Alfred Firmin

Alfred Firmin

 

(d. 28 Şubat 1857, ¿s – ö. 1 Haziran 1940, Ceffonds, ), Fransız dilbilimci, ilahiyatçı ve din ‘ f. Katolik Kilisesi’nin dogmalan-ve felsefedeki ilerlemeleri yansıta-!“de yeniden gözden geçirilmesini ‘ “ran modemizm hareketinin kurarak kabul edilir.
ki Katolik Enstitüsü’nde eğitim arkeoloji ve başka alanlardaki çalışmaların kilise tarihine uygulan-öncülük eden L.-M.-O. Duchesne’ ilendi. 1879’da papaz olduktan son-üde Doğu dillen konusunda ders başladı. Kitabı Mukaddes üzerin-çdışmalannda ise tarihi ve eleştirel ‘ re ve özellikle bilimde 19. yüzyılda yeni gelişmelere sıkı sıkıya bağlı Dinsel öğretinin gelişmesinde Kitabı ‘ ‘ :s’in daha özgürce yorumlanmasını , XIII. Leo ve X. Pıus ile anlaşmaz-düştü. Heretik görüşleri nedeniyle ■e enstitüden çıkartıldı, de yayımlanan L’Évangile et l’Église ve Kilise) modernizmin temel kitabı Görünüşte, dine akılcı bir yaklaşımı Protestan Alman tarihçi Adolf von :’a yanıt olan bu kitap, gerçekte inancının yeniden yorumlanmasıy-Kitabı Mukaddes eleştirisinin İsa’nın “ 1 i bir peygamber olarak kabul ettiği-öğretisinin bir kiliseyi ve kutsama im öngörmediğini ortaya koyduğunu rek, kilisenin mutlak, değişmez bir -.değil, bir umut mesajı sunması ge-‘ ileri sürdü. Böylelikle yeni keşif-imsenmiş dogmalarla çatışmaksızın bütünleşebilir ve kilisenin zamanın -‘t kalması önlenebilirdi.
■=-y’nin kitabı, tutucu din çevrelerinde saçlamalar dalgası doğurdu ve öteki ıdan dördüyle birlikte 1903’te kili-Index Librorum Prohibitorum’una Kitaplar Listesi) alındı. Yoğunlaşan ra boyun eğmeyen Lqisy 1908’de edildi.
29 arasında Collège de France’ta tarihi kürsüsünde ders vermeyi sür-!“. Aynı zamanda, Hıristiyan dinini ve ‘ Mukaddes’i tanrısal vahyin tarihi bir anmasından çok, insancıl bir ahlak olarak değerlendiren felsefesini ge-:ye devam etti. Aynca Hıristiyanlık ; dinsel oluşumlar ve bunların Hıristi-^n biçimlenmesindeki etkileri konu-karşılaştırmalı çalışmalar yaptı. Kili-mahkûm ettiği öteki modernıstlerden olarak aforoz edilmeye karşı çıkmadı prüşlerinden vazgeçmedi.
~ Irmağı, İspanyolca río grande de Porto Riko’nun doğu kesiminde . San Lorenzo’nun güneyinde Cayey ıından doğar. Cayey’in etekleriyle
lo Dağlan arasında yaklaşık 65 km a aktıktan sonra, bataklıklardan ge-Lofza Aldea yakınlannda Atlas Ok-ona dökülür. Taşkın ovasında ve çev-!eki taraçalarda şekerkamışı, tütün, ve sebze yetiştirilir. Loiza Irmağı
Projesi 1948’de Trujillo Alto’nun hemen güneyinde bir hidroelektrik barajının yapımıyla başlatıldı. Bu barajın gölü olan Loiza, San Juan kentinin başlıca su kaynağıdır. Irmağın Santa Bârbara’dan önceki son 13 km’lik bölümü ulaşıma elverişli hale getirilmiştir.
Loja, Ekvador’un güney kesimindeki dağlık bölgede il. Güneyde ve batıda Peru ile çevrilidir. Yüzölçümü 11.295 km2’dir. Büyük bölümü dağlarla kaplıdır. Nüfus dağlar arasında kalan Loja Havzasında ve Cata-mayo Irmağı vadisinde toplanmıştır. İlin yönetim merkezi olan Loja kenti çevresinde mısır yetiştirilir, mandıracılık yapılır. Dik dağ yamaçlannda tahıl, kahve ve patates, vadi tabanlannda ise sulama ile şekerkamışı yetiştirilir. Dağlarda sığır ve koyun beslenir. Loja, el tezgâhlannda dokunmuş yün battaniyesiyle tanınır. İlde altın, gümüş, bakır ve kaolin yataklan bulunmakla birlikte, yalnızca altın yataklan işletilmektedir. 1970’lerde yörede yeni altın ve gümüş yataklan bulunmuştur.
And Misyonu, Yerlilerin yaşam koşullarının iyileştirilmesine önemli katkılarda bulunmuş ve Katolik Kilisesi ile birlikte, hafif sanayinin geliştirilmesine yardımcı olmuştur. Pan-Amerikan Karayolu ili boydan boya geçerek Peru’ya girer. Nüfus (1990) 384.698.
Loja, Ekvador’un güney ucunda Loja ilinin merkezi kent. Andlar’a bağlı Zamora Cor-dillerası’nın kuzeybatı eteklerindeki küçük bir ovada, Zamora ve Malacatos ırmaklan-mn birleşme noktasında yer alır. İspanyol kaptan Alonso de Mercadillo tarafından 1553’te kuruldu. 17. yüzyıl ortalanndaki depremden sonra yeniden inşa edildi. İspanyol sömürge yönetimi sırasında bir süre dünya çapında önemli bir kınakına üretimi merkezi oldu. Ekonomisi büyük ölçüde bölgesel tanm ürünlerinin (şekerkamışı, kahve, tahıl ve kınakına) ticaretine dayanır. Tabaklama ve dokuma sanayilerinin yanı sıra bazı hafif tüketim mallan da üretilir. Kamu binalannın çoğu, yakınlardaki taş-ocaklanndan çıkarılan iyi cins mermer ve yapı taşlanyla inşâ edilmiştir.
Bir Katolik piskoposluk merkezi (1862) olan ve Pan-Amerikan Karayolu üzerinde bulunan Loja, Ekvador’un başlıca kentlerine havayoluyla da bağlanır. Kentte Loja Ulusal Üniversitesi (1869’da hukuk okulu olarak kuruldu; 1943’te üniversite statüsü aldı) ile bir teknik üniversite (1971) vardır. Nüfus (1981 geç.) 86.196.
lojistik (Yunanca logistikos: “hesap bilimi”), askerlikte ulaştırma, ikmal, haberleşme, tıbbi yardım ve benzeri alanlarda muharebe birliklerini desteklemek amacıyla yürütülen hizmetler.
Roma ve Bizans ordulannda idari işlerden sorumlu subaylara logista denirdi. Fransız-cada askerlerin konaklaması anlamında kullanılan loger sözcüğü de aynı kökenden gelir. 17. yüzyıl sonlannda Fransız ordusunda askerlerin hareket etmesinden ve konaklamasından sorumlu bir karargâh subayı (maréchal des logis) görev yapmaya başladı. Bu subayın başında bulunduğu askeri personel, birliklerin bakım ve nareketlennin planlanmasında kullanmak üzere harekât bölgelerine ilişkin notlar alan ve haritalar çizen Fransız askeri mühendislerinden (ingénieurs géographes) oluşan bölüme bağlıydı. Napoléon’un savaş yönetimi konusunda bir uzman sayılan Jomini baronu Henri, Précis de l’art de la guerre (1837; Savaş Sanatının Özeti) adlı kitabında lojistiği keşif, mühendislik ve karargâh işlerini de içeren “ordulann hareketiyle ilgili pratik
67 Lok Sabha
bir sanat” olarak tanımlıyordu. Jomini’ye göre lojistiğin amacı çarpışmalarda stratejik ve taktik esnekliği ve baskın yeteneğini sağlamaktı.
Jomini’nin lojistik kuramı Avrupa’da etkili olamadı ve terim kendiliğinden unutulmaya yüz tuttu. 1882’de ABD’li deniz albayı (sonradan amiral) Alfred Thayer Mahan’ın “ülke kaynaklannı seferber ederek silahlı kuvvetleri destekleme” biçiminde tanımladığı terim yeniden yaygınlık kazandı.
ABD silahlı kuvvetlerinde lojistik terimi 1918’den sonra Ordonat ve Levazım dairelerinin ikmal, ulaştırma, inşaat ve sağlıkla ilgili karargâh görevlerini kapsayan bir anlam kazandı. II. Dünya Savaşı’na ‘ değin öteki ordularda lojistik terimi üzerinde pek durulmadı. Birleşik Krallık Kara Kuvvetle-ri’nde kullanılan idari hizmet kavramı barış zamanında birliklerin iç işleyişine, savaş zamanında da hareket, bakım ve ikmaline bağlı etkinlikleri kapsıyordu. Kara Avrupa’sı ordularında ise ikmal işleriyle ilgili bir hizmet söz konusuydu.
Günümüzde Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı (NATO) ülkelerinin askeri terminolojisinde resmî bir terim olarak yer alan lojistik, modern savaşın güçlükleri karşısında daha geniş bir anlam kazanmıştır. Lojistiğin ilgi alanına birliklerin bakımı, hareketi ve konaklaması dışında silah, silahla ilgili sistemler ve bütün öteki savaş malzemelerinin sağlanması da girmiş bulunmaktadır. İdari hizmet terimi ise daha çok personel yönetimi, maaş, disiplin ve moralle ilgili işlerin yerine getirilmesi için kullanılmaya başlamıştır.
Modern savaşlann karmaşıklığı lojistik planlamacılannın işini birçok bakımdan zorlaştırmaktadır. Günümüzde lojistikte göz önünde bulundurulması gereken öğeler arasında harekâtlann ulaştığı hız ve kapsam, hava ve yer saldınlannda haberleşme bağlantısının kesilme olasılığı ve modem kuvvetlerin bakımı için gerekli olan büyük çaplı örgütlenme sayılabilir. Ayrıca gelişmiş kara ve deniz araçlan, uçaklar, haberleşme sistemleri ve silahlarla çok sayıda insanın seferber edilmesini sağlayan savaş teknolojisinin geçirdiği evrim, ikmal maddeleri, erzak ve çeşitli ürünlere olan askeri gereksinimin artmasına yol açmıştır. Ordulann savaş gücünü ayakta tutmaya yönelik çabalar, uluslann ekonomilerinde giderek daha büyük pay almakta, ulaştırma, hizmet ve ikmal gibi alanlara daha çok personel aktarma gereğini ortaya çıkarmaktadır.
II. Dünya Savaşı’nda ABD Kara Kuvvetle-ri’ndeki her 10 kişiden yalnızca üçünün çarpışmalara doğrudan katılması bunun çarpıcı bir göstergesidir.
Lok Sabha (Hintçede “Halk Meclisi”), Hindistan Parlamentosu’nun alt meclisi. 1950 Anayasası’na göre, en az 18 yaşındaki bütün yurttaşlann oy kullandığı tek dereceli seçimlerle beş yıllık bir dönem için seçilir. Eyaletlerdeki seçim çevrelerinin yanı sıra birlik topraklanmn temsilcileri de Halk Meclisi’nde yer alır. Ayrıca cumhurbaşkanı Anglo-Hintlı topluluğun yeterince temsil edilmediği kanısına varırsa iki üye atayabilir. 1990’larm başlannda Halk Meclisi’nin, 543 üyesi vardır. Hindistan Parlamentosu’nun üst kamarası Racya Sabha’nın (Eyaletler Meclisi) üyeleri, dolaylı olarak eyalet yasama meclislerince seçilir. Parlamento ve eyalet meclislerinin bütün seçilmiş üyelerinin oluşturduğu bir seçiciler kurulunca beş yıllık bir dönem için seçilen Hindistan cumhurbaşkanı yürütmenin başı
lokanta 68
olmaktan çok, devletin temsilcisidir. Gerçek iktidar, kabine üyeleri, eyalet bakanlan ve yardıma bakanlardan oluşan bakanlar kurulunun başı olan başbakandadır. Bakanlar Kurulu, Halk Meclisi’ne karşı sorumludur.
lokanta, restoran olarak da bilinir, ücret karşılığı yiyecek ve içecek sunulan halka açık işletme. Türkiye ve bazı başka ülkeler-«b işkmbed ve kebapçılar gibi yalnız belirli bir yemek türü sunan lokantalar da vardır.
A. Boulanger’nin 1765’te Paris’te açtığı çorbacı dükkânı çağdaş lokantalann ilk örneği olarak kabul edilir. Boulanger’nin, çorbalannm lezzetini ve içenlere dinçlik veren, besleyici özelliğini vurgulamak amacıyla tabelasına yazdığı restaurants (Fransız-cada “tazelik ve dinçlik veren”, “canlandıran’) sözcüğü, zamanla bu tür işletmelerin adı durumuna gelmiş ve bazı küçük değişik-*!kl®rle, b,rŞ°k dile girmiştir. Restoran dışın-ı * urkçede kullanılan lokanta sözcüğü ise lokal ile aynı kökten türeyen İtalyanca locanda dan gelir.
Daha önce de, bugünkü deyimiyle tabldot (rransızca table d’hôte: “hancının sofrası”) yemek veren hanlar bulunmakla birlikte muştennm çeşitli seçenekler içeren bir mönüden dilediğini ısmarlayabildiği ilk işletmenin Boulanger’nin lokantası olduğu sanılmaktadır. ilk lüks lokanta ise 1782’de Pans te açılan La Grande Taverne de Londres idi. Lokantanın sahibi Antoine Beauvılliers, L’Art du cuisinier (1814; Mutlak Sanatı) adlı kitabıyla Fransız mutfağının standartlannı da belirledi. Ünlü gastronomi uzmanı Brillat-Savarin’e göre Beauvilliers ıyı bir lokanta için gerekli dört temel öğe olan şık bir salonu, usta ve zarif garsonları, seçkin şaraplan ve lezzetli yemekleri bir araya getiren ilk kişiydi. Üstelik, her müşte-nyle kendi özel konuğuymuş gibi ilgilenerek lokantasında sıcak bir hava yaratmayı da bilirdi. 3
Fransız Devrimi’nden önce her soylunun evinde usta bir mutfak ekibi bulunurdu Devnmden sonra evlerde iş bulma şansı azalınca, birçok şef ve aşçı ya lokantalarda a§’adı ya da kendisi lokanta açtı. 1804 te Pans’te 500’den çok lokanta vardr tarihin en büyük şefleri ve birçok ünlü yemek bu işletmelerden çıktı.
19. yüzyıl Fransız lokantaları. Napoléon döneminde Paris’in en güzel lokantalan Louvre Sarayı’nın bitişiğindeki Palais-Royal Meydanı çevresinde toplanmıştı. Dönemin en.. . . ve ünjû lokantalanndan Véry’nin mönüsünde bir düzine çorba çeşidi iki dıızıne balık çeşidi, 15’i sığır ve 20’si koyun etinden olmak üzere sıcak yemek çeşitleri aynca birçok soğuk yemek ve salata bulunuyordu. Balzac’m da sık sık gittiği Vérv yemek konusunda yazı yazan Grimod de la Keynıere tarafından Fransa’nın en iyi lokantası olarak nitelenmişti.
Véry’yi 1869’da bitişiğindeki Le Grand Véfour satın aldı. Fransa’nın en güzel
ıoon”ı anndan. biri say>lan bu işletme, î„80 jenn ortalannda hâlâ çalışmaktaydı.
19. yüzyılda Paris’in bir başka ünlü lokanta-sı. da, sonradan Chez Bignon diye anılacak olan Café Foy’du. Ingiliz yazar Thackeray ile Italyan besteci Rossini buranın ünlü muştenlerindendi. Italyanlar Bulvan’ndaki Cafe de Pans, başka yerlerde şube açan ilk lokanta oldu. Bu dönemin öteki ünlü lokantalan Montorgueil Caddesi’ndeki istiridye ve balığıyla tanınan Rocher de Cancale ve Madeleine Meydanı ile Royale Caddesi’nin
köşesindeki Restaurant Durand’dı. Anatole France ile Emile Zola, sanatçı ve politikaa-lann buluşma yeri olan Durand’ın müşteri-lenndendi.
y“2?1′,Paris lokantalan arasında en unlusu, Italyanlar Bulvan ile Marivaux Caddesi nın köşesindeki Café Anglais’ydi. Şef Adolphe Dugléré, Dugléré usulü dilba-ığı (Sole Dugléré-, domatesle birlikte haşlandıktan sonra balık suyuyla hazırlanmış kremalı sosla sunulan fileto dilbalığı) ve Germiny çorbası (potage Germiny) gibi unlu yemeklerini burada yaratmıştı. Hazi-ran 1867 deki 2. Paris Dünya Sergisi için kentte bulunan Rus çan II. Aleksandr, ollu çarevıç (sonradan Çar III. Aleksandr) ve Prusya kralı (sonradan ilk Alman imparato-I-Wilhelm, Café Anglais’de ağırlandı-I i – sonra “Üç imparator Yemeği” adıyla ün kazanan bu ziyafet şu yiyeceklerden oluşuyordu: Kraliçe usulü (à la reine) kremalı tavukla sufle çeşitleri, fileto dilbalı-gı, soslu kalkan, Portekiz usulü (à la Portugaise; domates, soğan ve sarmısakla pişirilmiş) tavuk, Paris usulü (à la parisienne-, yassı, yuvarlak dilimler halinde kesildikten sonra jöle-mayonez kanşımı bir sosa bulanıp süslenmiş) ıstakoz, Rouen usulü (à te -karaciğerle doldurulup bastı-
rıldıktan sonra, kemikli göğüs parçaları ve kızartılmış butlarıyla bir tabağa dizilip içinde ciğer ezmesi bulunan kırmızı şaraplı sosla sunulan) ördek yavrusu, kızartılmış ekmeğin üstünde sunulan çinte (kirazkusu) ve sekiz değişik şarap.
Café Angjais’nin 1913’te kapanmasına karşın bu mönü, Paris’in hâlâ çalışan en eski lokantası La Tour d’Argent’da sürdürülmektedir.
19 yüzyıl sonlanndaki gösteriş döneminde, Royale Caddesi’ndeki Maxim’s, Paris’in en gözde yemek ve buluşma yeriydi I Dünya Savaşı’nın ardından bir süre için önemini yitirdiyse de, el değiştirdikten sonra eski görkemini yeniden kazandı Dünyanın en iyi şeflerinin çoğu Fransa’dan çıkmıştır. Bunlardan, lüks otellerin mutfak-lannı yöneten Georges-Auguste Escoffier, ner bin kesin biçimde belirlenmiş görevler üstlenen uzmanlardan oluşmuş mutfak ekibinin (brigade de cuisine) yaratıasıdır. Bu ekipler, gros bonnet denen, bütün mutfaktan sorumlu bir şef; bir sos şefi; çorba, sebze ve tathlann hazırlanmasından sorumlu entremettiez finnda, kızartma ya da ızgara etleri hazırlayan rôtisseur; malzeme atımından ve soğuk yemeklerden sorumlu garde manger’den oluşuyordu.
20. yüzyıl Fransız lokantalan. 20. yüzyılda otomobilin yaygınlaşmasıyla Fransa’da kent dışında yemek yemek moda oldu ve taşrada pek çok güzel lokanta açıldı. Fernand Point ın Vienne’de açtığı Restaurant de la Pyramide, bazılannca dünyanın en iyi lokantası kabul edilirdi. 1955’te Point’m ölümünden sonra da kansı Madame “Mado” romt ın yönetiminde aynı kaliteyi korudu, rransamn başka ünlü taşra lokantaları arasında Roanne’daki Troisgros, Lyon ya-kınlanndaki Paul Bocuse Restaurant, Alsace da Illhaeusem’deki Auberge de l’Ul ve Saulieu’deki Côte d’Or sayılabilir. Fransa’
nSr ur yi¿ plañan Guide Michelin (Michelin Rehberi), 3.400’ü aşkın kent ve kasabada bulunan lokantalarla oteller üze-nne bilgi verir ve bu kuruluşlan bir, iki ya da uç yıldızla değerlendirir.
Günümüz Fransız lokantaları genellikle üc sınıfa aynlır: Bistrot ya da brasserie denen sade ve ucuz işletmeler, görece ucuz orta kalitede lokantalar, en zor ve aynntıh yemeklerin lüks bir ortamda sunulduğu grand restaurant’laı.
Başka Avrupa lokantalan. Veneaı yüzyılda ortaya çıkan botteghe’lerde hane) önceleri yalnız kahve verilir sonra sandviç ve soğuk yemekler de ya başladı. Bugün trattorie denen meyhanelerinde, yörenin kendine 5 mekleri yenir. Osterie’ ler ev yemeği sade lokantalardır. Floransa’da, y bodrum katında bulunan buca’larda lokanta sahibinin seçtiği belli bir sunulur.
Avusturya’da Kaffeehaus’\axd& tam mek servisi yapılır ve müşteri bui yemek ve kahveden sonra gazete o* kadar uzun süre oturabilir. Star, denen lokantalann ise sürekli m” vardır; çoğu AvusturyalI, kendi ah kantada yemek yemeyi yeğler. Macaristan’da, karayollan üzerinde nan csârda’larda genellikle yalnız balık yemekleri sunulur.
Çek Cumhuriyeti’nde, özellikle Pr-bırahaneler, Avusturya’daki Kafft Iara benzer; tek fark yemeğin kahve yerine bira verilmesidir. Weinstube’\eri, birçok şarap çeşidin junduğu sade lokantalardır. Müşte isterlerse yemek de yiyebilecekleri şarap dükkânları olan Weinhaus’\a şarküteri türlerinden sıcak ye kadar çok çeşitli seçenek vardır, tokla birer aile işletmesi olan ke lerde de şarap ve yemek verilir; lerdeki benzer işletmelere Stadts denir.
Madrid’in bar ve ca/e’lerinde tapas çeşitli çerez ve basit yiyecekler s-Bunlar arasında zeytinyağında sar pişirilmiş karides, soslu ve bezelyeli tuzlama morina, yılanbalığı, kalamar, tar ve tonbalığı sayılabilir. Tapas, slu birlikte yenir; chateo’ya (bar turu) çı’ barda bol tapas ile sherry tüketmek bir âdettir. Marisco ya da ma denen deniz ürünleri ban, asado~ Katalan lokantalan ve pub-şarapçı k tasca’\ar, Ispanya’ya özgü başka 1-lardır.
Portekiz’deki cervejaria’lar kabuklu ürünleri yenen birahanelerdir. Bu ayrıca fado eşliğinde ızgara sosis ve* sunulan meyhaneler vardır. İskandinavya büfelerinde sm0rrebr0d la anılan üstü açık, bol gamitürlü vıçler satılır. İsveç lokantalannın gâsbord’u ünlüdür. Sözcük anlamı “ ve tereyağı sofrası” olmakla birli yemek ringa balığı, karides, turşu, balık, salata, soğuk et ve sıcak taba ojuşan kusursuz bir şölen sofrası nite’ dir; yanında da bira ya da şnaps i Hollanda’da üstü açık sandviç, deniz len, sıcak ve soğuk yemekler ile pe oluşan büyük bir masadan servis broodjeswinkel adlı büfeler vardır. Ingiltere’nin kent ve köylerindeki p da servis üç yerde yapılır: Herkese açık bar ile salon ve yalnız müdavimlere olan özel bölüm. Pub*larda verilen yi ler yöreye göre değişir; sandviç ile domuz eti, dana eti, jambon, biftek böbreğin çeşitli malzemelerle birlikte lanmasıyla hazırlanan yemek çeşitleri; ve bira; sosis ve patates püresi; Yo usulu bir çeşit sosisli börek olan toad hole-, et ve sebzeyle hazırlanan Co usulü bir fınn yemeği buralarda b yiyeceklerin başlıcalandır. Yunanistan’daki tavernalarda buzuki ziği eşliğinde sakız şarabı retsina ya adlı Yunan brandy’si içilir. Öteki ülkeleri gibi burada da hem yiyecek hem de servis yapan bakkal-tav vardır.
lokantaları. Japonya’da tempura (ta-‘) barlarında, tezgâh üstünde kızar-ides verilir. Yemek de yenebilen bularda, içinde genellikle çiğ fileto sirkeli pirinç yemeği suşi ya da çiğ «Kümlerinden oluşan saşimi sunulur, denen lokantalarda soya fasulyesi ■,n yapılmış peynir çeşitleri yenir, çayhanelerdeki kaiseki tabldot servisi haute cıurine’inin (seçkin mutfak) Ji örneğini oluşturur, yerel yemek servisi yapan lokantalara sıra, şehriyeden yapılmış pek çok ve yemek çeşidi sunan lokantalar Dim-sum’larda, tütsülenmiş ve dol-jş hamur işleri ve başka füme yiye-yenebilir.
çok Asya ülkesinde, tek kişinin ya da _in bir araba içinde işlettiği ve çeşitli Jhelerin anında pişirilip sunulduğu lokantalar vardır. Bu tür yerlerdeki ‘:r ve pişirme yöntemleri, ülkeye büyük farklılık gösterir.
“ lokantaları ve “hızlı-yemek”. ABD’ «taya çıkan selfservis kafeteryalar ve lek” (fast-food) yenen işletmeler le bütün dünyaya yayılmaktadır, kuruluşlarda müşteri, tezgâhta serği-çeşitli yiyeceklerden istediğini seçer di servisini kendisi yapar. ABD’nin sinek yenen başka lokantaları drugs-ve drive-in’\erdir. İlaç, gıda, kozme-i gibi malların da satıldığı drugstore’ jğle yemeklerinde tezgâha sandviç ve yemekler konur; akşamlan ise belli hazır yemekten oluşan basit bir mönü Drive-in’de müşteriler benzer yiye-arabalannda yer. ABD’de ayrıca uluslararası şubeleri dé bulunan iletmeler haline gelmiş ayaküstü ye-ıluşlan vardır. Buralarda yiyecekler porsiyonlara aynlıp paketlenmiş verilir ve mönü hamburger, pizza, sosisli sandviç, kızarmış tavuk, patates _ji gibi yiyeceklerden oluşur, mesafe tren yolcularına eksiksiz servisi veren Pullman yemekli va-ve yüzen lezzet sarayları olarak ırmak gemileri de ABD’de ortaya •. Bunlar, ev dışında yemek yeme-_,jca eğlence sayıldığı, lokantaların mönüleri, gerek dekor ve servisleri büyük harcamalar yaptığı dönemlerden ‘t.
çok toplumda artık çekirdek aile in. yerleşmiş olması, kadınların işgü-katılma oranının artması, buna bağlı insanların kendilerine ve ev yaşamlısı kadar zaman ayıramaması, yemek alışkanlıklarını da değişime uğratarak ,J iddiasız bir ortamda, kısa sürede :bilecek yemekler sunan lokantaların aşmasına yol açmıştır.
White Castle (1921), McDonald’s l, Kentucky Fried Chicken (1956) ve Hut (1958) gibi ABD şirketlerinin ¡¡in birçok yerinde şubesi vardır. Ay-‘Batı ülkelerinde çoğu okul ve işyerinde ‘a çalışan, basit yiyecek ve içecekler makineler bulunmaktadır.
_‘nüz lokantalarında müşteriler artık rahatlatıcı bir ortam ve hızlı servisi “ektedir. İşgücü maliyetlerinin yük-i ve bu alanda nitelikli, usta işgücü-azalması, yemek çeşitlerinin de azalma-yemek hazırlamada göreli bir özensiz-yol açmıştır. Ayaküstü yemek yenen “lar, snack-bar’lar, kafeteryalar, cave drive-in’ler gittikçe çoğalırken, şık ıhalı lokantalar, otantik, küçük salon-sıcak ve samimi bir ortam yaratan, ama ileri düzeyde uzmanlaşmış mole tanınan işletmelere dönüşmek-
Türkiye’de lokanta. Osmanlı toplumunda, özellikle İstanbul’da insanların evleri dışında, para ödeyerek yemek yedikleri yerler çok eskilerden beri vardı. Her çeşit işyeri gibi bu aşçı dükkânları da loncalara bağlı ve devletin genel denetimi altındaydı. 17. yüzyıldan kalma bir narh defterinde, “koyun yahnisi”, “lahana dolması”, “şehriye pilavı”, “şiş kebabı” gibi yemeklerin ne kadarının kaça satılabileceğini belirleyen notlar bulunmuştur. Bu gibi düzenlemeler ve aşevleri daha eski tarihlere uzanmaktadır. Hatta, 17. yüzyılda aşçı dükkânlarında verilen yemeğin niteliğine ve temizliğine ilişkin düzenlemelerin artması, bu gibi yerlerin artık bir bozulma dönemine girdiğini, dolayısıyla da çok daha eskiden beri var olduğunu gösterir.
O dönemde “dışarıda yemek” bugünkü anlamında bir “keyif’ olmadığı için, aşevlerinin varlık nedeninin daha dolaysız ve işlevsel olduğu düşünülebilir. Buraların başlıca müşterileri bekâr işçilerdi. Aşevlerinin daha sonraki lokantalardan bir farkı, yemek çeşitlerinin sınırlılığıydı. Bu yemekler çoğunlukla evlerde pişen yemeklerden değişik değildi ve sırayla müşterinin önüne konurdu. Ama gene aynı dönemlerde, çeşitli nedenlerle evde pişirilmesi güç olan yemek türlerinde uzmanlaşmış (örn. işkembeci) dükkânların da ortaya çıktığı tahmin edilebilir. Yemekle keyfin yan yana geldiği bir yer olarak meyhaneler de Türk toplumunda eskiden beri vardı. Türk-Müslüman halkın içki konusunda dinsel yasaklara bağlı olmasına karşılık, Müslüman olmayanların âdetlerine karışılmazdı. Bunun için, başta Galata gibi gayri müslimlerin yoğun olduğu mahallelerde birçok meyhane vardı ve bunlara kaçamak yaparak gelen Müslümanlar da meyhane müşterilerinin önemli bir bölümünü oluştururdu. Yalnızca karın doyurmanın ötesinde, keyif için yenip içilen yerler olarak meyhaneler, sonraki lokanta kavramına daha uygun işlev görmüştür. Onlar da bütün işyerleri gibi lonca düzenine bağlıydı ve bu düzen içinde “gedikli meyhane” olarak anılırdı. Böylece sayılan sınırlı kaldığı için işkembeci, turşucu vb farklı adlar altında içki ve meze veren yan gizli yerler de açılmıştı; bunlara da “koltuk meyhanesi” denirdi.
Çağdaş anlamda lokantanın 20. yüzyıl başlannda, özellikle de II. Meşrutiyet sonrasında günlük yaşama girdiği konusunda genel bir düşünce birliği vardır. Aslında yemek konusundaki değişim de, Tanzimat sonrasının Batılılaşma yönelişinin bir parçasıydı. Mehmed Kâmil Efendi’nin 1844’te yayımladığı Melceü’t-Tabbâhîn (Aşçılann Sığınağı) adlı yemek kitabı yaşamdaki değişimin konak ve evlere kadar sokulan önemli belgelerinden biridir. Yazar yapıtın önsözünde, yaşam koşullannm değişmesi yüzünden artık eski yemeklerin yetmediğini, yeni yaşama göre Batılılardan yeni bir mutfak (cuisine) tarzı alınmasının gerektiğini belirterek kitabını bu amaçla yazdığını anlatır. Bu türden başka ilkler gibi ilk lokantalann da Galata ve Pera’da (bugün Beyoğlu) açıldığı düşünülebilir. 19. yüzyılın ikinci yansında Pera’da sayılan çoğalan oteller, cafi-chantant’l&T, pastaneler, birahaneler vb, Mehmed Kâmil Efendi’nin değindiği yeni cuisine’in tanıtılmasına katkıda bulundu. 20. yüzyıl başlannda da bunlara, bazıla-n oldukça ünlü olan, yeni, bağımsız lokantalar eklendi. Beyoğlu, hem klasik eğlence bölgesi, hem de iş merkezi olarak bu ilk lokantalar için en uygun yerlerden biriydi. Örneğin Abdullah Efendi Lokantası’nın ilk yeri, Parmakkapı’da İstiklâl Caddesi üzerindeki Rumeli Han’a taşınıncaya değin Voyvoda (bugün Bankalar) Caddesi’ndeydi.
69 lokapalalar
İtalyan Degüstasyon lokantası, Çiçek Pasa-jı’nm girişindeki yerinde 1919’da açılmıştı; bu lokanta 1970’lerin sonlannda pasajın çökerek yıkılmasına değin varlığını sürdürdü. 1917 Devrimi’nden sonra İstanbul’a gelen Beyaz Ruslar da şehrin lokanta kültürüne önemli katkılarda bulundular. Onlann açtığı en ünlü lokanta, el değiştirmiş olarak bugün de açık bulunan Rejans’tır. Eminönü-Bahçekapı bölgesinin eskiden şimdikine göre çok daha önemli bir iş merkezi olması, bazı tanınmış lokantalann Pera’nın yanı sıra burada da kurumlaşmasını kolaylaştırdı. Pandelli, Konyalı ve Borsa lokantalan bunlann en önde gelenleriydi. Ankara’da da Cumhuriyet’in ilk yıllarında, özellikle meclis üyelerine ve yüksek bürokratlara hizmet vermeyi amaçlayarak açılan Karpiç ve Süreyya lokantalan büyük ün kazandı. İstanbul’da zamanla, Boğaziçi gibi çekici doğal güzelliğiyle öne çıkan bölgelerde de lokantalar yoğunlaştı. Kent içi ulaşımın kolaylaşması da böyle bir yaygınlaşma için gerekli temeli oluşturmuştu. Özel otomobillerin çoğalmasından sonra, kente uzakça yerlerde, belirli bir yemek tarzında uzmanlaşan lokantalar oluştu. İlk kez Kü-çükçekmece’de açılan Beyti, bu türün en ünlü örneğidir. Günümüzde sayılan çok artan bu tür lokantalann yanında, esnafın yoğun olduğu iş bölgelerinde geleneği hâlâ bir ölçüde sürdüren, daha sıradan, ama lezzetli yemek veren lokantalar da vardır. İşkembeci, muhallebici, tatlıcı gibi belirli bir alanda uzmanlaşmış geleneksel dükkân-lann yanı sıra, 1960’lardan bu yana, Batı’-nın hızlı-yemek tarzına göre iş yapan büfeler de açılmıştır. Bunlara, Anadolu’nun çeşitli bölgelerinin yerel yemeklerini sunan kebapçılar, lahmacuncular ve pideciler de eklenebilir.
lokapalalar, Hindu mitolojisinde ve Budacı-lıkta dört ana yönün bekçilerine verilen ad. Tibetçede jigrterıskyong, Çincede tianwang ve Japoncada şi-tenno olarak bilinirler. Hindu inancında file bindikleri kabul edilen dört bekçiden İndra doğuyu, Yama güneyi, Varuna batıyı ve Kubera kuzeyi yönetir. Vaişravana olarak da bilinen Kubera Budacı gelenekte de kuzeyin bekçisidir. Budacı-lıktaki öbür lokapala’lar Dhrtarashtra (doğu), Virurhaka (güney) ve Virupaksha’dır (batı).
İlk Budacı metinlerde lokapala’ların Bu-da’nın yaşamındaki bütün önemli olaylara katıldıklarından söz edilir. Onu doğumunda karşılarlar, dünya nimetlerini reddederek sarayı terk ettiğinde atının toynaklannı tutarlar ve Bo ağacı altında tuttuğu oruçtan sonra bir mucizeyle tek bir kaba dönüşen dört kap yemek sunarlar. Dördü birlikte Tibet, Çin ve Japonya’da olduğu kadar Hinayana Budacılan arasında da kutsal sayılır, ama içlerinden yalnızca Kubera’ya tek başına tapınılır. Genellikle silahlı ve cinlerin üzerinde durur durumda betimlenirler. Hindistan’da erkek doğa tannlannın (yaksha) kralı sayılan Kubera san renkte betimlenir ve sağ elinde bir bayrak, sol elinde bir firavunfaresi taşır. Çin’de Duo-wen olarak bilinir ve sonbahan simgeler. Japonya’daki adı Bişamon, Tibet’teki adıysa Rnam-thos-sras’tır.
Doğunun bekçisi Dhrtarashtra, Hindistan’da kutsal çalgıcılann (gandharva) kralıdır. Rengi beyaz, simgesi ise telli bir çalgıdır. Çin’de Chiguo adıyla bilinir ye yazı simgeler. Adı Japonya’da Cikoku, Tibet’te Yul’-khor-bsrung’dur. Güneyin bekçisi Virurhaka, Hindistan’da dev yeraltı yaratıkla-nnın (kumbhanda) kralıdır. Rengi mavi ya
lokavt 70
da yeşildir ve bir kılıç taşır. Çin’de Zeng-zhang adıyla bilinir ve ilkbaharı simgeler Japonya’da Komoku, Tibet’te phangs-skyes-po olarak anılır. Batının bekçisi Viru-paksha, Hindistan’da yılanların (naga) hü-kümdarıdır. Rengi kırmızıdır; simgesi ise küçük bir sandık ya da mücevher ile yılandır. Kışı simgelediği Çin’de Guangmu Japonya’da Zoço, Tibet’te de Klu olarak bilinir.
lokavt (İngilizce lockout: “kapatma”), iş uyuşmazlıklarında, işverenin işçileri toplu olarak işten uzaklaştırması. Lokavtın yasal bir nitelik taşıması için işçi sendikasınca grev kararı alınmış olması ve lokavtla birlikte ışyerindeki bütün etkinliklerin durdurulması gerekir. Siyasal amaca yönelen, genel lokavt ya da dayanışma lokavtı niteliğini taşıyan lokavt uygulamaları yasadışıdır 7 Mayıs 1983 tarihli ve 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu uyarınca, lokavt karannın, karar tarihinden başlayarak 6 işgünü içinde, karşı tarafa bildirilmek üzere notere verilmesi, bir örneğinin de yetkili makama teslim edilmesi gerekir. Bu koşulun yerine getirilmemesi, lokavtın yasadışı sayılmasına yol açar. 1982 Anayasası’nın 54. maddesine göre iyi niyet kurallarına aykırı olarak ve milli serveti tahrip edecek biçimde lokavta gidilemez Bu kurala aykın lokavt, Çalışma Bakanlığı’ nın başvurusu üzerine iş mahkemesi kararıyla durdurulur (m. 47). Ayrıca yasal bir lokavtın işyerini sürekli kapalı tutma amacıyla yapıldığı kesinleşmiş bir mahkeme kararıyla belgelendiğinde, kararın işverene ya da işveren sendikasına bildirilmesiyle lokavt durdurulur.
Lokavt hizmet sözleşmelerini ortadan kaldırmaz. Ama işçilerin hizmet sözleşmelerinden doğan hak ve borçlan lokavtın sona ermesine değin askıda kalır (m. 42). Lokavt sırasında yalnızca taraflann anlaşması, süresi belirlenmiş sözleşmelerin sona ermesi ve sözleşmenin tek yanlı olarak sona erdirilme-?I£IJlakh kllacak nedenlerin varlığı (m. 16,
17) durumlarında sözleşmeyi feshetme yoluna gidilebilir. Lokavt nedeniyle hizmet sözleşmeleri askıda olan işçilere ücret ödenmeyeceğinden, sosyal sigorta, vergi, sendika üyelik ve dayanışma ödentileri kesilmez. Lokavt nedeniyle hizmet sözleşmeleri askıya alınan işçiler başka bir işte çalışamazlar. Buna aykırı hareket edenlerin hizmet söz-leşmelen süresiz fesih bildirimi yoluyla sona erdınlebılir (m. 43).
Yasa lokavt yasaklannı sürekli ve geçici olmak üzere ikiye ayırmıştır. Sürekli lokavt yasağı can ve mal kurtarma işleri, su, elektrik, havagazı, kömür, doğal gaz ve petrol üretimi, tasfiyesi, dağıtımı gibi işlerle banka ve noterlik hizmetlerinde, itfaiye temızhk ve cenaze işleriyle kent içi deniz, kara ve demir yolu ve öteki raylı yolcu taşıma hizmetlerinde, aşı ve serum üreten kuramlarda, hastane, klinik, sanatoryum, dispanser ve eczane gibi işyerlerinde, eğitim ve öğretim kurumlannda; Milli Savunma Bakanlığı ile Jandarma Genel Komutanlığı ve Sanıl Güvenlik Komutanlığı’nca doğrudan işletilen işyerlerinde söz konusudur. Geçici lokavt yasağı ise savaş, seferberlik, olağanüstü hal, sıkıyönetim, yangın, su baskını deprem gibi durumlarda ve seyir halindeki ulaştırma araçlannda söz konusudur. Aynca genel sağlığı ya da milli güvenliği bozucu nitelikte lokavtlar Bakanlar Kurulu nca 60 gün süreyle ertelenebilir. Bu karara karşı Danıştay’da iptal davası açılabilir ve yürütmenin durdurulması da istenebilir.
n yü^y’jda Sanayi Devrimi’ne sahne olan Ban ülkelerinde grevlere karşı bir silah olarak sıkça başvurulan lokavt, günümüzde gelişmiş ülkelerde pek az uygulanmaktadır.
Lokayata bak. Çarvaka
Lokeren, Belçika’nın kuzeyinde, Doğu Flandre ilinde belediye (gemeente). Dürme İrmağı kıyısında, Gent’in hemen kuzeydo-ğusunda yer alır. İlginç yapılan arasında St Laurens Kilisesi (1721), belediye binası j-ı ■ ve,Flaman Rönesans üslubunda inşa edilmiş birkaç ev sayılabilir. Pazaryeri haklannı 1555’te aldı. 1940’lara değin Belçika nın tavşan yününden .keçe üretilen tek merkezi durumundaydı. Öteki sanayi kolla-n dokumacılık ve ip imalatıdır. Nüfus (1983 tah.) belediye, 33.714.
Loki, İskandinav mitolojisinde, biçimini ve cinsiyetini değiştirebilen kurnaz düzenbaz Dev Farbautı’nin oğlu olduğu halde, iki buyuk tann grubundan biri olan Aesir’i oluşturan tanrılar arasında yer alır. Büyük tannlar Odin ile Thor’a yardım eder kurnazca planlanyla onların isteklerini yerine getirir. Ama bazen hem kendisini, hem de tanrılan zor durumda bırakır. Aynca tann-ların düşmanı olarak da bilinir; onlann şolenlenne davetsiz olarak gider, içkilerinden içmek ister. Tanrı Balder’in ölümünün asıl sorumlusu odur. Bu yüzden bir kayaya bağlanarak cezalandırılır. Bu yönleriyle Yunan mitolojisindeki Prometheus’la Tanta-losa benzer. Loki kendisine Angerboda (Angrboda: “Bela Getiren”) adlı bir dişi yaratır ve kötü ruhlu üç çocuğu olur: Ölüm lanrıçası Hel, dünyayı kuşatan kötü yılan Jormungand ve kurt Fenrir (Fenrisülfr). Lokı nin betimleniş biçimiyle ilgili çok bilgi yoktur. Bir kültü olup olmadık bilinmemektedir, yer adlan arasında da Loki’ve rastlanmaz.
Lokman, sözlerine Kuran’da yer verilen bilge kışı. Kuran, kendisine hikmet verildiğini bildirdiği Lokman’ın öğütlerinin bir bolumunu aktarmış, bu sözlerin yer aldığı 31. sureye Lokman adı verilmiştir. Lok-man, Arabistan’da İslam öncesinde de bilgin ve bilge bir kişi olarak anılırdı. O donemde yaşayan Imruü’l-Kays, Lebîd,
A şa ve Tarafa gibi bazı şairler şiirlerinde ondan soz etmişlerdir. Aynı dönemde Lokman ın sözlerinden oluşan Sahife-i Lokman adlı bir külliyatın olduğundan da söz edilmektedir.
Tarihsel açıdan Lokman’ın kimliği tartışmalıdır Bazı rivayetlere göre Ad kavmin-den bir Yemen melikidir. Bu kavim Tann’ nın gazabına uğradığında, Hz. Hud ile birlikte kurtulmuştur. Başka bir rivayete gore Mısırh Habeş ya da Nübyeli bir köledir. Medyen ve Akabe yörelerinde yaşamış, hikmetli sözleri de bu nedenle Arabistan’da yayılmıştır. Başka bir rivayete gore Ebu Eyyub el-Ensari’nin kız kardeşinin ya da teyzesinin oğlu olan Azer’in soyundan gelen Baura’nın oğludur. Bin vıl yaşamış, Hz. Davud’a yetişmiş ve ondan bılşı almıştır. Lokman’m Aisopos ile aynı kışı olduğu da söylenir. Çünkü onun, Kuran yorumlanna kadar giren bazı öyküleri, Aisopos un öyküleriyle çok benzeşmektedir Yoramculara göre, Lokman’ın oğluna verdiği öğütler Kuran’a, Islamm bir geleneğin uzantısı olduğunun, yeni ve bütünüyle yabancı bir öğreti getirmediğinin gösterilmesi amacıyla alınmıştır. Gerçekten de Lokman ın öğütleri Islamın temel öğretileri ile özdeştir.
Halk arasında Lokman’ın çok uzun yaşadı-g, bütün dünyayı dolaştığı kabul edilir. Kırlarda gezerken çeşitli otlann, çiçeklerin
ve ağaçların ona kendi dilleriyle bitkinin hangi hastalığı iyileştireceğim yerdiği söylenir. Böylece ölüme çare Lokman’m öğrendiklerinin hepsini ra yazdığı, ama bir gün birden ç-rüzgânn bunların çoğunu dereye u bazı ilaçlarla birlikte ölümün çaresi bolduğu anlatılır.
Lokoja, Nijerya’nın ortagüney kes” Kwara eyaletinin doğusunda kent ve umanı. Benue ve Nijer ırmaklannın b’ ğı noktada ve Nijer Irmağının batı kr yer alır. 1841’de 80 km güneydeki kralından yöreyi alan İngilizlerin 185 sonlarında oluşturduğu ticaret mer’ ardından, Iskoçyalı kâşif William Baıkie tarafından 1860’ta kuruldu. İç deki ilk Ingiliz konsolosluğu (I860 rada açıldı. Daha sonralan Nijer Kumpanyası’nm askeri karargâhı ( 1900) olarak kullanıldı. Kabba ilinin tim merkeziyken, 1967’de Kwarà ey-bağlandı. Günümüzde Kogi Yerel Y” Meclisi’nin merkezidir.
Bugünkü Lokoja kenti, ihraç c üzere Nijer Deltasındaki Burutu ve lımanlanna gönderilen pamuk, deri, ye tohumu ve yağı gibi ürünlerin top bir merkezdir. Çevredeki İgbiralann tırdıgı yam, manyok, mısır, kc fasulye, balık, hurma, karite tohu pamuk gibi ürünler de kentte paz-Kıyı limanlanna gelen petrol ürü~ ithal mallan, suyun yükseldiği zanr ımıak yoluyla Lokoja’ya taşınır. K Fulanı (Peul) çobanlan kurak mev ‘ sığır sürüleriyle Nijer Irmağını g-kentın çevresine yerleşirler. Önemli etkinlikler arasında çırçırlama, dok lık, palmiye ve karite tohumu işle sayılabilir. Yörede kireçtaşı ve demir lan bulunur; 32 km kuzeybatıdaki J dan mermer ihraç edilir. Lokoja’ kurulduğu yer olan Patti Dağında (4 demir cevheri rezervleri bulunur. I hidroelektrik enerji üreten bir santral dır. Kentin en eski ortaöğretim k olan Crowther Memorial College ( kan) adım 1850’lerde burada bir kuran, Yoruba Kilise Misyoner L piskoposu Samuel Adjai Crowther’ mıştır. Sağlık kuruluşlan bir hast Anglikan cemaatince yönetilen bir evinden oluşur. Kabba ve Ayangbe daki yerel karayolu üzerinde yer alan ja dan Nijer Irmağının karşı yakasına botlar işler. Nüfus (1983 tah.) 41.2*
lokomotif, raylar üzerinde seyrede mıryolu vagonu katarlanm çekmekte nılan özitmeli taşıtlann ortak adı. Lokomotiflerde kullanılan başlıca güç naklan buhar, elektrik ve petrol k” yakıtlardır. Etkili ilk lokomotifi 1 Richard Trevithick geliştirdi; ne v Galler’deki maden ocaklannda kull üzere yapılan “New Castle” adlı bu motif o. dönemin demir rayları için ol ağırdı, ilk kullanışlı lokomotifi ise 18′ Ingiltere’de Leeds yakınlanndaki M: ton ocağında denetçilik yapan John’ kmsop yaptı. Bu lokomotifte harek düşey silindirin, tekerleklere bir d; bağlanan iki şaftı hareketlendirmesiyle lanıyordu ve tekerlekler dişli bir ray ” de yuvarlanıyordu.
1829 da İngiliz mühendis George Ste son, modem buharlı lokomotiflerin neğı olan “Rocket” adlı lokomotifi Bu lokomotifte, tekalev borulu buhar m yenne gene Stephenson’ın geliş*-Çokalev borulu buhar kazanı kullan Rocket”te aynca, modern lokomotı olduğu gibi ocağın içinde bir hava
«uyor ve buhar pistonlardan dışarı üiyordu. Pistonlar bir çift devindirici L) tekerleğe bağlanmıştı ve tekerlek-mydan çıkmasını önlemek amacıyla iç “mabuden yapılmıştı. ABD’de ise ilk ctifi 1825’te John Stevens çalıştırmayı t. Üç raylı bir hatta seyreden bu ttifin merkezinde dişli bir tekerlek ki raya geçiyordu.
rleri, lokomotiflerde, “Rocket te ol-gibi bir çift devindirici tekerlek bulu-du; bir süre sonra biyellerle birbirine mış dört devindirici tekerlekli loko-sr geliştirildi. Bunlarda çekiş, loko-
– ağırlığıyla raylar ile tekerlekler da oluşan sürtünmeyle sağlanıyordu.
emniyet supabı
Sm
besleme suyunun ön ısıtması tekniklerinin uygulanması; makaralı rulmanlardan yararlanılması; sürgülü piston supaplarının yerine düşey supapların uygulanması sayılabilir.
Buharlı lokomotifler basit bir yapıya sahiptir ve aşın kullanıma ve hırpalanmaya karşı dayanıklıdır; ama fazlaca uzun olmasa da her seferden sonra ciddi bir bakım gerektirir. Ayrıca, ağırlıkları nedeniyle raylarda önemli bozulmalara yol açabilirler. Eksik yanma ve sıcaklık kayıpları nedeniyle, buharlı lokomotiflerin ısıl verimlilikleri ender olarak yüzde 6’yı aşar. Günümüzde Çin, Hindistan’ın bazı bölgeleri ve Orta Afrika’ nın dışında, buharlı lokomotifler artık kullanılmamaktadır.
üreteç
eksantrm auzeneğı
baQlama c biyelleri
. 1: Buharlı lokomotifin boykesiti
The Twilight of Steam Locomotives. Gros set & Dunlap.
¿indirici ‘piston silindir 7e: başlığı
“ten sonra ABD’de, virajları almakta Lvhk sağlayan dört devindirici, dört de ki tekerlekli lokomotif türü hızla yay-«ö. Bütün buharlı lokomotiflerde oldu-Jbi bu lokomotiflerde de su ısıtılarak aatılıyor ve kanallar aracılığıyla bir silin-t gönderiliyordu. Silindire ulaşan buha-gücü, devindirici tekerleklere bağlı olan ena baskı yaparak tekerleklerin dönme-: böylece lokomotifin hareket ederek katarını çekmesini sağlıyordu, yüzyılda buharlı lokomotifler, 200 onluk bir yük trenini saatte 120 km hızla Örebilecek gelişkin makinelerle donatıl-_ böylece boyutları giderek büyümeye, İMıklan artmaya başladı. Devindiriei teleklerin çapı 2 m’ye ve en büyük loko-Herde de sayılan 16’ya kadar çıktı, v^.mdirici tekerleklerin gerisinde yer alan aka tekerlekler, çok büyük bir yatay buhar “ ’anındaki suyun ısıtılması için daha bü-ı bir ocağın taşınmasını sağlıyordu. Özel-: Avrupa’daki daha küçük lokomotifler li yakıtlarını (kömür ya da bazen pet-, üzerlerinde taşıyordu, ama buharlı
_«motiflerin pek çoğunda yakıt ve şu
-lokomotifin arkasına bağlı bir vagonda taşı-
*SΰDünya Savaşı sırasında ABD’de geliştikten Big Boy lokomotifi(’) gibi basit anileşmeli buharlı lokomotiflerde buhar (azanından gelen buhar, iki (ya da daha ı silindirde kullanıldıktan hemen sonra ■r-j-n atılıyordu. Bileşik genleşmeli jokomo-‘ liflerde ise buhar önce bir ya da iki yüksek basınçlı küçük silindire gidiyor ve daha ionra iki düşük basmçlı büyük silindire çjyor ve daha sonra da dışarı atılıyordu, „j yöntemle daha fazla ısıl verimlilik sağ-
– Anmakla birlikte, bu lokomotiflerin bakım giderleri daha yüksekti, t Çoksilindirli (birden çok) basit genleşmeli
* lokomotifler birçok ülkede yaygın olarak i kullanılmıştır. Özellikle üç ve dört silindirli
* lokomotifler İngiltere’de oldukça yaygındı. Bileşik genleşmeli lokomotifler ise Fransa’
‘ 4ö tutuldu ve burada uzun bir süre bu türde birçok lokomotif geliştirildi.
. imanla alternatif piston hareketli buharlı lokomotifler üzerinde bir dizi değişiklik yapıldı. Bu gelişmelerin arasında, yüksek
■ jbasınçlı (santımetrekareye 20-21 kg) buhar
i kayanlarının kullanılması; aşın ısıtma ve
Lokomotiflerde elektrik enerjisinden yararlanmaya yönelik çalışmalar, henüz buharlı lokomotiflerin geliştirilmekte olduğu yıllarda başlatıldı. Bataryalar üzerindeki deneylere 1835’lerde girişilmişti, ilk kullanışlı elektrikli lokomotif ise 1879’da Berlin’ de bir sergide tanıtıldı. 1895’te ABD’de Baltimore ve Ohio Demiryolu Şirketi Baltimore limanında bir elektrikli lokomotif kullanmaya başladı. 1902’de İtalya’da da ana hatlarda elektrikli lokomotifler sefere kondu.
Buharlı ve dizel-elektrikli lokomotifler, birbirlerinden çok farklı olmakla birlikte, ortak noktalan hareket etmeleri için gerekli olan enerjiyi kendilerinin üretmesidir; buna karşılık elektrikli lokomotifler, başka yerde üretilen elektrik enerjisinden yararlanırlar. Ağır bir katan hareket ettirmek ya da dik bir yokuşu tırmanmak gerektiğinde, elektrikli lokomotifler, olanaklı olanın ötesinde bir enerji sağlama olanağına sahiptirler. Bu tür lokomotiflerin motor donanımları daha basittir, bu nedenle de hem bakım giderleri daha düşüktür, hem de daha az bakım gerektirirler, aynca dizel-elektrikli lokomotiflerden daha uzun ömürlüdürler. Elektrikli lokomotiflerin ekonomik olabilmesi için bol ve ucuz elektriğe gereksinim vardır. Aynca yolcu sayısının, elektrik üretim tesislerinin, havai besleme hatlarının ve elektrik akımını lokomotife ileten yanal iletken raylann yüksek bakım giderlerini karşılayabilecek düzeyde olması gerekjr. İskandinav ülkelerinde ve İtalya’da demiryolu hatlannın yansından fazlası, Fransa ve Almanya’da ise üçte biri elektriklendiril-miştir. ABD’de ise demiryollannın yalnızca yüzde biri elektriklendırilmiştir. Elektrikli çekiş sistemleri, temel olarak doğru ve alternatif akımlı sistemler olarak ikiye aynlır. Doğru akımlı sistemlerde, havai besleme hatlan ya da üçüncü raylarla,
1.500-3.000 volt gücünde elektrik enerjisi taşınır. Doğru akımlı sistemlerin, kısa aralıklarla kurulan pahalı trafo merkezlerine gerek duyması ve havai besleme hattının ya da yanal iletken ray sisteminin çoğunlukla büyük ve ağır olması önemli sakıncalar doğurur.
Alternatif akımlı sistemlerde özellikle yüksek voltajlı (10 bin volt ve daha fazla) havai besleme hatlan daha az sayıda trafoya
71 lokomotif
gerek duyar; aynca bu tür lokomotiflerde, doğru akım üretmek için kullanılan özel donanımlara gerek yoktur. Buna karşılık alternatif akımlı motorlar, standart ticari frekans ya da sanayi frekansındaki (Avrupa’da 50 hertz, ABD’de 60 hertz) alternatif akımla çalışmaya uygun değildir. Bu sorunun çözümü için düşük frekanslı alternatif akımın kullanılması gerekir. Uzun bir dönem boyunca bu amaçla değişik voltajda ve frekansta alternatif akım, sistemleri denendikten sonra, aralannda İngiltere, Türkiye, Portekiz, Rusya Federasyonu, Hindistan, Çin, Japonya ve Arjantin in de bulunduğu bir dizi ülkede 25 bin volt ve 50 ya da 60 hertz sistemi kullanılmaya başladı.
Ticari frekanslı alternatif akımlı sistemlerde, lokomotifin devindirici tekerleklerine güç aktanım üç yöntemle yapılır: 1) Lokomotifteki bir döner dönüştürücü ya da statik doğrultucu yardımıyla alternatif akım düşük voltajlı doğru akıma dönüştürülerek standart doğru akımlı çekiş (cer) motorlanna beslenir, 2) alternatif akımlı motorlan çalıştırmak için bir dönüştürücü yardımıyla değişik frekanslı akım üretilir, 3) çekiş motorlan alternatif akımı doğrudan doğruya kullanır. Birinci yöntemde silikon doğrultuculann ya da silikon denetimli doğrultuculann (tnster) kullanımı daha iyi sonuç verir. Dizel-elektrikli lokomotiflerde, doğrudan lokomotifin dingillerine bağlı çekiş motorla-n için elektrik üreten bir üreteci çalıştırmak amacıyla dizel motorundan yararlanılır. Dizel manevra lokomotifleri 1925’te kullanılmaya başladı. 1932’de Almanya’da dizel-elektrikli lokomotifler ana hatlarda hizmete girdi. İki vagondan oluşan, modem görünüme sahip bu tren saatte 120 km hız yapabiliyordu. 1935’te ABD’de dizel-elektrikli lokomotifler önce yolcu trenlerinin, 1939’da da yük katarlannm çekilmesi için kullanılmaya başladı.
II. Dünya Savacı sırasında buharlı lokomotifler yaygın olarak kullanıldı, ama savaştan kısa bir süre sonra bunlar yerlerini, önce Kuzey Amerika’da, daha sonra Avrupa’da dizel-elektrikli lokomotiflere bıraktı. Dizel lokomotiflerin ısıl verimlilikleri, buharlı lokomotiflerden yaklaşık dört kat daha fazladır ve bu nedenle bunlar aynı güç için daha az yakıt harcarlar. Dizel lokomotifler çok kısa bir sürede hızlanabilirler, yüksek hızlarda çalışırken demiryolu hattına daha az zarar verirler ve buharlı lokomotiflere oranla daha az bakım gerektirirler. Dizel-elektrikli lokomotifler aynca elektrik-
li lokomotiflerin verimliliğinde çalışırlar (kendi güç üretme kapasitesinin sınırlan içinde), buna karşılık bunlar için trafo merkezi ve elektrik dağıtım şebekesi kurmak gerekmez.
Dizel motorlan(’), güç ve venmlıhk açısından büyük ölçüde geliştirilmekle birlikte temel ilkeleri bakımından hep aynı kalmıştır. Bunlarda, silindirin içine emilen hava daha sonra sikıştınlır, böylece sıcaklığı yükseltilir. Ardından silindirin içine az miktarda yakıt püskürtülür. Yakıt yüksek sıcaklığın etkisiyle ateşlendiğinden bujiye gerek duyulmaz. Dizel motorunun çevrimi iki ya da dört zamanlı olabilir ve silindirler aynı doğrultuda, V biçiminde, yatay olarak karşılıklı ya da dikey olarak karşılıklı yerleştirilebilir. Çalışma hızı dakikada 350-2.000 devir arasında değişir ve çıkış verimi 10 ile 3.600 beygirgücü arasında olabilir. ABD’-deki demiryollannda kullanılan dizel mo-torlannm hızı dakikada 1.000 devirdir. Avrupa’da ve başka yerlerde kullanılan dizel motorlan daha karmaşık ve daha yüksek devirlidir.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*