Ehl-i Sünnet mezhepleri

Ehl-i Sünnet mezhepleri, çeşitli tasavvuf! meşrebler ve bu meyanda hizmet gören kuruluşlar olarak ilâhiyat fakültelerimiz, imam-hatip liselerimiz, Kur’ân-ı Kerim kurslarımızın ve hademe-i hayrat’ın (dini sahada hizmet edenler) gayeleri de bu cümledendir. Bu kuruluşlarımız ne nisbette bu emre imtisâl edebilirlerse, İslâm’ı yaşama ve dava etme şahsiyeti de o nisbette tezâhür eder. Biz bu hususta bu müesseselerimizin tamamına olduğu gibi, ferdî olarak tek başına bu emre imtisâl eden mü’min kardeşlerimize de muvaffakiyetler niyaz ederiz.

Ma’ruf un emredilip, münkerden men edilme prensibinin sebebi:

Beşerin tabiatında gerek iyi, gerekse de kötüye doğru fıtrî bir meyil vardır. Doğru ve faydalı ona gösterilmediği, bu yolda eğitilmediği takdirde kötüyü ve bâtılı tercih etmesi kaçınılmaz olur. Neticede harap olan insanlık isysanda karar kılar. Hakk’ ın karşısında, bâtıl hesabına durmayı vazife telakki eder. Ahlâksızlık çoğalır, adaletsizlikler ve rüşvet revaç bulur; kumar ve içki sevilen, istenilen alışkanlıklar halini alır. Allah’a (c.c.) kul olma zevki ölür, Allah’ın (c.c.) anıldığı topluluklar eleştirilir. İbadet o cemiyette hor görülür, iyilik ve hasenât âdeta unutulur. Dürüstlük ve doğruluk terk edilir, yalan ve riyâ gündemde tutulur. İnsan, Hakk’ın istediği bir kul değil, halkın istediği bir maskot haline getirilir. Bütün bunların neticesinin görüldüğü bir memlekette bozgunculuk çoğalır, milletin vahdeti bozulur. Fertler birbirinden şüphe eder, anaya babaya hizmet ve itaat; büyüğe saygı, küçüğe sevgi diye birşey kalmaz. Böy-lece başı ve sonu belli olmayan bir ‘sürü’ zuhur eder. Evet bu sadece bir ‘sürü’dür, hayvan sürüsü… Bu korkunç akıbeti önleyecek tek kurtuluş simidi İslâm’ı tebliğin ifadesi olan emr-i bi’l-ma’ruf, nehy-i ani’l-münker’dir.

Geçmiş ümmetler bu ulvî vazifeyi bihakkın yerine getirmedikleri için helâk olup gitmişlerdir. Hz. Lut’un (a.s.) kavminde âbid

yerine getirmedikleri için helâk olmaktan kurtulamamışlardır.

Bu hususta âyet-i kerimeler:

“Sizden öyle bir cemaat bulunsun ki, (onlar herkesi) hayra çağırsınlar, iyiliği emretsinler, kötülükten vazgeçirmeğe çalışsınlar. İşte onlar felaha erenlerin tâ kendileridir” 1

“Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz, iyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeğe çalışırsınız…” 2 .

“Onlar, o mü’minlerdir ki, eğer kendilerini yeryüzünde iktidar mevkiine getirirsek namazı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emrederler ve fenalıktan da alıkoyarlar. Bütün işlerin sonu Allah’a dönecektir”3

“Eğer mü’minlerden ikngurup birbiriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltiniz”

“Sizden evvelki devirlerde (insanları) fesattan vazgeçirmeğe çalışacak (onları helâktan kurtaracak) fazilet sahipleri bulunmalı değil miydi?” 5

Bu âyetlerden çıkan netice şudur:

Emr-i bi’l-ma’ruf, nehy-i ani’l-münkerin farz olduğu, âyetlerle mevsuk olur. Ve bu husus farz-ı kifâyedir. Ayrıca Ümmet-i Muhammed’in kurtuluşu için de şarttır. Bir muhitte bu vazifeyi yerine getirenler olursa ancak o beldenin insanları mes’uliyetten kurtulur. Aksi takdirde o beldenin sakinleri Allah (c.c.) indinde sorumlu olurlar. Ve yine ma’ruf u emreden, münker’den nehyeden mü’minler Cenab-ı Hakk’ın indinde hususi bir yer işgal ederler. Allah’ın (c.c.) övgüsüne nail olurlar. Bu zümrenin kurtulmuş bir zümre olduğunda da kesinlik ortaya çıkar.

insanlar olmasına rağmen bu ulvî vazifeyi

Bazı hadis-i şerifler:

Enes ibn-i Mâlik’ten (r.a.), Nebi’nin (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur:

“Sabahleyin veya akşamleyin herhangi bir zamanda Allah (c.c.) yolanda bir kerre cihad için yürüyüş hiç şüphesiz dünyadan ve dünyadaki şeylerin hepsinden hayırlıdır” 6

“Ya ma’ruf’u emr ve münker’den nehyedersiniz, yahut Allahü Teâlâ sizin kötülerinizi size musallat eder. Sonra iyileriniz dua etmeğe kalkışır, fakat duaları kabul olmaz” 7,

“Allahü Teâlâ avamın isyanı ile havassa azap etmez. Ne zaman ki, aralarında isyan açığa çıkar da men’e kadir iken onu men’ etmezlerse o zaman azap umumileşir” 8

İbn-i Abbas (r.a.) diyor ki: Resulü Ekrem’e (s.a.v.) ‘içinde iyiler bulunan bir memleket de helâk olur mu?’ diye sordular. Resulü Ekrem: ‘Evet helâk olur’ buyurdu. Onlar: ‘Nasıl olur?’ diye sorduklarında Resulü Ekrem: ‘İsyana sukut etmeleri ve bu suretle dine ihanette bulunmaları sebebiyle’ buyurdu 9

Bu hadislerden çıkan netice şudur:

Mutlaka ma’rufu emr, münker’den men’, mü’minin vazifesidir. Aksi takdirde Allah’ın vereceği musibete kimse mani olamaz. Mü’minin İslâm’ı sadece yaşaması kâfi gelmeyip, dava etmesi de en mühim vazifelerinden oluyor. O halde ikaz ve irşâd çalışmaları ile fitneye mani olmak, mü’minlerin Sırat-ı Mustakim’den gitmesini temin etmek lâzımdır.

Netice:

Şurası muhakkaktır ki, dinimizin hâmisi, tebliğcisi, mezkur vazifeyi en mükemmel şekilde noksansız olarak yapan

Hatemü’l-Enbiya Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendi-miz’dir. Ondan sonra bu yüce vazifeyi sevgili Ashabı en mükemmel bir şekilde yerine getirmiştir. Tabiîn de bu mukaddes vazifede Sahabeye ulaşmaya gayret etmişlerdir.

İftiharla söyleyebiliriz ki, bu altın nesilden sonra bu vazifeyi en mükemmel şekilde bihakkın yerine getiren ecdadımız olmuştur. Bin yıl bu yüce dine hizmet eden ecdat, Cenab-ı Hakk’ın rahmetine, Peygamberimiz’in de şefâatı-na elbette ki, nail olmuştur. Reva mıdır ki, bin yıl bu mukaddes ve muazzez vazifeyi en mükemmel şekilde yerine getiren ve yüzyıllar boyu Haçlı zihniyetinin ve ordularının karşısında ‘imanlı göğüsleri ile serhat’ olan bu nesil, bu kıymetli hâzineden mahrum kalsın? Elbette hayır… O halde ondan beklenilen, geçmişteki yerini alması ma’ruf u emr, münker’i nehy çalışmaları ile âlemi irşâd etmesi, layık olduğu yerini almasıdır.

Selâm o aziz nesle, topluluğa…

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*