wiki

A L İ B İN E B Û T Â L İB

Peygamber efendimizin amcası Ebû Tâlib’in oğlu, Hulefâ-i râşidînin ve Cennet’le müjdelenen on kişinin dördüncüsü. Re- sûlullah’ın dâmâdı, Ehl-i beytin, Ehl-i âbânın birincisidir. Künyesi Ebü’l-Hasen ve Ebû Türâb’dır. Puta tapmadığı için Kerremallahü Vecheh; kahraman ve cesûr olmasından, dönüp dönüp düşmana saldırmasından dolayı Kerrâr; Allahü teâlânın ars- lanı mânâsına Esedullah-il-Gâlib ve Haydar; Allahü teâlânın takdirine râzı olduğu için Mürtedâ (Mürtezâ) lakablarıyla anıldı. Annesi, Peygamber efendimize kendi çocuğu gibi bakan Fâtımâ binti Esed’dir. 599 senesinde yâni hicretten 23 yıl önce M ekke’de doğdu. Doğum târihi hakkında başka rivâyetler de vardır. 660 (H. 40)ta Küfe’de vefât etti. Necef’te defnedildi. Beş yaşından îtibâren Peygamber efendimizin yanında yaşayan Ali radıyallahü anh on yaşındayken Müslüman olmakla şereflendi. Bu konuda farklı rivâyetler vardır. Müslüman olması şöyle anlatılır: Bir gün Resûlullah ile hazret-i Hadîce’nin berâber namaz kıldığını gördü. Namazdan sonra; “Bu nedir?” diye sordu. Resûl-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellem; “Bu Allahü teâlânın dînidir. Seni bu dîne dâvet ederim. Allahü teâlâ birdir, ortağı yoktur. Lât ve Uzzâ isimli putları terk etmeni emrederim.” diye cevab verdi. Ali radıyal- lahü anh; “Önce babama bir danışayım.” dedi. Resûlullah ona; “İslâma gelmezsen, bu sırrı kimseye söyleme.” buyurdu. Hazret-i Ali ertesi sabah, Resûlullah’ın huzûruna gelerek; “Yâ Resûlallah! Bana İslâmî arz eyle.” diyerek Müslüman oldu. Müslüman olanların üçüncüsü, çocuklardan ise birincisidir. Hazret-i Ali, İslâmiyeti kabûl ettikten sonra, bütün Mekke devrini teşkil eden on üç sene Peygamber efendimizin yanında, O ’nun huzur ve hizmetlerinde bulundu. Peygamber efendimizin sevgi ve iltifâtlarına kavuştu. Mekkeli müşriklerin bütün ezâ ve cefâlarına katlanarak Peygamber efendimizin en yakın yardımcılarından oldu. Resûlullah’a (sallallahü aleyhi) ve sellem hicret için müsâade edilince, her tehlikeyi göze alarak, O ’nun yatağına yatıp, hiç kimseden çekinmedi. Ertesi gün kendisine emânet edilen şeyleri sâhiplerine verip, Mekke-i mükerremeden yola çıktı ve Peygamber efendimize Kubâ’da yetişti. Mescid-i Nebevî’nin inşâatında çok gayret gösterdi. Bedr, Uhud, Hendek ve diğer bütün ga- zâlarda bulundu ve fevkalâde gayret ve kahramanlık gösterdi. Yalnız Uhud Gazâsında on altı yerinden yara aldı. Pekçok gazâda Resûlallah sallallahü aleyhi ve sellem sancağı hazret-i Ali’ye teslim etmiştir. /
Hazret-i Ali, Hudeybiye Antlaşmasında sulh şartlarının yazılmasında vazîfe aldı. Hayber Ga- zâsında bulunup, büyük kahramanlıklar gösterdi. Bu savaşta, ağır bir demir kapıyı kalkan olarak kullanmıştır. Huneyn Gazâsında da büyük kahramanlıklar gösteren hazret-i Ali, Tebük Gazâsında, Resûlullah efendimiz tarafından vazîfeli olarak Medîne’de bırakıldığı için bulunamadı. Daha sonra Yemen Muhârebesinde ordu kumandanı olarak vazifelendirildi. Mekke-i mükerreme feth edilince, Kâbe’deki putları imhâ vazîfesi ona verildi. Peygamber efendimiz vefât edince, o yıkayıp kefenledi. Bu son mübârek vazîfe, ona ve hazret- i Abbâs, Üsâme bin Zeyd, Fadl ve Kusem’e nasîb oldu. Definden sonra halîfe seçilen Ebû Bekr’e bî- at edip onun devlet işlerini yürütmede istişâre ettiği zâtlardan oldu ve kâdılık (hâkimlik) görevlerinde bulundu. Hazret-i Ömer’in halîfeliğine de bî- at edip, halîfenin danışmanı ve hâkimliğini yaptı. Hazret-i Osman’ın da halîfeliğine bîat edip, hilâfet işlerinde onun vezirliğini yaptı. Hazret-i Osman’ın şehit edilmesinden sonra 656 (H. 35) Zilhicce ayında halîfe oldu. Hazret-i Osman’ı şehit edenlerin cezâlandırılmaları.husû- sunda çıkan ictihâd ayrılıklarından dolayı karşı karşıya gelen iki ordu arasında tam anlaşma olmuştu ki, Abdullah bin Sebe’ ismindeki Yahûdî, gece karanlığında grubu ile birlikte Basralıların üzerine saldırdı. Gece karanlığında kimse ne olduğunu anlayamadı. Üç gün savaş devâm etti. Ce- mel (Deve) Vak’ası olarak bilinen bu hâdisede Aişe-i Sıddîka esir alınınca, hazret-i Ali hürmet ve ikrâm edip kendi askerleri arasında bulunan kardeşi Muhammed bin Ebû Bekr ile Medîne’ye gönderdi. Bir sene sonra Sıffîn denilen yerde hazret- i Muâviye’nin ordusu ile yüz günde doksan meydân muhârebesi yaptı. Askerlerinden yirmi beş bin, karşı taraftan kırk beş bin kişi şehîd oldu. Karşı taraftan gelen sulh teklifi ile antlaşma olunca, ordusundan yedi bin kişi ayrıldı. Bunlara hâricî denildi (Bkz. Hâricîler). 660 (H. 40) senesinde Ramazân-ı şerîf ayının on yedinci Cumâ günü sabah namazına giderken İbn-i Mülcem adlı bir hâricî tarafından başına kılıçla vurularak şehit edildi. Kabirleri Necef denilen yerdedir. Halifeliği devrinde zuhûr eden fesatçılarla mücâdele ettiğinden, sükûn ve huzûr bulamamıştır. Hükümet idâresinde hazret-i Ömer’in yolunu tutmuştur. Her işin emniyet ve istikâmet dâiresinde yapılmasına çalışır, halka şefkât gösterirdi. Her tarafta askerî birer merkez vücûde getirmişti. Hakkında bir kaç âyet-i kerîme nâzil olup, pek çok hadîs-i şerîfle medhedildi. Ehl-i sünnetin gözbebeği, evliyânın reîsi, kerâmetler hazî-
Yeni Rehber Ansiklopedisj 21
leşidir. Adâlet, ilim, cömertlik, merhâmet ve di- ;er yüksek faziletleri kendisinde toplamıştır. Pey- ;amber efendimiz hazret-i A li’ye cömertlerin ultânı mânâsına Sultân-UI-eshiyâ buyurmuş- ardır. Buğday benizli, orta boylu, uzun gerdanlı, gü- er yüzlü, iri siyah gözlü, geniş göğüslü, iri yapı- ı ve sık sakallı görünüşe sâhib olan hazret-i Ali, lim ve amel bakımından en yüksek derecede idi. Ulah korkusundan devamlı ağlardı. Namaza du- ■unca, âlem alt-üst olsa, haberi olmazdı. Bir harp- e ayağına saplanan oku, namazda çıkardıkları ıâlde haberi olmamıştı. Hazret-i Ali, fevkalâde beliğ ve fasih konulurdu. Peygamber efendimizden sonra, onun de- ecesinde beliğ hutbe okuyacak bir başkası yok di. Arap lisanının ilk kâidelerini koyan odur. Bu iebeple K ur’ân-ı kerîmin lisânına herkesten çok işinâ idi. Devamlı Peygamber efendimizin yalında bulunması ve onun feyizli nârlarına ilk kavuşanlardan olması sebebiyle K ur’ân’ın hüküm- erini en iyi bilen o idi. Tefsire dâir birçok rivâ- ı^etler bildirmiştir. Bilhassa âyetlerin iniş sebep- eri konusunda birçok rivâyetleri vardı. Bu ko- luda buyuruyor ki: “Sorunuz, bana ne sorarsanız, size cevâbını veririm. Allah’ın kitabını bana so- unuz. Vallahi bir âyet yoktur ki, ben onun gecele mi, gündüzde mi, kırda mı, dağda mı nâzil slduğunu bilmiyeyim.” Bu sebeplerden dolayı, lakkında birçok rivâyet olup, anlaşılması güç meselelerde, onun rivâyeti tercih edilmiştir. Hacc- ı Ekber’in kurban bayramı olduğuna dâir olan rivâyeti gibi. Hazret-i Ali, Ehl-i beytten olması sebebiyle, Peygamber efendimizin sünnetine herkesten daha fazla vâkıftı. Bu hususta herkesin mürâcaat kapısıydı. Bizzât Resûlullah efendimizden duyarak yazdığı bir hadîs sahifesi vardı. Bu sahife, Sa- hîfetü Ali bin Ebî Tâlib adıyla 1986’da yayınlanmıştır. Kendisinden 586 hadîs-i şerîf bildirilmiştir. Bunlardan 20 tânesi hem Buhârî’de, hem de M üslim’de bulunur. Bundan başka 9 hadîs-i şerîf Buhârî’de, 15 hadîs M üslim ’de, tamâmı da Ahmed bin Hanbel’in Müsned adlı kitabında vardır. Hazret-i Ali, Eshâb-ı kirâmın en büyük fıkıh âlimlerindendi. Halledilemeyen mevzûlar ona ha- vâle edilirdi. Hattâ hazret-i Ömer buyurur ki: “Şâ- yet hazret-i Âli olmasaydı, Ömer helâk olurdu.” Fıkha dâir bildirdiği hükümler, Mevsûâtü Fıkhı Ali bin Ebî Tâlib adıyla yayınlanmıştır. Hazret-i A li’nin hikmetli sözleri birçok kitaplarda toplanmıştır. Bunlardan Emsâlü İmâm Ali, Gurer-ül-Hikem ve Dürer-ül-Kilem adlı eserler basılmıştır. Bu kitaplardaki sözlerinde haz- rftt-i Ali hııvıırııvnr ki:
“Her şey azaldıkça, ilim ise arttıkça kıymetlenir.” “İnsan bilmediğinin düşmanıdır.” “Kişi, dili altında saklıdır. Konuşturunuz, kıymetinden neler kaybettiğini anlarsınız.” “Allahü teâlâya yemin ederim ki, beni yalnız mümin sever ve bana yalnız münâfık buğz eder.” “İnsanın yaşlanıp, Rabbini bildikten sonra ölmesi, küçükken ölüp hesâbsız Cennet’e girmesinden daha hayırlıdır. “Kul ümidini yalnız Rabbine bağlamalı ve yalnız^ günahları kendini korkutmalıdır.” “Câhil, bilm ediğini sormaktan utanmasın. Âlim, içinden çıkamayacağı bir meselede en iyisini Allahü teâlâ bilir demekten sakınmasın.” “Amellerin en zoru üçtür; nefsin hakkını verebilmek, her hâlde Allahü teâlâyı hatırlayabilmek, din kardeşine bol bol ikrâmda bulunabilmektir.” “Takvâ, hatâya devâmı bırakmak, aldanmamaktır.” “Kalpler kaplara benzer. Hayırlı olanı hayırla dolu olanıdır.” “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum.” Fâzileti, üstünlüğü ile ilgili birçok hadîs-i şerîf bildirilmiştir. Bunlardan bâzıları şunlardır: Allahü teâlâ bana dört kişiyi sevmemi emi etti. Ben de onları seviyorum. Bunlar kimlerdiı denildikte; Ali onlardandır. Ali onlardandır, Ali onlardandır ve Ebû Zer, Mikdâd ve Selmân’dır buyurdu. Ben ilmin şehriyim, o şehrin kapısı Ali’dir Ali’ye bakmak ibâdettir. Ali’yi inciten ben incitmiş gibidir. Kızım Fâtımâ’yı Ali’ye vermeyi Rabbin bana emreyledi. Allahü teâlâ her peygamberiı sülâlesini kendinden, benim sülâlemi de Ali’der halk etmiştir. Münâfıkların kalbinde dört kimsenin mu habbeti toplanmaz; Ebû Bekr, Ömer, Osmaı ve Ali (radıyallahü anhüm). Ehl-i beytim Nûh aleyhisselâmm gemisi gi bidir. Onlara tâbi olan selâmet bulur. Olma yan helâk olur. Hazret-i A li’nin Peygamberimizden (sallal lahü aleyhi ve sellem) rivâyet ettiği bâzı hadîs-i şe rîfler şunlardır. Günah işleyen biri, pişman olur, abdest alıp namaz kılar ve günahı için istiğfar ederse (ba ğışlanmasını dilerse), Allahü teâlâ o günahı el bette affeder. Çünkü, Allahü teâlâ (Nisâ sûresi 109. ayet-i kerîmesinde meâlen); “Biri günah iş ler veya kendine zulmeder, sonra pişmân olu] Allahü teâlâya istiğfarda bulunursa, Allahü te âlâyı çok merhametli ve af ve mağfiret edic bulur.” buyurmaktadır.
Ayasofya Camiinde, Kazasker Mustafa İzzet Efendinin yazdığı “Ali (radıyallahü anh)” levhası (üstte).
Hazret-i Ali’nin gazalarda kafirlere korku saldığı top- kapı sarayındaki kılıcı, (yanda).
Üzerinde farz borcu olan kimse, kazâsını kılmadan nâfile kılarsa, boş yere zahmet çekmiş olur. Bu kimse, kazâsını ödemedikçe, Allahü teâlâ onun nâfile namazlarını kabûl etmez. Malınızın zekâtını veriniz. Biliniz ki, zekâtını vermeyenlerin, bunu vazife kubûl etmeyenlerin namazı, orucu, haccı ve cihâdı ve îmânı yoktur. Peygamber efendimiz hazret-i Ali’ye buyurdu ki: “Yâ Ali! Altı yüz bin koyun mu istersin, yahut altı yüz bin altın mı veya altı yüz bin nasihat mı istersin?” Hazret-i Ali dedi ki; “Altı yüz bin nasîhat isterim.” Peygamber aleyhisselâm buyurdu ki; “Şu altı nasîhata uyarsan, altı yüz bin nasîhata uymuş olursun. 1. Herkes nâfilelerle meşgül olurken, sen farzları ifâ et. Yâni farzlardaki rükünleri, vâ- cipleri, sünnetleri, müstehabları ifâ et. 2. Herkes dünyâ ile meşgûl olurken, sen Allahü teâlâyı hatırla. Yâni din ile meşgûl ol, dîne uygun yaşa, dîne uygun kazan, dîne uygun harca. 3. Herkes birbirinin ayıbını araştırırken, sen kendi ayıplarını ara. Kendi ayıblarınla meşgul ol. 4. Herkes, dünyâyı îmâr ederken, sen dînini îmâr et, zînetlendir.
Peygambı efendimiz amcazâdesi v dâmâdı, Hulefâ râşidinin v Cennet’ müjdelenen c kişinin dördüncüsi Ehl-i beytin Ehl- abânın birinci: olan hazret-i Ali’ni Irak Necef’d kabirlerini bulunduğ câm
5. Herkes halka yaklaşmak için vâsıta ararken, halkın rızâsını gözetirken, sen Hakk’ın rızâsını gözet. Hakk’a yaklaştırıcı sebep ve vâsıtaları ara. 6. Herkes çok amel işlerken, sen amelinin çok olmasına değil, ihlâslı olmasına dikkat et!”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir