Osman Nûri Topbaş Hocaefendi bir müslümanda olması gereken vasıfları anlatıyor…
MERHAMETLİ
Müʼmin, diğer müʼminlere, diğer ümmetlere karşı İslâmʼı en güzel sûrette temsil edebilmenin gayretinde olacak. Bu beraberliğin müʼmine kazandırdıklarının en mühimi “merhamet”.
Cenâb-ı Hak en çok “Rahmân ve Rahîm” esmâsını bildiriyor. Rasûlullah Efendimiz, okunan âyette, “çok raûf ve çok rahîm”dir. “Çok merhametli, çok şefkatlidir” buyruluyor. (Bkz. et-Tevbe, 128)
TEVÂZÛ SAHİBİ
Tevâzû: Hiçlikten geldik. Bir sermaye ile gelmedik. Onun için Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“İbâdurrahmân, (Allâhʼın rahmetinin tecellî ettiği kullar) yeryüzünde mütevâzı olarak dolaşırlar…” (el-Furkân, 63)
ÇÖMERT
Cömertlik: Kerem sahibi olmak. Cenâb-ı Hak kerem ehlini seviyor.
Gazâlîʼnin ihyâsında bir hadîs-i şerîf var:
“Bir (diyor) cömert (diyor), eğer (diyor), düşerse (diyor), onu (diyor) Allah (mecâzî olarak) elinden tutup kaldırır.” buyuruyor. (Heysemî, VI, 282)
Tabi bu cömertlik, “âm ve şâmil” cömertlik. Kendine olan, yakınlarına olan cömertlik değil. Paylaşabilmek…
FEDAKÂR
Fedakârlık:
Efendimiz bir sefere giderken, en önde kendisi giderdi. En arkadan dönüşte kendisi gelirdi. Ne kadar, kimler muhtaç, onlara yardım eder, terkisine alırdı, tesellî ederdi.
Bu fedakârlık çok mühim.
Bir bedevî geldi:
“‒Yâ Rasûlâllah! Ben müslüman olacağım.” dedi.
Tamam. Efendimiz (İslâmʼın şartlarını) saydı.
“‒Tamam (dedi), sadece cihad yok, sadaka yok (dedi). Ben ikisini yapamam (dedi). Cihad yok (dedi), benim canım kıymetli (dedi). Fazla (dedi), kendim bir mesâî veremem (dedi). Sadaka (dedi), ben (dedi) ancak kendime yetiyor (dedi filân). Diğerlerini kabul ediyorum ama bu ikisini benden mâzur gör.” dedi.
Efendimiz tuttu şöyle elini bir salladı.
“‒Sen (dedi) Allah yolunda gayret etmeyeceksin (dedi), sadaka vermeyeceksin, infâk etmeyeceksin (dedi); sen nasıl Cennetʼe gireceksin o zaman?” dedi. (Bkz. Ahmed, V, 224; Hâkim, II, 89/2421; Beyhakî, Şuab, V, 8; Heysemî, I, 42)
İHLASLI VE SAMİMİ
Diğer husus; ihlâs ve samimiyet:
Demin misâli anlattığım gibi, o, Cenâb-ı Hak, onun düşüncesi dolayısıyla, niyeti dolayısıyla büyük hediyeler…
Horasanʼda, melik ve kahramanlardan Amr bin Leys, bunun vefatının ardından görülen rüyâ…
İFFET VE HAYÂ SAHİBİ
Bir müʼmin, en mühim, iffet ve hayâ sahibi olacak:
İffet demek, nefsi her türlü şehvetlerden ve süflî arzulardan muhâfaza etmek. Bu, insana âit bir husûsiyet. İnsanı diğer mahlûkattan ayıran bir vasıf. Fakat bugün maalesef, bu da, iffet bitti. İffet gözden kayboldu, kulaktan kayboldu, ağızdan kayboldu, bedenden kayboldu.
Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede:
“…Takvâ elbisesi (buyuruyor). İşte o (diyor), en hayırlı…” (el-A‘râf, 26) Bir takvâ elbisesinin hayırlı olduğunu bildiriyor.
AHDE VEFÂLI
Sadâkat, ahde vefâ:
Efendimizʼin büyük vasıfları. El-emîn, es-sâdık. Demek ki bir müʼmin sadâkat ehli olacak, emanet ehli olacak.
Cenâb-ı Hak:
“…Verdiğiniz sözü yerine getirin (buyuruyor). Çünkü verilen söz, mesʼûliyet gerektirir.” (el-İsrâ, 34) buyuruyor.
“Onlar, emânetlerine ve âhitlerine dikkat ederler.” (el-Meâric, 32; el-Müʼminûn, 8)
En büyük emânet, Allâhʼın ve Allah Rasûlüʼnün emâneti, Kurʼân ve Sünnet. Onu yaşamak, yaşatmak.
AFFEDİCİ
Affedicilik olacak:
Efendimiz hep; “Af, af, af.” buyurdu.
Hind geldi Mekkeʼde, Efendimizʼin arkasına geçti. Altı sene evvel Hz. Hamzaʼyı şehid ettirdi Habeşli Vahşîʼye.
“‒Yâ Rasûlâllah! Ben kimim, beni tanıdın mı?” dedi.
Efendimiz:
“‒Sen Hind değil misin? (dedi). Hâlâ ben o sesi unutmadım.” dedi. O çığlıklarla bayram sevinci yaptı Hamzaʼyı şey yaptığı zaman.
“‒Bizim için ne var yâ Rasûlâllah?” dedi.
“‒Sizin için af var.” buyurdu. (Bkz. Buhârî, Meğâzî, 23; Müslim, Akdıye, 9)
Hep Mekke halkı:
“‒Ey merhametli kardeş!” dediler. (Bkz. İbn-i Hişâm, IV, 32; Vâkıdî, II, 835; İbn-i Sa‘d, II, 142-143)
Velhâsıl affedicilik. Cenâb-ı Hak:
“Allâhʼın sizi affetmesini istemez misiniz?..” buyuruyor Sûre-i Nûrʼda. (en-Nûr, 22)
Yine Cenâb-ı Hak Enfâl Sûresiʼnde:
“…Aranızı düzeltin…” (el-Enfâl, 1) buyuruyor.
Bir müʼmin affedici olacak ki eğer Allahʼtan af istiyorsa. “Bana şunu yapmıştı, bunu yapmıştı…”, Cenâb-ı Hak kabul etmiyor. “Aranızı düzeltin.” buyuruyor Enfâl Sûresiʼnde. “…Eğer Müslümansanız.” (el-Enfâl, 1) buyuruyor.
HAK VE ADÂLETLİ
Hak, adâlet:
O da çok mühim. Adâlet mülkün temelidir. Adâlet ortadan kalkarsa, hak, hukuk kalkar ve terör başlar.
Efendimiz, bazı şeyleri kendi şahsına izâfe ederek buyururdu. Vefâtına yakındı. Ravzaʼda topladı ashâb-ı kirâmı:
“…Ümmetim! (Dedi.) Kimin malını aldımsa işte malım (dedi) -bilmeden-. Kimin sırtına vurdumsa işte sırtım, gelsin vursun…” buyurdu. (Ahmed, III, 400)
Lafayet var, Fransız ihtilâlcilerinden, hristiyan. Diyor ki o:
“Ey büyük insan! (Diyor.) Senʼin dünyada tevzî ettiğin hak, hukuk, adâleti şimdiye kadar kimse tevzî edemedi.” diyor.
Bir şey yok; “Kızım (diyor) Fâtıma yapsaydı (diyor, bir sirkat hâdisesi oluyor) onun, Fâtımaʼnın bile elini keserdim.” buyuruyor. (Bkz. Buhârî, Enbiyâ, 54; Müslim, Hudûd, 8, 9)
HİLİM VE MÜSÂMAHALI
Hilim ve müsâmaha:
Bir müslüman, merhamet sahibi, şefkat sahibi, muhabbetli ve güzel hasletleri olacak. Hilim ve biraz müsâmaha sahibi olacak.
Âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak:
“(O takvâ sahipleri) bollukta ve darlıkta Allah için harcarlar…” (Âl-i İmrân, 134)
Bollukta harcayacaksın, bolluğuna göre harcayacaksın. Darlıkta, darlığına göre harcayacaksın. Eğer bir hurman varsa, yarım hurmanı ver, Cehennem azâbından kurtul, buyuruyor Efendimiz. (Bkz. Buhârî, Edeb, 34)
Fakat zengin, mal-mülk vs. onun için bir hurma değil, tonlarca vermesi lâzım.
Demek ki burada bollukta ve darlıkta, Allah için harcarlar; sâlihlerin vasıfları.
İkincisi:
“…Öfkelerini yutarlar…” (Âl-i İmrân, 134) Gayzlarını yutarlar. Demek ki bir müʼmin öfkelenmeyecek. Değiştirecek. İki rekât namaz kılacak. Bir abdest alacak. Yerini değiştirecek. Geçer çünkü.
“…İnsanları affederler…” (Âl-i İmrân, 134)
Cenâb-ı Hakkʼın Afüv sıfatından hisse alacak.
Allah yolunda güzel davranışta bulunanlar muhsin olur. “…Allah da muhsinleri sever.” (Âl-i İmrân, 134) buyuruyor.
Demek ki sâlih kulların bir vasfı da böyle olacak.
Efendimiz buyuruyor:
“Yumuşaklık nerede bulunursa orayı güzelleştirir. Yumuşaklığın bulunmadığı her davranış da çirkindir.” (Müslim, Birr, 78, 79)
Yani birisine, emrinin altından birisine bile:
“‒Oğlum bir su getirir misin?” deseniz;
“‒Çabuk bana bir su getir çabuk!” deseniz, ikisinde de su istiyorsun ama, farklı olarak istiyorsunuz. Biri severek getirir, sana şifâ olur. Öbürü, gayzla getirir, sana şifâ olmaz.
Onun için bir müʼmin dâimâ bir yumuşak huylu, mûnis olacak. Nezâket olacak. Nezâket çok mühim. Maalesef bu da, kaybettiğimiz bir durum nezâket.
Hatâlı yaptığı -ashâb-ı kirâmın- hatâlı bir işini hiçbir zaman yüzüne vurmazdı. Bazen kendine izâfe ederek:
“Bana ne oluyor ki ben sizleri bu şekilde görüyorum.” buyururdu. (Bkz. Buhârî, Menâkıb 25, Eymân 3; Müslim, Salât, 119; İbn-i Hibbân, IV, 534)
Yerde tükürük gördü Efendimiz, geçmedi oradan. Efendimiz onu kapattı, ondan sonra geçti.
Dağınık, perişan, pasaklı bir insan geldiğinde hayretle baktı:
“‒Bu insan niye böyledir?” dedi. (Bkz. Muvatta, Şaar, 7; Beyhakî, Şuabuʼl-Îman, V, 225)
SABIRLI
Sabır:
Değişen şartlar altında dengeyi bozmamak. Îtidâli muhâfaza etmek. Tahammül göstermek, aklın ve dînin gösterdiği yolda sebât etmek. Bu, sabır zor.
Zenginlikte sabır en zoru. Allah sana ne kadar verdi, ne kadarını harcıyorsun? Halbuki sana “infâk et” buyuruyor.
قُلِ الْعَفْوَ buyuruyor. “…Fazlasını ver…” buyuruyor. (el-Bakara, 219)
En zor, zenginlikte sabır. Onun farkında değil. Yarın o kıyâmette hesap çıkacak karşısına.
Fakirlikte sabır. Sıhhatte sabır. Günahlara karşı sabır. İhtirâsını gemleyebilmek…
Velhâsıl hayatın her safhasında sabır. Demek ki sabır çok mühim kardeşler!
“Cenâb-ı Hak sabredenleri sever.” buyruluyor. (Bkz. Âl-i İmrân, 146)
Onun için, olan değişik hâdiseler karşısında Cenâb-ı Hak; “Sabır ve namazla Allâhʼa ilticâ edin.” (el-Bakara, 153) buyuruyor.
ÎTDAL VE TEENNÎ SAHİBİ
Îtidâl ve teennî:
Buna da çok dikkat edilecek. İfratlar ve tefritler yok. Namazı vaktinden evvel kılamazsın. Vaktinden sonra da olmaz. Orucu vaktinden evvel, iki saat evvel imsak et, imsâka gir, beş dakika evvel orucunu boz, orucun gider.
Demek ki bir müslümanın her ânı tertip olacak, îtidal üzere olacak.
ŞECAATLİ
Şecaat:
Cesaret, yiğitlik, bahadırlık, kalp metâneti, tehlike ânında cesaret göstermek gibi mânâlara gelir. Tabi, menfaati karşılığında bir haksızlığa susmak, bir felâkettir. Benim menfaatim kesilecek diye susmak, o zaman; “O (diyor), dilsiz şeytan gibidir.” buyruluyor. Konuşmaz, hak karşısında susar. Çünkü bana bir zarar gelecek diye hakkı söylemez.
Onun için kadere îman eden bir kimseye korkaklık ve zillet hiç yakışmaz.
Bir şeyden esas korkacaksın -orada cesaret, şecaat yok orada cesaret-; günahlarından korkacaksın. Çünkü seni günahların -Allah korusun- kötü yola, Cehennemʼe götürür. Tsunamiden korkuluyor, depremlerden korkuluyor. En çok korkulacak; son nefesten korkacağız, son nefesimizden korkacağız. Son nefesim nasıl?
Günahlarından korkacak. Acaba Allah affeder mi affetmez mi? Cenâb-ı Hak garanti vermiyor.
“…Şeytan sizi Allâhʼın affıyla kandırmasın.” (Lokmân, 33) buyuruyor âyet-i kerîmede.
Rasûlullah Efendimiz buyuruyor:
“Allâhʼım! (Duâsı.) Âcizlikten, tembellikten, korkaklıktan, ihtiyarlayıp ele-avuca düşmekten, cimrilikten Sana sığınırım. Kabir azâbından da Sana sığınırım. Hayat ve ölüm fitnesinden de Sana sığınırım.” buyuruyor. (Buhârî, Deavât, 38)
Demek ki kalp, Cenâb-ı Hakʼla beraber olacak. Rasûlullah Efendimizʼin ahlâkıyla müzeyyen olacak. Demek ki bu ahlâkla; “Benimle Allah Rasûlüʼnün arasındaki fark ne kadar?” O farkı ölçebilmek.
Diğer üçüncü vazife:
DİN KARDEŞİ İLE BERABER
Din kardeşiyle beraberlik:
Din kardeşiyle paylaşacaksın. Din kardeşine -eğer yanlış yoldaysa- emr biʼl-mâruf, nehy aniʼl-münkerde bulunacaksın nezâketli bir şekilde, onu kırmadan dökmeden. Arkandan bir de güzel bir nesil yetiştireceksin.
Ebûʼl-Hasan Harakānî Hazretleri, Hak dostlarından, o buyuruyor ki:
“Türkistanʼdan Şamʼa kadar birinin parmağına batan diken benim parmağıma batmıştır. Birinin ayağına çarpan taş, benim ağacımı acıtmıştır. Bir kalpte hüzün varsa o kalp benim kalbimdir.”
Hiçbir gölgenin bulunmadığı o kıyâmet gününde o yedi kişi, Arşʼın gölgesi altında bulunacak. Bunlar da Allah için kardeş olanlar. O kardeşinin ıztırâbını paylaşanlar. Derdine dermân olanlar.
Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- buyuruyor ki:
“Beni iki şey çok sevindirir. Bir mazlumun, bir muhtacın bana mürâcaat etmesi. İkincisi, onun ihtiyacını karşılamaya benim vesîle olmam veyahut da karşılamam.” buyuruyor. (Ali el-Müttakî, VI, 598/17049)
Mahlûkatla beraber. Bütün mahlûkat bizim için yaratıldı. Hiçbir mahlûkat bizim için yaratılmadı diyemeyiz. Yılan, çıyan, akrep bile bizim için yaratıldı; bir azâb-ı ilâhîyi hatırlatıyor. Ne kadar beraber olursun, bir yılanları, çıyanları bir odaya koysalar? Nasıl bir hafakan basar. Hepsi ayrı ayrı bir ibret. El-Bârî, el-Musavvir sıfatının tecellîleri.
Diğer mahlûkat bize sütünü veriyor, etini veriyor, bizi taşıyor vs. Diğer mahlûkat, kuşlar vs. bize bir Cenâb-ı Hakkʼın ilâhî sanat hârikasını şey yapıyor.
Bahâüddîn Nakşibend -kuddise sirruh- buyuruyor ki:
“Üstadım bana dedi ki (diyor):
«Kalplere dikkat et! Düşkünleri, zayıfları, gönlü kırıkları gözeterek onlara hizmet et. Halkın küçük gördüğü ve iltifat etmediği kişilere sen iltifat et ve onlara tevâzû ve mahviyet göster.» tavsiyesinde bulundu.
Ben de üstâdımın işâret ettiği üzere bir müddet bu hizmetle meşgul oldum. Sonra tekrar o azîz dost, üstâdım bana dedi ki:
«Bak bunlar da kâfî değil, hayvanların bakımını da tevâzû ve îtinâ ile yerine getir. Zira hayvanlar da Allah Teâlâʼnın mahlûkudur. Onlardaki tecellîleri müşâhede et. Onlara Hâlıkʼın şefkat nazarıyla bakmaya gayret et. Hasta ve yaralı olanlarını tedâvi et.»
Ben de (diyor), ondan sonra (diyor) o şekilde (diyor), devam ettim.” diyor.
Onun için büyükler buyuruyor darb-ı meselde:
“Her gördüğünü Hızır, her geceyi Kadir bil.”
Her seher öyle bir, sana birtakım zuhuratların, tuluatların olduğu bir zaman olabilir. Her gördüğün kişi de, ona yaptığın bir hayır, onun öyle duâsı olur ki, seni o Cennetlik eder.
Velhâsıl eşyâ ile münâsebet israf olmayacak. Zamanımızda maalesef bu haddi aştı. Pintilik olmayacak.
قُلِ الْعَفْوَ Fazlası infak edilecek. (Bkz. el-Bakara, 219)
ÖZETLE BİR MÜSLÜMAN…
Velhâsıl bir müʼmin;
Ahsen olacak: Yani her işi en güzel olacak. Etrafına daimâ güzellik tevzî edecek.
Ecmel olacak: Yani gönle huzur ve ferahlık verecek zarâfet ve letâfette olacak bir müʼmin.
Ekmel olacak: Olgun olacak ve mükemmel olacak.
Kardeşler, 15 dakika kaldı ezana, burada sohbetimizi mecbûrî bitiriyoruz. İnşâallah, geçmiş büyüklerimize, ihvânımıza, ümmet-i Muhammedʼe -inşâallah- duâ edeceğiz şimdi.
Bir hadîs-i şerîf ben hatırlatacağım. O şekilde bitiriyorum sohbetimizi:
Bir cenâze geçti. Efendimiz:
“‒Vecebet.” buyurdu. “Vâcip oldu.” buyurdu. Fakat açıklamadı Efendimiz. Yalnız onu buyurdu, “vecebet” buyurdu, vâcip oldu.
İkinci bir cenaze geçti. Ona da aynı “vecebet” buyurdu, “vacip oldu”.
Ashâb-ı kirâm dediler ki:
“‒Yâ Rasûlâllah! Birinciye vâcip oldu ikinciye de vâcip oldu?”
Buyurdu ki Efendimiz:
“‒Birincide siz hepiniz hüsn-i zanda bulundunuz. (Yani tabir câizse bir hüsn-i hâl kağıdı verdiniz.) Ona Cennet vacip oldu. Öbüründe ise siz geriye durdunuz. Ona bir hüsn-i şehâdette bulunmadınız. Ona da Cehennem vacip oldu.” (Bkz. Buhârî, Cenâiz, 86; Müslim, Cenâiz, 60)
Cenâb-ı Hak cümlenizi -inşâallah- cümlesini Cennetlik eyler, rahmetine gark eder, -inşâallah- kıyâmette de hep beraber oluruz, bu dünyada beraber olduğumuz gibi…