başına su dökmeye başladı. Biraz sonra imâmı tanıyanlardan biri gelip, bu hâli görünce çok üzüldü ve askere “Ey asker! Senin, kendine hizmet ettirdiğin bu zât, Hz. Aliyyül Mürtezâ’nm ve Hz. Fâtımat-üzZehrâ’nın torunu îmâm-ı Ali Rızâ hazretleridir. Sen ne yaptığının farkmcfa mısın?” dedi. Asker bunları duyunca, yaptığı fenâlığı anlıyarak, Hz. îmâm’m ayaklarına kapanıp, “Aman efendim, Hye banar kendinizi tanıtmadınız! Niçiırbana hizmet ettiniz! Kusûrumuzu affediniz!” diye özür dileyip ağladı. Hz. imâm özrünü kabûl edip, “MüslümanaT’ hizmet etmek sevap olduğu için s enin isteğini kabûl ettim” buyurdu. Hüseyin bin Mûsâ şöyle anlatıyor: “Biz HâşimoğulJanndan bir grup genç, Imâm-ı Ali Rızâ’nın (r.a.) yanında oturuyorduk. Biraz sonra akrabâmızdan Ca’fer bin Ömer, kılık kıyafeti perişan bir vaziyette geçti. Biz hâline acıyarak ve üzülerek bakınca, Hz. imâm buyurdu ki. “Ey gençler! Bu zâtın haline acıyorsunuz değil mi?” Biz, “Evet efendim” dedik. “Kısa bir zaman sonra yanınızdkn, kıymetli elbiseler ve etrafında hizmetçiler ile geçerse hiç şaşmayın” buyurdu. Aradan bir ay geçti. Bu zât, halife tarafından Medine vâlisi olarak ta’yin edildi. Bir zaman sonra, biz gene aynı yerde otururken o zâtı gördük. Kıymetli elbiseleri ve etrafında hizmetçileri vardı. Biz, Hz. imâmın bu durumu daha önceden haber verdiğini hatırlayıp, imâm’ m (r.a.) kerâmeti olduğunu anladık. , Halîfe Me’mûn, Imâm-ı Alî Rızâ hazretlerini çok sever, sık sık onunla görüşürdü. Saraya gelişinde saray görevlileri onu karşılar, hürmet gösterirlerdi. Fakat bu hürmetleri mecburiyet icâbı oluyordu. Çünkü imâm hazretlerini sevmiyorlardı. Bir araya gelerek, hazret-i îmâm’m geldiğinde sarayın perdesini kaldırmamağa ve onu karşılamamağa karar verdiler. Fakat hazret-i İmâm’ın her gelişinde ellerinde olmadan kalkıp karşılayıp perdeyi de kaldırıyorlardı. Birgün hazret-i imâmın geldiğinde yine ayağa kalktılar; fakat perdeyi kaldırmakta biraz durakladılar. O anda bir rüzgâr peyda oldu ve perde kalktı. Çıkışında da yine rüzgâr gelip perdeyi kaldırdı. Bunu gören saray görevlileri, “Allahü teâlânın aziz ettiği kimseyi kimse küçültemez.” diyerek eski âdetlerine devam ettiler. Ebüssalt şöyle anlatıyor: “Bir gün Hz. Imâm’ın yamnda idim. Bana buyurdu ki, “Şu gördüğün türbe Hârun Reşîd’in türbesidir. Türbenin dört tarafından toprak alıp bana getir.” Gidip getirdim. Toprağı koklayıp, “Yakında, burada benim için kabir kazacaklar! Bir taş çıkacak. Horasan’ın bütün külünklerini getirecekler, fakat taşı çıkaramıyacaklar” buyurdu. Sonra “Filan yerden toprak getir” buyurdu. Getirdim. “Benim kabrimi bu toprağı aldığınız yerde kazın. Kabrimi derin kazın ve lahd yapın. Allahü teâlâ kabri dilediği kadar genişletir. Sonra bir yaşlık görünür. O zaman sen, kabre bakarak sana şu söyliyeceğim sözleri söyle. Bunun üzerine bir su çıkar, kabir su ile dolar. Ufak balıklar görünür. (Bir ekmek yerip) sen bu ekmeği al. Ufak ufak doğrayıp suya at. Balıklar bu ekmek parçalarının hepsini yerler. Sonra bir büyük balık çıkıp, küçük balıklan yer ve kaybolur, o zaman cesedimi suyun içine kçyun. O zaman sen, sana şu söyleyeceğim sözleri söyleyince su azalır ve hiç kalmaz. Halife Me’mûn da bunu görür. Yann ben Me’ mûn’a gideceğim, dışan çıktığımda başım kapalı ise benimle konuşma, eğer başım açık ise konuş” buyurdu. Ertesi günü sabah olunca elbiselerini giyip hazırlandı. Bu sırada Me’mûn’un hizmetçisi gelip kendisini çağırdı. Kalkıp Me’mûn’un yamna geldi. Me’mûn’un önünde tabaklarda meyveler vardı ve üzüm salkımından yiyordu. Hz. Imâm-ı görünce ayağa fırlayıp, Imâm’a sanldı ve O’nu alnından öptü. Yediği üzümden Hz. tmâm’a ikrâm etti.. O özür dileyip kabûl etmediyse de Halife, bir salkım üzümden birkaç tane alıp yedi ve salkımı Hz. Imâm’a tekrar ikrâm edip yemesini ısrarla istedi. Hz. imâm bu ısrâr karşısında üzümden bir miktar yedi. Biraz oturup sohbet ettikden sonra müsaade iste* yip aynldı. Çıkarken, başını örtmüş olduğundan emri icâbı kendisi ile konuşmadık. Evine gelince, kapının kilitlenmesini emredip yatağına yatü. Ben eviniçinde mahzûn olarak bekliyordum. Bu sırada,Hz. imâm* a çok benziyen, güzel yüzlü ve misk kokulu bir genç içeri girdi. Ben hayretle, “Kapı kilitli idi. Sen içeriye nasıl girdin, sen kimmsin?” dedim. “Ben (Imâm-ı Ali Rızâ’nın oğlu) Huccetullah Muhammed bin Ali’yim. Beni bir saatte Medine’den buraya getiren zât içeriye aldı” dedi ve babasının yanma girerken, bana “Sen de gel” dedi, içeri girdik. Hz. imâm, oğlunu görünce ayağa kalktı ve oğluna sanlıp bağnna bastı ve alnından öptü. O da yüzünü babasının yüzüne koydu. Bir şeyler konuştular. Ama ben anlayamadım. Sonra Hz. tmâm’m dudaklanmn üstünde kardan beyaz bir köpük gördüm. Daha sonra kendinden geçti ve rûhunu teslim etti. Hz. Imâm’ın oğlu Muhammed bin Ali, bana “Iç odadan su ve tahta getir” dedi. Ben içerde su ve tahtanın olmadığını bildiğim için, “Iç odada su ve tahta yoktur” dedim. Emrini tekrar edince, hemen kalkıp gittim. Hakîkaten su ve tahta vardı. Alıp getirdifrı. “Yıkamak için yardım edeyim” dedim. O, “Bana yardım eden biri var” buyurdu. Kendisi yıkadıktan ^sonra, bana “Iç odada, dolapta, keten ve hanût (güzel kokulu msin?” dedim. “Ben (Imâm-ı Ali Rızâ’nın oğlu) Huccetullah Muhammed bin Ali’yim. Beni bir saatte Medine’den buraya getiren zât içeriye aldı” dedi ve babasının yanma girerken, bana “Sen de gel” dedi, içeri girdik. Hz. imâm, oğlunu görünce ayağa kalktı ve oğluna sanlıp bağnna bastı ve alnından öptü. O da yüzünü babasının yüzüne koydu. Bir şeyler konuştular. Ama ben anlayamadım. Sonra Hz. tmâm’m dudaklanmn üstünde kardan beyaz bir köpük gördüm. Daha sonra kendinden geçti ve rûhunu teslim etti. Hz. Imâm’ın oğlu Muhammed bin Ali, bana “Iç odadan su ve tahta getir” dedi. Ben içerde su ve tahtanın olmadığını bildiğim için, “Iç odada su ve tahta yoktur” dedim. Emrini tekrar edince, hemen kalkıp gittim. Hakîkaten su ve tahta vardı. Alıp getirdifrı. “Yıkamak için yardım edeyim” dedim. O, “Bana yardım eden biri var” buyurdu. Kendisi yıkadıktan ^sonra, bana “Iç odada, dolapta, keten ve hanût (güzel kokulu buhur) vardı, onu getir” buyurdu. Gittiğimde, o zamana kadar hiç görmediğim güzel bir elbise dolabı gördüm. İçinden, kefen ve hanûtu alıp getirdim, kefenleyip cenâze namazını kıldı. Sonra tabut istedi. “Bir marangoza yaptırayım” dedim. “îç odada vardır” buyurdu. îçeri girdiğimde hiç rastlamadığım bir tabut gördüm. Getirdim. Hz. îmâm’m cesedini tabuta koydu. Sonra iki rek’atlık bir namaza başladı. Namazını bitirmemişti ki evin damı yarıldı ve tabut oradan yukarı çıktı. Ben telâşla “Şimdi ne olacak?” dedim. Bana, “Sakin ol, biraz sonra gelir” buyurdu. Evin damı yarıldı ve tabut tekrar geldi. Muhammed bin Ali, Hz. İmam-ı tabuttan çıkarıp yatağına yatırdı. Sânki, yıkama, kefenleme gibi işler yapılmamıştı. Sonra bana, “Kapıyı aç” buyurdu. O sırada, Halife Me’ mûn ve hizmetçileri gelmişdi. Vefât haberini alınca çok ağladılar ve üzüldüler. Halife Me’mûn “Ey efendimiz! Sana ne oldu?” diyordu. Sonra teçhiz ve tekfin (yıkayıp, kefenleme) işleri yapıldı. Kabir kazılırken ben orada idim. Daha önce bana söylediklerinin hfepsi oluyordu. Kabir açılıp, su çıkınca ve küçük balıklar görülünce Halife Me’mûn “Hayatında olduğu gibi, vefâtından sonra da kerâm etleri görülüyor” dedi. Orada bulunanlardan birisi, “Bu neye işârettir, biliyor musunuz? Ey Abbâs oğullan. Sizin mülkünüz her nekadar çok uzun müddet ise de bu küçük balıklar gibidir. Bir zaman gelir. Allahü teâlâ sizden sizin üzerinize bir kimse musallat eder ve sizi yok eder.” dedi. Halife Me’mûn “Doğru söylüyorsun” dedi. Defin işi tamamlandıktan sonra, Halife Me’mûn bana, “Kabirde söylediklerini tekrar anlat” dedi. Ben de unuttuğumu söyledim. Hakîkaten unutmuştum. Halife de, bildiğim halde söylemek istemediğimi zannederek beni hapsetti. Hapiste bir yıl kaldım. Artık iyice sıkılmıştım, “Yâ Rabbi! Resûlullah (s.a.v.) efendimiz ve temiz akrabâsı hürmetine beni buradan kurtar!” diye *duâ ettim. Hemen o anda îmâm-ı Ali Rızâ hazretlerini gördüm. îçeri girdi. “Ey Ebüssalt! Gönlün mü daraldı?” buyurdu. “Evet” dedim. Mübârek elini zincirlerin üzerine koyar koymaz, zincirlerin hepsi açıldı. Elimden tutup saraydan çıktık. Bekçilerin yanından geçip gittik. Hiçbirisi bizi göremedi. Sonra, “Allahü teâlâ sana emniyet versin seni korusun! Bundan sonra Halife Me’ mûn’u görmezsin, o da seni bulamaz” buyurdu ve kayboldu. Ondan sonra Halife Me’mûn’u hiç görmedim.” îbrâhim ibni Abbâs diyor ki “İmâm-ı Ali Rızâ (r.a.) öyle büyük âlim idi ki, hangi ilimden olursa olsun, sorulan her mes’eleye çok güzel cevaplar verirdi. Halife Me’mûn, kendisine çok suâl sorar, verdiği cevaplara hayran kalırdı. Hz. îmâm, az uyur, çok namaz kılar ve çok oruç tutardı. Muhtaç olanları arayıp bulur, onlara yardıma olurdu. Bir hasır üzennde oturur, yatacağı zaman da o hasır üzerinde yatardı. Her işinde Allahü teâlâya karşı tam bir teslimiyet ve tevekkül üzere idi. Yüzüğünün taşında “Hasbiyallah=Allahü teâlâ bana kâfidir” yazılı idi. 1) el-A’lâm cild-5, sh-26 2) Vefeyât-ül a ’yân cıld-3, sh 269 3) Târih-i Taberî cild-10, sh-251 4) el-Kâmil fi’t-târıh cild-6, sh-119 5) Nuzhet-ül celîs cild-2, sh-65 6) el-lber cild-1, sh-340 7) Nûr-ül-ebsâr sh-156 8) Tam İlm ihâl Seâdet-i Ebedıyye sh-1059
Ali Rıza
23
Nis