Tâbiîn’in tanın mışlanndan. 108 i m.726)’
de vefât etti. Ebû Hâtem; Alkame bin
Abdullah el-Müzeni’nin, Bekir bin
Abdullah’ın kardeşi olduğunu söylerse de,
âlimler, kardeşi olmadığım bildirmişlerdir.
Bekir bin Abdullah el-Müzenî, Enes bin
Mâlik, Ibn-i Abbâs, Ibn-i Ömer, Mugire bin
Şû’be, Ebû Râfî es-Sâığ, Haşan el-Basrî,
Hamza, Urve bin Mugire bin Şû’be, Ebû
Temime el-Huceymî ve başkalarından
hadîs-i şerif rivâyet etmiştir. Sabit elBûnânî,
Süleyman et-Teymî, Katâde, Gâlip
el-Katân, Asım el-Ahvel, Saîd bin Abdullah
bin Cübeyr bin Hayye (r.a ı de ondan
hadîs-i şerif bildirmiştir. Ibn-i Medinî, onun
elli hadîs-i şerif rivâyet ettiğini söylemiştir.
Ibn-i IVÎuîn ve en-Nesâî, Ebû Zür’a ve Ibn-i
Sa’d onun hadîs hususunda, sika, (güvenilir/
mazbut ve hüccet bir âlim olduğunu
bildirmişlerdir.
Bekir bin Abdullah el-Müzenî hazretleri,
dünyaya düşkün olmayıp haram ve
şüphelilerden çok sakınırdı. İbretli sözleri
vardır. Çok büyük ve iyi insanlar arasında
yetişti.
Bekir bin Abdullah’ın rivâyet ettiği
hadîs-i şerifler
“Enes bin Mâlik (r.a; buyurdu ki: Bir
kadın Hz. Âişe validemizin yanına girdi.
Yanında iki küçük çocuk vardı. Hz. Âişe,
kadına üç hurma verdi. Kadın, herbirine
bir hurma verdi. Çocukları hurmanın ikisini
yediler. Bitince annelerine baktılar.
Kadın, kalan bir hurmayı da ikiye böldü.
Yansım birine, yansını diğerine verdi. O
sırada Resûlullah (s.a.V/ içeri girdi. Hz.
Âişe o”anlan arz etti. Resûlullah efendimiz“Allahii teâlâ bu kadına, çocuklarına
m erh a m etin d en dolayı m erh a m et
etsin” buyurdu.
Enes bin Mâlik (r.a;, Peygamberimizin
(s.a.Vı şöyle buyurduğunu rivâyet ediyor.
“Allahii teûlû buyurdu ki: “E y Âdem
oğlu! Senin gün& hlann semâyı
(göğü/ doldursa, sonra bana istiğfar
etsen (benden bağışlanmanı istesen;, seni
bağışlarım.. E y Âdem oğlu! Y er dolusu
günâhla gelsen, bana bir şeyi şirk koş
madan kovuşsan, sana y er dolusu
mağfiret yaparım (seni bağışlarım.;”
Peygamber efendimize, Cennete ve
Cehenneme girmeyi vacip kılan iki şey
soruldu. Bunun üzerine: “Kim Allahü
teâlâya bir şeyi şirk koşmadan kavuşursa
Cennet ona vaciptir. Kim de şirk
koşarak, Allahü teâlâya kavuşursa
Cehennem ona vaciptir.”
Bekir bin Abdullah el-Müzenî hazretleri
buyurdular ki:
“İyi amellerim arasında en değerlisini,
sâlih bir zâta olan sevgimi buluyorum.”
Arafat’ta vakfeye durmuştu. Kendi kendine
şöyle diyordu: “öyle samyorum ki,
bunlar arasında ben olmasaydım, Allahü
teâlâ hepsini bağışlardı.”
“Bir kimsenin cimrilik huyu ile öfke
duygusu körelmedikçe mütteld sınıfına
geçemez.”
“Din kardeşlerinden bir cefa görürsen,
bil ki bu, yaptığın bir hatâdan dolayıdır.
Derhal Allahü teâlâya dön ve tövbe et.
Aynca, bir sevgi görecek olursan, Allahü
teâlâya olan taatından (Allahü teâlânın
beğendiği işleri yapmaktan; hasıl olduğunu
bil ve şükr et.”
“Bir kimsenin, sanki o işe memurmuş
gibi, durmadan halkın ayıbım sağa sola
aktardığını görürseniz, bu haliyle azap
tuzağına tutulduğunu biliniz.”
“Isâbet edip, doğru konuştuğunda sana
bir ecir ve sevap getirmeyen, hatâ ettiğinde
de seni günâha götüren bir sözü söylemekten
sakın. Bu söz, müslüman kardeşine
kötü zanda bulunmandır.”
“Sen bir kişi ile arkadaş olduğun zaman
bazı hususları yerine getirmen gerekir.
Beraber olduğunuzda, şayet onun nalınlarının
ipi kopar ve o bunlan düzeltip bağlayıncaya
kadar sen onu beklemezsen, sen
arkadaşlık hukukuna riâyet etmemiş olursun
ki, sen, bu halinle dost olamazsın.
Yine, senin arkadaşın bir ihtiyaç için bir
yerde oturduğunda, o işini bitirinceye
kadar onu beklemezsen sen yine hakiki
dost sayılmazsın.”
“Bekir bin Abdullah el-Müzenî, kadılık
(hâkimlik; makâmına getirilmek istenmişti.
O zaman şöyle buyurmuşlardı: “Ben
size bir şey söyliyeyim. Kendisinden
başka ilâh olmayan Allahü teâlâya yemin
ederim ki, ben kaza (hâkimlik < işiVıi yapa-*
mam. Eğer, bu sözüm doğru ise, sizin beni
bu iş için görevlendirmeniz, uygun değildir.
Eğer sözüm yalan ise, yalana birisini bu
vazifeye tayin etmeniz doğru olmaz.”
Bekir bin Abdullah el-Müzenî hazretleri
şöyle duâ yapardı: “Yâ Rabbi! Senin yardı
mın olmazsa, maksuduma eremem, kötü
şeyden nefsimi koruyamam. Ben ve işlerim
senin kudretin altındayız. Sana çok, çok
muhtacız yâ Rabbi!”
“Ey Âdemoğlu! Allahü teâlânın rahmetinden
öyle ümitli ol ki, bu ümidin seni,
Allahü teâlânın mekrinden emin kılmasın.
Eğer bundan emin olursan, günâhları işler,
Allahü teâlâmn gazâbına uğrarsın. Yine
Allahü te’âlâdan öyle kork ki, bu korku O’
nun rahmetinden ümidini kestirmesin.
Ne kadar günahkâr olursan ol, yine de
Allahü teâlânın, rahmet ve merhametinden
ümidli ol. Tövbe ederek Allaha dön.”
“Allahım! Bizi öyle bir nzıkla nzıklandır
ki, onun vasıtasiyle sana çok şükür edebilelim.
Yâ Rabbi! Her an her yerde sana
muhtacız.”
Bir Cuma günü cemaat oldukça kalabalıktı.
Bekir bin Abdullah el-Müzeni, “Bana,
camide bulunanlann en hayırlısı (iyisi;
sorulsaydı, insanlara en çok nasihat eden,
Emr-i bil-ma’ruf ve Nehy-i an-il münker
yapanı (iyiliği emredip, kötülükten nehyedeni
alıkoyanı ı arar, bulur, onu gösterirdim.”
Yine, bana “İnsanların en şerlisi
(kötüsü) kimdir? diye sorulsaydı, insanları
en çok aldatam bulur, onu gösterirdim. ”
dedi.
“Bir kimse, tamâı (dünya lezzetlerini
haram yollardan araması) ve gazâbı
(öfkesi; yavaş oluncaya kadar muttaki
olamaz.”
Ölüm hastalığı sırasında Bekir bin
Abdullah el-Müzenî’nin huzuruna girdik.
Başım kaldırdı. “Nefsini Allahü teâlâya
tâat (Allahü teâlânın beğendiği şeyler; için
çalıştıran, Allahü teâlâya isyan (emirlerini
yapmamak; etmemesi için onu zorlayan
kula Allahü teâlâ merhâmet etsin” buyurmuştur.
“Sana dünyada, kanâat edebileceğin
kadan kâfidir. İster bu bir avuç hurma, bir
içimlik su ve bir çadır gölgesi olsun. Senin
nefsin, dünyada kendisine ne kadar çok
verilse, asla doymaz. Her zaman daha fazlasını
ister.”
Bekir bin Abdullah el-Müzenî’nin daima
okuyup, terk etmediği duâ şudur:
“Allahım! Bize rahmet hâzinelerinden
birini aç. Rahmetinden sonra bize dünyada
ve âhirette hiç azap etme. Allahım! O geniş
ihsânından bize helâl ve temiz bir nzık
ihsan et. Rızık verdikten sonra bizi, senden
başkasına muhtaç eyleme, Allahım! Merhametine
ve ihsan ettiğin helâl nzka, ihsanına
karşı şükrümüzü artır. Biz sana
muhtacız. Senin yardımın ve ihsanın ileancak başkasından müstağni (uzakı
oluruz.”
O, yaşlı bir zât görünce, bu benden daha
hayırlı, daha iyidir, çünkü o, yaşça benden
büyüktür. Onun için, daha fazla ibadet yapmıştır.
Bir genci gördüğü zaman, ben
ondan daha fazla günah işledim. O ise,
yaşı küçük olması sebebiyle, daha az
günâh işlemiştir, derdi.
“Eğer, şeytan senin önüne çıkıp, “Sen
falanca müslümandan daha üstünsün,
derse, dikkatli ol ve o müslüman kardeşin
senden büyükse, şöyle de: “Bu karde|im,
benden önce müslüman olup, benden daha
çok salih amel işlemiştir. Onun için, o benden
daha üstündür. Eğer senden küçükse,
ben günâhlarda onu geçtim. Bu bakımdan
o benden daha hayırlıdır, ^ğer sana
ikramda bulunan ve hürmet gösteren, müslüman
kardeşlerinle karşılaşırsan, “Bu
Allahü teâlâmn bir ihsâmdır.”de. Eğeı
onlardan cefâ görürsen (Bu, yaptığım bir
günâhtan dolayıdır.) de.”
“Kişi, müslüman kardeşlerine tevâzû
etmesiyle, onların hürmet ve saygısını
kazanır.”
“Allahü teâlâ, mü’min kulunun işinin
sonunun hayır olmasını murad ettiği
zaman, ona biraz acı ve sıkıntı tattırır.”
“Kim gülerek günâh işlerse, ağhyarak
Cehenneme girer.”
“Günâhı çok yapıyorsunuz. Halbuki
istiğfan çok yapmaksınız. Çünki, insan
âhirette, amel defterinde iki satır arasında
istiğfar görünce çok sevinir.”
Yine, Bekir bin Abdullah el-Müzenî
şöyle bir hikâye anlatmıştır:
“Bir hükümdarın yamnda iyi ahlâklı
biri, devamlı ayakta durur ve ona daima
(iyilik edene, iyiliğine karşı iyilik et. Çünki,
kötülük yapana, yaptığı kötülük yeter.)
derdi. Onun bu makamda ve mertebede
olmasını birisi çekemez, hükümdarla senli
benli konuşmasını kıskanır ve onu hükümdara
kötülemek isterdi. Uzun düşüncelerden
sonra hükümdara gidip, “ Bu
adamınız, hükümdarımızın ağzımn koktuğunu
söylüyor” diye şikâyet eder. Hükümdar,
hayır böyle şey olmaz, der. Hasedci
adam, “Onu çağırın ve dikkat edin, size yaklaştığı
zaman, ağız kokunuzu duymamak
için, elini burnuna koyacaktır.” der.
Hükümdarın yanından çıktığı gibi, arkasından
iftira ettiği adamı evine davet eder.
Ona içinde sarımsak bulunan yemek yedirir.
iyi ahlâklı insan herşeyden habersiz,
oradan çıkıp, hükümdarın huzuruna gider.
Her zaman konuştuğu gibi konuşur.
Hükümdar, bana yakın gel, der. Sanmsak
yediği için ağız kokusundan rahatsız olmasın,
diye eliyle ağzım kapatır, öyle yaklaşır.
Hükümdar, önceki adam doğru söyledi,
diyerek, hemen kalkıp, bizzat kendisi bir*
mektup yazar. Burada “Bu mektubu taşı
yan sana gelince, onu boğazla, derisifti yü2,
içine saman doldur ve bana gönder.” diye
yazıp, bir vâlîsine götürmesini söyler,
(içinde yazılı olandan haberi olmayan suç
suz ve dolayısı ile bir korkusu olmıyanı bu
iyi ahlâklı insan, mektubu vâlîye götürmek
için alır ve çıkar. Yolda, kendisini çekemiyen
adamla karşılaşır. Elindeki mektubu
göstererek, hükümdarın mükâfat mektubudur,
der. Diğer hasedci adam, yalvararak
sızlayarak ne olursun, o mektubu bana ver,
ben götüreyim , ben mükâfat alayım, der.
Verir, O da alıp, vâlîye götürür. Vâlî ona,
getirdiğin mektupta, seni boğazlayıp,
derini yüzüp, saman doldurup, hükümdara
göndermem yazılıdır, der. Adam, bu mektup
benim için değildir. Allah, Allah, şu
başıma gelene bak! Ben dönüp, durumu
hükümdara arz edeyim, der. Vâlî: “Hükümdarın
mektubu, emirnâmesi geri çevrilmez,
deyip, adamı öldürüp hükümdann istediği
şekilde ona gönderir, öbür adam ise, âdeti
üzere, hükümdann yamna gider. Hükümdar
hayret eder. Benim mektubu ne yaptın
der. O da: Yamnızdan aynlınca, filan kimseye
rastladım. Mektubu kendisine vermemi
rica etti. Ben de verdim. Hükümdar, o
bana senin, ağzımın koktuğunu söylediğini
bildirmişti. O da hayır, asla olamaz, dedi.
Peki öyleyse, yamma yaklaşınca, neden
ağzım tuttun?” der. “Efendim, bana o
yemek yedirdi, içinde bol sanmsak vardı.
Size yaklaşınca, ağzımın kokusu ile rahatsız
etmiyeyim diye ağzımı tuttum.” cevabım
verir. Hükümdar, “Sen haklıymışsın,
kötülük edene, ettiği kötülük, yeter” dedi.
Birisi Bekir bin Abdullah el-Müzenî hazretlerine
kötü sözler söyledi. 0 da ona hiç
cevap vermeyip, sükût ile karşıladı. O
adam bu sefer, daha da ileri gitti. Daha
kötü sözler söyledi. Bunun üzerine, Bekir
bin Abdullah hazretlerine, niçin ona cevap
vermiyorsun, suskun duruyorsun. Baksana
sana neler söylüyor, denilince, “Ben
onun hakkında, kötü birşey bilmiyorum ki
ona karşılık ve cevap vereyim. Hem, onun
hakkında yalan yere, olmıyan şeyleri söyleyip,
atıp tutmam da bana helâl değildir.”
dedi.
Bekir bin Müzeni hazretleri, gelengeçeni
rahatsız etmemesi için, damının oluğunu
bahçe tarafa yapar, yola akıtmazdı.
Evindeki kedi ölürse, münasip bir yerde
çukur kazar, kediyi oraya gömer, kimseyi
rahatsız edecek bir iş yapmazdı.
“Bir kimse ziyâfete çağnlır. O da ev
sahibine haber vermeden, yamnda misafir
getirirse, bir tokat hak etmiştir. Eve geldiğinde,
ev sahibi, şuraya buyurunuz dediği
zaman, hayır ben şuraya oturacağım diyen
kimse ise, iki tokat hak etmiştir. Yemek
yerken de ev sahibine “Sen de bizimle beraber
yffniyor musun, sen de yesene” diyen,üç tokatı hak etmiş olur. Çünkü üçünde de,
söz ve hareketi boş ve fazladandır.”
1) Hilyet-ül-evliyâ cild-2, sh. 224
2) Tehzîb-iit-tehzib cild-1, sh. 484
3) el-Kâşif cild-1, sh. 162
BEKİR BİH ABDULLAH M ÜZENİ,
27
Şub