VAKUMLU TÜP, GAZLI TÜP

VAKUMLU TÜP, GAZLI TÜP

Anot ile katot araşma uygulanan potansiyel farkı ne olursa olsun, vakumlu bir tüpün anodu, bir saniyede katodun yayınladığından daha fazla elektron alabilir. Demek ki, tüpten geçebilen akımın şiddeti boyutlarla ve katodun yayınım gücüyle sınırlıdır. Bazı uygulamalar için, böyle tüplerde kullanılabilen akımlar çok zayıf olduklarından, ampulün içinde bir akım kuvvetlendirmesi sağlanarak akımların şiddetlendirilmesi yoluna gidilir. Bunun için ampulün havası boşaltıldıktan sonra içine düşük basınç altındaki (1 pascal) bir gaz (soy gaz ya da cıva buharı) konur ve bu durumda önceki iletime bir ikinci olay eklenir: Gazın iyonlaşması. Ger-
4169
çekten ide, yeterli bir hızla hareketlenen bir elektronun çarptığı bir gaz .atomu kopar, bir elektron ve pozitif bir iyonun oluşmasına yol açar. Elektrik yüklü olan bu iki tanecik (elektron ve iyon) bu durumda tüpün iletimine katıhr ve ayrıca anot-katot gerilimi yeterince büyük olduğundan, başlangıç elektronu ve atomdan kopan elektron, başka atomları iyonlaştırmak için gerekli enerjiyi çok çabuk kazanırlar. Böylece, birbirine eklenen bu olay sayesinde bir başlangıç elektronundan (vakumlu bir tüpün
içindeki iletime yalnız başına katılan) çok sayıda elektron üretilir ve akımda çok önemli bir artış elde edilir.
ELEKTRONİK TÜPLERİN UYGULAMALARI
Büyük güçlerin dışında ve aşırı yüksek frekans bölgesinde, elektronik tüpler bazı sakıncalar doğurduklarından gitgide daha az kullanılmaktadır. Bağıl dayanıksızlıkları ve yer kaplamaları dışında bunlar, içinde
kullanıldıkları donanımların küçültülmesine de olanak vermezler, fij son özellik, küçültülemeyen boyutları kadar, bunların işletilmesi için nispeten yüksek gerüimlerin kullanil-ması zorunluluğundan da kaynaklanır; bu da yeterince yalıtılmış, dolayısıyla hacimli bileşenlerin ve oldu| ça güçlü, bazen de taşınabilir akım kaynaklarının kullanılmasını gerej-tirir. Pek çok alanda bunların yerim yarıiletken cisimlerden oluşan biİeî şenler alır: Diyotlar; transistorla tristorlar; vb.
Hayvanbilim ve bitkibilim sınıflan-dırmalarmın temel birimi.
Tüm canlılar belli bir türe aittir. Tür, bilimsel olarak iki latince adla belirti-riür; birincisi, içinde yer aldığı cinsin adıdır, İkincisi özel adıdır. Bu iki adla adlandırma, İsveçli doğâbilimci Lin-naeus tarafından XVffl. yy’da ortaya kondu. Sözgelimi, günümüz inşam Homo sapiens türüne, beyaz leylek Ciconia ciconia türüne, meşe Quer-cus roburtiiTİine aittir.
Doğrusunu söylemek gerekirse, türün tanımını yapmak her zaman için güçtür. Cuvier’nin hâlâ geçerli olan tanımlamasına göre, “tür, birbirinden ya da ortak anne-babadan doğmuş, kendi aralarında benzeştikleri kadar anne ve babalanna da benzeyen tüm canlıların bir topluluğudur”. Ama bu iki ölçütün, yani benzeşme ve kendi aralarında döl vermenin birçok istisnası vardır. Sözgelimi, evcil köpeğin türüne (Canis fami-liaris) ait olan kurt köpeği, bir başka evcil köpek ırkı olan tekel’den daha çok kurta [Canis lupus) benzer. Hattâ bir kurt köpeği, bir dişi kurtla çiftleşebilir ve bu çiftleşmeden doğan melez, iki türden biriyle ya da öbürüyle döllenebilir; bu da tür kavramıyla karşıtlaşan bir olgudur. Kimi uzmanlar tarafından ileri sürülen, evcil köpeğin onun gerçek atası olan kurt türüyle birleştirilmesi de bu sorunu kesinlikle çözmez.
Bu güçlükler, türlerin kromozomlarının sayısına ya da yapılarındaki genel olmayan farklılıklara dayanan genetik ayrılıktan kaynaklanır. Türlerin çoğu da yerel ırklara ya da alttür-
lere ayrılırlar. Bunlar kendi aralarında, renklerinin, beden ölçülerinin biraz farklı olması, vb. gibi çoğu kez küçük ayrıntılarla ayırt edilirler. Bu alttürler, cins ve tür adlarına üçüncü bir latince ad eklenerek üç adla adlandırılırlar. Sözgelimi, Avrupa’da çok bulunan ötücü kuşlardan san ço-banaldatanın [Motacilla Bava) birçok yerel ırkı vardır: İngiltere’ye bağlı adalarda yaşayan Motacilla Hava üa-vissima; Orta Avrupa ve Fransa’da yaşayan M.f. flava; Ispanya’da yaşayan M.i. beriae; Balkanlar’da yaşayan M. f. feldegg, vb. Alttürler, yayılma alanlarının sınırlan içinde kendi aralarında çiftleşirler.
TÜRLERİN BETİMLEMESİ
Yeni bir türün betimlenme sürecinin nasıl gerçekleştiğini incelemek oldukça ilginçtir. Sözgelimi, bir böcek-bilimcinin Yeni Gine’de ilk bakışta, önceden bilmen türlerden hiçbirine benzemeyen bir kınkanatlı (Coleóptera) böcek örneği ele geçirmiş olduğunu düşünelim. Bu durumda yapacağı en iyi iş, en yakın türlerin saldan-dıklan müzelerdeki tip örneklerini (yani kaynaklardan yararlanarak, betimlenmiş ilk örnekleri) incelemektir. Bunlar yoksa, betimlemeleri, biçimleri, fotografían incelemesi gerekir. Bulunmuş olan böcek, gerçekten yeni bir türün varlığım doğruluyor-sa, bu durumda, böcekbilimci, betimlemesini (ya da tamlaması) tüm gerekli aynntılan, yani yakaladığı yeri, kesin boyutlarım, korunduğu yeri vererek, özel bir dergide yayım-
lamak zorundadır. Böyle bir betimle me için hiçbir özel niteleme gere] mez.
Bu türü ilk bulan kişinin adı, türü adımn arkasına eklendiğinden, baz araştırmacılar kendi adlannı tarihi geçirmek için, çoğu en fazla alttür olabilecek sayısız tür betimlemişi^ Hir
Amacı, usulsüzce adlandırılmış “y| lancı türleri” tek bir ad altında toplaj mak olan sistematik düzeltmeler, bjj limsel dergilerde bunun için sık sj yayımlanır. Düzenlenmiş olan hay: vanbilimsel adlandırmaların ulusl® rarası yasalarının uygulanması gü| tür. Günümüzde biyokimya, hücr| bilim ya da serumbilime ait daha d| rinleştirilmiş incelemeler, daha k|3 sin tanımlamalar yapılmasına olan J vermektedir. Bu tür incelemeler, ff sillere bile uygulanabilir. Serumbj lim incelemeleri, Sibirya mamut| nun, günümüzde yaşayan Hindist® filine, Afrika filinden daha yakın of duğunu ortaya koymuştur. İncelemelerde biyometri yöntemle™ de kullanılır: Örnekler yeterince bil olduğunda, nicel bir özelliğe dayama! larak çizilen bir grafikte elde edilmff çan biçimindeki bir eğri, bir tüıûl varlığım kanıtlamaya yöneliktir. İn çardı bir eğriyse, tersine, iki türüf varlığım gösterir. Böyle bir yöntem! özellikle paleontolojide kullanılıj Ama bu çalışma tekniklerinin doğrultuya yönelik olmasına karşıt tür kavramı, uygulamada olduğu ra dar kuramsal olarak da kuşkulu ki mıştır. II
Genellikle ünlü bir kimse için yaptırılan ve içinde o kimsenin mezarı bulunan, üstü çatı ya da kubbeyle örtülü yapıya türbe denir, Selçuklulara ait, itule biçiminde, üstü koni ya da
piramit külahla örtülü mezar anıtlarsa kümbet diye adlandırılır. Kümbetler ölülerin gömüldüğü mahzen bölümü ve kule biçimindeki gövdeden oluşur. Türbeler ve küm-
betler bağımsız yapıldıkları gibi, <|L ha çok bir külliye içinde yer alırlil Türbelerin bakımım yapan ve eşya|»’: rmı koruyan görevliye türbedaı verilir.
anbui’da : leymaniye’deki ı! ımttıi Sultan ‘ ‘tleyman Türbesi (¡566).
İslâmlıktan önce, Doğu Türkistan’da Uygurlara ait (VIII. yy.) Hoça’da kubbeli mezar anıtlarının varlığı bilinmektedir. İlk Müslüman mezar anıtı, Samarra’daki Abbaisilere ait Kubbet üs-Süleybiye Türbesi’dir (IX. yy.). İslâmlıktan sonra, Türklere ait ilk önemli türbeler Karahan ve Gazne mimarlığında görülmektedir. Bu türbelerde, Buhara’daki Samanoğullan-na ait (IX. ve X. yy’lar) Samanoğlu İsmail Türbesi’nin etkisi vardır. Karahanlı türbeleri genellikle kare planlı, tromplu kubbesi olan yüksek portalli ve zengin cepheli tuğla yapılardır. Bunlar arasında en önemli türbeler, Tim’de Arapata Türbesi (XI. yy.), Özkent’te Nâsır jbin Ali Türbesi (1012), Celalettin Hüseyin Türbesi (1152), Fergana’da Şeyh Fazlı Türbesi (XI. yy.J, Talas’ta Ayşe Bibi Türbesi (XH. yy.) sayılabilir.
Gaznelilerin gerçekleştirdikleri türbelerden günümüze kimi yıkıntılar kalmıştır. Karahanlı özellikleri gösteren bu türbelerden Sengbest’te Aslan Cazip Türbesi (XI. yy.), Gazne’de Sultan Mahmut Türbesi (XI. yy.), Gazne’de Sultan Mahmut Türbesi (XI. yy.) önemli yapılardır» Mahmut Türbesi’nin günümüzde Delhi Mü-zesi’nde bulunan ağaç kapı kanatları, Gazne ahşap işçiliğini göstermesi bakımından ilginçtir.
Büyük Selçuklular, türbelerinde Ka-rahanlı türbelerini örnek aldılar. Afganistan’da Cüzcan’da bulunan İmam Hurd ve İmam Kalan Türbeleri (XI. yy.) yalancımermer yazıth kuşaklarıyla dikkati çekerler. Serahs’ta Ebül Fazl ve Mihne’de Ebu Sait türbeleri ile Tus’ta İmam Gazali Türbesi (XE. yy.) sivri kemerli nişlerin süslediği dış duvarları, iç içe yapılmış çifte kubbeleriyle, türbe mimarlığının gelişmesinde önemli bir yer tutar. Merv’de bulunan Sultan Sencer Türbesi (1157), tuğladan kalın dikdörtgen duvarların üstündeki kemerli galerileri, çok büyük çifte kubbesiyle anıtsal görünümdedir.
Selçukluların parçalanmasından sonra ortaya çıkan Türk devletlerinde yapılan türbelerde, Selçuklu türbelerindeki özellikler yerel özelliklerle bireştirilerek yeni anlayışlar geliştirildi. XII. yy’dan sonra kubbe, türbenin en önemli öğesi oldu. Memluklar ile Timuroğullarının gerçekleştirdikleri türbelerde kubbe kasnağı yükseltildi ve kubbe miğfer biçimini aldı. Selçuklulardan sonraki önemli yapıtlar arasında Sultani-ye’de Ühanhlara ait Olcayto Hüda-bende Türbesi (XIII. yy.), Kahire’de
Memluklara ait Şeceretüddür Türbesi (1257) ve Halife Türbesi (XIV.-XV. yy.), Semerkand’da Timuroğullarma ait Ahmet Yesevi Türbesi ile Şahzin-de Türbesi (XIV. yy.), GuriMir Türbesi (1405), Hindistan’daki Babürlülere ait Agra Tac Mahal Türbesi (XVII. yy.) sayılabilir.
Türbelerin yanında, Selçuklular daha çok kümbetler yaptılar. Selçuklulardan önce kümbet türünün ilk örnekleri sayılan kimi kule-mezarlar bulundu. Ziyarilere (X.-XI. yy.) ait Gürcan’da bulunan Kümbet-i Kâbus (1006) ve Bavendiler dönemine (VII.-XIV. yy.) ait olduğu sanılan Taberis-tan bölgesindeki Lâçin Kulesi, Rad-gan Kulesi, Damgan Pir Alemdar Kulesi kümbet tipinin öncüleridir. Büyük Selçuklularda kümbetler, çoğunlukla tuğladan, sekizgen, ongen ya da yuvarlak gövdeli ve üstü külah-
la örtülü olarak yapılıyordu. İlk kün betler arasında, İran’daki Isfahaı Abarkuh arasında, taştan yapılmı. sekizgen gövdeli ve kubbeli Kumbt t-i Ali (1056) ve Damgan’daki tuğls dan, yuvarlak gövdeli olarak yapıla Çihil Duhteran |(1056) | sayılâb lir.
Kazvin-Hemedan arasında buluna Harrakan Çifte Kümbet (1067-106£ kümbet mimarlığının en güzel öi neklerindendir. Tuğladan, sekizge gövdeli ve çifte kubbeli olarak yapıı mıştır. Sekiz köşesinde silindir biçi mi kubbeler, cephelerinde sivri ke merli nişlerle hareketlendirilen dia varlarda geometrik motifler, kûfi ki tabe frizleri ve renkli kalem işleri gc rülür. Öteki önemli kümbetler ara sında Rey Kümbeti (1139), Ürmi ye’de Se Kümbet (1184), Nahei van’da Mümine Hatun Kümbet
4171
İstanbul’da. Sultanahmet’te bulunan Mahmut U Türbesi (1840).
(1186) sayılabilir: <
Karahanlılarm ve Selçukluların parçalanmasından sonra ortaya çıkan Harzemşahlar döneminde de Selçukluların etkisinin sürdüğü kümbetler yapıldı. Urgenç’te Fahreddin Razi ve Sultan Tekeş kümbetleri (XII. yy.), Horasan’da Mili Radkan ve Kişmar kümbetleri (XIII. yy.) önemli Har-zemşah kümbetlerindendir.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*