerinden Allâme Şeyh Haşan Şemmet Mıs- rî, onun kerâmetlerini ihtivâ eden bir eser yazdı ve bunlan kitabının altıncı bölümünde bildirdi. Üstün hâllerinden ve kerâmetlerinden bâzılan şunlardır:
“Hocam Muhammed Hıfnî gönülden geçen şeyleri bilirdi. Bir gün kalbimden bir şey geçirdim. Sonra da huzûruna vardım. Hocam bana içimden geçenleri söyleyiverdi. Yaptığım fakat kimsenin bilmediği işlerden de haber verirdi. Bir gün béni eve gönderdi ve; “Benden önce eve git.” buyurdu. Giderken yolda arkadaşlarımla karşılaştım. Onlar bana; “Hazret-i Hüseyin’in kabrini ziyârete gidelim.” dediler. Ben de hocamın sözünü söyledim. O zaman; “Hocan biraz gecikir. O eve gelmeden önce ziyâretimizi yapar döneriz.” dediler. Onlara uyup Hüseynî Mescidine gittik. Orada ziyâretimizi yaptık. Sonra Hocamızın evine döndük. Onun henüz eve dönmediğini öğrenince sevindim. Bu sebepten de Allahü teâlâya hamd ettim. Daha sonra hocam eve geldi. Kapıyı açtım. Hocam neşeyle bana nazar ederek; “Nerede idin?” buyurdu. Ben de; “Bu- rada idim efendim.” dedim. O tekrar; “Doğruluk en güzelidir, nerede idin?” buyurdu. O zaman başımdan geçenleri anlattım. Bana; “Hocana karşı yalan söylemekten çok sakın!” buyurdu, O zamandan beri yalandan çok korkarım.
Bir gün huzûruna vardığımda çok sıkıntılı idi ve üzüntülü bir hâli vardı. Sebebini sorduğumda; “Hacılann şu anda büyük bir tehlike karşısında oldjjğunu hissediyorum. İçlerinde talebelerimden bâzılan da bulunuyor” dedi. Aradan bir zaman geçti. Biz o vakti tesbit ettik. Sonra hacılardan haber alınca, tam o günlerde bir tehlike ile karşılaştıklarını, fakat yollannı değiştirince, kurtulduklarını söylediler.
Muhammed Hıfnî, bir gün âlim bir zâtla yolda giderken, karşılarına kendisinin velî olduğunu iddiâ eden biri çıktı ve; “Siz ikiniz önümüzdeki Cumâ gününde ve- fât edersiniz.” dedi, O zaman Hıfnî; “Yemin ederim ki sen yalancısın.” buyurdu. Yanındaki âlim, o adamın sözleri tesirinde kalıp ölümden korktu ve; “Efendim ona yalancı demeyiniz, doğru olabilir.” dedi. Hıfnî o zaman; “Bu Cumâ geçtiği gibi sonraki Cumâlar da geçecek. Hâlâ bu adamın söylediğine inanıyor musun?” dedi.
Hakikaten Cumâtâj.g§]in geçti. O zaman Hıfnî bu âlifrîe;4 İS® aâalrn’ yalfMictnın ■ Işjriciir<-,Sö^jjmü^e ( inanmadın mı?,” buyucu. O^âlim; “Şimdiinandurı.” dedi, hıfhî; “O kendisinin v.e)î. olduğunu ic|diâ eden, fakat aslında işleri eşkıyalık olan biridir, Ali^liü teâlânın farz kıldıklarını yerine getirmez. Ne oruç tutaç ne ndmaz kılar. Sözleri dinden gıkmış bir zavallı olduğu^ nu gösteriyor.” buyurdu.
Şeyh Hasan-^deyî dedi ki: Muhammed Hıfnî1 nin aynı zamanda çeşitli yelerde görüldüğünü çok kimseler bildirdi* Kim kendisini vesîle edip yardım’istese, Alla- hü teâlânın izniyle hemen onun yardımına ..koşardı. Şeyh Hasân Sebînî ye .talebeleri onun bu hâlinden haber, verdiler.
Birgeminin yelkeni deniz ortasında yırtıldı,’Gemi îoiduğ» yerde dönmeyebaştedı. Gernidekiler bir gün, bir gece böyle kaldılar. Çok sıkıntılı-oldu. Tayfalardan birisi rüyasında Hıfnî hazretlerini gördü. Ona; “Yırtık falan yerdedir.” diyecek yerini târif e1$. O zaman tayfa uyandı.. Rüyâsml gidip kapr tana anlattı. Berâberce gidip oraya baktılar. Buyurulduğu gibi idi. Orasını tâmir edince geminin dönmesi durdu. Bu defâ gemiyi sûri)kley6Cek’rüzgâr kesildi. Gemide, Hffnî’yi sevenlerden birisi vardı. O gece rüyâda ona; “Sabahleyin inşâallah sefer müyesser olur. Rüzgâr eser.” buyurdular. O kişi sabahleyin rüyâsını kaptana anlâttf. Kaptân rüzgârın eseceğine, fjek,ihtimâl vermedi. Ö da; .
h?âfefe4i-eiıri ver. Rüzgâr ..eser.”,.dedi, a^ sonra da Allahü teâlâ onlara çok’tatlı, tam arzu et-, tikleri bir/üzgâr göhderdi. ;.
■ Nil Nehrinin sulafcbâzı seneler azalırdı. İnsanlar bu sgbebten kuraklık şıktntısı çekerlerdi. Yine böyle bir senede, sevdikleri Muhammed Hıfnî’ye gelip durumu arzettiler. O da Fâtiha-i şerîfeyi okudu. O göçe nehrin sulan Allahü teâlânın izniyle çoğaldı. İnsanlar kuraklık sıkıntısından kurtuldular.
Muhammed Hıfnî, Seyyid Ah- med B.edevî için tertiplenen bir mevlid cemiyetinde idi. Sevenlerinden birisi, tam on sekiz senedir konuşamıyordu. Yakınlan onu alıp Muhammed Hıfnî hazretlerine getirdiler. “Murâdımız bunun konuşması için himmetinizi istemektir.” diyerek duâ talebinde bulundular. O da; “Bu oyle bir şeydir ki, ancak Allahü teâlânın kudretiyle ölür.” buyurdu. Onlar duâ istemekte ısrâr ettiler. Bunun üzerine; “O hâlde şimdi doğruca Seyyid Ahmed’ Bedevi’nin kabrine gidiniz. Gece orada kalsın ve uyusun. Sabahleyin bana getirin buyurdu. Sabahleyin onu getirdiler. Konuşamayan kişiye; “Şimdi La ılâ- he illallah kelime-i tayyibesini şöyle.“ diye üç defâ buyurdu. Allahü teâlânın izni ve keremi ile o kişi konuşmaya başladı.
Muhammed Hıfnî çok heybetli bir zât idi. İnsanların eziyet ve sikıntılanna sabrederdi. Bâzan