BAŞKALARINI ANLAMA SANATI

ayatımın en güzel saatlerinden birini seksen yaşına henüz basan bir kadının yanında geçirdim. Yaşamını, kendi payına biraz fazlaca düşmüş olan talihsizlikler içinde çabalayarak sürdürmesine rağmen, Miss Emily, hem kendisi hem dostları için, şimdiye kadar tanıdığım insanlar arasında en fazla mutluluk yaratan kişiydi. Mütevazi evi, yıllarca, dertli insanların barınağı olmuştu. Huzurunun sırrını sorduğumda, “Ona başkalarını yargılama alışkanlığından vazgeçtiğim zaman kavuştum” diye cevap verdi.

insan tabiatının, bu kadar yaygın ve bu kadar kötü bir başka davranışı daha yoktur. Bu insafsızlığı hepimiz, şu veya bu zamanda yapmış; pek çoğumuz da bu davranışa hedef olmuşuzdur. Tanınmış papazlardan biri, “On Emir” içinden ‘Komşunun aleyhinde yalancı şahadette bulunma’ diyen dokuzuncusu hariç, her bir emri bozduklarını itiraf etmeye gelen insanları dinledim. Oysa, içlerinde en sık bozduğumuz emir budur diyor.

Bir arkadaşını hiç aslı yokken suçlayışını nasıl düzeltebileceğini soran komşusuna, Muham-med, köydeki her kapının önüne kaz tüyü koymasını söylemişti. Ertesi gün, “Şimdi git, tüyleri topla” dedi.

Adam, “Bu imkânsız. Rüzgâr bütün gece esti; tüyler uçup etrafa yayılmıştır” diye itiraz etti.

Muhammed, “Tabii,” dedi, “senin komşun aleyhine dikkatsizce söylediğin sözler de öyle”.

Küçük bir şair, “inatçılığı kınar, fakat sebatı hoşgörürüz; ilki komşumuzun, İkincisi ise bizim özelliğimizdir” demiştir. Neden kendi özelliklerimizi parlatır, başkalarınkini karartırız acaba ?

Hazen Werner, komşusunun düzensizliğinden durmadan şikâyet eden bir kadından bahseder. Bir gün, bir arkadaşını heyecanla penceresinin önüne çeken kadın, “ipteki şu çamaşırlara bak, ne kadar kötü yıkanmış,” deyince arkadaşı yumuşak bir sesle, “Bence kirli olan onun çamaşırları değil, senin penceren” diye cevap verir.
Yargılarımızda, şefkatin eksikliği, kınadığımız kişinin davranışlarını oluşturan nedeni bilmememizden ileri gelir.

Şu Çin atasözünü unutmayalım : “Yanlış anlaşılıyor iseniz üzülmeyin, anlayışsız iseniz üzülün”. Diğer insanlarla olan günlük ilişkilerimizde görünenin altındakilere şefkatli gözle bakmayı ihmal ettiğimiz için, sık sık başkalarının adına gölge düşürürüz.

Bir arkadaşım bana, “Kasabamıza üç çocuklu güzel bir dul gelmişti. Birkaç hafta içinde, kasabanın, hakkında en çok konuşulan kadını oldu. Çok güzeldi… Bir sürü erkek onu ziyaret ediyordu… Beceriksiz bir ev kadını idi… Çocukları sokaklarda koşturup duruyor, karınlarını komşularda doyuruyorlardı… Tembeldi, zamanının çoğunu divanda uzanıp kitap okuyarak geçiriyordu. Bir sabah güzel komşumuz postaha-nede yere yığıl iverdi ve çok geçmeden gerçek ortaya çıktı. Amansız bir hastalıkla pençeleşiyor, ev işlerini yapamıyordu, ilâçlar, ağrılarını dindi-remediği zaman, çocuklarını evden uzaklaştırıyordu”. Beni hep mutlu ve neşeli olarak hatırlasınlar; hiç bilmesinler diye sıkıntılı anlarımı yalnız geçirmek istiyorum” diyordu. Erkek ziyaretçileri, eski aile doktorları, emlâkini idare eden avukat ve kocasının erkek kardeşi idi. Hayatının geri kalan aylarında bütün kasaba ona karşı çok iyi davrandı, fakat dedikoducular kendilerini hiç affetmediler.

Acele ile ulaştığımız yargılarımızı şu soruyla etkisiz hale getirebiliriz : Acaba ben, bu insanın karşılaştığı güçlük veya tahriklerle karşılaşsam, onun kadar ve belki de daha fazla kötü olmaz mıyım ? Başkalarını yargılama alışkanlığı çevremizde dürüstlük havası yaratma isteğimizi ortaya çıkarır. Takındığımız tavırla, “Ben, muhakkak ki çok iyiyim; şu herkesde bulduğum kötülüklere bak,” der gibiyizdir. Kendi kendilerini yargıç ilân edenlere, İsa’nın klâsik bir serzenişi vardır, “Aranızda hiç günahı olmayan kişi, bırakın taşı ilk fırlatan olsun”. Üzerinde “ilk” (Devamı Sayfa 48 ’de)

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*