Bilim adamları büyük bir coşku içindeydiler. Onlar kendi azotunu havadan alabilecek ve böylece pahalı yapay gübreye gereksinme duymayacak şekilde jenetik yapısı değiştirilmiş bitkileri düşünüyorlardı, öte yandan da rüyalarında dişleri çürüten bakterilere karşın anti-karies bakterilerini, bakteriler tarafından üretilen büyüme hormonlarını, yeni bağışıklık (aşı) maddelerini, tankerlerin batması halinde suya karışan petrolü yiyerek ortalığın arınmasını sağlayan süper mikropları görmeğe başladılar.
Araştırmacılar laboratuvarlarında değişik organizmaların jenlerini birbiriyle birleştirmeye, “kaynak etmeğe başladılar. Hatta onlar dünyadaki herhangi bir canlı varlığa benzemeyen yaşam şekilleri “yaratmaya” koyuldular.
Araştırmalarının bu noktasında bilim adamları bir taraftan da “Faust’ı” andıran bir araştırmacı heyecanı ile kendilerini nereye doğru ittiklerini düşünmeye başladılar. “Biyologlar istemeden büyük ve korkunç bir kudretin biricik hakimleri oldular”. KaliforniyalI biyolog Robert Sins- heimer böyle diyordu, “biz yeni yaşam yaratmak üzereydik. Bütün yöntemler gerçekten elimizdeydi”.
“Jenetik manipülasyon yeteneğine sahip olan biyologlar, fizikçilerin bir vakitler atomu parçalamak üzere bulundukları aynı eşiğin üzerinde bulunuyorlar”, Amerikan eyaletlerinden Massac- husetts’in valisi MichaHis Dubakes böyle diyor ve şu uyarıcı sözlerini de ekliyordu: “Ruh tüpten kaçtı”.
Bu oldukça son saatte (Sinsheimer) Mayıs 1975’te 17 memleketten yuvarlak 140 bilim adamı özel bir konferansta toplandılar. Jen-transplan- tasyonu fikrini körükleyenler kendi kundakladıkları yangını tekrar söndürmeği kabul ettiler. Çoğu çalışmalar sürecekti, fakat yalnız en ciddi korunma önlemleri altında. Bu belli bazı deneylere, sari hastalıklara neden olan kanser virüsleri ve organizmaları için araştırmalara, kırmızı ışık gösterilmesi demekti. O zamanki laboratuvarlar böyle yüksek rizikolu deneyler için yeter derecede güvenli değildiler.
Kendi kendine verilen bu gerileme kararı politikacıları da ön plana çıkardı. Kamuya açık konuşmalarda çabuk ateş alıcı teknoloji açıklandı. Deneylerin yapılmasında dikkat edilecek ana ilkeler saptandı ve bütün hayatın ana maddesiyle yapılacak deneyler sınırlandı. Şu anda bununla ilgili yasalar birçok ülkelerde hazırlanmaktadır.
Jen manipülasyonunun o zamandanberi daha yavaş bir tempo ile ele alınmasına rağmen bilim adamları, örneğin bakteriler aracılığı ile insulin üretiminde görüldüğü gibi, yeni yollar açıcı buluşlar yapmayı başarmışlardır. City of Hope araştırmacılarından Rachmiel Levine, iki ilâ beş yıl içinde yeni yönteme göre endüstriyel insülin üretiminin başlayacağını haber vermektedir. Bu haber dünyadaki bütün şeker hastaları ve şeker hastalığına tutulacak olanlar için ömür boyunca ilâçlarını sağlama garantisi vermiş olacaktır.
Bugüne kadar şeker hastaları hayvansal kökenli insülinle yetinmek zorundaydılar, bu da kesilen sığır ve domuzların pankreaş guddelerinden her seferinde çok sınırlı ölçüde elde edilmekteydi. Yüksek derecede arıtılan bu sıvı şeker hastalarına günde birkez yapılan iğne ile verilmektedir. Bugün Federal Almanya’da yalnız yaklaşık bir milyon şeker hastası vardır. Hayvansal insülin kimyasal bakımdan insansal insülinin tamamiyle aynı olmadığından, bazı bazı bir dirençle karşılaşılmakta, bu da verilen dozun arttırılmasına neden olmaktadır. Buna ilâveten bir de insülin üretiminde dar bir boğaz ile karşılaşılmaktadır: Şeker hastalarının sayısı gittikçe çoğalmaktadır, oysa kesilen hayvanlardan elde edilen insülin miktarı ise pek fazla arttırılama- maktadır. öte yandan Jen biyologları ilk başarılarını, kendi kendilerine koydukları sıkı sınırlama önlemlerinin bir parça gevşetilmesi için tartışma kanıtı olarak kullanmak istemektedirler. Araştırmacılar o zaman söz konusu ettikleri tehlike kaynaklarının bugün artık ortadan kalkmış olduğundan emindirler. Bu arada onlar yalnız özel yetiştirilmiş bir E-coli bakterisi ile manipülasyon yapmaktadırlar, bu bakteri sırf laboratuvarda yaşayabilmektedir. Herhangi başka bir çevrede, örneğin insan bağırsağında muhtemelen ona kanalize edilmiş bir hastalık jeni ile beraber derhal ölmektedir.
Aynı zamanda Jen mühendislerinin ellerini bağlayan araştırma zincirlerinin de derhal tekrar üzerlerinden alınması pek kolay olmayacaktır. Zira yıllarca önce insanlığa yalnız cenneti değil, cehennemi de beraber getirebileceklerinden bahsederken, insanları uyaran sözleri fazlasiyle inandırıcı olmuştu. Açıklayıcı bütün deneylere ve hayret verici başarılara rağmen, kamuoyunda birkaç yüz bilim adamının milyonlarca yıl süregelmiş olan evrimi birkaç yıl içinde yok edebilmeleri olasılığı o kadar derin korku kökleri sarmıştır ki bunların koparılması pek kolay olmayacaktır. STERN’den
j sviçreli Werner Arber ile Amerikalı Hamilton I Smith ve Daniel Nathans 1978 Nobel Tıp ve Fizyoloji ödülünü kazandılar. Bu ödül kendilerine molekül jenetiğinde parçalayıcı enzimler konusundaki buluşları dolayısiyle verildi. Acaba buluşlarının önemi neydi, araştırmaları sonucunda neler elde ettiler ve ilerisi için ne umabiliriz? Biz işte bu konulara değinmek istiyoruz.
öncülüğünü Mendel’in yaptığı ve yüz yılı aşkın bir süreden beri devam eden araştırmalar canlılarda kalıtımın yani canlının özelliklerinin bir nesilden ötekine geçmesinin sırrının hücre çekirdeğindeki DNA ve onu oluşturan Nükleotid- lerde gizli olduğunu ortaya koymuştur. DNA, “Dezoksiribonükleik Asit” kelimesinin kısaltmasıdır. DNA’yı oluşturan nükleotidler yüksek molekül ağırlıklı bileşiklerdir. Her nükleotid bir fosforik asit, şeker (dezoksiriboz) ve azot bazından teşekkül eder. Azot bazları pürinler (adenin ve guanin) ile pirimidinler (sitozin ve timin) dir. DNA molekülü çift helezon fsarmal) şeklindedir (Şekil 1). Bu çift helezon üzerinde pürin (adenin- guanin) ve pirimidinler (sitozin -»timin) hidrojen zincirleri ile birbirine bağlanmışlardır (Şekil 2). Bunların bağlantı kombinezonu jenetik şifreyi oluşturur (Şekil 3). Jenetik şifreyi dört harflik bir kelime kombinezonuna benzetebiliriz. Bu şifrenin harfleri Adenin, Guanin, Timin ve Sitozin’dir. Bunları kısaca A, B, a ve b şeklinde ifade edersek ortaya 64 kombinezonlu bir jenetik alfabe çıkar (Şekil 4). Bu jenetik alfabe ister virüs, ister bakteri, ister böcek, ister bitki, ister hayvan ister insan olsun bütün canlılar için birdir. Canlıların birbirinden değişik yapı ve özellikler göstermesini sağlayan husus bu kombinezonlardaki çeşitliliktir.
1960 başlarında yukarıda belirttiğimiz jenetik şifre ortaya çıkarılmış bulunuyordu. Ancak her bir canlının jenetik şifresini çözmekte bilim adamlarının karşılaştığı en büyük güçlük DNA helezonu üzerinde yer alan bu nükleotid kombinezonlarında her bir canlının boy, renk, cinsiyet gibi kalıtımsal özelliklerini belirleyen JEN’lerin yerini tesbit etmek ve bunları tek tek ayırarak inceleyebilmek idi. Jenetik kontrolü yani canlıların jenetik özelliklerini değiştirmeyi gerçekleştirmek için önce bu imkâna kavuşmak gerekiyordu. Bu işin öncülüğünü Werner Arber yapmıştır. Werner Arber 1960 başlarında bazı bakterilerin hücrelerine giren virüsleri yok etmek için virüsün
DNA’sını parçalayan bir özel enzim çıkarttıklarını buldu. Hamilton Smith ise 1970’te hemophilus influenzae bakterisinin virüs DNA’sını bir cerrah bıçağı gibi tam JEN boğumlarından parçaladığını keşfetti. O zamandan beri bakterilerin çıkarttığı bu çeşit yüz kadar enzim bulunmuştur. Nathans, Smith’in bulduğu enzimi kullanarak maymun kanser virüsü SV 40’ı onbir jenetik faktöre ayırmayı başardı. Bundan sonra bu parçalayıcı enzimleri kullanan bilim adamları virüs ve bakterilerin JEN’lerini ayırmağa, incelemeye hattâ değiştirmeye muvaffak oldular. Strasburg’ta Pierre Charbon yönetimindeki bir araştırma ekibi barsak paraziti olan kolibasilin bir JEN’ini değiştirerek ona bir beyin hormonu olan somastatin’i imal ettirmeyi başardı. Daha sonra Paris ve Strasburg üniversitesi araştırma ekipleri 1978 eylülünde aynı bakteriye sentetik enzülin yaptırmaya muvaffak oldular. Bu işlemleri gerçekleştirmek için iki teknik kullanılmıştır. Bunlardan birincisi DNA’ya bir JEN eklemek (Şekil 5), İkincisi zararlı bir JEN’i DNA’dan çıkararak yerine faydalı bir JEN yerleştirmektir (Şekil 6).
Jenetik araştırmalar bize geniş ufuklar açmaktadır. Zararlı mikropları insana yararlı hale getirmek, hattâ onlara zorlukla sağlanan ilâç ve besin maddelerini yaptırmak artık gerçekleşiyor. İleride daha yüksek yapılı hayvan ve bitkilere iyi jenetik özellikler ekleyerek onları insana daha yararlı bir hale getirmek mümkün olacak, insanlardaki kalıtımsal hastalık ve aksaklıklar da jenetik kontrol ile giderilebilecektir. Ancak bütün dünyadaki bilim adamları bu araştırmaların ileride alacağı yönden korktuklarını belirtmektedirler. Onlajı korkutan şudur: Eğer bir gün jenetik kontrol laboratuarları bir diktatörün eline geçerse ve diktatör laboratuarda kendisine körü körüne sâdık, “Yaşasın yüce diktatörümüz! Onun düşmanlarını yok edeceğiz!” diye bağırarak diğer milletlerin üstüne saldıran bir insan nesli yetiştirirse, dünyanın sonu nereye varacaktır? Okuyucularımı teskin etmek için şunu söyleyelim: Daha
Şekil: 6.i ► Değişecek Jen | ||
Ji | ■P | |
jp | JE® | ||
Yapışıcı uç*—1 |
. | |
dF | ||
« » I |
İlil | Lr |
ît; |
||
JP I |
||
Değiştirme yoluyla Jen ilâvesi |
henüz en düşük yapılı canlıların jenetiği üzerinde oynayabiliyoruz. İnsan DNA’sının yapısı ise çok daha karmaşıktır. Onu çözünceye kadar uzun yıllar geçecektir. Bu gerçekleştiği gün dünya yüzünde iyiliğin hâkim olacağını ve jenetik laboratuarlarının insanın barış ve mutluluğunu isteyenlerin elinde bulunacağını umalım!
FAYDALANILAN KAYNAKLAR:
James D. Watson: The Double Helix, Great Britain 1968.
I. Asimov: The Wellsprings of Life, New York 1960. Bilim ve Yaşam Ansiklopedisi: Cilt I, Sh. 228 – 230, 262 – 263.
Time: 23 Ekim 1978 sayısı, Sh. 52.
Science et Avenir: Le Prix Nobel, Kasim 1978, Sh. 6.