Güneş Isısından Faydalanmak Konusundaki Gelişimler

Güneş Isısından Faydalanmak Konusundaki Gelişimler

Birçok daha başka güneş ısı gelişimleri de resim masasında birçok yollardan ilerlemektedir­ler. PGG Industries’in güneş çatı kolektör hücreleri doğrudan doğruya laboratuvardan 270 m2‘lik 4 yatak odalı bir evde denenmeğe başlan­mıştır. Eğer kolektör hücreleri beklendiği gibi işlerlerse, güneş ev ısıtma sistemlerine bir bileşik ve aile sıcak su sistemlerine bir ek olarak kullanılacaktır. Minnesota Üniversitesi Mimarlık Bölümü Pane şehrinde 3 katlı eski ve güç ısınır bir evi deneylerinde kullanmak üzere satın al­mıştır. Evin arka tarafı (güneyi) solar kolektör- lerle sırlandı; ön kısmı eskisi gibi bırakıldı, yanın­daki komşu evlerle olan ortak görünüşü bozul­masın diye.

Florida Üniversitesi de çatısı solar kolektör- lerle kaplı olan bir evde denemeler yapmaktadır. Delaware Üniversitesinin araştırması ise halen uygulanmakta olan programların en iddialısıdır, tamamiyle değişik bir prensip üzerinde çalışmak­tadır. Burada dama konmuş cadmium sulfid solar hücrelerden, güneş enerjisini doğrudan doğruya elektrik akımına dönüştürmek için, faydalanıl­maktadır.

Federal Hükümetin teşvik ve yardımiyle 20 evlik bir Kolonide kısmen güneş ışınından fayda­lanılarak ısı ihtiyacının sağlandığı bir sistem New Haven yakınlarında denenmektedir ki bu bu türden ilk çok aileli bir denemedir.

Güneş ısı araştırmaları eve yaklaştığı halde ev sahipleri ondan daha pek fazla faydalanamamak­tadır. İşte yukarıda açıkladığımız arka bahçe güneş fırını bu konuda şimdiden iyi bir başlangıç getirmektedir.

POPULAR MECHANICS’den

 

982 yılında, Güneş sistemimizdeki dokuz gezegen, güneşin ayni yanında, ayni doğrul­tuda dizilecekler; bu, her 179 yılda bir yeralan bir olay. John Gribben ve Stephan Plagemann adında iki genç astrolog, ender rastlanan bu olay sonucu güneşte karışıklıklar ve dolayısıyle dün­yanın ekseni etrafında dönüş hızının yavaşlama­sının beklendiğini söylüyor; Sonuç : 1982’de Kaliforniya’da, 1906 San Fransisco depreminden daha korkunç bir deprem olacağı. Bu yazı, bu iki astrologun “The Jupiter Effect” adlı kitabından alınmıştır.

1972 sonlarında, Kolorado Üniversitesinden Profesör K.D. Wood, bilimsel ‘Nature’ dergisin­de, güneş sistemindeki gezegenlerden çoğunun güneşi, özellikle ardarda gelen onbir yıllık güneş lekeleri devrelerinde güneş lekelerinin yoğunlu­ğunu nasıl etkiledikleri hakkındaki raporunu yayınladı. Prof. Wood bu incelemesine Merkür’ü katmamıştı, çünkü o onbir yıllık güneş devrele­rini etkileyen uzun süreli etkileri inceliyordu. Merkür’e bağlı üç aylık bir sapma sadece her devrenin kendi içindeki faaliyeti etkileyecek, onbir veya daha uzun yıl boyunca yeralan ortalama güneş lekeleri faaliyetine etkisi olmaya­caktı. Merkür’ün dışında, güneş üzerine başlıca dalgasal etki Venüs ve Dünya’dan gelir, çünkü bunlar güneşe yakın yörüngelerde hareket eder; bir büyük etki de, güneşe çok uzak olan Jüpiter’dendir. Her gezegenin ortalama etkisi, dünyanın güneş üzerine dalgasal etki birimine uydurulabilir; eğer dalgasal etkinin hacmi bir birim ise, o takdirde Venüs’ünki ortalama 2.13 birim, Jüpiter’inki 2.28 birim ve Merkür’ünki ise, oldukça düşük, 1.1 birimdir.

Dünya ve Venüs birarada bulundukları zaman (yani, güneşin ayni tarafında iken), veya birbirleri ile karşıt durumda iken (yani, herbiri güneşin ayrı yanlarında iken), güneş üzerine ortaklaşa yaptıkları dalgasal etki Jüpiterin şim­diye dek yaptığı en büyük dalgasal etkiden % 50 daha fazladır. Bu üç gezegen ayni sıraya geldikleri zaman üçünün bileşik etkileri güneşin yüzeyinde birleşir. Dünya ve Venüs her 1.8 yılda bir ayni hizada; her 0.8 yılda bir de birbirleri ile karşı karşıya olurlar; bu esnada 0.8 yılda dünya, Jüpiterle bağıntılı olarak, kendi yörüngesinde 264 derece hareket eder. Bu, doğruca gözlemlere dayalı bilgi kırıntıları Prof. Wood’a, gezegenlerin 1972 yılındaki bilinen pozisyonlarından hareket­le, gelecekte yapacakları, veya geçmişte yapmış oldukları, güneş üzerine yerçekimsel dalgasal etkinin derecesini ölçmek imkânını vermiştir.

O   bunu, dalgasal gücü birimler halinde, dünyanın güneşe yaptığı ortalama dalgasal güç birimine kıyasla yapmıştır. Ondan sonra Prof. Wood için, detaylı kayıtların bulunduğu 19. ve 20. asırlardaki dalgasal etkiler ile güneş lekeleri faaliyetlerini karşılaştırmak basit bir işlem olmuş­tur. Güneş lekesi faaliyeti ile bu dalgasal etkiler arasındaki ilişki tamamen her türlü şüphenin ötesindedir.

Ayni şekilde, Avustralya’nın Sidney şehrin­den Dr. E. K. Bigg, Merkürün birbiri ardına gelen yan devrelerini birbiriyle kıyaslıyarak aralarında bir ilişki olup olmadığını, 370 yıllık güneş lekeleri gözlemlerinin ilginç asıl ve talî devrelere bölüne- bileceğini ve böylece gözlem için seçilen devrenin herhangi bir fiziksel özelliği olup olmadığını incelemiştir. Bununla, güneş lekesi sayısının kabataslak her 170 ilâ 180 yılda bir aynen tekrarlandığı görülmüştür : yani, 1923’den 1934’e olan güneş sistemi devresi 1755’den 1766’ya olanla çakıştırılabilir. Yalnız bu hususu doğru olarak incelemek için yeterli bilgi maalesef yoktur; 1800’den beri böyle uzun bir güneş devresini sadece bir kere gördük. Fakat, bir de 1959 yılında güneşteki büyük alevlenmeyi düşü­nün! Haberci devrenin en zirve noktası 1958’de idi ve o yıl tam 201 güneş lekesi vardı —tablodaki diğer herhangi bir yıldakinden en fazla—. 1788’de yani ayni güneş devresinin 170 yıl öncesinde güneş lekeleri adedi 141 idi —o zamana dek kaydedilen en yüksek rakkam—. 1947 ve 1778’de zirve sırasıyla 152 ve 151 olup, her ikisi de ortalamadan yüksekti ve 1928 ile 1750’de, yani üç devre önce zirveler 78 ve 92 gibi çok daha normaldi. Bu gibi ilişkiler kurarak saatlerce oturup düşünebiliriz. Ya da Prof. Wood’un yaptığından bir adım daha öteye gidebilir, belirli aralıklarla tekrarlayan, gezegen­lerin bir hizaya gelme olayını ayırıp onun üzerinde durabiliriz.

1977 ile 1982 arasında güneş sistemi gezegen­leri alışılmışın dışı bir bir hizaya gelme şeklinde hareketle her gezegen bir diğeri ile güneşin ayni tarafında, yani bütün gezegenler güneşin bir yanında olacaklar. Böylesine diziliş sadece her 179 yılda bir olur, ki bu süre Pluto’nun kendi yörüngesinde dolanım devresi olan 248 yıldan daha azdır. Bunun nedeni, diğer sekiz gezegenin de Plutodan daha hızlı hareket etmeleri ve böylece güneşin etrafını katederek, Plutodan daha önce ayni doğrultuda dizilmeleridir. 1977 den 1982’ye dek her yıl, dünya güneşin etrafında dönerken, Merih’in ötesindeki gezegenlerin, her zamankinden daha fazla bir hizaya geldiklerini göreceğiz, önümüzdeki iki yıl içinde önce Merih sonra Dünya sıradaki yerlerine doğru hareket edecekler, Venüs de onları izleyecektir. Diğer bütün gezegenler sıralanırlarken, en sonuncu

 

olarak küçük Merkür güneşin etrafını dört kere katetmiş olacaktır. Dönüm noktası olan birkaç ay geçtikten sonra, önce Merkür güneşin bir yüzünde, diğer gezegenler de güneşin diğer yüzünde olmak üzere bir olağanüstü karşıtlık; sonra da dokuz gezegenin de güneşin ayni yüzünde olması gibi olağanüstü bir sıraya dizilme gibi iki olay olacaktır.

Güneşin bir yanında, sadece Merkür, Venüs, Dünya ve Jüpiter ayni sıraya dizildiklerinde dahi güneş lekeleri üzerine olan etkinin ne dramatik olduğunu daha önce görmüştük, öyleyse, demin bahsettiğimiz gibi dokuz gezegenin biraraya gelmesinin nasıl büyük etki doğuracağı çok doğal değil mi? Bazı astrologlar böylesine büyük sıralanmaları yeni bir devrin başlangıcı olarak işaretlerler: Jüpiter, Mars ile hizaya gelip, Ay da Zodiak’ın yedinci halkasında iken “Kova Burcu” çağı başlar; bu bildiğimize göre sulh ve sevgi çağıdır. Bu çağ ayni zamanda, sismoloji gerçek bir ilim olalıberi, evrende, eşine rastlanmamış bir deprem dalgasına da işarettir.

Böylece, Profesör VVood’un kehaneti doğru çıkacak ve güneş lekeleri 1982 başlarında en yüksek sayıya ulaşacaktır. Eğer, Profesör VVood’un incelemesinde ihmal edilmiş olan, gezegenlerin dalgasal etkileri, hesaba katılsa bile bu pek birşey ifade etmeyecektir. Venüs, Dünya ve Jüpiterin bileşik etkileri bile yeterli güneş lekeleri artması yaparken, dokuz gezegenin biraraya gelmesi gibi büyük bir diziliş’te ne olacağı ortadadır.

  1. Dünya Savaşından sonra, radyo komüni­kasyon çalışmaları yeni bir devreye girdi. Güneşin, radyokomünikasyonunu bozucu etken olduğu bilinirdi —şimdi bunun, güneş partikülle- rinin yerin magnetosfer tabakasına etkisi nede­niyle olduğunu artık biliyoruz—. Radyo mühen­dislerinden çoğu “radyo – meteoroloji raporu”nu, önceden bilmek ile ilgilenmeğe başladılar; diğer bir deyişle, güneş etkenliğini önceden bilmeği, böylece radyo komünikasyonunun ne zaman güçleşeceğini bilebilmeği arzulamaktadır. Yıldız­larla uğraşan bilginlerden ayrı çalışan bu mühen­disler problemi tamamen ayrı bir yoldan çözdü­ler. Bütün istedikleri, güneşin yeryüzünde radyo sinyallerine etkisini önceden bilecek etkili bir yoldu. Nitekim böyle bir usul de bulmadılar değil, ne var ki, bu, şimdiye dek olan bazı astronomik inançlarla bağdaşamadı; bu nedenle de buldukları yol astronomlar arasında pek de yaygın değildir. Nitekim, RCA Komünikasyon Şirketi, bilim uğruna olmasa bile, ticarî anlayışla, radyo dalgalarını etkileyen nedenleri önceden bilme işine inanmış ve bunu malî yönden destek­lemiştir.

Dr. Nelson ve arkadaşları, gezegenlerin güneş lekeleri üzerine etkilerini isbatlayan delili buldular. Güneşin durgun devresi olan ve çok az güneş lekesi bulunan 1951 ile 1953 yılları arasında gezegenlerin dizilişi ile radyo dalgaları meteorolojisi arasındaki ilişkiyi incelediler: “O” derece sıralanması (gezegenler güneşin ayni tarafında), “90” ve “270” dereceler sıralanmaları (gezegenler ile güneş geniş açılı üçgen çizdikleri zaman) ve “180” derece sıralanması’ (gezegenler birbirleri ile karşı karşıya, güneşin zıt yanlarında iken) nın radyo meteorolojisi için belirgin durumlar olduğunu gördüler. Güneşin dokuz uydusundan herhangi üçü yukarıdaki dereceleri yapacak şekilde sıralandıklarında, güneş lekeleri hatta pek az bile olsa (yani güneş lekelerinin zirveye ulaştığı yıllar arasında geçen devreler) radyo dalgalarında karışıklıklar olmaktadır. Radyo dalgalarının en fazla bozulduğu devreler, dokuz gezegenden beş veya altısının ayni zamanda bu açılarda birkaç gün içinde sıralan­masına rastlamaktadır. (Merkür, Venüs, Dünya veya Mars) gibi içdeki gezegenlerden birinin Güneş ve (Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün, Pluto) gibi yavaş hareket eden gezegenlerden bir veya birden fazlası ile geometrik bağlantısı nedeniyle radyo dalgaları en fazla bozulmuştur. Bize göre, bunun en önemli tarafı, Dünyanın Güneşe olan uzaklığının 30 veya 40 katı uzaklıktaki ve Dünyamızdan çok daha küçük Plutonun dahi bu bozulmalarda rol oynaması ve Güneş üzerindeki bir çeşit faaliyetinin, indirekt, dünyamızın iyonesfer tabakasını etkilemesidir.

Biz sadece güneşin dengesinin bozulması ve güneş lekelerinin artması ile ilgiliyiz, zira deprem zembereğinin boşalması için iyonosferin ve atmosferik dolaşımların büyük çapta bozulması gerekir (Radyo dalgalarının yayılmasını bozmak için gerekli olandan çok daha fazla), önemli olanın güneşin üzerine gezegenlerin dalgasal etkileri olduğunu tahmin ettik ve Gezegenlerin sıralanış şekillerinin güneş lekelerini nasıl etkile­diklerini gördük. Fakat bir şey var ki bundan tamamen eminiz: gezegenlerin alışılmışın dışı sıralanışı kaçınılmaz şekilde yaklaşıyor ve bu olay güneşin faaliyetini etkileyecek. Deprem zembe­reğini boşaltacak ipucunu ararken Kaliforni­ya’dan Pluto’ya kadar uzun bir yol katettik, ama nihayet aradığımızı bulmuş gibiyiz.

Şimdi gelişmekte olan güneş devresinin 13 yıl gibi uzun bir devre olduğunu Prof. VVood’un incelemesinden öğrenmiştik. Böylesine uzun bir devre olmasını kararlaştıran en önemli gezegen­lerin dalgasal etkileridir. Böylece, bu devre 1982’de zirveye ulaşacaktır; Prof. Wood’u da aşarak inançla diyebiliriz ki, bu zirve yılı boyunca güneşin faaliyeti gerçekten alışılagel­mişin dışı olacaktır. Bunun nedeni, bütün gezegenler 1982’de olacak üstün sıralanmaya yaklaşırken birbirleri ile olan diğer biraraya gelişlerdir. Nelson’un çalışmalarından da gördü­ğümüz gibi, hatta Pluto bile böyle bir zamanda güneşi etkilemekte küçük de olsa rol oynamak­tadır. Mamafih asıl etkiler, dalgasal etkileri olanların, özellikle büyük etkili Jüpiter’in, Satürn, Neptün ve Uranüs’ündür. Jüpiter 1982’nin başlarında Mars ile hizaya geldiğinde güneşin faaliyeti son haddine varmış olacaktır; yüklü partiküller yeryüzü dahil, gezegenleri aşarak sel gibi akacak ve bütün iklim şekillerini etkileye­cektir.

Nihayet, zincirin son halkası olarak atmosfe­rin kitle halinde hareketleri jeolojik olarak durulmamış bölgelerin harekete geçmesini uya­racaktır. Arzın, bu işe uygun çevrelerinde, büyük küçük bir sürü deprem olacaktır. Bugün dahi büyük bir baskı altındaki en büyük fay sistemle­rinin uzandığı bir bölge dev bir taşma için halen gecikmiş olup fırsat kollayan Kaliforniya’dır. Durum, bundan önceki son üstün dizilme zamanı olan 1809 ile doğrudan doğruya kıyaslanacak gibi değildir, çünkü o zaman San Andreas Fay’ının ne denli baskı altında kalmış olduğunu bilmiyorduk. Fay boyunca baskının çekilmez olduğu zaman zembereğin boşalması felâkete yol açmaktadır.

Bu kere, Fay’ın harekete geçecek kısmı muh­temelen Los Angeles olacaktır. Bu durumda, en fazla sallanacak kısmın San Francisco bölgesi olması mümkündür. Fay’ın bu her iki bölgesinin ayni zamanda harekete geçmesini düşünmek bile insana korku vermektedir. Herhalde, bu büyük deprem modern zamanın en büyük felâket

habercisi olacaktır.                                           ,

SCIENCE DIGEST’den

Çeviren : Ruhsar KANSU

Kısa bir süre önce Lübnanlı polis yetkilileri,

&            % Beyrut Havaalanında biri Ingiliz, diğeri Lübnan asıllı yolcuların valizlerinde 25 kg. esrar bulmuşlar ve alman ifadelere dayanarak, kaçak­çılığın üçlü bir çete tarafından yürütüldüğünü saptayabilmişlerdi. Çetenin üçüncü üyesi gümrük yetkililerince tutuklanamadan Batı Avrupa’ya doğru uçuş yapan uçaklardan birine binerek izini kaybettirmeyi başarabilmişti.

Ancak Lübnan Polis Yetkilileri derhal hare­kete geçerek, kaçmaya yeltenen uçak yolcusu­nun iniş yapmasına meydan vermeden, Avru­pa’nın 23 Enterpol Merkezine telsizle bu konuda duyuruda bulunmuşlardı. Verilen mesajda kulla­nılan “Gidda” kelimesi Enterpol dilinde “çok acil ve önemli” anlamına gelmekte ve bu talimatı alanların hemen harekete geçmelerini sağlamak­tadır.

Böylelikle Kopenhag’a iniş yapan uçaktan inen suçlu kısa sürede tutuklanabilmiş ve ayrıca 13,9 kg. esrar daha ele geçirilmişti. Bu arada kaçırılan esrarı almak üzere alana gelmiş olan Ingiliz uyruklu iki kişiyi de tutuklamak mümkün olmuştu. Ingilizlerin kaldıkları otelde yapılan araştırma, yukarıdakilere ilâveten dört valiz içine saklanmış olan 24,3 kg.’lık esrarın daha bulunma­sına yol açmıştı.

Bu olaydan sonra araştırma ve soruşturmalar biraz daha derinleştirilmişti. Her iki aracının fotoğrafları ile parmak izlerinin Beyrut ve Londra Emniyet Merkez Bürolarına gönderilmesi ve gerekli duyuruların yapılması, bu kişilerin yıllar­dan beri aranmakta olan suçlular olduklarının kanıtlanmasına ve diğer suç ortaklarının tutuk­lanmalarına yardımcı olmuştu. Birçok soru ve delillerin değerlendirilmesi, olayın kısa sürede açıklığa kavuşmasına yaramıştı. Beyrut’tan veril­miş olan ve uçaktan çok daha önce ulaşmış mesajın muhakkak ki bunda büyük payı olmuştu.

Suçluyu bulmada uygulanan yeni tekniklerin, bu ve benzeri olayların su yüzüne çıkarılmasında çok yararlı oldukları bilinen bir gerçektir. Her yıl yaklaşık 40.000’den fazla telsiz, telgraf mesajının alınıp verildiği Enterpol Telsiz Şebekesinin uyguladığı teknik ve yöntemleri, kriminologların (suç bilim uzmanlarının) kullanmakta oldukları oldukça yaygın sayılabilecek klasik birer vasıta olarak kabul etmek yerinde olur. Ancak, bunların yanısıra çok daha kurnazca tatbik edilebilecek yöntemler de mevcuttur.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*