GÖRELİLİK

GÖRELİLİK

Hamit Görele’nin Adalardan Peyzaj adlı tablosu.
ışık ışını, hızların toplanabilirlik ilkesi uyarınca c-v’ye eşit, Yer’e oranla göreli bir hız gösterir. Yer’in, OM, yönünde v hızıyla hareket ettiği varsayıldığında; klasik mekaniğe göre, bir ışık ışını Om,O yolunu, OM, ve OM2 birbirine eşitse, 0M20 için gerekli süreden daha uzun sürede alır.
Yollara gereken süreleri eşitlemek için, merkez girişim saçağı ağın merkeziyle çakışacak biçimde aygıtı ayarlamak yeterlidir. Böylece birbirine eşit olmayan OM, ve OM2 doğru parçaları elde edilir. Sonuç olarak, Michelson aygıtının tümü 90° döndürülürse, OM2 Yer’in öteleme hareketinin yönünü alır ve merkez sa-
Albert Einstein’ın görelilik kuramı, o güne kadar süregelen Newton’un evrene bakış açısında büyük değişiklik yapmış ve Einstein’ın XX. yy’ın en önemli fizikçisi sayılmasını sağlamıştır.
Uzayın
derinliklerinde her geçen gün, genel görelilik kuramının geçerliliğiyle ilgili yeni kanıtlar bulunmaktadır.
çak ile tellerin merkezi artık çakışmaz.
Oysa, deneyler her tür tahminin tersine, yol sürelerindeki eşitliğin korunmasının söz konusu olduğunu göstermektedir: Saçaklar kıpırdamamıştır. Herşey, sanki Yer Güneş’in çevresinde dönmüyormuş ve hareketsizmiş gibi olup bitmektedir. O halde olgular, klasik mekanikle çelişki içindedir; dolayısıyla, hızların toplanabi-lirliği yasası fizikte yanlıştır. Işığın hızı bütün yönlerde eşittir ve ışık kaynağının hareketinden bağımsızdır. Saniyede 299 776 km’ye eşit bu chızı, ağırlıklı hiçbir hareketli cismin aşamayacağı sınır hızdır. Bu c değişmesi, Einstein’ın ortaya koyduğu “özel görelilik” denilen kuramın temelidir.
Söz konusu buluş, temel cebirle açıklanabilir. Birbirine paralel iki Oxve 0’x’ekseninden oluşan bir işaret noktası düşünelim. 0’x’, Ox’e paralel olarak y hızıyla hareket etsin (bir trenin üstünde yol aldığı raylara göre hareketi gibi); iki eksen arasındaki “bağlantı”, ışıklı işaretle yapılsın (çünkü varolan en hızlı işaret ışıktır); sürelerin başlangıcı, O ile 0″nün çakıştığı ana rastlar. Lo-rentz, Oxsisteminde uzay ve zaman koordinatları x ve f ile OV sisteminde göreli koordinatlar x’ve t’ arasında aşağıdaki bağıntıları kurmuştur:
, x — vt x —
I — v2
I — vx
346 GÖRELİLİK
Orion takımyıldızındaki Betelguese yıldızında bir patlama olsaydı ve dünyada 2300’de farkedilseydi, Betelguese yıldızı Yer’den 300 ışık yılı uzakta olduğu için, bu patlamanın dünya zamanıyla 2000 yılında olduğu bilinecekti. Benzer biçimde, patlamanın başka bir yerde, sözgelimi Eldeberan yıldızında, hangi tarihte farkedileceği de belirlenebilir. Ama kuşkusuz bunlar dünya zamanlarıdır; nesneler, birbirlerine göre farklı eylemsizlik ortamlarında hareket ettikleri için, görelilik kuramına göre mutlak zaman kavramı kaldırılmalıdır.
t î
– S
I-‘»
Michelson-Marley deneyi (A) bir zamanlar ışık dalgalarını taşıdığı düşünülen “esir” ortamını denemek amacıyla tasarlanmıştı. Bir ışın (1), bir ayna tarafından ayrılıp (2), iki değişik ışık yolu izler (3,4) ve yeniden birleşip (5), girişim saçakları şeridi oluşturur (6). “Esir” varsa, ışığın (7) dünyanın hareketi yönünde turunu tamamlaması doksan derecelik açılarda tamamlamasından daha uzun sürer. Zaman farkı olmaması, “esir”jde olmadığını gösterir. Newton’un hareket kurallarına göre (B), V hızıyla hareket eden bir tanktan v hızıyla atılan bir merminin hızı, dışardan izleyen birine göre V+v olur. Einstein bu hızın (V+v) -(1+Vv/c2) olması gerektiğini göstermiştir (c =■ ışık hızı). Buna göre (C) c hızıyla hareket eden bir gezegenden i/2c hızıyla atılan bir merminin, olayı dışardan izleyen birine göre, hızı 0,8 c olur.
•T .t. ¡1
Yer’in eylemsizlik ortamında iki topun hareketi (A) ve serbest uzayda ivmelenen bir asansördeki hareketi (B), topların ağırlıkları farklı bile olsa, Einstein’ın özel görelilikle ilgili eşdeğerlilik kuramının bir örneğidir. Asansörde toplar, tıpkı Yer’in yerçekimi alanında düştükleri gibi, aynı değişim ivmeyle “düşerler”.
Biraz karmaşık olan bu iki formül, bir eksenden öbürüne geçildiğinde, koordinatların aynı olmadığını gösterir. x’ ile x eşit değildir ve t’, fden farklıdır. Bir başka deyişle, aynı olay (yanan bir lamba, geçen bir tren, vb.), koordinat eksenlerinden biri yâ da öbürü üstünde bulunan gözlemciye farklı biçimde “görünür”.
Bu formülden, görünüşte çelişkili bazı olgular çıkarılır; zamandaşlık kavramı her iki eksen için de aynı anda geçerli değildir. Ox ekseninde (rayların kenarında) ye-ralan bir gözlemci için, zamandaş iki olay, 0’x’ ekseninde (yol alan tren) yeralan bir gözlemci için zamandaş değildir. Gerçekten t—0 alınırsa, ikinci formüle göre, f”nün sıfır olmadığı görülür. Böylece, birbirine oranla göreli hareket halinde olan iki gözlemci, aynı olay için farklı süreler ve farklı uzunluklar ölçer.
Sık sık sözü edilen tren örneği, bu şaşırtıcı doğrulamanın açıklamasını sağlar. Bir demiryolu kenarında, aralarındaki uzaklık bir tren boyuna eşit iki L, ve ¿¿lambası olsun. 1 numaralı hareketsiz bir gözlemci, yolun kenarında L,L2 arasında orta noktada bulunsun; 2 numaralı ikinci bir gözlemci, trenin ortasında ayakta dursun. Özel bir düzenek, lokomotifin önü ¿, noktasına gelince L, lambasının, trenin kuyruğu L2 noktasına ulaşınca da L2 lambasının yanmasını sağlaşın.
Tren geçtiğinde 1 numaralı gözlemci, elindeki çift aynada L, ve ¿/nin aynı anda yandığını görür. T renle L, lambası yönünde hızla yol alan ve dolayısıyla ¿/den uzaklaşan 2 numaralı gözlemci, elindeki çift ayna yardımıyla, lambaların yanmaları arasında bir süre farkı saptar. ¿; lambasının ¿/den önce yandığını sanır. Bu yüzden trenin L,L2 uzaklığından daha büyük olduğunu söyleyecektir; çünkü, ¿, yandığında, trenin kuyruğunun L2 noktasını geçmemiş olduğunu ileri sürecektir. O halde, göreli hareket halindeki iki gözlemcinin yaptığı uzunluk ve zaman değerlendirmeleri arasında uyuşmazlık vardır.
Bu kavramlar şaşırtıcı sonuçlar verir ve ünlü “Lang-evin yolcusu” örneği, her ne kadar gerçekleşebilir olmaktan uzaksa da, görelilik kuramından çıkan sonuçların çarpıcı bir görüntüsünü ortaya koyar. Fizikçi Lang-evin, bir yolcunun, hareketli hiçbir cismin ulaşamadığı
GÖRELİLİK 347
(A) Merkür (1) Güneş’in (2) çevresinde elips 3 biçimi bir yörünge çizer. Gezegenin günberi (güneşe en yakın) noktası (3) da güneş çevresinde döner ya da “devinir”; böylece Merkür rozet biçiminde bir yörünge (B) izler. Öbür gezegenlerin çekim etkisi, küçük bir bölümü dışında, bu devinme olayını açıklar. Söz konusu küçük bölümü de, Einstein’ın genel yerçekimi kuramı açıklar.
c ışık hızına yakın bir hızla, yani saniyede 299 750 km yol alan bir füzeyle Yer’den ayrıldığını, yolcunun, füze içine yerleştirilen bir saatle yolculuğunun süresini ölçtüğünü tasarlamıştır.
Langevin, gidiş yolculuğunun bir yıl sürdüğünü varsayar (füzedeki saatin gösterdiği süre); sonra füze yarım dönüş yapar ve Yer’e dönmek için bir yıl daha harcar. Böylece yolcu, Gökadamız dışı gezisinin iki yıl sürdüğünü söyleyecektir. Ancak Yer’e döndüğünde, büyük bir sürprizle karşılaşacak ve dünyanın iki yüz yıl yaşlandığını görecektir; geleceğe iki yüz yıllık bir sıçramai yapmış olacak, ancak kendisinin iki yıl yaşlandığını sanacaktır. Langevin paradoksu, yani daha önce sözü geçen Lorentz denklemlerinin dolaysız sonucu, budur.
1971’de iki ABD’li fizikçi J. Hafele ve R. Keating bir başka deney yaptılar: Son derece duyarlı ve tam anla-
Çizim, maddenin varlığından ötürü uzay-zamanının eğriliğini göstermektedir. Burada uzay, üstünde çizgiler bulunan lastik bir düzlem gibi gösterilmiştir. Üstüne konulan bir ağırlık, bu düzlemi eğriltir. Benzer biçimde, yıldız gibi büyük bir nesnenin varlığı da, uzay-zamanını eğriltir. Çizimde, ağırlığın
çevresindeki alan eğridir. Bir yıldızın çevresindeki uzay-zamanın alanı da eğri olduğu için, yakındaki bir kütle, sözgelimi bir gezegen, tıpkı eğimli bir pistte giden bir bisiklet gibi, yörüngede dengededir.
mıyla aynı zamanı gösteren iki sezyum atom saati alıp, birincisini Yer çevresinde değişmez hızla dönen bir uçağa yerleştirdiler; İkincisini de uçağın kalkış anında havaalanı zeminine koydular. Uçak geri döndüğünde, her iki saatin gösterdiği zamanlar kontrol edilince, 173 nanosaniye kadar bir fark görüldü (nanosaniye, saniyenin milyarda birine eşittir ve bu zaman aralığı atom saatleriyle kolayca ölçülebilmektedir). Uçaktaki saat, Yer’de kalana göre ileriydi, yani daha az “yaşlanmıştı”.
Uzaklık ve zaman kavramlarından sonra, kütle kavramı da görelilik kuramı sayesinde yeni özellikler kazanmıştır. Hareketli bir cismin kütlesi hızıyla birlikte artar. Deney, bu savı da doğrulamaktadır. Bir boşalınalı tüpün katotundan çıkan ve hızları tüpün kutuplarına uygulanmış gerilimle doğru orantılı olan elektronlar, kolayca saniyede 200 000 km hıza ulaşır. Bu hızda, elektron kütlelerinin hareketsiz durumdaki değerine göre yaklaşık % 40 arttığı görülür. Hız c ışık hızına yaklaştığı ölçüde, kütle de artar. Bu c hızı, ağırlıklı hiçbir hareketli cismin aşamadığı sınır hızdır; gerçekten hareketli cisim bu hıza ulaşabilse, kütlesi sonsuzlaşırdı.
Bu olgudan, enerjinin kütleye bağlı olduğu sonucu çıkarılır. Her kütlenin bir enerjisi vardır; bu durumda enerjinin eylemsizliğinden sözedilebilir. Einstein’ın bu buluşu, insanoğlunun nükleer tepkimeleri gerçekleştirmesini sağlamıştır.
1912’de Einstein, genel görelilik çevresi içinde, sınırlı görelilik kuramını bütün gözlemcilere yaydı. Genel çekim kuramını, çok karmaşık matematik tekniği olan tansör hesabı kullanarak bütünüyle tümdengelimli bir anlayışla hazırladı. Ancak genel göreliliğin astronomi ölçüm ve deneyleriyle doğrulanması daha sonra oldu.
Cisimlerin oluşturduğu fiziksel nesnelerin (bilye, kaya,mercek,Güneş,yıldız,vb.) yanında alanlar bulunur. Bu alanların özellikleri, ancak içinde yeralan cisimlerin davranışı incelenerek bilinebilir. İki tip alan vardır: Elektrikte incelenen elektromagnetik alan; çok az bilinen genelçekim alanı. Her fiziksel nesne bir genelçekim
Yandaki çizimde bir kara deliğin çevresinde neler olup bittiği canlandırılmaya çalışılmıştır. Kara deliğin kütlesi öylesine büyüktür ki, bu ağırlıktan dolayı kendi içine doğru çökmüştür. Ama kendi büyüklüğü, çevresinde yarattığı dev boyutlu çekim gücüne oranla çok önemsizdir. Yakınından geçen bir nesne, Scwarzshild yarıçapını (küçük, kesik çizgili daire) geçtiği anda çekim gücünden kurtulamaz ve içeri doğru çekilir. Genel göreliliğin varsaydığı kara deliklerin varlığıyla ilgili kanıtlar her geçen gün artmaktadır.
348 GÖREY, İHAP HULUSİ
İskoçya’da Glasgow Üniversitesi’ndekı bu aygıt, yerçekimi dalgalarını ölçmek için tasarlanmış birçok aygıttan biridir; söz konusu aygıtların çeşitliliğine karşın henüz bu işte kesin bir başarı sağlanamamıştır. Işık hızında giden yerçekimi dalgalarının varlığı, genel görelilik kuramının varsayımlarından biridir.
alanı doğurur; ama bu alan, söz konusu fiziksel nesne (Güneş ya da bir yıldız gibi) evrensel boyutlarda olursa önemlidir. Genelçekim alanlarının temel özelliği, kütleleri ya da yükleri ne olursa olsun, bütün cisimlerin alan içinde aynı biçimde hareket etmeleridir.
Yerçekimi alanında, serbest düşme yasası, kurşun bir ağırlık ya da cam bilye için aynıdır. Einstein, maddesel bir kütlenin doğurduğu bir genelçekim alanında, ışığın saptığını ortaya koymuştur: Yörüngesi Güneş’e teğet geçen bir ışık ışını, yaklaşık 1,70 saniyelik bir sapma yapar. Bu sapma, deneysel olarak doğrulanmıştır.
Bu nedenle, bir genelçekim alanı karşısında uzay eğrileşir ve klasik mekanikte benimsenen Eukleides yapısından uzaklaşır: Artık euklidesçi olmayan Riemann geometrisine uyduğu söylenir. Genelçekim alanından, ilk bakışta şaşırtıcı gibi görünen bir dizi sonuç çıkar: Zaman aralıkları alana bağlıdır; zaman, uzayın değişik noktalarında aynı biçimde “akmaz”. Evrenin geometrik özellikleri zamanla birlikte değişir; evrenin sürekli genleşme halinde olduğu sanılmaktadır.
Öncülerinden biri olduğu kuvantalar kuramı ve görelilik kuramıyla Albert Einstein, çağdaş bilime üst düzeyde egemen olan anahtar-düşüncelerin yaratıcısıdır. Yeni bir fizik anlayışı geliştirmiş, araştırmacılar için yeni ufaklar açmış ve atomun bileşenlerinden, gökadaların sonsuz kaçışına kadar, bilgi alanımızı genişleterek, dünyaya bakış açımızı değiştirmiştir.
Görey, ihap Hulusi
Türk afiş ressamı (İstanbul 1898-ay.y. 1986). Kahire St. Mary okulunda (1912), Saidiye lisesi orta bölümünde (1915) ve Münih Kunstgeverbe Schule’de (1923-1925) öğrenim gören İhap Hulusi Görey (İhap. Hulusi denir), bir süre Hairmann Schule’de çalıştı (1920-1925). Türkiye’nin ilk afiş sergisini Almanya’da gönderdiği afişlerle Galatasaray’da açtı (1923). Yurda dönüşünde serbest olarak çalışmalarını sürdürüp, Dışişleri Bakanlığı’nda görev aldı (1927). Milli Piyango İdaresi’nin piyango biletlerini resimleyip, Devlet kuruluşlarının birçoğu için afişler, grafikler çizdi. 1984’te toplu afiş-grafik çalışmalarını sergileyip, Milli Piyango İdaresi tarafından ödüllendirildi.
Birinci Dünya Savaşı’nda Alman hava
kuvvetlerinde pilotluk yapıp 22 uçak düşüren Hermann Göring,
1933’ten sonra Luftwaffe’yi (Alman Hava Kuvvetleri) örgütlemiş, 1936’dan sonra, 4 yıllık planın tam yetkili uygulayıcısı olarak ülke ekonomisini yönetmiştir.
berg 1946). Bir sömürge yöneticisinin oğlu olan Hermann Göring (ya da Goering) orduya girip, Birinci Dünya Savaşı’nda Alman hava kuvvetlerinde büyük yararlık gösterdi. Savaştan sonra Weimar Cumhuriyeti’ne karşı olduğu için İsveç’te bir ticaret şirketinde çalışmaya başlayıp (1920), kontes Karin Fock’la evlendi. Bir süre, Mü-nich Üniversitesi’nde öğrenim görüp, nasyonal sosyalistlerle ilişki kurdu. 1922’de SA komutanlığına getirilip, başarısız Münich darbesi girişiminde (9 Kasım 1923), Hitler’in yanında yeraldı; Avusturya’ya kaçmayı başararak İtalya’ya geçti (1923-1927). Dönünce, milletvekilliğine seçilip (1928), Meclis başkanlığına getirilerek (1932), nasyonal sosyalistlerin iktidarı ele almasını
İhap Hulusi Görey’in bir afişi.
Göring, Hermann
mm katta «t# pmrmmt
Alman mareşali ve siyasetçisi (Rosenheim 1893-Nürn-
PAMIt 4#l
GÖRÜNTÜ 349
(1933) kolaylaştırdı. İçişleri bakanlığı, Avusturya başbakanlığı, Havacılık bakanlığı yapıp, Himmler’in başkanlık ettiği Gestapo’yu son aşamada kendine bağladı ve Almanya’yı yeniden silahlandırmaya girişti. Dört yıllık planı yürütmekle görevlendirilip, dışta müdahaleler yapılmasını destekledi ve 1 Eylül 1939’da, Reich’ın Savunma Komitesi başkanlığına atandı. Fransa harekâtından sonra, öbür mareşallerden ayırt edilmesi için Hitler tarafından “Reich mareşali” unvanı verilip, İktisat bakanlığına getirilerek, işgal edilen toprakların Almanya yararına işletilmesine girişti (bir yandan da kendi servetini çoğaltıyordu); ama, ikinci cepheye karşı çıktığı için, etkisi azaldı ve İçişleri bakanlığından alındı (1943). Müttefiklerle gizli görüşmelere giriştiği için, geri kalan görevlerinden (1945) de alındı, ABD birlikleri tarafından tutuklanıp, Nümberg’de 1 numaralı savaş suçlusu olarak yargılandı ve idam cezasına çarptırıldı; hücresinde zehir içerek intihar etti.
görme: Bk. Göz ve görme.
Görres, Johann Joseph von_
Alman yazarı (Koblenz 1776-Münih 1848). Birçok yurttaşı gibi Fransız Devrimi’ni doğuran düşüncelere bağlanan Johann Joseph von Görres, daha sonra düşüncesini değiştirerek Grimm kardeşler,Arnim ve Brentano’nun uluşçu-romantik Heidelberg topluluğuna katıldı. 1807’de Deutsche Volksbücher (Alman Halk Kitapları) adlı bir derleme yayınladı. 1814’te Rheinische Merkur gazetesinde Alman ulusçuluğunu savunup, liberal düşünceleri yüzünden gazete kapatılınca Strasbourg’a kaçmak zorunda kaldı (1819) ve tarih dersleri verip, bir Alman katolik partisi kurulması için çalıştı.
Başlıca yapıtları: Deutschland und Die Revolution (Almanya ve Devrim, 1819), Mythengeschichte des Asisatischen Welt (Asya Dünyasının Mitolojik Tarihi, 1810), Die Christliche yVfysf/Ac (Hıristiyanlık Gizemi, 1836-1842).
görüngü _
Bilince görünen ya da yansıyan şey. Kant’ın felsefesinde görüngü (ya da fenomen), kendinden varlığa (“nu-men”e) karşıt olan şeydir. Kant’a göre yalnızca görüngüler bilinebilir; numenlerin, deney konusu haline gelebilmeleri için, görüngüler halinde belirmeleri gerekir; dolayısıyla, numenler hiçbir zaman bilinemezler.
görüngûbilim_
Bir olaylar topluluğunun betimleme yoluyla incelenmesi.
Görüngübilim günümüzdeki biçimini, XX. yy. başında, Edmund Husserl’in çalışmalarıyla almıştır. Bu yüzden, görüngübilim terimiyle Husserl’in sistemi ve bu sistemin kavramlarından olmasa da yöntemlerinden etkilenmiş geniş bir düşünce akımı kastedilir.
“Katışıksız görüngübilim” diye adlandırılan ve çok daha sınırlı olan sistemse, matematik konusundaki düşüncelerden doğmuş, daha sonra gelişerek bir mantık haline gelmiş ve sonunda genel bir felsefe olmuştur. Bu akımın temeli, bilincin dolaysız verilerine dönmek ve onları incelemektir. Görüngübilimin temel kavramı, “yönelim”dir. Husserl, matematik alanında yaptığı çalışmalarda, sezgisel bakımdan üç ya da dört nesneyi tasarlayabileceğimiz!, bin nesneyi tasarlayamayacağımı-
zı, bunları ancak “düşünebileceğimizi” ortaya koymuş, sonra bu buluşunu genişleterek insan zihni ile gerçek arasındaki ilişkinin ya da “yönelim”in iki farklı türünü birbirinden ayırt etmiştir. Ona göre, birinci ilişkide, zihin, nesneyi sezgisel ve “aslî” biçimde kavrar; ikinci ilişkide, “boş bir yönelim” aracılığıyla nesneyi yalnızca “gözleyebilir”. Zihin, herhangi bir ses ya da renk gibi duyusal nesneleri doğrudan doğruya kavramakla kalmayıp, saf anlamları ve mantıksal özleri de doğrudan doğruya kavrayabilir. Böylece, “özlerin sezgiyle kavranması” konusundaki bu kuram, Husserl’in sisteminin başlangıcında, ampirizm ile akılcılığı kaynaştırmış olur. Husserl, Ideen zu Einer Reinen Phänomenologie (Katışıksız Bir Görüngübilim Üstüne Düşünceler, 1913) adlı yapıtında, mantık bilimini genel bir felsefe haline gelecek biçimde genişletmiştir. Eşyanın aslî anlamını bulmak için, “görüngübilimsel bir indirgeme” yapmak, zihin yoluyla, dünyanın varlığını “paranteze almak” gereklidir. Böylece, zihin, kendisini, bütün anlamların kaynağı ve ortaya çıkan her şeyin ilkesi olarak kavrar. Aşkın indirgeme, dünyanın zihin tarafından “kurulmuş” olması gerektiğini açığa vurur. Husserl sistem inin idealist
yanı bu noktada açıkça görülür. Husserl’in, ömrünün son on yılında yazmış olduğu yapıtlarsa, algısal deney konusunda gerçekçi bir anlayışa döndüğünü gösterir: Algısal deneyi, bütün bilinç işlemlerinin zemini ve doğurucu kaynağı olarak görür. Evrensel kuşkuculuğu uygulayan Husserl, dünyanın yokluğu ile değil, “düşünceden daha eski” olan bir inançla, yani dünyanın varlığı konusundaki asli inançla karşılaşmış, başka bir deyişle, kendi varlığının, dünyaya asli biçimde bağlı olduğunu anlamıştır. Bu noktaya ulaşıldığı zaman, aşkıncı görün-gübilimden, varoluşsal görüngübilime geçilmiş olur. Nitekim, Husserl’in yapıtları arasında Merleau-Ponty, Sartre, vb. görüngübilimcileri en çok etkilemiş olanlar, son yıllarında yazmış olduklarıdır.
Günümüzde görüngübilim yöntemi dendiğinde, “bilinç yaşantılarını betimleyen bir felsefe öğretisi belirtilir. Geniş anlamdaysa, her tür ampirik felsefe görüngübilim yönteminin kapsamı içine girer. Tam anlamıyla “görüngübilimsel” denilebilecek araştırmalar arasında şu akımları saymak gerekir:
1. Husserl’in düşüncelerini.yeniden ele alan ve onun dünya tasarın sorununu derinleştiren araştırmalar. Bunların anv cı, yönelim ile sevgi, gerçeği gözleme ile ele geçirme eylemleri arasındaki ilinti noktasını bulmaktır. Üstünde durdukları ana tema, “gerçekçiliğin ve idealizmin ötesi” bir kavramayı olanaklı kılan bir yeti olması bakımından düşgücüdür (örnek: De Waelhens).
2. Görüngübilime özgü çözümleme yönteminin, “başkalarının bilinmesi” alanına uygulanması. Husserl tarafından yeterince ele alınmamış olan bu sorun, bazı düşünürlerin ilgisini çekmektedir (örnek: Levinas).
3. Görüngübilimin kuramsal temeli ve gerekçesi konusunda ileri sürülen düşünceler (örnek: Fink). Görüngüler konusunda ileri sürülen bir kuram, felsefe bakımından, ancak mutlak varlık konusundaki bir kurama göre tanımlanabilir. Bu açıdan ele alındığında, Fich-te’nin Theorie des Wissende (Bilim Kuramı, 1804) ileri sürdüğü ve soyut düşünceler üstüne temellendirdiği görüngübilim, derinliğini ve gücünü korumaktadır. Ne var ki, “açık” felsefe (Gonseth), bu soruları, yeni bir bilgi anlayışı açısından ele almayı olanaklı kılmaktadır.
görüntü
Mercekler ve aynalar, ışık ışınlarının yolunu değiştirerek bir nesnenin görüntüsünü oluşturacak biçimde ya-
350 GÖSTERİŞ
mercek
Nesne, bir dışbükey merceğin önünde iki odak boyunda bir uzaklığa yerleştirilirse, merceğin arkasında iki odak boyu’ uzaklıkta, nesneyle aynı boyda gerçek, altüst bir görüntüsü oluşur.
Nesne, dışbükey bir merceğin önünde bir odak boyundan kısa bir uzaklığa konulursa, görüntü zahiri, yani nesneyle aynı yanda olur; düz görünür ye nesneden daha büyüktür.
zahiri odak zahiri görüntü mercek
uzaklığı
İçbükey bir merceğin önünde herhangi bir uzaklığa konulan bir nesneden gelen ışık ışınları, merceğin karşı tarafında birbirinden uzaklaşarak, dik ve daha küçük bir zahiri görüntü oluşturur.
pılır. Görüntü gerçek ya da zahiri, büyültülmüş ya da küçültülmüş, düz ya da ters olabilir.
Gerçek görüntü, fiilen görüntü noktasından geçerek oradaki bir odakta birleşen ışınların oluşturduğu görüntüdür. Böyle bir görüntü, görüntünün oluştuğu yere konulan bir perde üstüne yansıtılabilir. Zahiri görüntü, aynanın ya da merceğin içindeki ya da arkasındaki bir noktadan geliyormuş gibi görünen ve birbirinden uzaklaşan ışık ışınlarından oluşur. Işık ışınları birbirinden uzaklaştığı için, herhangi bir odak noktasında toplanamaz; bu nedenle, zahiri görüntü perdeye yansıtılamaz. Bir düzlem aynanın oluşturduğu görüntü zahiridir; içbükey (çukur) bir aynanın oluşturduğu görüntüyse (yansımalı teleskopta olduğu gibi) gerçektir.
Büyüteç (dışbükey mercek), nesnenin bulunduğu yere bağlı olarak gerçek ya da zahiri görüntü oluşturabilir. Nesne, odak noktası ile mercek arasındaysa, zahiri, düz ve büyültülmüş bir görüntü oluşur. Nesne odak noktasının ötesindeyse, görüntü gerçek ve ters olur; büyüklüğüyse aşağıdaki bağıntı uyarınca artabilir ya da azalabilir:
görüntünün görüntünün mercekten
büyüklüğü uzaklığı
nesnenin büyüklüğü nesnenin mercekten uzaklığı
Görüntünün büyüklüğü ile nesnenin büyüklüğü arasındaki oran, merceğin büyütme gücüdür.
gösteriş
Bir hayvanın cinsiyetini belirten renk, desen ve davranış biçimini ortaya koymasını belirten terim. Gösteriş, sürekli, dönemsel ya da belirsiz zamanlarda aralıklı olarak gerçekleşebilir; sevişme sürecini başlatabildiği gibi, çiftlerin sürekli birlikteliğini de sağlamaya yarar. Pek çok kuş, çarpıcı renkleriyle, bazı kuşlarsa duruş biçimleriyle ve çıkardıkları her zamankinden farklı seslerle gösteriş yaparlar. Gösteriş, maymunlarda topluluk içinde belirli bir aşama-sırasının | korunmasını sağlar; ayrıca, zararlı saldırganlık olasılığını en aza indirir. Korkutma amacıyla gösterişse, yalnızca aynı türden hayvanlar arasında değil, farklı türler arasında da görülür. Rakipler ya da düşmanlar, saldırı ya da savunma niteliğindeki gösterişlerin yanı sıra, uyarıcı renk değiştirmeler ve yanıp sönen ışıklarla ürkütülür.
Göteborg __
İsveç’in güney kesiminde liman kenti. Göta ırmağının Kattegat körfezine döküldüğü yer yakınında yeralan, Göteborg och Bohus yönetim bölümünün ikinci büyük kenti ve başlıca limanı olan Göteborg’un nüfusu 433 000’dir. Göta kanalıyla Stockholm’e, İsveç’in aşağı yukarı bütün öbür kentlerine de demiryoluyla ve karayo-luyla bağlanan Göteborg, önemli bir sanayi merkezidir: Tersaneler, otomobil yapımı, elektronik aygıtlar yapımı, besin ve kâğıt sanayileri, deri işlenmesi, kereste sanayisi, vb. Eski kesimindeki katedral (1633), Adalet Sarayı (1672), Belediye Sarayı (1750), Opera binası (1859) ve çeşitli müzeleriyle çok sayıda turist de çekmektedir. Ayrıca, önemli bir öğretim (üniversite, teknik okullar, vb.) merkezidir.
Göttingen___
Almanya’nın orta kesiminde kent. Aşağı Saksonya eyaletinde, Leine ırmağı kıyısında yeralan Göttingen’in nüfusu 119 300’dür. Önemli bir sanayi (duyarlı aletler yapımı, ilaç fabrikaları, besin sanayisi, vb.) ve öğretim (Göttingen Üniversitesi ve Max Planck Bilim Derne-ği’ne bağlı birçok araştırma enstitüsü) merkezi olan kent, Belediye sarayı (XIV. yy.), Sankt Johann kilisesi (XIV. yy.) ve Ortaçağ’dan kalma surlarıyla, önemli ölçüde turist de çekmektedir.
950’ye doğru kurulan (Gutingi adıyla), XIV. yy’da Hansa Birliği’ne katıldıktan sonra önemli bir ticaret merkezine dönüşen Gottingen, kent halkının protes-tanlığı benimsemesinden sonra, XVI. yy’daki din savaşlarında yakılıp yıkılmış, 1773’te Gottingen Üniversite-si’nin kurulmasından sonra, yeniden gelişmiştir.
Gövsa, İbrahim Alaettin
Türk şairi ve yazarı (İstanbul 1889-Ankara 1949). Trabzon mektupçusu Filibelizade Asım Bey’in oğlu olan İbrahim Alaettin Gövsa, İstanbul Hukuk Mektebi’ni bitirince (1910) Adliye Nezareti’ne girdiyse de, Darülfü-nun’da açılan bir sınavı (1911) kazanarak öğretmenliği seçti ve Lisesi’ne edebiyat öğretmeni atandı.
Psikoloji ve pedagoji öğrenimi için Cenevre’ye gönderilip (1913), dönüşünde (1916) on yıl süreyle psikoloji-pedagoji öğretmenliğini ve bir ara müdürlüğünü yapacağı Darülmuallimin-i Ali’de (Yüksek Öğretmen Okulu) görev aldı. Maarif Vekâleti Talim ve Terbiye Dairesi üyeliğine getirildi (1926). Sivas, Sinop, İstanbul millet-
GÖZ VE GÖRME 351
İbrahim Alaettirı Gövsa.
vekilliğinde (1927, 1931, 1939) bulunup, <İrıönü (Türk) Ansiklopedisi’nin genel sekreterliğini yaptı. Ziraat Bankası İdare Meclisi üyeliğinde bulundu.
Aruzla yazdığı ilk şiirleri Servet-i Fünun’da yayınlanan İbrahim Alaettin Gövsa, sonradan “mHli edebiyat hareketinin içinde yeralmış, çocuklar için eğitici şiirler de yazmıştır. Ama özellikle, edebiyat tarihi alanında yaptığı çalışmalarla tanınmıştır.
Şiir kitapları: Çocuk Şiirleri (1911), Güft ü Gû(1913), Çanakkale İzleri (1932), Acılar (1941).
Monografi, ansiklopedi, sözlük: Süleyman Nazif (1933), Meşhur Adamlar Ansiklopedisi (4 cilt, 1933,
1938), Türk Meşhurları Ansiklopedisi (1945), Resimli Yeni Lügat ve Ansiklopedi (5 cilt).
nun ön bölümünde, kirpiksi cisim kasları ile kirpiksi bölge yeralır; kirpiksi bölgenin çok damarlı olan ve aşıcı bağı gergin tutmak için kanla dolan küçük piramitler halindeki çıkıntılarına, “kirpiksi uzantı” adı verilir.
Kirpiksi bölgenin uzantısı olarak, ön bölümde da-martabaka renk değiştirerek ortası delik (gözbebeği) bir diyafram oluşturur (iris). Rengi insandan insana değişen iris, gözbebeğini büyültüp küçültmeye yarayan kas telleri kapsar: Işınsal kas telleri gözbebeğinin genişlemesini, iris büzücü kasının çember telleriyse, gözbebeğinin büzülmesini sağlar.
Gözün üçüncü ve çok ince saydam tabakası olan ağ-tabaka, duyarlı bir tabakadır. Bunun arka bölümünde bulunan ortası çukur, beyazımsı küçük kabarcık (görme sinir diski), görme sinirinin girdiği yerdir ve “kör nokta” diye adlandırılır. Kör noktanın biraz ötesinde, sarıbenek yeralır; burası da, dıştan gelen görüntülerin en iyi biçimlendiği görme bölgesidir.
Gözün arka kutbuna giren görme siniri, damartaba-kaya doğru birçok sinir teli halinde yayılır ve üç tabaka halinde dizili nöronlarla sona erer. Birinci tabakadaki nöronların (çokkutuplu nöronlar) silindir ekseni, görme sinirinde sürer; ön uzuntılarıysa, ikinci tabakanın iki kutuplu nöronlarıyla bağlantı kurar; ikinci tabakanın nöronları da, üçüncü tabakanın görme nöronlarının silindir eksenlerine bitişir. Bu tabakada, bir ucu ağtabakanın kırmızı bölümüne giren, koni ve çubuk biçimindeki nöronlar yeralır.
Koni ve çubukların serbest uçları, damartabakadan yana yöneliktir: Damartabakaya gelen ışık ışınları kırılır ve ağtabaka hücrelerinin sinir uçlarını etkiler.
Gözün ışık kırıcı bölümleri, dıştan içe doğru, şu organlardan oluşur: Saydamtabaka, ön oda (önde say-damtabaka, arkada iris ve billur cisimle sınırlıdır), ön

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*