Hz. Peygamber’in Bütün İnsanların İman Etmesine İlişkin Çabası
– İbn Abbas “Onlardan bir kısmı şaki, bir kısmı said idi” (Hud: 11/105) ayeti ile buna benzer diğer ayetler hakkında şöyle demektedir: Rasûlullah bütün insanların iman etmesi ve hidayet üzere kendisine biat etmesi hususunda son derece arzuluydu. Bu sebeple Allah Teâlâ ona kendisinden O’nun ezelî ilminde saadetini dilediklerinin ancak iman edeceğini, şekavetini dilediklerinin ise sapıtacağını haber vererek şöyle buyurdu:
“Ey Rasûlüm! İnsanlar iman etmeyecekler diye kederden neredeyse nefsine kıyacaksın. Biz eğer dilesek onların üzerine gökten bir ayet indiriveririz de ona boyunları eğilekalır”
(Şuara: 26/3-4)[1]
[1] Taberani; Heysemi, 8/85, (Bu eserin ravileri güvenilirdir. Ancak Ali b. Ebi Talha bunu bizzat İbn Abbas’tan işitmemiştir)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/39.
Ebu Talib Vefat Ettiğinde Hz Peygamber’in Kavmini İslâm’a Davet Etmesi
– Ebu Talib hastalandığında Kureyş’ten içlerinde Ebu Cehil’in de bulunduğu bir grup Ebu Talib’in yanına girerek şöyle dedi: “Senin kardeşinin oğlu (Rasûl-ü Ekrem’i kastediyorlar) bizim tanrılarımıza sövüyor, şöyle diyor, böyle yapıyor… Eğer çağırır da, bu işi yapmaktan onu nehyedersen çok iyi olur”. Bunun üzerine Ebu Talib Hz. Peygamber’i çağırdı. Hz. Peygamber Ebu Talib’in yanına geldi, eve girdi. Kureyşliler ile Ebu Talib arasında bir kişinin oturabileceği kadar bir mesafe vardı. Ebu Cehil, Hz. Peygamber’in Ebu Talib’in yanına oturması halinde Ebu Talib’in ona daha şefkatli olabileceği korkusuyla kalkıp o yeri kapattı. Hz. Peygamber de amcası Ebu Talib’e yakın oturabileceği bir yer bulamadı, kapı yanında oturdu. Ebu Talib Hz. Peygamber’e
“Ey yeğenim, nedir bu durum? Kavmin senden şikâyet ediyor. İddialarına göre sen tanrılarına küfrediyor, onlar hakkında ileri-geri konuşuyormuşsun?”. Meclistekiler birçok şeyler söylediler. Sonra Hz. Peygamber konuşmaya başladı ve şöyle buyurdu:
“Amca! Ben onları sadece bir tek kelime üzerindeanlaşmaya davet ediyorum. O kelimeyi söylerlerse şayet, Araplar onlara baş eğerler, acemler de cizye verirler”. Kureyşliler Rasûlullah’ın bu sözleri üzerine sevinerek şöyle dediler:
“Bir kelime mi istiyorsun? Babanın başı üzerine yemin olsun ki sana on kelime bile veririz. Söyle nedir o kelime?” Ebu Talib de
“Ey yeğenim! o istediğin kelime nedir?” dedi. Rasûl-ü Ekrem de
‘’O kelime Lâilâheillallah’dır”dedi. Bunun üzerine onlar ürkerek ayağa kalktılar, elbiselerini silkerek şöyle dediler: “O mabudları bir mabud mu kıldı? Kesinlikle bu hayret verecek bir şeydir” (Sa’d: 38/5). Bunun üzerine bu surenin beşinci ayetten sekizinci ayetine kadar olan kısmı nazil oldu.[1][1] İbn Cerir (İbn Abbas’tan); İmam Ahmed, Nesai, İbn Ebi Hatim; Tefsir-i İbn Kesir, 4/28; Beyhaki, 9/188; Hakim, 2/432; (Bu rivayetin senedi sahih ise de Buhari ve Müslim nakletmemişlerdir. Ancak Zehebi de sahih olduğunu söylemektedir)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/39-40.
Hz. Peygamber’in Ebu Talib’e Vefatı Anında Kelime-i Tevhid’i Arzetmesi
– Kureyşliler Ebu Talib’e gidip onunla konuştular. Gidenler arasında Utbe b. Rebia. Şeybe b. Rebia, Ebu Cehil b. Hişam Ümeyye b. Halef, Ebu Süfyan b. Harb ve Kureyş’in ileri gelenlerinden bir grup vardı. Onlar
“Ey Ebu Talib! Senin aramızdaki makamını biliyorsun. Gördüğün durum da gelmiş sana çatmış (ölümle pençeleşiyorsun). Biz hakkında endişeliyiz. Bizimle yeğenin Muhammed arasındaki hadiseyi biliyorsun. Onu çağır da bizim için ondan, onun için de bizden söz al. O bizden, biz de ondan şerrimizi uzaklaştıralım. O bizi, biz de onu diniyle başbaşa bırakalım” dediler. Ebu Talib Hz. Peygamber’i çağırarak, ona
“Yeğenim, bunlar kavminin şereflileridir. Senin yanına gelmişler ki sana bir şey versinler ve senden bir şey alsınlar” dedi. Hz. Peygamber
“Evet, bir tek kelimeyi bana vereceksiniz ki o kelime ile Araplara hakim olacaksınız, acemler de size başeğecektir”dedi. Ebu Cehil“Söyle o kelimeyi, babanın başı üzerine yemin olsun ki sana on kelime bile veririz” dedi. Rasûl-ü Ekrem
“Lâilâheillallah diyeceksiniz. Allah’tan başka taptıklarınızı bırakacaksınız”deyince yerlerinden fırlayıp şöyle dediler:
“Ey Muhammed! Tânrılarımızı bir tek tanrı mı yapmak istiyorsun? Kesinlikle senin teklifin hayret vericidir!” Sonra Kureyşliler birbirlerine
“Yemin olsun ki bu, isteklerinizden hiçbirini size vermez. Gidin, Allah bizimle bunun arasında hükmedinceye kadar atalarınızın dinine devam edin” dediler ve sonra ayrıldılar. Ebu Talib
“Ey yeğenim, Allah’a yemin ederim, senin onlardan hududu aşacak bir şey istediğini görmedim” deyince Rasûl-ü Ekrem, Ebu Talib’in iman edeceğine ümid bağladı ve
“Ey amcam! O halde sen bari bu kelimeyi söyle de bu kelimeden ötürü kıyamet gününde şefaatim sana helal olsun”dedi. Ebu Talib, Rasûl-ü Ekrem’in bu husustaki ısrarını görünce
“Ey yeğenim, eğer benden sonra senin ve senin babaoğullarının üzerinde bir ar korkusu olmasaydı, Kureyşliler bu kelimeyi ölümden korktuğum için söylediğimi sanmasaydılar söylerdim. Ben bu kelimeyi ancak seni sevindirmek için söylerim…” dedi.[1]
– Ebu Talib ölüm döşeğinde iken Rasûl-ü Ekrem onun yanına girdi. Yanında Ebu Cehil ile Abdullah b. Ebî Ümeyye vardı.
“Ey amcam! Lâilâheillallah de ki bu kelimeyle Allah katında seni müdafaa edeyim”dedi. Bunun üzerine Ebu Cehil ile Abdullah b. Ebî Ümeyye, Rasûlullah’ın bu sözüne karşılık
“Ey Ebu Talib! Sen Abdulmuttalib’in dininden ayrılmak mı istiyorsun?” dediler ve durmadan Ebu Talib ile konuştular. Son kelime olarak Ebu Talib onlara
“Abdulmutalib’in dini üzerindeyim” dedi. Rasûl-ü Ekrem
“Andolsun ki, senin için, yasaklanmadıkça af talebinde bulunacağım”dedi. Bunun üzerine Tevbe: 9/113 ve Kasas: 28/56 ayetleri indi.[2]
– Ebu Talib ölüm döşeğinde iken Rasûlullah ona vardı:
“Ey amca! Lâilâheillallah de ki kıyamet gününde onunla senin için şahidlik edeyim” dedi. Ebu Talib
“Eğer Kureyşliler beni ayıplamasaydı, ‘o ölüm korkusundan bunu söylemiştir’ demeseydi senin gözünü aydınlatırdım (bu kelimeyi söylerdim). Fakat ben bunu ancak senin gözünü aydınlatmak için söylüyorum” dedi ve bunun üzerine Allah Teâlâ Kasas: 28/56 ayetini indirdi.
[3]
[1] İbn İshak, (İbn Abbas’tan), Bidaye, 3/123; (Raviler arasında bilinmeyen biri vardır)
[2] Buhari (Said b. Müseyyeb’den); Müslim, Ayrıca Buhari ile Müslim aynı manada ve fakat başka bir senedle de bu hadisi rivayet etmişlerdir.
[3] İmam Ahmed, Müslim, Nesai, Tirmizi, (Ebu Hureyre’den); Bidaye, 3/124
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/40-41.
Hz. Peygamber’in Allah’a Davet Vazifesinin İhmaline Karşı Çıkışı
– Kureyş ileri gelenleri Ebu Talib’e geldiler ve -‘Zorluklara Göğüs Germek’ konusunda anlatılacağı gibi- Hz. Peygamber’den yakındılar. Ebu Talib Rasûl-ü Ekrem’e hitaben
“Yeğenim! Allah’a yemin ederim ki benim bildiğime göre sen bana itaat edersin. Kavmin yanıma geldi ve iddialarına göre sen kâbelerinde ve meclislerinde onlara varıp hoşlarına gitmeyen sözler söylüyormuşsun. Eğer onlara bu sözleri söylememeyi münasib görürsen (ne âlâ)” dedi. Bunun üzerine Rasûl-ü Ekrem mübarek gözlerini göklere doğru kaldırıp buyurdu:
“Allah’a yemin ederim, vazifemi terketmek hususunda herhangi birinizin şu güneşten bir ateş parıltısını getirmesinden daha güçlü değilim (vazifemi terketmem birinizin şu güneşten bir parça ateş getirmesinden daha zordur)”– Ebu Talib, Rasûl-ü Ekrem’e
“Ey yeğenim! Kavmin bana geldiler. Şöyle şöyle söylediler. Hem kendine hem de bana acı. Gücümün ve senin gücünün yetmediği bir yükü bana yükleme. Senin sözünden kavminin hoşuna gitmeyeni terket!” dedi. Ebu Talib’in bu konuşmaları üzerine Hz. Peygamber Ebu Talib’in kendi hakkındaki himaye fikrinindeğişmiş, bundan böyle kendisine yardımcı olmayacağını, onu kavmine teslim edeceğini ve onunla beraber olmaya gücü kalmamış zannetti. Bunun üzerine Hz. Peygamber “Ey amcam! Eğer güneş sağ elime, ay da sol elime verilse davamı, Allah bu davayı galib getirinceye veya bu dava uğrunda helâk oluncaya kadar davamı terketmem” dedi ve gözyaşları dökerek ağladı.
[2]– Kureyşliler birgün biraraya gelerek şöyle dediler:
“Sihri, kâhinliği ve şiiri en fazla, en güzel bileninizi seçin. Toplumumuzu parçalayan, işlerimizi darmadağın eden, dinimize dil uzatan şu kişiye (Hz. Muhammed’i kastediyorlar) varsın, onunla konuşsun ve onun cevabını dikkatle izlesin”. Onlar (Kureyşliler) Utbe b. Rebia’dan başka bu işi becerecek kimseyi bilmediklerini söyleyince, Utbe’ye hitaben
“Ey Ebu’l-Velid! Şu Muhammed’e bir git” dediler. Utbe de Rasûl-ü Ekrem’e varıp şöyle dedi:“Ey Muhammed! Sen mi daha hayırlısın yoksa (baban) Abdullah mı?” Rasûl-ü Ekrem sustu. Utbe“Ey Muhammed! Sen mi daha hayırlısın yoksâ Abdulmuttalib mi?” dedi. Rasûl-ü Ekrem yine sustu. Utbe“Eğer sen Abdullah ve Abdulmuttalib’in senden daha hayırlı olduklarını söylüyorsan onlar senin bugün ayıpladığın, dil uzattığın tanrılara taptılar. Eğer sen onlardan hayırlı olduğunu iddia ediyorsan, konuş senin sözünü dinleyelim. Allah’a yemin ederim ki kavmi hakkında senden daha bereketsiz bir yavru doğduğunu sanmıyoruz. Sen bizim toplumumuzu parçaladın, işlerimizi darmadağın ettin, dinimize dil uzattın. Araplar arasında bizi rezil ettin. Hatta Araplar arasında şöyle sözler yayıldı. “Kureyş’in içinde bir sihirbaz var. Kureyş’in içinde bir kâhin var”. Allah’a yemin ederim ki biz, ancak bir gebe kadının sayhasını bekliyoruz. O zaman bir kısmımız diğerine kılıçlarla hücum edecek ve yok olacağız. Ey kişi! (Hz. Peygamber’e hitab ediyor)! Senin mala ihtiyacın varsa sana aramızda mal toplayalım da sen Kureyş’in en zengin kişisi olasın. Eğer kadınlara ihtiyacın varsa Kureyş’in hangi hanımını istersen iste onlardan on tanesini seninle evlendirelim” dedi. Rasûl-ü Ekrem
“Sözün bitti mi?”diye sordu. Utbe‘Evet’ deyince Rasül-ü Ekrem
“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla! Ha, Mim. Bu kitab merhamet eden ve merhametli olan Allah’ın katından indirilmiştir diye başlayan Fussilet suresinin birinci ayetinden onüçüncü ayete kadar olan bölümü okudu.
“De ki: İşte sizi Âd ve Semud’un başına gelen yıldırıma benzer bir azab ile uyardım”cümlesine vardığında, Utbe“Yeter, fazla okuma! Bundan başka yanında birşey yok mu? Başka birşey söylemiyor musun?” deyince Hz. Peygamber
“Hayır”dedi. Bunun üzerine Utbe, Kureyş’e geri döndü. Kureyş
“Bize ne haber getirdin?” diye sordular. Utbe
“Söylemedik hiçbir şey bırakmadım. Sizin konuşmak istediğiniz herşeyi konuştum” dedi. Kureyş sordu“Muhammed sana cevab verdi mi?” Utbe
“Evet, verdi” dedikten sonra şöyle devam etti:
“Hayır! Şu Kâbe’yi mabed olarak diken Allah’a yemin ederim ki ben Muhammed’in sözlerinden birşey anlamadım. Ancak o sizi Âd ve Semud’un başına inen yıldırım gibi bir yıldırımla uyarmaktadır” dedi. Kureyşliler
“Azab olasıca! Kişi seninle arapça konuştu. Sen ise ne konuştuğunu bilmiyorsun. Bu olur mu?” deyince Utbe
“Hayır, Allah’a yemin ederim ki onun söylediğinden yıldırımın zikrinden başka hiçbir şey anlamadım” dedi.[3]
– Bir başka rivayette Utbe’nin sözü “Eğer senin kafandaki düşünce reislikse, baş olmaksa senin için bayraklarımızı bağlar, sen hayatta kaldıkça bize reis olursun” şeklinde de gelmektedir.
[4]
– Rasûl-ü Ekrem “Eğer onlar yüz çevirirlerse de ki: Âd ve Semud’a isabet eden yıldırım gibi bir yıldırımdan sizi uyarırım” cümlesini okuduğu zaman, Utbe Rasûl-ü Ekrem’in ağzını eliyle kapattı ve sıla-i rahimle ona yemin verdirdi ki böyle birşey söylemesin. Bunun üzerine Kureyş’in yanına gitmeyip evine çekildi. Bu manzara karşısında Ebu Cehil, Kureyş’e hitaben şunları söyledi:
“Ey Kureyş cemaati! Allah’a yemin ederim, bizim görüşümüze göre, Utbe Muhammed’e meyletti (müslüman oldu). Muhammed’in yemeği onun hoşuna gitti. Bu da Utbe’ye isabet eden bir fakirlikten ileri geliyor. Gelin, Utbe’ye gidelim” dedi ve Utbe’nin yanına vardılar. Ebu Cehil, Utbe’ye hitaben
“Ey Utbe! Allah’a yemin olsun ki biz sana Muhammed’e meylettiğinden, onun durumu hoşuna gittiğinden dolayı geldik. Eğer senin bir malî sıkıntın varsa mallarımızdan seni Muhammed’in yemeğinden zengin kılacak miktarı derleyebiliriz” dedi. Bu sözler karşısında Utbe öfkelenerek ebediyyen lvıuhammed’le konuşmayacağına dair Allah’a yemin etti ve dedi ki:
“Siz Kureyşliler biliyorsunuz ki mal yönünden bütün Kureyşlilerden zenginim. Ben böyle birşey için değil de şunun için onun yanından dönerken size gelmedim” dedi ve Rasûl-ü Ekrem’le aralarında cereyan eden hadiseyi naklettikten sonra sözlerine şunu ekledi: Muhammed bana öyle bir cevab verdi ki, vallahi o ne sihirdir, ne şiirdir, ne de kâhinliktir” dedi ve Fussilet suresini 12. âyete kadar okudu.
“Ben onun ağzını elimle kapattım. Sıla-i rahimle yemin verdirdim ki bizim başımıza böyle bir şey getirmesin. Biliyorsunuz ki Muhammed bir şey söylediği zaman yalan söylemez. Korktum ki azab size de isabet eder”.
[5]
– Kureyşliler Rasûlullahın önünde bir araya geldiler. Rasûl-ü Ekrem, Mescid-i Haram’da oturuyordu. Utbe b. Rabia Kureyş’e
“Bırakın, onun yanına ben gideyim, onunla konuşayım. Umulur ki ben sizden daha fazla ona şefkat göstermiş olayım” dedi. Bunun üzerine Utbe kalkarak Rasûl-ü Ekrem’in yanına gitti, oturdu ve dedi ki:
“Ey yeğenim! (Rasûlullah’ın pederiyle akraba olduğundan dolayı böyle hitab etmiştir). Sen aile olarak bizim en şerefli ailelerimizdensin. Mevki bakımından bizden üstünsün. Sen kavminin içerisine öyle bir şey soktun ki senden önce hiç kimse kavminin içine senin soktuğun şeyin bir benzerini sokmamıştır. Eğer sen bu konuşma ile mal ve servet istiyorsan hepimizden mal bakımından daha zengin oluncaya kadar bunu kavmin senin için toplayacaktır. Eğer şeref istiyorsan seni müşerref kılarız. Kavminden hiç kimse senden şerefli olmaz. Sensiz hiçbir iş yapmayız. Eğer bu sana isabet eden cin felaketi ise ve cinden kurtulmaya gücün yetmiyorsa, hazinelerimizin hepsini verip, seni tedavi ettirmek için çaba sarfederiz. Eğer krallık istiyorsan seni kendimize kral seçeriz” dedi. Bu sözler karşısında Cenabı Peygamber, Utbe’ye hitaben
“Ey Ebu Velid! Sözün bitti mi?”diye sorunca, Utbe
“Evet” dedi. Rasûl-ü Ekrem rivayete göre Secde suresini secdeyi emreden ayete kadar okudu ve secde etti. Utbe de ellerini arkasına bağlamıştı. Rasûl-ü Ekrem okumayı bitirdikten sonra Utbe ayağa kalktı. Kavminin cemaatine ne götüreceğini bilmez şekildeydi. Onun geldiğini gördüklerinde aralarında
“Utbe sizin yanınızdan kalkıp gittiği gibi size geliyor” dediler. Utbe gelip yanlarına oturarak şöyle dedi:
“Ey Kureyş cemaati! Bana emrettiklerinizi Muhammed’le konuştum. Konuşmamı bitirdikten sonra öyle bir söz söyledi, öyle bir konuşma yaptı ki, Allah’a yemin ederim, onun bir benzerini hiçbir zaman işitmemiştim ve ona ne diyeceğimi bilemedim. Ey Kureyş cemaati! Bana bugün itaat edin, bundan sonra -isterseniz- hep isyan edin. Gelin, o kişiyi (Rasûl-ü Ekrem’i kastediyor) terkedin, ondan uzak durun. Allah’a yeminim olsun ki o, üzerinde bulunduğu vazifeyi terketmez. Onunla diğer Araplar arasından çekilin. Eğer o galib gelirse onun şerefi sizin de şerefinizdir. Onun izzeti sizin de izzetinizdir. Eğer mağlub olursa siz onun şerrinden başkasının vasıtasıyla kurtulmuş olursunuz!” Kureyş, Utbe’ye hitaben,
“Ey Ebu Velid! Sen müslüman mı oldun? (veya sen galiba müslüman oldun)” dediler.[6]
[1] Tabarani; Buhari, Tarih (Akil b. Ebi Talib’ten)
[2] Beyhaki, (Hadisin tamamı ileride gelecektir)
[3] Abd b. Humeyd, Müsned (İbn Ebi Şeybe’den, o da Cabir b. Abdullah’tan)
[4] Beyhaki, (Hakim’den)
[5] Bidaye, 3/62, Ebu Ya’la, (Cabir’den); Ebu Nuaym, Delail, s. 75; Heysemi. 6/20, (Rivayetin ravileri güvenilirdir. Sadece Acleh el-Kindi hakkında İbn Main ‘güvenilir’ derken, Nesai ‘zayıf’ olduğunu söylemiştir.
[6] Ebu Nuaym, Delail, (İbn Ömer’den), sh. 76; Bidaye, 3/63, (İbn İshak’tan); Beyhaki, (İbn Ömer’den); İbn Kesir, Bidaye, 3/64, (İbn Kesir bu rivayetin ‘garib’ olduğunu söylemiştir)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/41-
Allah’a Davet Hususunda Vazifeli Olan Hz. Peygamber’in Cihad Etmekteki Israrı
– Hudeybiye zamanında “İnsanları Hidayete Götüren Ahlâk’ bahsinde uzun uzadıya zikredildiği gibi Budeyl b. Verka el-Huzai geldi. Beraberinde Beni Huzaa’dan birkaç kişi daha vardı. Tihame ehli arasında Beni Huzaa, Rasûlullah’ın dost ve sırdaşıydı. Budeyl b. Verka, Rasûlullah’a şunları söyledi:
“Ben arkamda Kâb b. Lueyy, Amr b. Lueyy kabilelerini bırakıp geldim. Bunlar Hudeybiye sularının akıcı kısmında konaklamışlardı. Onlarla beraber küçük-büyük tüm fertleri vardı. Onlar seninle savaşacaklar ve Kâbe’ye gitmene mâni olacaklar!” Bu sözleri işiten Rasûlullah şöyle buyurdu:
“Biz hiç kimseyle savaş için gelmiş değiliz. Biz Umre ziyaretini yapmak için geldik. Harb (Bedir gibi Kureyş’le yapılan diğer savaşlar kastedilmektedir) onları zayıf düşürmüş, yormuştur (harbe talip olmasınlar). Eğer isterlerse onlarla bir müddet sulh için aramızda belli bir müddet tayin ederiz. O zaman benimle halkım arasından çekilirler. Eğer ben galib gelirsem -o zaman girerlerse- halkın girdiği dine girerler. Aksi takdirde o zamana kadar istirahat etmiş olurlar, eğer illa benimle savaşmak istiyorlarsa, nefsimi elinde tutan Allah’a emin ederim ki boynum tek kalıncaya (ölünceye) kadar, bu iş (peygamberlik) hususunda onlarla savaşırım. Allah’a yemin ederim ki Allah’ın emri muhakkak yerini bulacaktır (İslâm hakim olacaktır)”.[1]
– “Vay Kureyş’in haline! Savaş onları yedi. Acaba benimle diğer araplar arasından çekilirlerse ne zararları vardır? Eğer Araplar beni mağlub ederlerse -zaten onların isteği de budur- istekleri yerine gelmiş olur. Eğer Allah beni Araplara galib getirirse, onlar o zaman istirahat etmiş ve zengin olarak İslâm’a girmiş olurIar. Eğer İslâm’a girmeseler işleri yerine gelmiş olarak o zaman bizimle savaşırlar. Kureyş ne zannediyor? Allah’a yemin ederim, İslâm üzere durmadan onlarla savaşırım. Ta ki Allah beni onlara galib getirinceye veya bu boynum yalnız kalıncaya (ölünceye) kadar…”
[1] Buhari, (Misver b. Mahreme ve Mervan’dan)
[2] Tabarani, (Misver ve Mervan’dan merfu olarak); Kenz’ul-Ummal, 2/287; Aynı hadisi İbn İshak, Zühri kanalıyla rivayet etmiştir. Bidaye, 4/165
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/45.
Hz. Peygamber’in Hayber Savaşı’nda Hz Ali’ye Halkı İslâm’a Davet Emri
– Allah’ın Rasûlü, Hayber gününde “Andolsun, ben şu bayrağı yarın bir kişiye vereceğim ki Allah onun eliyle Hayber’i fethedecektir. O, Allah ve Rasûlü’nü sever, Allah ve Rasûlü de onu severler” diye buyurdu. Halk o gece sabaha kadar bayrağın kime verileceğini, o kişinin kim olacağını müzakere edip durdular. Sabahleyin halk Rasûlullah’ın yanına geldi. Herkes bayrağın kendisine verileceğini ümid ediyordu. Rasûl-ü Ekrem
“Ebu Talib’in oğlu Ali nerededir?”dedi. Sahabe
“Ey Allah’ın Rasûlü! Onun gözleri ağrıyor. Onun için buraya gelemedi” deyince, Rasûl-ü Ekrem birisini göndererek onu çağırdı. Hz. Ali geldi ve Hz. Peygamber, Hz. Ali’nin mübarek gözlerine tükürüğünü sürdü. Ona dua etti. Hiç hasta olmamış gibi şifayab oldu. Resûlü Ekrem bayrağı ona verdi. Hz. Ali
“Ey Allah’ın Rasûlü! Onlar bizim gibi oluncaya kadar onlarla mücadele edeceğiz, savaşacağız” dedi. Allah’ın Rasûlü
“Git! Onların sahasına girinceye kadar devam et. Sonra onları İslâm’a davet et. Onlara İslâm’da Allah’ın haklarından neler var olduğunu haber ver. Allah’a yemin ederim, eğer senin vasıtanla Cenabı Hak bir kişiyi hidayete getirirse, bu senin için kırmızı develerden daha hayırlıdır”buyurdu.
[1] Buhari, (Sehl b. Sa’d’dan); Müslim, 2/279
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/46.
Hz. Peygamber’in Hakem b. Keysan’
ı İslâm’a Davet Hususundaki Sabrı
– Mikdad b. Amr şöyle anlatıyor: Ben Hakem b. Keysan’ı esir aldım. Komutanımız onu öldürmek istedi. Ben dedim ki:
çok güzel.d
Daha çok gayret kardeşlerim
Sudeys kardeşimiz de aramıza katıldı hüdaverdi.org için yazarlık yapabilecek ve hem yazılım bilgisi hemde islami bilgisin den sitemizle paylaşacağız gün itibari ile kendisine HOŞGELDİN sudeys kardeşim diyorum