DEĞERLİ TASLAR VE İNSANLAR

DEĞERLİ TASLAR VE İNSANLAR

İnsanlar binlerce yıl, değerli taşların kristal yapılarında ve çarpıcı renklerinde gizli güçler ol­duğuna inanmışlardır. Örneğin; sarı yakutun kalp ve beyni kuvetlendirdiğine, sinirleri yatıştırdığı­na, Turmalin’in kişiyi yaralanmaktan koruduğu­na, elmasın insana güzel konuşma yeteneği ka­zandırdığına inanılırdı. Oysa bu taşların kristal yapıları kadar, çarpıcı renkleri de sihrin değil, ba­sit doğa olaylarının sonucudur. Bu değerli taşlar üzerindeki menekşe ve erguvani renklerden demir mangan ve titan elementleri sorumludur. Çevre­deki radyoaktif kitle veya minerallerden radyas­yon yayılıyorsa, bu renkler daha da çarpıcı bir parlaklık kazanır. Mavi renkli safire demir ve ti­tan metalleri renk verirken, gül renkli kuvars’ta renk maddesi olarak sadece mangan görev yap­maktadır. Kırmızı yakut, rengini kromdan almak­tadır. Yeşil renk, kromun farklı iyonlaşma gös­termesi sonucu ortaya çıkmaktadır. Renk veren bu metalleri içermeyen elmas ve neceftaşı ise say­dam kristaller halindedir.

İnsanoğlunu büyüleyen renklerinin nasıl oluştuğunun öğrenilmesine rağmen, bu taşların önünde hâlâ eğilinmektedir. Fakat eskiye göre bu­günkü amaç oldukça farklıdır.

Eski çağlarda insanlar bu taşları kutsa! bir tanrı veya hayvan şekline benzeterek, onları bü­yülü kabul ederlerdi. Daha sonra gökkuşağında-

 

ki yedi rengin kristal yapıdaki bu taşlarda görül­mesiyle, gezegenler ve taşlar arasında sihirli bir ilişki olduğu iddia edildi. Örneğin kırmızı rengin Mars’la, yeşil rengin Merkür’le ilişkili olduğu ileri sürüldü. “Hindu” felsefesine göre, yeryüzüne bu gezegenlerden gelen kozmik parıltılar, tüm insan­ların varlığına ve yaşantısına etki etmektedir. Oysa kristal yapıda bu yedi rengin parıldaması “priz­madan geçen güneş ışınlarının tayflara ayrılma­sı” şeklinde açıklanabilecek basit bir fizik olayı­dır.

Turkuaz (firuze)’ın kola ve parmağa takıl­dıktan sonra zamanla renk değiştirmesi, bu taş üzerinde peygamber kudreti olduğu şeklinde ina­nışlara yol açmıştır. Oysa bu taş çok gözenekli bir yapıya sahiptir. Ciltte biraz yağ ve asit oldu­ğu zaman, bu maddeler taşın gözeneklerinden içe­riye girerek onun kimyasal yapısını değiştirir. Bu­nun sonucu, taşın yeşil rengi maviye dönüşür. Bu yüzden eller sabunla yıkanmadan önce turkuaz yüzükler parmaktan çıkarılmalıdır.

 

 

 

Buna benzer bir yapı da o pal’da görülür. Opal’in her bakış açısından farklı renkte görün­mesi, Ortaçağ’da bu taşa “şeytan icadı” denil­mesine yol açmıştır. Bu nedenle İngiltere’de Kral Edward VII, bu taşı çevresinden uzaklaştırmış, Rusya ’da ise son Çar, bu taşların taşınmasını ya­saklamıştır. Opal‘e mikroskopta 40 bin kez bü­yütülerek bakıldığında, bunun düzensiz yerleşmiş silikasit küreciklerinden meydana geldiği görülür. Opel’e düşen ışınlar, bu küreciklerde ilgili olarak düzensiz dağılım ve yansımalar yapar. Bu nedenle opal her bakış açısından farklı bir renkte görü­nür.

P.M.’den Çeviren: Aysel YUVACI


 

 

durumdadır. Yerbilimciler, kimberiiti her zaman, “kratonlar”ın yani anakaraların en iyi oturmuş kesimlerinin merkezlerinde aramalıdırlar.

Dolayısı ile, kimberlit taşlarının, yoğun kayaların çok derin kalınlıklarını geçebilmeleri için, olağanüstü kinetik enerjileri bulunduğunu varsaymak gerekir. Gerçekten de hesaplar ya­pılmıştır; ve kimberlit püskürten anlık olaylar için Mach-2 ba­samağında

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*