Genel

Elektronik Bilgisayarlar

önleyici Elektronik Bilgisayarlar

Elektronik bilgisayarların kullanılmasıyla ci­nayet ve bazı suçların programlı bir düzeyde önlenmesine olanak sağlanılmıştır. Bu amaçla belirli bölgelerde, belirli zamanlar için suç işlenmesi muhtemel görülen olayların değerlen­dirilmesi yapılmaktadır. Böylelikle, bu bilgiler polis psikologlarına büyük yararlar sağlamakta, herhangi bir cinayet vakasının cereyan edeceği tahmin edilen yerlerin listesi hazırlanmaktadır. Ayrıca hangi saatte işleneceği ile ilgili uyarıda bulunulmaktadır. Bu bilgilere dayanarak gerekli tedbirler alınmakta, ve bu merkezler polis birlikleri tarafından gözaltında bulundurulmak­tadır.

Burada konu ile ilgili bir başka metoddan söz yerinde olur. Bu metodun yardımıyla, tonu değiştirilerek tehdit edici telefon neleri yapanların sesleri kolaylıkla belirle­mektedir. Henüz her yerde uygulanması ün olmayan bu sistem, “ses görüntü i” olarak tanımlanmaktadır. İnsan sesinin t üzerinde görülen karakteristik görüntüsünü, a sonra parmak izi analizinde yapılan karşı- ırmada olduğu gibi, arşivde sınıflandırılmış birçok ses görüntüleri ile kıyaslama olanağı maktadır.

Henüz doğruluk kazanmamış olup, ileride kanıtlanması gereken, ancak kriminal tekniği açısından yararlı ipucu verebilecek deliller arasında insan vücudunun kendine özgü niteliği­nin de faydası olduğu söylenebilir. Bu yöntemin uygulanması için, suçlu sanılan kişinin suni maddeden yapılmış boruların içine yatırılması gerekmektedir. Daha sonra vücuduna doğru soğuk hava akımı verilmektedir. Bu havaya karışan vücudun kokulu maddelerin kimyasal analizlerinin yapılması mümkün olmaktadır. Analiz neticesi ortaya, karakteristik sayılan ve cinâyetin işlendiği odada yapılmış olan koku deney sonuçlan ile kıyaslanabilecek değerler ortaya çıkmaktadır.

Herhangi bir cinayetin bilimin yardımıyla aydınlatılmasına yarayan çok sayıdaki yöntem ve teknikleri sıralarken “Aldatıcı Dedektör”ü unut­mamak gerekir. Bu aletin en yeni modeli Amerika Birleşik Devletlerinde sergilenmiştir. Aldatıcı dedektörler şüpheli görülen kişilerin soruşturma sırasında bedensel ve ruhsal davranışlarını kayde­derek, ilgilinin belirli sorular karşısında herhangi bir tepki gösterip göstermediğini veya yanıldı­ğını, bu tepkinin gösterildiği veya yanılman zamanlarda da bunun derecesini ölçerek ipuçları verebilen aletlerdir. Bu aletlerin kullanılmasıyla, çoğu zaman o kişinin gerçeği mi söylediği, yoksa yalan ifadelerde mi bulunduğunu kanıtlayabil­mek mümkündür.

Aldatıcı dedektörler uzun bir süreden beri kullanılmaktadır. En yeni modellerinde bile eski deney sistemlerinden bazıları uygulanmaktadır. Bu aletlerle örneğin: tansiyon yükseliş ve düşüşleri, solunum derecesi, kalp atışları, vücu­dun terlemesi ve beyin faaliyetleri kaydedilebil- mektedir.

Ancak dedektörlerin verdiği sonuçlar çoğu zaman pek tatminkâr olmamaktadır. Çünkü soruşturması yapılan şüpheli kişiler zaman zaman heyecanlanarak, gerçekten doğruyu söy­lerken bile tereddüde düşebilmektedirler. Böyle­likle dedektör gerçekleri, yalan bilgilermiş gibi vermektedir. Ancak olayla ilgilenenler kaydedi­len öfkeli, heyecanlı ve şüpheli davranışların araştırma süresince üzerinde önemle durulan ve her an başvurulabilen ipuçları olabileceğini bilmektedir Bu husus gözönünde bulundurula­rak Federal Almanya, İsviçre ve Avusturya’da aldatıcı dedektörlerin kullanımı yasaklanmıştır.

Hâlen Amerika Birleşik Devletlerinde herkes tarafından tanınmakta olan parametreyi tamam­layıcı olarak piyasaya sürülmüş olan alet, ses analizatörüdür. Herhangi bir insan sesinde konuşulurken duyulmayan ve en ufak heyecan­lanmalarda ortadan kaybolan uzun dalga ve titreşimlerin bulunduğu bilinmektedir. Şayet soruşturması yapılan kişi yalan söylüyorsa, o kişideki titreşimlerin yokluğu bunu kanıtlayabile­cektir Ancak ses analizatörünün ne derece doğru olup olmadığı henüz bilinmemektedir. Çünkü soruşturması yapılan kişinin heyecanlı ve endişeli oluşu sonuca etken olmaktadır.

Yukarıda sözünü ettiğimiz yöntemleri uygu­layacak çeşitli cihazlara sahip bulunan “kriminal (suç bilim) tekniği deyimini Hükümet Kriminoloji Dairesi Müdürü Niggemeyer şöyle tarif etmek­tedir: “Suç bilimi tekniği, herhangi bir cinayet veya suç olayını bilimsel metodların uygulanması ve diğer modern teknik araç ve gereçlerin kullanımı ile elle tutulabilir delil ve izlerin araştı­rılmasına, değerlendirilmelerine ve böylelikle olayın objektif açıdan aydınlatılmasına yarayan bir bilim dalıdır”.

Her türlü teknik araç ve gereçlerle donatılmış geniş laboratuvarlara sahip olan Federal Kriminal Dairesinde çalışan kriminal teknisyenlerinin gö­revleri, olayın neticelenmesine yarayacak delille­rin çeşidi kadar çok yönlüdür. Bu deliller, örneğin: patlayıcı maddeler, bomba kalıntıları, esrar, madenî yağlarla diğer yağlı cisimler, ilâçlar, sunî maddeler, kozmetik eşyalarla ben­zeri teknik mamûller olabilmektedir. Kriminal Dairenin Merkezi Kimya Laboratuvarı yukarıda sözünü ettiğimiz delillerin analiz ve incelene­bilmesi için en modern teknik cihazlarla donatıl­mıştır. Örneğin: Bunlar arasında Ultraviyole ve enfraruj – spektografi, kütle spektrometresi ve gaz kromatografisi bulunmaktadır.

Kütle spektrometresi ile çeşitli ağırlıktaki iyon parçacıkları dikey duran mıknatıslı alanda birbirlerinden ayırt edilebilirler. Caz kromatog- rafisine bağlı olarak çalışabilen cihaz aynı zamanda sonuçlan anında kaydederek kütle spektrum kütüphanesinden de yararlanarak de­ğerlendirilebilen bir elektronik beyin ile irtibat halindedir. Bu araç ve gereçler sayesinde kullanılan uyuşturucu ve patlayıcı maddeler,

 

ilâçlar, sunî maddelerle benzer cisimlerin çok kısa bir zamanda yapısal analizleri yapılmakta ve böylelikle olayla ilgili deliller kesinlik kazanabil­mektedir.

Suç karşısında bilimsel katkısı bakımından elektron mikroskobun payı çok büyüktür. Eğer analiz edilen cisimlerin ışık dalgalarının uzunlu­ğuna bağlı kalarak belirli bir büyüklüğü aştığı görülecek olursa, o zaman cismi asgari 1500 kere büyütebilen normal ışık mikroskobu yeterli gelmemektedir. Transmisyon elektron mikrosko­bun (yaklaşık 160.000 kereye yakın büyütmekte­dir) büyütme kapasitesi oldukça yüksek olmakla beraber, ters düşen tarafı deneylerin ışıklandırı­larak yapılmasının gerektiğidir.

Buna karşın elektron mikroskobun üstün sayabileceğimiz iki özelliği vardır: Bunlardan biri ışık Mikroskobundan yaklaşık 500 kere daha keskin oluşu, diğer özellik ise cisimlerin 50.000 kereye kadar büyütebilişidir. Mikroskobun bu başarısı cismin yüzeyinden dizi ışınlarla geçen derin elektron dalgaların sayesinde gerçekleş­mektedir. Elektron mikroskopların kullanımı ile cinayet silâhının, atılan kurşunun, cisimlerin boyalı yüzeylerinin, biyolojik maddelerin, örne­ğin, tohum veya en küçük odun veya deri parçacıklarının, saç tellerinin, toz ve liflerin laboratuvarlarda kısa bir sürede değerlendirilme­leri yapılmaktadır. Sentetik tekstil ipliklerin iç yapısı, bükülme dereceleri ve sertleştirmede kullanılan maddelerin analizleri de ayrıntılı bir biçimde incelenebilmektedir.

Bütün bu araç ve gereçlerle uygulanan modern yöntemler suç bilimcilerine cinayet işleyenlerle, suçlulara karşı açtıkları savaşta yardımcı olmaktadır. Klasik bir suç delili olarak bilinen parmak izinin günümüzde eskiden oldu­ğundan çok daha zor koşullar altında tespit edilebildiğini söylemeye gerek bile duyulmamak­tadır. Bu izlerin organik bir madde olan “Ninhydrin”nin kullanılmasıyla en ufak bir eser kalmamacasına yokedilmesi mümkün olmak­tadır.

Kriminal polislerin örmüş oldukları ağların boşlukları her geçen gün biraz daha doldurul­maktadır. Böylelikle suç işlemeye veya cinayete yeltenenlerin herhangi bir iz bırakmadan çalış­maları gittikçe zorlaşmaktadır. Bunun bir başka nedenini de, suçlunun her türlü becerisine rağmen, çok mütevazi teknik imkânlara sahip oluşu ve hiç bir zaman kriminal polis teşkilâtının emrinde bulunan araç, gereç ve güçle rekabet etme olanağının bulunmayışına bağlamak yerin­de olur.

BILD DER WISSENSCHAFT’tan Çeviren : Dr. Ülkü UYSAL

 

erkes dans ederek eğlenirken ben bir kenarda tek başıma oturuyor, herkesin bana baktığını ve acıdığını düşünüyordum. Bu korkunç dans sona erene değin bütün gece ayakkabılarıma bakmaya devam ettim.” diyordu bir genç kız.

Bu devamlı söylenen en eski öykülerden biri olsa gerek. İki büyük üniversite ve bir lisede 800’ü aşkın öğrenci üzerinde yaptığımız araştırmada, bunların % 40’ından fazlası kendilerini utangaç olarak nitelendirdi. Bu rakam gösteriyor ki, ne kadar acı verici olursa olsun utangaçlık normal yaşamın bir parçasıdır. Ümit ederiz yalnızca bu gerçeğin farkrna varmak kendilerinin garip olduğunu düşünen milyonlarca utangaç insanın üzerindeki yükü biraz olsun hafifletecektir.

İnsanların çoğu utangaçlığı kişisel bir prob­lem olarak düşünürler ve utangaçlığın sonuçlarını şu şekilde sıralarlar:

  1. Yeni insanlarla tanışmada, yeni arkadaşlar edinmede sosyal problemler,
  2. Depresyon, tecrit (isolation) ve yalnızlık gibi olumsuz duygusal ilişkiler,
  3. Karar vermede ve düşüncelerini açıklamada zorluk,
  4. Kişinin gerçek değerlerini ortaya koyamaması,
    1. Kişinin diğer insanları yalnış değerlendirmesi, örneğin: Utangaç biri diğerlerini sıkıcı, dostluktan uzak, gösterişe düşkün, zayıf olarak düşünebilir.
    2. Açık olarak düşünmede, insanların yanında rahatça konuşmada eksiklik,
    3. Kişinin kendi davranışlarıyla aşırı ilgilenmesi, meşgul olması.

Bu yedi acı sonuç o kadar yaygındır ve kişiyi tedirgin edicidir ki, araştırmamızda utangaç olduğunu söyleyen kişilerin yarısından fazlası bu yedi sonucu saymışlar ve problemleri için tıbbî yardımı kullanabileceklerini, hatta eğer olsaydı bir “utangaçlık kliniğine” gidebileceklerini belirt­mişlerdir.

Rekabeti çok tahrik eden, bireysel başarıya çok önem veren egosentrik kültürümüz kişiyi hergün birçok kereler güç durumlara düşürür. Bu durumlarda utangaç kişi yaptığı davranışlarla aşırı ilgilenir, çevresinin değerlerine çok önem verir ve aşırı tepki gösterir.

Hepimizin sosyal ve özel yaşamı vardır. Bazan bu ikisi uyuşabilir. Çünkü düşündüğümü­zü iyi ifade edebilir, istediğimizi yapabilir ve vicdanımızın sesine uyabiliriz. Ancak durum utangaç insan için böyle değildir. Utangaç insanın sosyal davranışları en iyi “hareketsizlik” olarak karakterize edilebilir. Kişisel dünyası ise gergin olup kuruntulu (vehimli) düşünce ve duygularla doludur.

Utangaç insanın sosyal portresi şu şekilde çizilebilir:

özellikle yabancıların ve karşı cinsten kişile­rin varlığında hemen daima sessizdir. Göz göze gelmekten sakınır ve diğer insanlardan kaçar. Çareyi, kitaplara, doğaya ve diğer bazı özel projelere sığınmakta bulur. Faal değildir ve konuştuğu zaman nazik, yumuşak, alçak bir sesle konuşur.

Sosyal ilişkileri böyle olduğundan kişisel dünyasında kendisi ile aşırı derecede meşguldür. Diğer insanların kendisi hakkında ne düşündüğü onu aşırı derecede ilgilendirir ve onların beğeni­lerini kazanmaya çalışır. Kendi davranışlarını değerlendirişi de objektif olmayıp olumsuz yöndedir. Aklı, durumunun hoş olmayışı düşün­cesiyle doludur. Bu durumdan kendisini kurtar­maya tüm dikkatini yöneltmiştir ve dalgındır. Yani dış dünyada hareketsiz görünmekle birlikte iç dünyası büyük bir karışıklık içindedir. Utan­gaçlığın neden çok acı verici olduğunu anlamak artık kolay olsa gerek.

Utangaç ve utangaç olmayan kişilikler arasın­daki temel fark kendini değerlendirmededir. Utangaç olmayan kişiler dış olayların utangaçlığa neden olduğunu, bazı olayların kendilerinde korku ve heyecan uyandırabileceğini düşünürler. Utangaç insan için ise durum tersinedir. Onun için utangaçlığın tek nedeni kendisidir ve bunu kişiliğinin bir parçası olarak kabul eder.

Bu şekilde utangaçlık ya kişisel, anormal, acı veren ya da kişisel olmayan, normal bir olgu olarak düşünülebilir. Tüm farkı yapan yalnız düşüncedir.

Utangaçlığın Tipleri

Hemen herkes utangaçlık duygusunun neye benzediği üzerinde anlaşmasına rağmen onun birtakım farkları da vardır. Bazıları için yalnızca kendi kendini incelemedir, bazıları için ise mahçupluk, çekingenlik ve gösterişsizliktir. Utangaçlığını ve kronik insan korkusunu çekin­genlik ile örtmeye çalışır.

Utangaçlığın birinci grubunu oluşturan kişi­ler, kendilerini eşyalarla, düşüncelerle ve işleriyle uğraştıklarında insanlarla beraber oldukları za­mandan daha rahat hissettikleri için utangaç bir tavrı seçmişlerdir. Bu grup utangaçlığın en hafif derecesini oluşturur. Gerektiği zaman topluluğa katılmaktan veya insanlarla beraber olmaktan fazla rahatsız olmazlar. Ancak yalnız yaşamayı yeğlerler.

İkinci grubu ise yeteri kadar sosyal becerileri ve kendine güveni olmayan kişiler oluşturur. Çabuk sıkılıp utandıklarından insanlara yaklaş­maya isteksizdirler. Utangaçlığın bu tipi bir randevu, bir yardım veya daha iyi hizmet isteyemeyen sosyal olarak uyumsuz kişilerle karakterize edilir.

Diğer bir grupta ise utangaçlık, kişinin hem gardiyan hem de mahkûm rolünü oynadığı hapis şeklini alır. Gardiyan devamlı sınırlayıcı kurallar koyar ve uyulması için zorlar, mahkûm ise koyun gibi bu kurallara uyar. Bu tipte eksik olan kabiliyet veya motivasyon değildir. Problem kişinin kendi başına hareket etme hürriyetini sınırlayan kurallardır.

Başlangıçta yalnızca beceriksizce olan davra­nışlar, bazı şartlarda, kişinin toplum hayatından tamamen çekilmesini ve azap veren yalnız bir hayata sürüklenmesine yol açabilir.

Utangaçlık fazla saygı görmeyen, karşı koyamayan, haklarını savunamayan liderliğe en yaraşır insan oldukları zaman bile lider ölamayan bir çok insanın yaşamında ezici bir güçtür, öğrenciler bize utangaçlığın kişiyi ne kadar güçsüz kıldığını, onun yüzünden işlerini, kazan­dıkları ödülleri nasıl kaybettiklerini anlattılar.

Utangaçlığın çok yönlü tabiatı kişinin iyi özelliklerinin görülmesini de engeller. Konuştu­ğumuz bir çok utangaç öğrenci —ki hepsi fiziksel olarak oldukça çekici, genç, yakışıklı kişilerdi— diğerlerine sıkıcı, dostluktan uzak, soğuk görü­nüyordu. Oysa onlar istedikleri takdirde iyi olumlu ilişkiler kurabilecek her özelliğe sahip­tiler.

öte yandan utangaçlık insanlardan ve bek­lenmeyen durumlardan kaçmada, reddedilme olasılığından kurtulmada uygun bir özür olarak ta kullanılabilir. Herhalde bu yol kişinin kendisini istenmeyen, sevilmeyen, çirkin, çekici olmayan, yalnız biri olarak kabul etmesinden daha iyidir. Belki de utangaçlık kişinin kendini sevdirme taktiği, çevresinin istemlerine karşı oluşan ceva­bıdır. Utangaç olduğunu kabul ederek toplumun olumsuz değerlerine tepki göstermekte, başarı­sızlıktaki kişisel sorumluluktan kaçmakta ve insiyatifi başkalarına vermek istemektedir.

Bir çok utangaç insan utangaçlığı tedavisi olmayan, kronik bir kişisel problem olarak görürler. Biz böyle bir kesin yargıya şüpheyle bakıyoruz. Çeşitli rehberlikler, sosyal beceri ve karar verme üzerinde pratikler (Dale Carnegie kursları bile olabilir) (*) kendilerini utangaç olarak kabul eden kişilerin kendilerine güvenini artırabilir, moralini yükseltebilir. Hatta tek başına, utangaçlığın ne kadar yaygın olduğunun bilinmesi de kişilere yardımcı olabilir. Biz bunu araştırmamızda gördük.

En etkin tedavi yolu ne olursa olsun, utan­gaçlığın kesinlikle kişisel bir problem olmadığına inanıyoruz. O gerçekte toplumsal bir problemdir. Bazı sosyal ve kültürel değerler kişinin kendisini utangaçlığın kurtulunması çok güç görünen nahoş durumu içine hapsetmesine ve daha önce bahsettiğimiz duyarlılıkla kendilerine işkence etmesine yol açar.

Bu sosyal değerler zamana ve yere bağlı olarak değişiklik gösterir, örneğin bir zamanlar kadınların çok utangaç olması istenirdi. Bir kızlar okulunun müdüresi öğrencilerine şu öğüdü veriyordu: “Gösterişsiz olarak gösterişli olun”. Eğer Amerikan ve Avrupa edebiyatına göz atarsak kadınların utangaç olduğunu görürüz. Zaman değişti. Gözlemimiz, artık kadınların erkeklerden daha fazla utangaç olmadığını göstermektedir. Gözlemimizde ayrıca Yahudi öğrenciler arasında utangaçlık oranının Protestan ve Katoliklere göre oldukça az olduğunu saptadık.

İlerde bu kültürel – dinsel farkın temel nedenini araştıracağız. Ancak şu anda onun öneminden eminiz. Kültürel karşılaştırma bize doğu ülkelerinde utangaçlığın Amerikalılar ara­sında olduğundan çok daha fazla olduğunu göstermektedir. Japon öğrenciler utangaçlığın bir çok olumlu sonucundan bahsettiler. Japonlar için utangaçlık mütevazi ve ilgi çekici bir görünüm yaratır, kişiyi akıllı, tedbirli, kendini tetkik
edebilen biri olarak gösterir. Bu yolla arkadaşlık­ları kolaylaştırır.

Bu karşılaştırma kültürel değerlerin ne kadar önemli olduğunu açıkça ortaya koyuyor, öyle sanıyoruz ki, Amerika’daki utangaçlık, başarısız­lıkta kişisel sorumluluğa büyük pay ayıran, kişisel başarıya fazla önem veren, rekabeti çok kışkırtan (tahrik eden) kültürel değerlerin bir sonucudur.

Çocuğun sosyalleşmesinde en büyük rolü oynayan ana ve babalar da çocuklarını bireysel başarıyı ve kişi değerinin ana ölçüsü olarak sosyal beğeniyi öğreterek çocuklarının utangaç olmala­rına yol açmaktadırlar. Böylece utangaçlığın en etkin tedavi yolu, kültürel değerlerin önemini anlayıp bunları değiştirmek olmaktadır.

Çinliler son yıllarda utangaçlığı bertaraf etmekte büyük başarı göstermişlerdir. Amerikan psikologlarından oluşan bir delegasyonun Çin Halk Cumhuriyetine son zamanlarda yaptığı bir ziyaretten sonra, Stanford’dan Eleanor Maccoby ve Cornell’den Urie Bronfenbrenner ayrı ayrı, gözledikleri binlerce çocuk arasında utangaç birini gördüklerini hatırlamadıklarını söylediler. Bir çok oturumda psikologlar tam bir intizam ve çok aktif, gürültülü, yıkıcı olmayan ödevlere tam konsantre olan çocuklar gözlediler. Burada delegasyon başkanı WILLIAM KESSEN çocukların yumuşak başlılığının aczden gelmediğini söyledi ve şunu ilâve etti: “Gördüğümüz Çinli çocuklar sosyal olarak cana yakın ve becerikli idiler”.

Biz Amerika’daki utangaçlığı yok etmek için tam bir devrimi önermek istemiyoruz. Biz Çin örneğiyle utanmanın sosyal programlamanın kökeni olduğunu göstermek istiyoruz. Kültürel değerlerin nasıl kişisel zindanlar yarattığını belirtmek istiyoruz.

B

ir Brodvvay komedyeni kâbus görmüştü: rüyasında, kalabalık bir tiyatroda hikâyeler anlatıyor, şarkılar söylüyordu. Binlerce kişi onu seyrediyordu, fakat ne gülen vardı, ne de alkışlayan. Komedyen, “Haftada 100.000 $ da verseler bu bir cehennem hayatı olurdu” diyor.

Alkış özlemi olan sadece aktör değildir. Övgü ve özendirmeden yoksun herhangi bir kimse kendine olan güvenini kaybedebilir. Bu nedenle, çift yönlü bir gereksinme içindeyiz: övülmek ve nasıl övüleceğini bilmek. Kompliman yapmanın bir tekniği vardır; usulünce yapmak gerekir. Çok belirgin bir beceriden dolayı kişinin övülüşü gerçek bir kompliman sayılmaz. Akıl ve buluşla­rınızdan yararlanın. Birgün hoşsohbet bir kadın, bir iş adamına, “Bu gece yaptığınız çok etkileyici bir konuşmaydı. Ne kadar iyi bir avukat olabile­ceğinizi düşünmekten kendimi alamadım” der. Tüccar bu beklenmedik övgü karşısında bir okul çocuğu gibi kızarır.

Hiç kimse övgü karşısında duygusuz kala­maz. Yale’e yeni gelmiş İngiliz Profesör, YVilliam Lyon Phelps, şöyle bir olay anlattı: “Sıcak bir yaz günü öğle yemeği için istasyon lokantasına gitmiştim. Garson menüyü getirdiği zaman, ‘Mutfaktaki çocuklar bugünkü sıcaktan çok sıkıntı çekiyorlardır muhakkak,’ dedim. Garson hayretle yüzüme baktı ve ‘Buraya gelenler ya yemeği beğenmezler, ya servisi kötülerler veya sıcaktan bunaldıklarını söylerler. Ondokuz yıl- danberi, arkadaki mutfakta çalışan ahçılar hak­kında tatlı bir çift söz söyleyen tek insan sizsiniz’ dedi”. Phelps, “İnsanların istedikleri insanca dikkate alınıp ilgilenilmek” diye sözlerini tamam­ladı. Bu ilgide samimiyet esastır. Yorucu bir işgününün sonunda evine dönerken pencerede kendisini bekleyip gözleyen çocuklarının yüzle­rini gören babayı bir huzur kaplayacaktır.

İnsandaki övgü arzusunun kavranması, övgü­deki samimiyet, övgüye lâyık bir kişi olabilmek için kişinin kendi kendisini eğitmesi gibi basit prensipler, günlük ilişkilerdeki iğneleyici yönlerin silinmesine yardım eder. Kadınlar bu konuda içgüdü sahibidirler; hayata bakarlar ve kalblerin- den geldiğince konuşurlar. 23 Şubat’taki düğü­nünden sonra damat, “Evlenme yıldönümlerimizi hiç unutmayacağım; Washington’un doğum gü­nünün hemen ertesi günü” derken, gelin, “Ben de Washington’un doğum gününü hiç unutmayaca­ğım. Evlenme günümüzden bir gün önce” der.

Özellikle çocuklar övgü açlığı içindedirler. Çocukluktaki övgü yoksunluğu karakter gelişi­mini tehlikeye sokabilir; hatta ömür boyu sürecek bir huzursuzluğa neden olabilir. Genç bir anne üzücü bir olay anlattı. “Küçük kızım çoğun­lukla yaramazlık yaptığı için onu hep azarlamak zorunda kalırdınv fakat birgün özellikle çok iyi bir çocuk olmuştu; azarlanmasını gerektirecek tek bir davranışta dahi bulunmamıştı. O gece onu yatağa yatırdıktan sonra aşağı inerken hıçkırdı­ğını duydum. Geri döndüğümde, başını yastığa gömülü buldum. Hıçkırıklar arasında, “Ben bugün cici bir kız değil miydim?” diye sordu. Anne, “Bu soru kalbime adeta bıçak gibi saplan­dı. Yalnış bir hareket yaptığı zaman düzeltmekte hiç gecikmiyordum, fakat iyi davranma gayretini hiç farketmemiştim bile, övücü bir tek söz söylemeden yatağına yatırmıştım” dedi.

Tatlı bir söz söyleme prensibi her türlü kişisel ilişkide etkilidir. Baltimore’da geçen çocukluğum sırasında, semtimizde, yeni bir eczane açılmıştı. Emektar, becerikli eczacımız yaşlı Pyke Barlow, bu işe çok kızmıştı. Genç rakibini ucuz ilâçlar satmakla ve ilâç hazırlamada tecrübesizlikle suçladı. En sonunda, bu işe çok üzülen yeni eczacı, iftira davası açma düşüncesiyle Thomas G. Hays adlı bir avukata gider. Hays, “Dava konusu yapma, iyilikle karşılık ver” diye nasihat eder. Ertesi gün, gelen müşteriler rakibinin hücumlarından bahsedince, yeni eczacı onlara ortada muhakkak bir yalnışlık olduğunu söyler. “Pyke Barlow, bu şehrin en iyi eczacılarındandır. Hazırlanacak acil ilâçları gece gündüz günün her saatinde hazırlar. Bu konudaki dikkati hepimize örnek olmuştur. Bu gelişen semtte ona da, bana da yeterince yer var. Onun eczanesini kendime örnek alıyorum” der.

Komplimanlar, dedikodu rüzgârında, skan­dal lar kadar süratli yayıldığından yaşlı adam bu sözleri hemen duyar ve yüzyüze gelip bazı faydalı tavsiyelerde bulunmak için can atmaya başlar. Düşmanlık, samimî ve gerçek övgü tarafından ortadan silinmiş olur.

İnsanların bir arada oldukları heryerde dü­şünce gereklidir. Bir grup tartışmasında, anlayışlı bir kimse, diğerlerinin tartışmanın bir parçası olduklarını hissetmelerine yardımcı olur. Bir dost, Başbakan Arthur James Balfour’un ziyaret­lerdeki ev sahipliğinden övgüyle bahsedip dedi ki, “O, mahçup bir insanın-tereddütle söylenmiş bir sözünü ele alır ve içinden umulmayacak sonuçlar çıkararak konuyu öyle bir genişletir ki, sözün sahibi kendisini insanlığa hizmet etmiş bir kişi olarak görmeye başlar. Misafirler, kendileri­nin zannettiklerinden daha üstün olduğuna inanmış olarak yemekten ayrılırlar”.

Çoğumuz, başkalarını mutlu kılacak bazı güzel gerçekleri söylemekten neden sakınırız acaba? “Yaşayana verilen bir tek gül, ölüye verilen tantanalı çelenklerden çok daha kıymet­lidir” sözünü daha sık hatırlasak ne kadar iyi olur. Conway, New Hampshire’daki bir antikacı dük­kânına zarif, yaşlı bir bey gelip mal satardı. Birgün dükkâna gelip gittikten sonra, antikacının karısı, kocasına, bu beyin ziyaretinden ne kadar hoşlandıklarını kendisine söylemiş olmayı istedi­ğinden bahseder. Kocası, “Bir dahaki sefere söyliyelim” der. Ertesi yaz, genç bir kadın gelip kendisini satıcının kızı olarak tanıtır; babasının öldüğünü söyler. Dükkân sahibi, “O günden beri, bir kimse hakkında ne zaman iyi bir şey düşünsem, söylerim. Belki bir daha sefere söyleme fırsatı bulamam” diyor.

Sanatkârlar, başkalarına güzellik sunmaktan nasıl zevk alırlarsa, övgü sanatına sahip kişi de, övgünün, alan kadar verene de haz verdiğini anlayacaktır, övgü, basmakalıplığa sıcaklık ve haz getirir; dünya gürültüsünü güzel bir müziğe çevirir.

Herkes için söylenecek iyi bir şey vardır. Yeter ki söyleyelim.

HOW TO LIVE WITH LIFE’dan Çeviren: Sevgi ÜNAL

 

lice H. bürosuna geldiği zaman sinirli ve kararsızdı. Birkaç hafta önce memleketi olan Texas’ta bir televizyon programı seyretmişti. Bu programda sarışın ve güleç yüzlü bir bayan konuşmacı, kendilerine güveni olmayan ve başkaları ile kolay ilişki kuramayan kişilerden söz ediyordu. Şimdi kendisi de Nevvyork’ta bulunu­yordu ve bu televizyonda seyrettiği bayanla görüşebilirdi. Televizyondaki ilginç konuşmayı yapan Bayan Dorothy Sarnoff, kendine güveni olmayanların kişiliklerini yeniden düzenlemele­rine yardımcı olan “Konuşma Dinamik’i” adın­daki bir teşkilâtın başkanı idi.

Alice ağlamaklı bir sesle, “söylediğim hiçbir şeyi dinlemiyor” diye kocasından kendisine kalan emlâki idare eden yöneticiden yakınıyordu. Dorothy bunun nedenini pek iyi anlamıştı. Alice’nin yüzü cansız görünüyordu, konuşurken sesi monoton ve kayıtsızdı. Sonraları Dorothy ilk görüşmelerini Videoteyp aracılığı ile Alic’e gösterip dinlettiği zaman, bizzat Alice de, kendisinin kararsız, etkisiz ve başarısız halini görmüştü.

Daha sonraki seanslarda Dorothy Alice’i “rol oynama” çalışmalarına başlattı, önce Dorothy, sonra da Alice kendisine korku veren yöneticinin konuşmalarından parçalar oynuyorlardı. Alice bu sırada anladı ki, yöneticinin rolünü oynadığı zaman kendisi de pekâlâ güçlü olabiliyordu. “Şimdi”, dedi Dorothy, “bu güçlü nitelikleri al ve geleceği tehlikede olanın kişiliğine, yani senin kendi kişiliğine koy.” dedi.

Dorothy’nin verdiği talimata uyarak Alice, kısa etekler ve açık renk elbiseler giymeye başladı. Yüzünü kapayan kocaman şapkaları bıraktı. Dorothy ile birlikte çalıştığı yedi saatten sonra Alice yöneticinin karşısına çıkmak ve ne yapılmasını istediğini ona söylemek cesaretini kendisinde görmeye başladı.

Geçen on yıl içinde Dorothy Sarnoff, Alice gibi 19 bin kişinin kendilerine güvenme duygula­rını geliştirdi. Senatörler, büyükelçiler, yönetici­ler, yazarlar, doktorlar, tüccarlar, sekreterler, üniversite öğrencileri, hatta bütünüyle aileler “Konuşma Dinamik’i” kurslarına devam edenleri teşkil ediyorlardı. “Dinamik” sözcüğünden ne kastediyorsunuz? diye Dorothy’ye sorduğum zaman, “kendinden alabileceğin en iyi sonucu almak ve bunu da gitgide daha iyiye doğru götürmek” diye karşılık verdi.

Dorothy’nin bu konudaki olağanüstü yete­neği kaynağını, bizzat kendinin tecrübelerle dolu olan yaşamından almaktadır. Yedi yaşında iken kendisini, çevresinin en çirkin ve ürkek çocuğu olarak görmekte idi.. Fakat şükretmek gerekir ki ona bir öğretmeninin büyük yardımı olmuştur. Dorothy bu öğretmeninin kendisine devamlı olarak “benim birşeyler yapabileceğimi söyler dururdu ve o benim yapabileceğimi söylediği için ben de yaptım.” diyor.

Bundan on yıl önce tiyatroculuk ve şarkıcılık kariyerinde hayli başarılı bir durumda olan Dorothy kocasına “bu konularda epey şeyler yaptım. Şimdi biraz da doğrudan doğruya halka yardımcı olacak bir şeyler yapmak istiyorum.” dedi.

Ne yapacaktı? Bu sorunun karşılığı bir moda dergisinin sahibinden geldi. Bir ziyafette Do­rothy’nin yanındaki sandalyeye oturmuş olan bu zat Dorothy’ye, “bizim hosteslerimizin hepsi çok güzel ve gösterişliler. Ancak konuşmak için bir kez ağızlarını açtılar mı, müşteriler üzerindeki çok olumlu etkilerini bir anda kaybediyorlar.” diye şikâyet etti.

Dorothy’nin cevabı şu oldu: “Buradaki kabahat size aittir. Çünkü onların müşteriyi görünüşleriyle etkilemelerini siz istiyorsunuz. Fakat konuşmaya başladılar mı bu çekiciliklerini kaybediyorlarsa, hosteslerin güzel olmaları ve güzel davranmaları yalnız başına neye yarar? Dergi sahibi bu sözler üzerine, “o halde bu durumu düzeltmek için ne yapmamız gerekir, bu hususta siz birşeyler yapamaz mısınız? diye karşılık verdi.

 

Yirmi dört saat sonra Dorothy, kişileri hem göze, hem de kulağa daha çekici hale getirmek amacı ile, bir seri kurslar düzenlemeye başladı. İlk dersanesini Manhattan’da büyük bir mağa­zada açtı ve derslere başladı. Aldığı sonuçlar olağanüstü idi. Sonra “Konuşma Yaşantınızı Değiştirebilir” adlı ve çok başarılı olan kitabını yazdı ve “Konuşma Dinamiği” adındaki bürosunu açtı. Çok geçmeden buraya toplumun çeşitli çevrelerinden kadın ve erkek bir çokları gelmeye başladı. Şimdi bayan Dorothy Birleşik Ameri­ka’nın Dışişleri Bakanlığında müşavir olarak görev yapmakta ve bu bakanlık ileri gelenleriyle çalışarak bunların, fikirlerini daha etkin bir şekilde ifade etmelerine, temsil görevlerini daha iyi yapmalarına yardım etmekte, iyi söylev verme usullerini ve çeşitli görüşmelerde ne şekilde hareket etmeleri gerektiğini onlara göstermek­tedir.

Dorothy’nin belirttiğine göre bir insanın kişiliğini yeniden düzenlemesi için üç esas kilit noktası vardır. Bunlar da:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir