İLİMDEN ASIL MAKSAT

İLİMDEN ASIL MAKSAT
Kur’ân-ı Kerim’de Peygamberimizi ilk hitap, “Oku, seni yaratan Rabbinin adıyla!..” şeklindedir. Bu İlâhî emir, insanların hayata geliş maksatlarını açıkça ortayakoy-maktadır. Bu maksat; insanın ilim ehli olması, buna bağlı olarak da kendini yaratan Rabbini tanımış olmasıdır. Kur’ân-ı Kerim’de ve Peygamberimiz’in hadis-i şeriflerinde ilme ve âlime büyük rütbe ve mevki verildiği açıkça vurgulanmaktadır. Nitekim bir âyeti kerimede Cenâb-ı Hak: “De ki: Alimlerle cahiller hiç bir olur mu?” Bir başka âyette de: “Allah’tan (c.c) tam mânâsıyla ancak âlimler korkar”. Yine: “Kafirler, peygamber değilsin derler. De ki: Benimle sizin aranızda Allah’ın (c.c.) ve kitap ilmine sahip olanın şehadeti kâfidir”. Başka bir âyette. “Levh-i Mahfuz’dan ilme mazhar olan bir zat: ‘Sen gözünü yumup açıncaya kadar ben sana Bel-kıs’ın tahtını getiririm’ dedi” buyurulmaktadır.

Konuyla ilgili hadis-i şeriflere göz atacak olursak:

“Alimler peygamberlerin vârisleridir”.

“Nübüvvet derecesine en yakın kimse ilim ve cilıad ehlidir. İlim sahibi olanlar, halkı peygamber

İcrin gösterdiği İlâhi yola çeker” buyurulmaktadır.

Gerçekten de İslâm, insanların maddî ve mânevî hayatlarını muntazam kurallarla teminat altına aldığı için Müslü-manlar bu sebeple her sahada yenilikler yapmışlardır.

İlimden asıl maksat, insanın kendini ve yaratanını bilmesidir. Nitekim: “Allah’tan kulları içinde ancak âlimler korkar” hükmü de bunu ifade etmektedir. İnsanın hayata geliş sebebini bilmiş olması, hayatı düzgün bir şekilde programlamasına sebep olur. İnsanı hayatta diğer varlıklardan ayıran meziyyet, onun ilim öğrenmeğe ehil olmasıdır. Ne kuvveti, ne bedeni, ne yemesi, ne içmesi ne de cinsî teması insanın üstünlük sebebidir. Zira bu sahalarda hayvan ondan çok daha üstündür. Ancak bilgisi sayesindedir ki, insan diğer varlıkların fevkine çıkar.

İlimler belli başlı şu kısımlara ayrılır: Farz-ı ayn olan ilimler; farz-ı kifaye olan ilimler; mazmun ilimler; mubah ilimler.

İlimlerin en üstünü şüphesiz Tevhid ilmidir. Tevhid ilmi, Allah’ın bilinmesi, tanınması demektir. Nitekim kitabımızda: “Ben, insan ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım” buyurulmakla işin özünün marifet olduğu anlatılmaktadır. Müfessirler bu âyetteki kulluk ve ibadeti, Allah’ı bilmek, O’nu tanımak olarak açıklamışlardır. Bütün bunlar dan çıkan gerçek şudur ki, ilmin faydalı ve verimli olanı, insanları şirkten kurtaran, Allah’a ulaştıran tevhid ilmidir. Havfullah ve muhabbetullah sahibi insanlarda tevhid ilmi tam mânâsıyla marifetullah olur.

Kul, ümmî de olsa bir insan-ı kâmilin terbiyesine girince marifetullah istikametinde eğitime başlamış olur. Tasavvufta buna ‘seyr-i sülük’ denir. Kişi, bu seyr-i süluk’te nefsin her kademesini aşarak geçer. Bu seyahatte yaşanan haller, zahirî bilgilerle açıklanmaya çalışılsa dahi, esasta tamamen hal ilmi olarak nanevi bir haz, feyiz ve muhabbet halinde kişiyi madde âleminden mânâ âlemine taşır. İşte bu haller yaşanırken basiretin ve kalp gözünün açılması, eşyanın

hakikatinin öğretilmesi, bir takım sezişlerin, ilhamların kalbe doğması, kulu marifetullah kapısına götürür. Bundan dolayıdır ki, İslâmî ilimlerin nihai hedefi ve gayesi insanı marifetullaha ulaştırmaktır. Hedef ve gaye belli olunca marifetullahın önemi ve üstünlüğü tartışmasız bir şekilde ortaya çıkar.

İnsanların mezkur hal ile hallenmeleri için, kendi düşünce ve tutumları kâfi değildir. Her yolda olduğu gibi marife tullah yolunda da mutlak bir öğreticiye ihtiyaç vardır. Bu seçkin zevatın vazifesi mâsivâda kalan insanları irşad edip Hakk’a ulaştırmaktır. İnsanların, Hakk’tan kendisine feyiz lütfedilmiş olan bir zat ile bulunmaları, tutum ve davranışlarından istifade etmeleri ve böylece feyizyâb olmaları hem vazifeleri hem de menfaatleri gereğidir. •
l:Buhari/ 2:Buhari/ 3:Lokman,33/ 4:Ahzap,41-45/ 5:A’raf,205/ 6:Mai-de,35/ 7:Nisa,75/ 8:Enâm,90/ 9:Hadid,3/ 10:Bakara,115/ ll:Câsiye,20/ 12:Bakara,27/ 13:Vâkıa,62/ 14:Zâriyât,55/ 15:Hilye, 3-181/ 16:Tâhâ,14/ 17:Hicr,9/ 18:Said Havva/ 19:Hac,28/ 20:Bakara,203/ 21 :Enbiyâ,51/ 22:Enbiyâ,24/ 23:Zuhmf,44/ 24:Y.N.Öztürk/25:Gâşiye,21/ 26:Talak,10-11/ 27:Nahl,43/ 28:Ali Değirmenci/ 29:Y.N.Öztürk/ 30:Ra’d,19/ 31:Müz-zemmil,8/32:A’raf,205/33:Ra’d,28/34:Ahzap,41/35:Nisa,103/36:Baka-ra,152/ 37:TirmizV’ 38:Taberani/ 39:Müslim/ 40:Taberanj/ 41:Ahmet b. hanbel/ 42:Kaf,22/ 43:Mecmüddin Kübra/ 44:Müslim, Ahmed b. hanbeV 45:Ahmet b. Hanbel/ 46:Ahmetb. Hanbel/47:Taberani/48:Buhari, Müslim/ 49:Hilye, 4-24/ 50:Necm,9/ 51:Necmüddin Kübra/ 52A’ raf,205/ 53:Hadis, Rumuz/ 54:Buhari/ 55:İbn-i Abidin/ 56:Risale-i Esadiyye/ 57:Mecmüddin Kübra/ 58:Risale-i Kuşeyriyye/ 59:Mü’minun,12/ 60:Sec-de,3/ 61:Ebu HayyanV 62:Ahzap,45-46/ 63:Ahzap,21/ 64:Enbiya,73/ 65:lsra,9/ 66:Enam,90/ 67A’raf,196/68:Yunus,62-65/ 69:Elmalı Tefsiri/ 70 Mevlânâ Nureddin Abdurrahman İbn. Ahmed Câmi, Nefehâtü’l-Üns (Çevirenler: Kâmil Candoğan Sefer Malak, S.29,1971, İst.) 71:A.g.e., S.29/ 72 Hakaik; Varak 35a/ 73:Şa’rani/74:İmam-ı Rabbani/ 75:NureddinesSa-buni/76:Al-İİmran,37/77:Meryem,25/78:Nemi,40/79:Kehf,18/80:Buha-ri/ 81:Buhari/ 82:Riyazü’ s-Sâlihin/ 83:Buhari/ 84:Sabuni/ 85:Maide,35/ 86:Enam,61/ 87:Ra’d,61/ 88:Enfal,88/ 89-a:Sâhîh-i Buhârî Tecrîd-i Sarih tercemesi (Mütercim: Ahmet Naim, c.3, S.287,1983, Ankara, 8.baskı)/89-b:Mektûbât (Mütercim: Abdülkadir Akçiçek, c.2, s.761-763, 534.mektup)/ 90:Mansur Ali el-Huseyni eş Şafii; et Tâc/ 91 :Buhari, Müslim/ 92:Buhari, Müslim/ 92-a:Sâhîh-i Buharı Muhtasarı Tecrîd-i Sârih Tercemesi, c.12, s.57/ 92-b:A.g.e. c.6, s.160/ 93:Bakara,225/ 94:Yunus,3/ 95:Taha,109-/96:Mü’min,18/97:Buhari/98:Buhari/99:Müslim/100:MansurAliNâsıfel–Hüseynî eş-Şafiı; A.g.e., c.5, s.710.“İrşad ve hidayetin sebepsiz olacağını düşünmek, İslâm’ın ve imanın mantalitesinden mahrumiyetin ifadesidir. Maddî ve manevî bir işte bir vasıta gerekir de, dünya ve ahiret hayatının akibetini belirleyecek derecede mühim olan ‘hidayet’ ve ‘irşad’ meselesinde nasıl olur da bir vasıta gerekmez ?”

MA RUFU EMR, MÜNKERİ NEHY (Emr-i bi’l-Ma’ruf, Nchy-i ani’l-Münker)
İlâhî dinlerin gayesi, insanı, tek olan Allah’a (c.c.) kul etmektir. Allah’ı tanıtmak ve O’na kul olmayı sağlamak. İslâm dininin de gayesi budur: Allah’a (c.c.) iman ve kulluk. İnanan mü’mine düşen vazife, iman hakikatlerine ters düşmemek, bu ulvî hakikatlerin gereğini yerine getirmektir. Aksi takdirde ‘inandım’ demenin bir faydası olamaz.

Cenab-ı Hakk’m, kullarından yapılmasını istediği bir çok dini hususlar, yapılmasını men ettiği yasaklar vardır. ‘Kul’ dediğimiz seçilmiş insan ise, bu emirlerin tamamına uyar ve yasaklardan da kaçınır. Bu cümleden olarak Ce-nab-ı Hakk’ın bizden istediği güzel işlerden biri de ‘ma’ruf u emredip ‘münker’den nehyetmektir. Dinimizde bu hususa çok büyük bir yer verilmiştir. Cenab-ı Hakk’m beşer sahnesine gönderdiği peygamberlerin asıl vazifesi de budur. ‘Ma’ruf u (iyiliği) emredip ‘münker’den (kötülük) insanları uzaklaştırmaktır. Peygamberlere vekil olan evliyânın da vazifesi budur. Esasen ‘ma’ruf u (iyiliği) emredip ‘münker’den (kötülük) menetme gayret ve hizmeti cemiyette ne nisbette müessir ise, huzur ve saadet de o nisbette vardır.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*