ALBERT CAMUS
Albert Camus romancı, oyun yazan, denemeci, gazeteci ve Direniş Hareketi militanı kimliğiyle, İkinci Dünya Savaşı sonrası Fransız yazar ve aydınının tipik bir örneğidir. Çağının mücadelelerine ve tartışmalarına derinlemesine katılmış bir insan olarak edindiği ün yüzünden bilinçli ve içtenlikli eserlerinin yanlış anlamalara yol açmasına rağmen, Camus, XX. yy edebiyatında büyük bir
rol oynamaya devam etmektedir.
Ününün doruğunda, hiç istemeden bir kuşağın düşünce ustalarından biri haline gelen Camus, gerek çağının büyük sorunlarına, gerek çağdaşlarının acısına duyarlı kalmasını bildi. Camus’de yoksul bir gençliğin anısı, parlak başarıların ve ödüllerin saptıra-madığı bir duyarlılığı kesin olarak belirlemişe benzer: Stockholm’deki kürsüde Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi, kraliyet ailesi üyelerinin karşısında ilkokul öğretmenine duyduğu şükranı dile getirmiştir.
YOKSUL DELİKANLI
Albert Camus 1913’te Mondovi’de (Cezayir) orta halli bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle, bir tarım işçisi olan babası cephede yaşamını yitirdi: annesi Cezayir şehrinde mütevazı bir eve yerleşti ve temizlik ve başka ufak tefek işler yaparak yaşamını kazanmaya çalıştı. Camus,
sonradan, bu yoksulluk deneyiminin kendisi için gerçek l olduğunu söyleyecektir. Bir kitap kurdu olan amcası ona zevkim kazandırdı. Ancak genç adam zamanım daha ço daşlarına, yüzmeye ve futbola ayırıyordu. Öğretmenimi kiyle aldığı bir bursla önce lise öğrenimim, ardından yük renimi başkent Cezayir’de tamamlayarak felsefe diplomj dı. Hassas bir bünyeye sahip olması ve sıradanlıktan ka< nedeniyle öğretmenlik yapmayı reddetti.
1934 yılında, iki yıl sürecek ilk evliliğini yaptı ve üç y kalacağı Komünist Parti’ye katıldı. Hayattaki yerini ara; nunda kendini edebiyatta buldu. İlk denemesi olan Tersi t (l’Envers et l’Endroit) bütün eserlerinde kendini gösteren maları içerir: güneş, yalnızlık ve insanın akıl almaz 1938’de yayımlanan «Düğün Gecesi» (Noces), yazarlık yeti rini ve yalnızca tefekkürle yetinmeyecek duyarlı bir yapı; ya koyar. Genç yazar, yazma, düşünme ve eylem duygulaı gerReyublicain’de gazetecilik yaparak ve amatör bir tiyatrc luğunun animatörlüğünü üstlenerek bağdaştırmayı başarı.
Savaşın patlak vermesiyle hayatın akışı değişir. Sansür k rmda çalıştığı gazete kapanır; Camus, sağlık nedenleriylt dan terhis edilir.
Yeniden evlenir ve Cezayir’den ayrılarak Fransa’ya gic ris’te Direniş Hareketi’ne Mücadele «Combat» ağıyla katıl: tihbarat ve gizli gazetecilik görevleri üstlenir. Bir yandan c sürd çevrimi» olarak adlandırılabilecek çalışmasına bu dö: başlar. 1940-1945 arasında, üç ana eserde bir felsefe bıçiı Yabana’da. (l’Etranger) Meursault, hemen hemen hiç yok Arabi öldürür ve hücresinde, dünyanın kayıtsızlığım hisset yatroda, insanı başkaldırmaya sürükleyen saçmalığı ya Gerard Fhilippe’in canlandırdığı Caligula olur. Sisyphos Söy, Mythe de Sisyphe) aym sorunları teorik çerçevede ele alır, tın anlamsızlığı yüzünden, insan saçmalığın üstlesinden hayat koşullarına «inatçı bir başkaldırıyla gelebilir.
Bu eserler, Camus’nün ilk başarılarının olduğu gibi, on yöneltilen ilk eleştirilerin ve ilk yanlış anlamaların da kö oluşturur. Basın tarafından umutsuz bir filozof olarak sı Camus’nün adı Jean Paul Sartre’a ve varoluşçuluğa bağlan na karşı çıkışları boşunadır. Ne olursa olsun Camus bugün sız entelijensiyası» adı verilen şeyin bir parçasıdır. Gallima ymevi yayınları onu eser seçici kuruluna kabul eder.
BAŞKALDIRIDAN NOBEL ÖDÜLÜ
Kurtuluşta Combat gazetesinin başyazarı olan Camus dünyayı sarsan, atom bombası, sömürgelerdeki ayaklan idam cezası vb büyük tartışmalarda kesin tavır alır. Cez, Amerika’ya seyahatler yapar ve her yerde insanların sefale şısında duygulanır.
1947’de, başkaldırıyı konu alan yeni bir çevrime, insa karşı konulmaz bir felaketin simgesiyle karşı karşıya gelı Veba’ya (La Peşte) başlar. Doğrular’da (Les Justes) sahnelerie teröristleri, hem kıyıcı, hem adalet dağıtıcı eylemleri konu kendi kendilerini sorgularlar.
Başkaldıran İnsan (l’Homme Revolte) adlı denemesi, uz şiddetli bir tartışma başlatır: birtakım gazeteciler, siyasî p; aralarında Jean Paul Sartre ve Andre Breton’un da bulunduj zarlar, «burjuva» eğilimler taşıdığı gerekçesiyle Camus’ye rırlar. Camus kendini savunur, açıklar, cevap verir. Polemik sürer ve sonunda Camus cesaretini yitirir, bu arada sağlığı ( zulmuştur. Bir süre roman türünden uzaklaşır ve Dostoy Calderon, Buzzati, Faulkner gibi yabancı yazarlardan piyes lamaları yapar. Bir yandan da cellatlara karşı kurbanlardan tavrım sürdürür. Bu içe kapanış, ne bir geri çekilme, ne ı vazgeçiştir. Üstelik, yaşadığı bunalım kısa süre sonra edel taki ifadesini bulur ve 1956’da, üslubundaki yenilenmeye eden bir hikâye olan Düşüş (La Chute) yayımlanır: Amsterda Akdeniz’in maviliğinden çok eski bir avukat, acı bir alayiş bir monologda, duyduğu vicdan azabım ve suçluluğunu itiral Ertesi yıl, inançlardan çok kuşkuları dile getiren bir hik; derlemesi, Sürgün ve Krallık (l’Exil et le Royaume) yayımlan metinlerden birinde yer alan ve ziyaretçilerinden kurtulma bir kafese kapanan ressam Jonas gibi, Camus de kendini hayranlık duyan veya ondan nefret eden okur kitlesinin tı gibi hisseder. Onu rahatsız eden, ünü doruğuna ulaşır. 195 Nobel Edebiyat Ödülü Camus’ye verilir. Kırk üç yaşında, S holm’ün bu ödüle değer bulduğu en genç yazar olur. Bu d çapındaki onur yorgunluğunu artırmak yerine enerjisini k; lar: Camus yeni bir romana, tamamlanamayacak ve belki <
Albert Camus, 1953’te Angers festivalinde.« Yanlışlık», «Doğrular» ve «Caligula»nın yazan tiyatro sahnesi için, «dünyada mutlu olduğum yerlerden biri» demiştir.
ÇOK YONLU BİR ESER
birçok yazarı gibi Camus de fikirlerinin veya kaygı-rr_* fısesine katkıda bulunabilecek tüm edebî türleri kullan-■i 1 -emiştir. Bu nedenle eserlerini, ortaya koydukları, roman, . t • ; deneme gibi türlerinden çok temaları itibariyle ele al-:ızz doğru olacaktır. Olgunluk döneminin iki büyük çevri-
■ zzai Camus belirlemiştir: absürd ve başkaldırı. Ancak
■ … ^enemeleriyle, zamansız olarak kesintiye uğrayan ve _ .: jz yeni bir tarzı haber veren son hikâyeleri de önemlidir.
Yaşama arzusu, absürd ve hümanizm
1. – _s’nün sağlığında, girdiği polemikler peşpeşe gelen bir ta-
– ; :–şler olduğu izlenimini verir. Aradan geçen zamanla bu
– . ;-ie bir doğrultunun ve bir eserin tutadığının söz konusu ..: – -iıssedilir. ilk denemelerinde yer alan temalar bütün eser-
v ; i marşımıza çıkar: yaşama arzusu, bir Akdenizlinin güneşe
.: -_ze olan tutkusu. Meursault güneşli bir plajda cinayet işler, -; kurtulanlar yaşamanın tadına bir deniz banyosu sırasm-^ ; – _den kavuşurlar. Başkaldıran insan’ın noktalandığı «güney _ :;s:»ne, «Düğiin Gecesbmde ve «Yaz»da (l’Ete) da rastlanır: . î_neşli, yakıcı. Ne var ki «yaşama coşku katan her şey ay-:.j.~:3nda onun anlamsızlığını da artırır.»
_ : rr-sunu söylemek gerekirse, saçma olan dünya değil, insa-” ia aradığı ve hiç bulamadığı anlamdır. Bu kör ve anlamsız bir ayrılık temellenir. Tıpkı Meursault gibi, Sisifos ~zzs, gibi, önümüzdeki bir kayayı amaçsız olarak itmeye . – uzdur. O halde hayat yaşanmaya değer mi? Evet, çünkü
insan, bu yararsız çabası içinde, kaderinden daha büyüktür, çünkü ona başkaldırabilmektedir. insanın özgürlüğü işte budur. «Mutlu Sisifos’u hayal etmek gerekir.»
Dolayısıyla insan ancak felsefî, tarihî, siyasî, şiirsel vb binlerce biçim alabilen başkaldırısıyla varolabilir. Ancak boyun eğilmiş kölelikle devrimci şiddet arasındaki yaratıcılık, gerçek özgürlük, en sıradan ve en onurlu İnsanî çabadır. Veba’daki kişilerin uygulamaya koydukları da işte budur. Ne var ki XX. yy ortalarında dünya karmaşa, bireyse kaygı içindedir. Camus, gerçek bir bilgelik oluşturamamış ve ancak bir vicdan azabına ulaşmış olma duygusu içindedir. Umutsuzluğun izlerini taşıyan son hikâyeleri, bir bozguna, inatçı bir karamsarlığa tanıklık eder. Bu sorgulamadan geriye kalan, hakikattir, insanın soyluluğudur, Sanatçı ve Çağı’nda (Le Discours de Suede) övülen «hoş ve sorunlarla dolu yaşam»dır.
Bu nedenledir ki Camus’yü «varoluşçuluk» kelimesinden çok «hümanist» kelimesi tanımlar. Soruların yanıtsız kalması hiç te önemli değildir. Hümanizm endişe içinde de gerçekleşebilir, bilincini, ölçüsünü ve sınırlarını bunun üzerine kurabilir. Yüce gönüllülüğün ve erdemin umuda ihtiyacı var mıdır? Azizlik, kahramanlık ve bilgelik var olmadığına göre, her şeyden önce adil olma önem taşır. Camus’nün de öyle biri olduğundan hiç kimsenin şüphesi yoktur.
Düşüncenin hizmetinde bir üslup
Düşünceler, ifade edilmedikleri sürece bir hiçtir ve Camus’nün eserleri de, bir filozofun değil bir yazarın elinden çıkmıştır. Bunu dile getiren bizzat kendisi de olsa, bu yanlış anlama pek açıklığa kavuşturulamamıştır. Tek bir türe bağlı kalmak istemediği gibi, üslubunu da tek bir doğrultuyla sınırlamaktan kaçınmıştır. «Biçimi, konuya uyarladım, hepsi bu». Gerçekten de ele aldığı konuya veya kişiye göre, yazma üslubu değişir: Yabana’da Meurseault’ya karşı tarafsız, Veba’mn gün gün verilişini kesin, nesnel ama tutkulu; Dü-şüş’tz Clamence’a karşı alaycıdır. Makalelerinde kelimelerin sade ama kuruluğa kaçmadan doğrudan düşüncelerle buluştuğu, kusursuz ve canlı bir yazı biçimi görülürken, kendine özgü dil ustalığı ö-zellikle edebî denemelerinde kendini belli eder. Kanıtlardan çok imgeler ve ritimlerle ışıl ışıl bir düşünce dünyası güzelliğe ve derin duygulara bir övgü oluşur. Buna paralel olarak, Camus «Yaz»la «Düğün Gecesi»nin büyülü lirizmine dönerken, son hikâyelerinde yeniden ahlakçı ve şair olur. Söylevlerin yerini itiraflar alır. «Üsluplar», der Camus, «benim için yalnızca birer araçtır.»