MODERN ŞEHİRCİLİK

MODERN ŞEHİRCİLİK

A.B.D’nde mimarlar, moden hircilik anlayışı yaratarak ı rikan kültürüne gökdelenler sel özelliğini, benimsettirerel bir devrim yarattılar. Almaı Bauhaus okulunun anla: esinlenen Mies Van der İ (Seagram Building) ve Bau kurucusu Walter Gropius’ı sıra, Marcel Breuer, Fran Wright, aşın derecede kalal yükkentlerin gereksinimleri] laıimış, bazen kesin bir g( biçim taşıyan,bazen de mani işlevselciliğe dayanan betoı da camdan yapılar oluştun
Metallerin dışında kalan bütün elementler.
Ametallere uzun bir süre, metalsiler (metali andıran) adı verilmiştir; oysa günümüzde metalsiler terimi, hem metal, hem de ametal özelliği taşıyan elementleri belirtmek için kullanılmaktadır. Genellikle ametal sayılan on beş element şunlardır: Halojenler (flüor, klor, brom, iyot, astat); oksijen; kükürt; selenyum; tellür; azot; fosfor; arsenik; karbon; silisyum; bor (metal sınırında). Elementleri sınıflandırma çizelgesinde, ametal sayılan elementler sağ yanda yer alırlar ve “bor”dan “si-lisyum”dan, “arsenik”ten, “anti-mon”dan ya da “tellür” ve “astat” tan geçen bir çizgiyle metallerden ayrılmışlardır; çizelgenin sağ ucunda yer alan 0 grubu gazlar (tepkin-likleri çole azdır)’ ve tek başına» bir sınıf oluşturan hidrojen, bu ayırımın dışında kalırlar. Aynı sütunda yer alan elementlerin atom numaralan büyüdükçe, metal nitelikleri güçlenir.
ÖZELLİKLERİ
Ametaller, genellikle yeni kesildikleri anda bile, metal pırıltısı göstermezler (ama iyot pullan, grafit ya da antrasit, özellikle de gri antimon bu özelliğe uymazlar). Genellikle ısı ve elektriği de iyi üetmezler (Bkz. İLETİM); ama bu özellik de, grafit, kara fosfor, gri arsenik ve gri antimon (bu maddelerin alotrop çeşitleri) için geçerli değildir.
Katı ametaller sert ve kırılgandırlar; mekanik özellikleri çok kötüdür. Ametaller, metallerin tersine,- elektron yitirme eğilimi göstermezler, dolayısıyle yiikseltgen ya da çok yükseltgendirler. Oksitlerinden en az biri, suda çözünerek asit oluşturur; bu okside genellikle asit anhid-rit adı verilir.
Ametallerin elektronegatifliği (elektron yakalama eğilimi) çok yüksek olabilir; sözgelimi flüor, oksijen ve klor bu tür bir özellik taşır, dolayısıyla anyonlar (Cl’klorür, S2′ sülfiir, vb.) oluşturur ya da oksijenli anyonların (ClOf klorat, SÖV sülfat, vb.) büeşimine girerler. Elektroliz sırasında söz konusu anyonlar anoda yönelir ve bu kutupta bir ametal elde edilebilir.
Hidrojen, ametallerle +1 di yükseltgenerek çok kararlı t oluşturur (oysa metal hic hidrojenin yükseltgenmedil dir).
Katı ametallerde genellikli molekül biçimleri ya da mol hırları gözlenir. Özellikle o! ve sülfürlerde, ortak bağlı 1 ri kolayca oluştururlar. Self ve antimonun oksitlerinde, zincir biçiminde bir yapı : Elmasta karbon atomları a ki, silikatlarda silisyum ve atomları arasındaki güçl bağlar, elmasla kuvarsın ço malarının nedenini açıklar, lerin çevresinde genellik atom yer alır; n,elementleri dırma çizelgesinde ametal] aldığı sütunun numarası (n-
6 ya- da- 7), yani çevreLelek sayısıdır (sekizlik kuralı). Dumas’nın yaptığı gibi, a.< birleşme değeri (ya da değı verilen (8-n) teriminin aldı: lere göre tanımlanmış da ayrılabilirler: Halojenler te likli (n= 7 ve 8-n=l), kük nunun elementleri iki 1 (n=6), azot sütununda ye: üç değerlikli (n=5), karboı yum dört değerliklidir (n: mas, boru (genellikle üç d bazı metal özellikleri gösteı deniyle bu ayırımın dışuu mıştır.
İnosilikatlar grubundan büyük bir mineraller ailesi.
Silisyum ve oksijen tetraedrler, iki tepeyle bağlanarak bir zincir oluşturur; amfibollerin formülü R7 [SU On (OH)İ2 biçiminde yazılabilir; formüldeki R, kalsiyum, magnezyum; alüminyum ya da demir olabilir. Amfiboller, klor ya da flüor ile yer
değiştirebilenbir OH hidroksil iyonu içerirler. Silisyumun bir bölümünün yerini dörtte bir oranında alüminyum alabilir. Bu maddelerin bireşimi çok duyarhdır ve oh iyonunun oluşumıi için su gerekir. Bireşim su yerine flüor kullanılarak kolaylaştırılabilir ve yapay fluoroâmfîbol elde edilir. Ortorombik demir amfibolleri
olan antofilit ve gedrit dışı fibollerin tümü monoklinik billurlaşır. Gene bütün am 56°lik ve 124° lik açıladı iki dilinme doğrultusu göz doğrultular billurların tal leri üstüı^de eşkenar dört] nekli bir ağ oluşturur). Bil ğunlukla uzun prizma biçi:
F,
ama tane biçiminde küçük kütlelere de raslanır. Ayrıca, amfibollerin lifli yapıda türleri de vardır: “Am-yant”lar.
Monoklinik sistemde bülurlaşan amfibollerin başlıcaları, magnezyum ve alüminyum amfibolleridir. Magnezyum amfibolleri, soluk yeşilden renksiz türlere kadar değişen açık renkli, kesiksiz bir dizi oluştururlar; dizinin bir ucunda bileşimi Ca2 Mgs [S¡4 O,, (OH)]2 formülüyle verilen kalsiyumlu tür tremolit, öteki ucundaysa bileşimi Ca2 Fes [Si„ On (OH)] 2 olan demirli tür aktinot yer alır. Bu katı çözeltinin çeşitli türlerine, yanardağ kökenli başkalaşım kayaçlannda, özellikle başkalaşım kalkerleri,talklı şistler ve serpantinlerde, ikincil mineral olarak çok sık
raslanır. Magnezyum amfibollerinin öteki türleri arasında, pul biçiminde dilimlenen yeşim, asbest (ya da amyant), piroksenin bozunmasmdan kaynaklanan zümrüt yeşili uralit sayılabilir. En çok raslanan alüminyum amfibolleriyse, hornblend grubunu oluştururlar; büyük ölçüde değişken olan bileşimleri (Ca,Na,K)2 (Mg, Fe)6 [Sİ3 Al O« (OH)J2 formü-
lüyle gösterilebilir. Kahverengi (esmer) hornblend, demir bakımından zengindir; baz özelliği taşıyan lavlar içinde yer alır (çoğunlukla bir zırh görevi yapan ve saydam olmayan mineral aylasıyla çevrilmiştir). Demir oram daha düşük olan yeşil hornblend, bir başkalaşım kayacı mineralidir; genellikle gnays ve amfibol şistlerinin temel bileşenleri-
ni oluşturur. Hornblend, çoğunlukla piroksenin bozunmasmdan kaynaklanan bir ikincil mineral biçiminde ortaya çıkar. Amfibollerin üçüncü türünü, sodyum amfibolleri oluşturur . Na2 Fes*[Su O« (ÖH)]2 formülüyle gösterilen riebeckit, maviden siyaha kadar bir renk yelpazesi sunar ve bozunduğunda, kuvarsla birlikte yan değerli bir taş olan kaplangözünü oluşturur. Çok koyu renkli “arfvedsonit’’e baz niteliği taşıyan püskürük kayaçlarda rasla-mr. Na2(Fe.AI)s[Sİ4 0ı,(0H)]2 formülüyle gösterilen lavanta mavisi, renkli glokofan lifli bir yapı sunar ve sodyum halamından zengin başkalaşım kayaçlannda oluşur. ■
iteotr
ki amfiteatrdan }■
Basamaklarla çevrili yuvarlak ya da oval biçimli yapı.
Amfiteatrların ilk örnekleri Etrüsk-ler tarafından yapılmış, eski Sut-rium kentinin bulunduğu yerde, kayalara oyulmuş bir amfiteatr ortaya çıkarılmıştır.
Roma’da gladyatörlerin karşılaşmaları önceleri sirklerde yapılırken, sirklerin biçimi bu tür gösterilere pek elverişli olmadığı için, kısa süre sonra Etrüsklerinkine benzer amfiteatrlar yapılmıştır.
COLOSSEUM
Bütünüyle taştan olan ilk amfieatr, Vespasianus zamanında yaptırılmaya başlandı, Titus tarafından 80 yılında açılışı yapıldı: 82’de de Domi-tianus tarafından ¿tamamlatıldı. Önceleri. Flavius amfiteatn adı verilen bu yapıyı, halk sonradan, dev boyutlarından ötürü Colosseum diye adlandırdı. Elips biçiminde olan Colosseum, yaklaşık 23 036 m2 ’lik bir alana yayılır (186 m uzunluk, 156 m
ye
U<
genişlik). Arenanın (amfiteatrın merkezini oluşturan, hayvanların ya da gladyatörlerin akan kanlarım çekmesi için kumla kaplanmış alan) yüzeyi 86 m uzunlukta, 35 m genişliktedir.
Çevresinde 5 m yükseklikte duvar (vahşi hayvanlar üe insanları, birbirinden ayırmaya yarayan podium], hemen üstünde de seyircilere ayrılmış bâsamaklar yer alır. O dönemde birinci sıra senatörlere, yükşek görevlilere, elçüere ve Vesta rahiplerine ayrılmıştı. İmparatorun locasıyla, konsüllerin locası arenamn küçük ekseninin iki ucunda birbiriy-le karşı karşıyaydı. Sonraki sıralar birbiri üstünde yükselip üç dizi oluşturuyordu; her dizi galerilerle birbirinden ayrılmıştı. ‘‘Podium”a dikey olan merdivenler sıra dizilerini kesiyor, böylece seyircilerin kolayca [erlerine geçmeleri sağlanıyordu, çüncü galerinin arkasmda, kapıları, pencereleri bulunan sütunlarla, “yuva’larla (niş), heykellerle bezenmiş duvar, haÚca ayrılmış sıraları (popularía) ayırmaktaydı. Köleler en son sırada, kadınlarsa yapıyı üst bölümünde çevreleyen revakın altında otururlardı. 80000-100 000 seyirci alabilen Colosseum’da “po-dium”un hemen arkasında, yüksek görevlilerin oturduğu yerin altında, arenaya çıkacak.;va}ışi hayvanların tutulduğu localar yer almaktaydı. Her şey amfiteatrın kısa sürede bo-şaltılabilmesi için düzenlenmişti. Bütün Ortaçağ boyunca, sırasıyla kale, vebalılar için hastane, hırsızlar tarafından barınak, şövalyeler tarafından kapalı yanş alam olarak kullanılan‘Çolosseum’un taşlan, çeşitli yapı çalışmalarında kullanılmak için sökülüp yağmalandı: Farnese, San Marco sarayları, vb. birçok yapı, Colosseum’dan sökülen taşlarla yapıldı. Bu yağma hareketine ancak XVm. yy’da son verildi ve Papa
185
Tunus’taki60000 kişilik El Cem amfiteatrı.-
Clemens X, Pius VII, Leo XII gibi papalar, büyük onanın çalışmalan yaptırdılar.
ÖBÜR AMFİTEATRLA»
İtalya’da Capua, Pompei ve Vero-na amfiteatrlan, geçmişteki göz kamaştırıcı, özelliklerini büyük ölçüde korumuşlardır.
İstria’daki Pola amfîteatrmmsa, ayrı ve önemli bir yeri vardır: Dış duvarı içinde merdivenlerin yer aldığı dört önbölüm üe berkitilmiş tek amfiteatrdır. Galya’da da (günü-
müzün Fransa topraklan) < da amfiteatr yapılmış, bı Arles, özellikle de Nîmes a: lan, çok iyi korunmuşlardı yy’ın ikinci yansından kale lan Nîmes’deki amfiteatr e mindedir; toplam 10 628 n alanı içine alır. İç düzeni um’unkinin aynıdır.
TÜRKİYE’DE AMFİTEATRI
Türkiye’de amfiteatr nitelig yapılara özellikle Bergama batısında, Büyük Menderes deki Sultanhisar’da (eski aı Antalya dolaylarındaki ] Nazilli yakınlarındaki Geyrı adı Aphrodisias)ve Efes’te ı
Hücre dokusunun havayla dolarak genişlemesi.
Amfizem, boyna ya da göğse gelen bir darbenin soluk borusunda, yemek borusunda, bronşlarda ya da akciğerlerde bir yırtılmaya neden olması sonunda deri altında ortaya çıkabilir (elle muayenede hekim çok özel bir çıtırtı sesi algılar); ama amfizem teriminden çoğunlukla, 50 yaş üstündeki kişilerde oldukça sık ras-lanan akciğer amfizemi anlaşılır. Akciğer amfizemi akciğer hava keselerimde (petekler; alveoller) genişlemeyle. ortaya çıkar. Astım gibi süreğen solunum yollan hastalıkları, vereme bağlı akciğer sertleşmesi, savaş gazlan, benzin buharı, saf azot soluma sonucu zehirlenme gibi hastalıklar akciğer amfizemine
yol açabilir. Ama amfizem yaşlı kişilerde, başka bir hastalığa bağlı olmaksızın da ortaya çıkabilir. Bozunlar bazen yâlnızca belli bir bölgede sınırlanmıştır (bu durumda genellikle bir röntgen incelemesiyle ortaya çıkarılırlar); ama çoğunlukla, tıkanmış ya da bir ur tarafından sıkıştırılmış bir bronşun geçtiği akciğer bölgesinde ortaya çıkarlar. Bu durumda, amfizemli hastanın göğüs boşluğu yuvarlaklaşır, göğsün boyuttan büyür, solunum hareketleri zayıflar. Hasta, özellikle soluk verirken büyük güçlük çeker ve akciğerlerindeki havayı boşaltamaz. Göğüs dinlendiğinde, akciğerdeki havanın artışıyla orantılı, aşın bir ses duyulur (ötümlülük artması). Röntgen incelemesinde, diyafram
hareketsizliği ve akciğerle aydınlık saptanır. Hastalık vaş ilerler. Bronşlan ya da etkileyen enfeksiyonlar ortaya çıkar ve sıkıntı veri sürüğe yol açar; bu enfeks tekrarlanması kalp yetmez den olur. En küçük bir çabı dığmda soluğu daralan hai ket ederken çok ağır davrs randa kalır. Tedavide bal meyi ve solunum yollarım meyi kolaylaştıran üaçlar yonlara ve iltihaplanma üaçlar kullandır. Solunu maları ve sıcak su banyola ğm ilerlemesini durdurur mn yaşamını kolaylaştmr.
Amonyaktaki NH3 hidrojen atom-larının bir bölümünün ya da tümünün, tek değerlikli hidrokarbon kökleriyle yer değiştirmesi sonucunda elde edilen organik büeşiklerin tür adı.
Aminler, söz konusu köklerin niteliğine göre (alkil ya da aril) ikiye ayrılırlar: Alifatik aminler (alkilamin-ler); aromatik aminler (arilaminler). Aynca, hidrojenle yer değiştiren köklerin sayısına göre de bir ayrım yapmak gerekir: Birincil aminler (örnek: CH3 – NH*,metüamin); ikincil aminler (örnek: CH3 – NH – C2H5, metiletüamin); üçüncül aminler
„ , R-N-R1 v. „ örnek; I . Üçüncül amin R”
örneği olan trimetilamin (CH3)3 N, balık etinin bozulması sırasında oluşur (kokmuş balığa tiksindirici bir koku veren etmenlerden biridir); 1000° C dolayında aynşarak hidrosiyanik asit verir (bu tepkimeden’ söz konusu asidin hazırlanmasında yararlanılır). Aminleri 1848’de Wurtz
bulmuş, 1850’de de Hofmann incelemiştir.
1. ALİFATİK AMİNLER. Üç amin sınıfının karışımı, *Hofmann yöntemiyle hazırlanabilir; bu yöntem amonyağın ya da bir aminin bir RX halojen türeviyle alkilleştirilmesine dayanır ve aşağıdaki formülle gösterilir:
RX + 2NHa ■ * R – NHj + NmX.
Ayrıca torin üstünden 300°C’ta amonyak ve alkol buharlan geçirilebilir (Senderens tepkimesi). Yalnızca birincil amin elde etmek istenirse, nitrat, amit, nitril, vb. azotlu türevler hidrojenlenir. İkincil aminler için, R – CO – NH – R’ türü bileşiklere hidrojenleme uygulanır; üçüncül amin hazırlamak içinse bir birincü amin ile bir alkolün tepkimeye girmesi sağlanır. Amin dizisinin ilk üyeleri amonyağa çok benzeyen, suda büyük oranda çözünen, amonyak ve balık kokulu gazlardır. Dizinin daha ileri düzeydeki üyeleri, ■uçucu, genellikle sert kokulu hafif sıvılardır. Aminler, azot’atomunun serbest bir elektron çifti taşıması;
nedeniyle, Lewis bozlan rurlar (zayıf ama amonya güçlü bazlardır).Asitlerle düncül tuzlar verirler: CH3-NH3+Cr metil amo rür. Alkali metallerle oluştururlar. Bu aminler c reşimin ara maddeleridir .
2. AROMATİK AMÎNLEF bun başlıca temsücisi, Unverdorben’in bulduğu (CgHs – nh2 ). Olağan sıcı ğımsı bir sıvı olan anilin ışık etkisiyle kolayca yüks renk kazanır; nitrobenze jenlenmesi sonucunda e yoğunlaşarak açık mor, renkler alır; amonyaktan bir bazdır. Nitrözasit, 0°C tamda anilinle tepkimey kimyasal bireşimin önemi deleri olan diazonyum tuz turur; bu tuzlar özellikle 4 ğunlaşarak, uygulamada boyar maddelerin yalda; sağlar (anilin sansı, hel lincik kırmızısı, vb.). As bir maddedir; deriyle de.ı
lir. Birçok önemli kimyasal bileşik, amin işlevi taşır: Fenilendiaminler; yapay iplik üretiminde kullanılan amitler (R-CO-NH2); vb. Tetra-metilendiamm (pütresin) ve penta-
metilendiamin (kadaverin) gibi bazı diaminler çok iyi tanınan bileşiklerdir; bazı azotlu bileşiklerin (et) ayrışması sırasında aminoasitlerden oluşur ve zararı abartılan ptomain-
ler sınıfına girerler. Hegzametilen-diamin,naylon üretiminde kullanılan temelmaddelerden biridir.
Aynca, aminoasitler biyokimyada temel rol oynarlar. ■
Amino öneki, alifatik, çevrimsel ya da ayrık çevrimsel bir karbon zincirinden oluşan, bir ya da birden çok kar boks il (- COOH) ve amin (- NH2) işlevleri taşıyan bütün bileşikler için kullanılır.
Biyolojide son derece önemli olan aminoasitler, genellikle karboksil işlevine göre <* konumunda bir amin işlevi taşırlar; dolayısıyla, genel formülleri şöyle verilebilir:
nh2
I
R-C-COOH
Bu bileşikler, optik açıdan etkin maddelerdir (bunun nedeni a karbonunun bakışımsız olmasıdır) ama R kökünün bir hidrojen atomundan oluştuğu glisin (glikolcol) bu özelliği göstermez. Aminoasitlerin terimler sözlüğünde, a karbonuna göre formül biçimini göstermek için D ve L harfleri, optik dönme yönünü belirtmek için +ya da — işareti kullanılır. Formüllerindeki bakışımsız karbonların sayısına göre birçok stereo-izomer bulunan aminoasitler, doğal proteinlerin bileşeni olarak L—izomeri taşır (D—glütamik asitten yararlanarak bazı mikroorganizmaların kavkılarını oluşturan poli-peptitler dışında). Aminoasitlerin biyolojideki önemi, polipeptit ve proteinlerin oluşumunun, bu asitlerin bir kimyasal bağla zincir biçiminde birleşmelerine bağlı olmasından ileri gelir:
R — NH2 + COOH – R’ – R – NH – CO – R’ + H20
Bu zincirler DNA’nın RNA molekülleriyle detilen şifreli bilgüer uyarınca, proteinlerin biyokimyasal bireşimi sırasında (poliribozomlar düzeyinde), canlı hücrelerde oluşur. Nitekim bütün proteinler, özel bir düzen içinde çok uzun aminoasit dizilerinin birleşmesi sonucunda ortaya çıkarlar. Aminoasitler biyolojide aminoasit olarak ya da küçük zincirler (peptitler) biçiminde rol oynarlar. Küçük zincirlere örnek olarak tiroyit hormonlarının (tirozimn türevleri) yanı sıra, şu bileşikler gösterilebilir: 32 aminoasidin birleşiminden oluşan kalsiyum azaltıcı hormon tirokalsitonin; “yüksek enerjili” denilen fosforlu yedek bir birikim biçimi sunan kreatin. Ayrıca, çeşitli metabolizmaların ara ürünü olan çok sayıda aminoasit vardır.
ÇÖZÜMLEME YÖNTEMLERİ
Proteinin hidroliz ürünleri içinde aminoasitleri tanımak ve miktarını belirlemek için yöntemler geliştirilmiştir. Doğal aminoasit karışımlarının karmaşıklığından ötürü şu yöntemlerin kullanılması gerekir: Yansız bir soğuruculu ya da iyon değiş-tiricili sütun kromatografisi; iki boyutlu kâğıt kromatografisi (çizim 1); jel (jeloz ya da nişasta); kağıt üstünde eletroforez (çizim 2). Son iki yöntem birleştirildiğinde çok iyi ayırma işlemleri uygulanabilir.
METABOLİZMA
Aminoasitler canlı organizmaların olağan ve sürekli bileşenleridirler. Bütün protein yapılarının temel öğelerini oluştururlar. Bireşimleri olağan protein metabolizmasının ayrışmasından kaynaklanır. Sindirim sırasında proteoliz enzimleri, proteinleri ayrıştırır ve art arda hidrolizle, aminoasitler açığa çıkar; bu asitler de besin proteinlerini oluşturur. Bir organizmanın enzim bakımından zenginliği incelendiğinde,’ bazı hayvanların çeşitli aminoasitlerin bireşimini sağlayamadıkları, dolayısıyle onları günlük besinlerden elde etmek zorunda- kaldıkları anlaşılır. Aminoasitlerin biyokimyasal bireşimi, aminleşmeyi ve aminlerin aktarılmasını içeren bir enzim sürecine bağlıdır. Söz konusu süreçte bir a -ketonik aside bir amin işlevi aktarılır; a – ketonik asit de, koenzimi B6 vitamini olan transammazm etkisiyle bir ilk aminoasitten oluşur (çizim 3). Bu kimyasal tepkimelerin önem ve şiddetini anlamak için, bireşimle oluşmuş hiçbir proteinin dönüşmez bir madde olmadığını, sürekli yenilenen, parçalanan, yeniden bireşen
Site*, ® .. . Tirııün
YM q aminobûtfrjk^; Metyonm asit sülfat
_ Aspartik
«H Sisteık asit
L- *
•vfpt’
-u
amino- HMİH ■■■■a. amino-
asit MB 4 as«t ’
-S’,
■ ■ I . ■
s*
■ I
Çİ2.3
R4
Protein:
Polipeptit
zincirinin genel yapısı.
187
Çok genel bir sınıflandırmayla L dizisine bağlı 20 doğal aminoasit vardır. Bunlar R köklerinin kimyasal yapısına göre iiç grupta toplanır.
AMİNOASİTLER KISALTMA KİMYASAL ADLANDIRMA
1. Alifatikler a) tek karboksilli alanin ala a -aminopropyonik asit
monoaminler giisin ya da glikokol gli aminoasetik asit
izolösin ilö « -amino- p -metil-n-valerik asit
lösin lö « -amino-izokaproik asit
serin ser “. -amino- p-hidroksipropyonik asit
treonin tr B-metil-serin ya da « -amino-B-hidroksibiitirik asi
valin val a -amino-izovalerikasit
b) kükürtlüler sistein* sis ot -amino- p -tiyolpropyonik asit
sistin sis-sis (2 sistein molekülünün yoğunlaşmış biçimi)
metyonin* met a -amino- p -metiksiltiyobütirik asit
c) iki karboksilli aspartikasit asp a -aminosüksinik asit
monoaminler glütamik asit glü a -aıninoglütarik asit
d) tekkarboksilli iisin* lis « • e -diaminokaproyik asit
diaminier arjinin arj a -amino- 6 -guanidilvaleryanik asit
2. Aromatikler fenilalanin fe a -amino- p -fenilpropyonik asit
tirosin tir a -amino-p -P-hidroksifeniipropyonik asit
3. Ayrık çevrimsel prolin pro pirolidin-2-karboksilik asit
olanlar hidroksiprolin hip pirolidin-4-hidroksi-2-karboksilik asit
histidin* his a -amino- p -imidazolllpropyonik asit
triptofan* tri a -amino- p -indolilpropyonik asit
• İnsan için gerekli aminoasitler.
bir yapı olduğunu anımsamak yeter-lidir. Bu nedenle bir organizmanın, besinlerle alman hazır malzemelere karşın, onları parçalayıp, döküntülerden kendine özgü malzemeleri yeniden oluşturmasında şaşılacak bir yan yoktur.
Biyokimyasal bireşim sonuçlandığında, aminoasit bir molekül yapısı kazanır; sonra, metabolizmanın katı
yasası uyarınca, amin giderme süreciyle parçalanarak bir <* — keto-nik asidin (ya da karboksil) oluşmasını sağlar ve amonyak gazı açığa çıkarır. Çok zehirli olan amonyak gazı ancak suda yaşayan türlerde elenir. Kuşlarda ürik aside,memelilerde üreye dönüşerek zehirleyici niteliğini yitirir. Aminleşmeyle amingiderme olayları, aminoasitle-
rin kimyasal bireşim ve parç olaylarını birbirine bağlar ‘ ketonik asit aracılığıyla git (şekerler) metabolizmasına mr.
AMİNOAStTLERÎN TÜREVLİ
1° AMİNLER: Enzimse! kart» derme sonucunda (biyolojik 1 içinde) aminoasitlerin -coo yitirmeleri güçlü bazlar olu; yol açar. Bu bazlara bazı me ma tepkimeleri sırasında n aşağıdaki Od örnek bu mari fizyolojik önemini ortaya a) Histidinden enzimsel kt gidermeyle elde edilen hi alerji ve aşırı duyarlık ola bağlıdır; b) triptofan ve k triptofandan enzimsel karbt dermeyle elde edilen tripta serotonin (ya da hidroksitrip merkez sinir sisteminde araı vi üstlenir. Btttün bu mad oldukça yüksek zehirleyici taşıdıklarını unutmamak gen 2° BETAİNLER: Bir amin amin işlevini ddrdünciil aı biçiminde permetilleme, bu asidi güçlü bir baza dönüştl çok belirgin baz niteliğiıie betaine canh hücrelerde dt mr; sözgelimi glisinin parça! sonucunda oluşur.
amip
Kökkamçılılar âltkolundan ve kök-ayaklılar üst sınıfından birhücreli hayvan. Amipler iki takımda toplanır: Çıplak amipler; kabuklu amipler.
Çıplak amiplerin en iyi örneği, Amoeba proteus türüdür. Boyu 0,5 mm olan ve tatlı sularda yaşayan Amoeba proteus değişken çevreli bir hücre görünümündedir. Katı bir dayanak üstünde bulunduğu zaman, sitoplazması dışan doğru yalancıba-cak denen bir uzantı çıkarır ve hücrenin bir bölümü bu uzantının içinden geçer. Amip avını (genellikle birhücreliler) iki yalancıbacak arasına alarak yakalar; sonra çok triiçük bir kese biçimindeki boşluk (sindirim kofulu) içine alarak sindirir. Bu sürece hücreyutarhğı (fagositoz) denir. Amip üremek için ikiye bölünür: Bir amip çekirdeğinden, birbiriyle özdeş iki yavru amip oluşur. Ama bazen, amip çekirdeği yüzlerce küçük çekirdeğe de bölünebilir. Küçük çekirdeklerin her biri, az miktarda sitoplazmayla ve dayav nıklı bir kılıfla (kist) kaplanır (buna kistleşme denir),‘sonra kistler dağılır
Canlı varlıkların en yalım olan amip, hareket etmesini ve beslenmesini sağlayan uzantılar (yalancıbacaklar) çıkarır.
•yj yalancıbacak
ve türün her yana yayılmasını sağlarlar. Çıplak amiplerin yaşama biçimleri birbirinden farklıdır. Büyük çoğunluğu tatlı sularda, bazıları denizlerde ya da nendi topraklarda yaşar; bazılarıysa asalaktırlar. Kabuklu amiplerin en iyi* örneği olan Arcella cinsinin üyeleri sert bir kı-
lıtla kaplıdırlar ve özellik sularda yaşarlar. Asalak ı hastalıklara neden olabiliri zanteri amibi (Entamoeba d riae histolytica) insan bari ciddi bir hastalığa yol açar, likle sıcak ülkelerde görülen dizanteri, İkinci Dünya savı sonra ılıman ülkelerde de e maya başlamıştır. Hastalık, i larda bulunan,amip kistleri tulmasıyla bulaşır. Amipli di barsakta yerleşerek ishalleri dizanteriye ve süreğen bars habına neden olur. Karacij etkileyerek karaciğer iltihaİ da apsesine (amipli apse) yo! lir. Ayrıca, akciğerde, kafa böbrekte ve deride de amip! lere raslanabilir.
Amipli dizanteri, iyileştirilı dukça zor bir hastalıktır; etk biyotikler ve amip öldürücü bulunmasına karşın, iyileş hastalar yeniden kolayca an zanteriye yakalanabilir. An neden olduğu hastalıklardan manın en iyi yolu, içme suyu; natmaktır.
188
Triyas dönemi ile Tebeşir devri arasında yaşamış kafadanbacaklı fosil yumuşakçalar.
Amonitler dört solungaçlı kafadan-bacaklılar takımında [Ammonoidae) yer alırlar. Devonyen’de ortaya çıkan ve Tebeşir devrinde ortadan kalkan bu deniz yumuşakçalarının en belirgin özelliği sarmal biçimli kavkılarıdır.
Kavkıların dış yüzünde bazen kaburga, diken, kıvrım, yumru biçiminde bezekleri bulunan ince oyuklar görülür. Hayvanın gövdesi, kavlanın başlangıç bölmesine “sifon” denilen dar bir boruyla bağlanır. Bölmeli odacıklardan geçen sifonun duruşu, ammonoidae takımının sınıflandırılmasında önemli bir rol oynar: Söz konusu sifonun duruşuna göre ammonoidae takımı ikiye ayrılır: tç sifonlular;dış sifonlular. İç sifonlularda (üst Devonyen’de yaşamış kafadanbacaklı fosil yumuşakçalar) sifon, kavkının iç kenarında yer alır; ağzı, başlangıç bölmesine dönüktür. Dış sifonlular, kavkıyı bölmeli odacıklara ayıran birleşme çizgisine dayanılarak üçe ayrılırlar: Gonyatitlen seratitler; amonitler.
Uç değişik amonit kavkısı.
Kavkm büyümeye ve bozulmaya başlamış (türün yozlaşma belirtisidir). Tebeşir devrinden kalma bir amonit fosili.
Kavlanın içinde çeşitli loblar ve yollar vardır. Devonyen ile Permi-yen dönemleri arasında yaşamış olan gonyatitlerde, loblar ve yollar yalındır. Gonyatitlerden türedikleri sanüan ve Permiyen üe. Triyas dönemleri arasında yaşayan seratit-lerdeyse, loblar dişli ama yollar yalındır. Gerçek amonitler de kendi aralarında üçe ayrılırlar: Filo seratitler (Phylloceratidae); litoseratit-ler (Lytoceratidae); amonitgiller (Ammonitidae). Triyas döneminde ortaya çıkan monofilit cinsi (Mo-nophyllites), Tebeşir devrine kadar evrim geçiren filoseratitlerin kaynağım oluşturur. ■
Azotun hidrojenle oluşturduğu bir bileşik (NH3).
Adını Mısır tanrısı Amon ya da Am-mon’un adından alan amonyak (tanrı Amon’un tapınağı yanında üretilirdi) çok eski dönemlerden bu yana bilinmektedir .Formülünü 1785’te Berthol-let düzenlemiş, kimyasal bireşimim 1908’de Fritz Haber gerçekleştirmiştir.Amonyak, kendine özgü ve boğucu bir. kokusu olan renksiz bir gazdır. Olağan basınç altında —33°C’ta kaynar, —78°C’ta katılaşır ve 8,8 atmosfer basınç altında 20°C’ta kolayca sıvılaşır. Sıvı amonyağın buharlaşma ısısı çok yüksek olduğundan, soğutucularda soğutma etmeni olarak kullanılır. Suda çözünme oranı, 0°C’ta bir litre suda 1170 litre gibi çok büyük boyutları bulur.
Dolayısıyle, çelik kaplarda sıvı halde depolanabilir ve sulu çözelti biçiminde satılabilir.
Amonyak, azot ve hidrojenin kimyasal bireşimiyle hazırlanır. Isı açığa çıkaran, bu tersinir tepkime, bir hacim daralmasına yol açar ve şu denklemle gösterilir:
Nü + 3 H2 2 NH3
Amonyak üretiminde düşük sıcaklıkta çalışılırsa, verim artar. Ama tepkimenin hızını yükseltmek için, katalize başvurmak gerekir. Bununla birlikte, günümüze kadar bulunmuş en iyi katalizör olan etkin dendi*, sıcaklığı 500°C’ın altına düşürme olanağı vermediği için, kullanılan yönteme göre 200, 600 ya da 1 000 atmosfer basınç altında işlenir
(eskiden amonyak, lağım çukurlarında toplanan ürenin mayalanması sonucunda ortaya çıkan amonyum karbonatın ayrıştınlmasıyla hazır-lanırdı).
Amonyak, sıcakta indirgeyici özellik gösteren, oldukça kararsız bir maddedir. Oksijen içinde yanarak azot verir; ama katalizör olarak platin ağ eşliğinde, azotoksit ( NO) elde edilir; bu oksidin su eşliğinde yük-seltgenmesiyle nitrik asit hazırlanır; nitrik asitten de, nitratlar ve azotlu türevler elde etmede yararlanılır. Amonyak alkali metallerle, ornatma (yer değiştirme) ürünleri olan ami-dürleri ( NaNH2), imidürleri (Na2NH ) ve nitriirleri ( Na3N) verir. Ornatma organik köklerle sağlanırsa, elde edilen bileşikler, aminler ( R. – NH:).
189
iminler (R – CH = NH) ve amitlerdir ( R -,CO – NH2 ). Bütün bu maddeler, organik bileşiklerin kimyasal bireşiminde önemli ara ürünleri oluştu-rür. Amonyağın katılma bileşikleri arasında amonyakatlar (2 AgCI, 3 NH3 ) ve karmaşık bileşikleri am-minler yer alır. Sözgelimi bakır tet-rammin iyonu ya da “gök mavisi” [Cu (NH3)4]2+, cu ^oh)2 bakır hid-roksidin amonyakta çözünmesini açıklar. Nitekim Schweitzer çözelti-
si, havada bırakılmış bakır yongaları üstüne art arda birçok kez amonyak çözeltisi dökülmesiyle elde edilir. Selüloz ve bileşiklerini çözme özelliği gösteren bu çözelti, bakırlı ipek denilen yapay ipeğin üretilmesini sağlar. Asitler bir Brönsted bazı olan amonyakla, dördündü amonyum tuzlan oluştururlar. Hidroklo-rik asit şişesi bir amonyak şişesine yaklaştırılırsa, beyaz amonyum klo-riir (NH4CI) dumanlarının oluştuğu
görülür . Karbondioksitle biı deyse önce karbamat, so: (NH2-CO-NH2) oluşur. Amonyak çoğunlukla gübı ininde (özellikle amonyum 1 sülfat) kullanılır ¡ayrıca nitr ( HNO3), ürenin (önemli bir, ve formolüre plastik mad< hammaddesidir), elektrik pi amonyum klojriiriin ve ko yağ gidericilerin, hazırlan yararlandır.
Ampère
André-Marîe Ampère
Fransız fizikçisi ve matematikçisi (Poleymieux, Lyon yakınları, 1775-Marsilya, 1836).
Daha çocukluğunda çevresindeki. ^ıesnelere, özellikle matematiğe büyük ügi duyan, ayrıca edebiyat, fel-r sefe ve şiirle ilgilenen André-Marie Ampère, matematik öğretmeni oldu. Bourg-eıj-Bresse’de (Ain) fizik dersleri verdiği yıllarda yazdığı Considérations sur la théorie mathématique du jeu (Oyunun Matematiksel Kuramı Üstüne Düşünceler) adlı ilk yapıtıyla ügi uyandırdı ve önce Lyon Koleji’ne sonra Politeknik Okulu’na matematik öğretmeni olarak atandı (1805). Üç yıl sonra üniversite genel
denetmenliğine getirildi.
Ük çalışmaları matematikle ilgili olan Ampère,ancak 45 yaşma doğru fizik ve elektrikle ilgilenmeye başladı. Mıknatıslar üstünde elektrik akımının etkisini, 1820’de ilk olarak açıkladı: Daha önce DanimarkalI fizikçi OErsted mıknatıslanmış bir iğnenin, akım geçen bir tel yakınma yerleştirildiğinde saptığını gözlemlemiş,ama bu ügi çekici olayı açıklayamamıştı: Ampère, mıknatısların ve akımların karşılıklı etkilerini inceleyerek bu sapmanın, kuralım ortayâ koydu (Ampère’in gözlemcisi, ayaklarından başına doğru akım geçecek biçimde Setken üstüne yerleştiği
zaman, mıknatıslı iğnenin ki bunun sola saptığım gördü) rın karşılıklı etkilerini ince elektrodinamiğin temelini s natıslar kuramı ile elektrik kuramım birleştirip, elei netizmayı buldu. Arago’yle yaparak, elektrik akımının demiri mıknatıslaması 0la1 tadı: böylece, telgrafın, ele natısm, dinamonun (Bkz. VE MOTOR), galvanometrı nin gerçekleştirilmesine kaı lundu. Bilim alanını büyü zenginleştiren buluşları, sa nında da birçok uygulame çekleştirilmesini sağladı.
ampermetre
Elektrik akımının “amper”le (A) belirtilen şiddetini ölçmeye yarayan aygıt.
Ampermetrenin ölçülecek akımın tümünü geçirecek biçimde bir devreye yerleştirilmesiyle seri bağlantı ger-
ÇİZ.1- . L hareketsiz^
Çiz. 2
Üç ampermetre:
Elektrodinamik ampermetre (çizim 1); ferromagnetik ampermetre (çizim 2); isti ampermetre (çizim 3).
çekleştirilir.Hareketli bir donatımın, bir magnetik alandan akım geçişi sonucunda ortaya çıkan dönüşü, elektrik şiddetini belirleme olanağı verir.
Elektromagnetik ampermetre, hareketli kadranlı bir aygıttır. Göstergenin sapma miktarı, ölçülecek akımın şiddetiyle doğru orantılıdır. Çok sık kullanılan bu aygıt şöntlenmiş bir elektromagnetik galvanometre sayılabilir.
Elektrodinamik ampermetre (çizim 1) yukarda belirtilen aygıtlarla aynı ilkeye dayanır; ama magnetik alan (Bkz. MAGNETİZMA) sürekli bir mıknatıs yerine, ölçülecek akımın geçtiği bir bobin çiftiyle sağlanır. Elde edilen sapma, akım şiddetinin karesiyle orantılıdır; dolayısıyle kadran bölmeleri eşit aralıklı değildir. Ferrodinamik ampermetre, elektrodinamik ampermetrenin değişik bir biçimidir; elektrodinamik etkileri güçlendirmeye yarayan ferromagnetik parçalar taşır. Ferrodinamik ampermetrede (çizim 2), demirin, akım geçen bir bobinin magnetik alanı etkisiyle mıknatıslanmasından yararlanılır. Çok sık kullanılan, bu sağlam ve ucuz aygıt pek duyarlı değüdir. Hareketli mıknatıslı ampermetre, ölçülecek alcımın geç-
tiği bir bobinin, bir mıknat deki etkinliğini kullanır, ampermetre, joule etkisine ölçülecek akımın geçişiylı rençte açığa çıkan ısı, bir kaynak noktasında sıcaklı! rir; ısıl çiftin kutuplarmd çıkan elektromotor güç i dolayısıyla ölçülecek atomu ne bağlıdır. Bu aygıtın üı yüksek frekanslı dalgalı i çalışabilmesindedir. Uyg seçilen işleve göre, bi (ampermetre) ya da geril metre) ölçmek için genellik aygıt kullanılır. Zaman için değişikliklerinin incelenme! dici ampermetrelerle büyi kolaylaşır.
BİR AMPERMETRENİN ftZElltKIJRBt
İÇ DİRENÇ: ölçülecek akut tini değiştirmemesi için,ele ğince düşük olmalıdır. ÇAP: ölçülebilir akım şidc büyük değeridir.
SINIF: Okumada, bölmeler sek yüzdesi olarak mutlak ği gösterir.
ampirizm Bkz. deneycilik
190
»lifikatör
Genliği ya da gücü dolaysız kullanım için genellikle yetersiz olan giriş sinyalini yükseltmeye yarayan aygıt. Sinyale sağlanan ek enerji bütün durumlarda bir dış kaynaktan alınır; giriş sinyali bu enerjinin çıkış sinyaline aktarılmasını yönetir.
Çok çeşitli alanlarda kullanılan birçok amplifikatör türü, sözgelimi yükseltme öğesinin niteliğine, sağlanan güce, komut sinyalinin biçimine ya da geçilen şerite göre sınıflandırılabilir. Amplifikatörleri gerçekleştirmek için, hidrolik vanalardan elektronik sistemlere kadar birçok elverişli fizik olayından yararlanılabilir, ama, en çok başvurulan yol elektronik sistemlerdir. Amplifikatörlerde kullanılan öğeler arasında “elektrik röleleri” gibi davranan elektron lambaları ve transistörler, tünel etkili diyotlar, optik-elektron sistemleri sayılabilir. Bu öğeler gerekli enerjiyi bir doğru akım kaynağından alırlar. Parametreli amplifikatörler gibi öğelerse, enerjiyi optik pompalamak bir dal-
Elektron mültiplikatörU.
Bu ay git, ışığın ürettiği akmu dört milyon katma çıkararak güçlendirir.
gah akım kaynağından sağlayabilirler; uyarılmış yayınlı amplifikatörler de (Bkz. LAZER—MAZER) bu yönteme dayanır.
LAMBALI YA DA TRANSİSTÖRLÜ BİR AMPLİFİKATÖRÜN ÖZELLİKLERİ
Lambalı ya da transistörlü yükseltme zinciri, genellikle yükseltici birçok kattan oluşur. İlk kat öğelerine genlik amplifikatörleri, son kat öğelerineyse göç amplifikatörleri adı verilir. Güç amplifikatörlerinin verimleri yüksektir ve enerji alan öğelere,sözgelimi hoparlörlere,uyarlanmayı sağlarlar.
Aygıtın etkinliği, çıkış ve giriş güçleri arasındaki oram veren A yükseltme katsayısıyla ölçülür. Ama uygulama alanında daha çok K kazancından söz edilir; bu kazanç, A’nın ondalık logaritmasıdır ve “bel”le ya da “desibel”le belirtilir. K desibel olarak verilmişse K=10 log A eşitliği elde edilir; bu kazanç sinyalin frekansına bağlıdır. Yükseltmenin yeterli bir kazanç sağladığı frekans alanına, “geçen şerit” adı verilir. Giriş ve çıkış empedans-
ları, giriş kutupları ya da çıkış kutupları arasında, gerilim ile şiddetin oranına denk gelen büyüklüklerin niteliğini gösterir. Verim, çıkış gücü ile aygıta sağlanan toplam güç arasındaki orandır. Parazit etkeniyse, çıkış sinyaliyle üst üste gelen ve amplifikatörün almış olduğu ras-lantısal sinyallerin boyutunu verir. Amplifikatörler çok geniş alanlarda kullanılırlar: Haberleşme; radar; tıp; ses ve görüntülerin kaydı ve yeniden yayınlanması; vb. ■
AMPLİFİKATÖR ÇEŞİTLERİ
Yükseltilecek sinyallerin frekanslarına göre amplifikatörler şöyle sınıflandırılır:
— Çok düşük frekanslı amplifikatörler (o’dan 100 Hz’e kadar)
— odiofrekanslı (işitilebilir frekanslı) amplifikatörler (25 Hz’den 20 000 Hz’e kadar)
— videofrekanslı amplifikatörler (25 Hz’den 15.10* Hz’e kadar)
— Radyofrekansh amplifikatörler ( 3.104 Hz’den 10’° Hz’e kadar)
ferdam
lam’dan : Kanal ki köprüler.
Hollanda’nın başkenti ve ikinci büyük limanı.
Amsterdam kenti (702 450 nüf.;
1991). îj ve Anıstel ırmaklarının birbirlerine k&vuştukları Zuiderzee körfezimde, bir setle korunan bataklık bir alanda gelişti. XIII. yy’da Amstel kontu tarafından kurulan ve onun adı verilen (Amsterdam, “Amstel seti” an-
lamına gelir) kentte, çok geçmeden liman etkinlikleri (Baltık denizinde ringa balığı avı) gelişti ve Hansa ticaret ortaklığına bağlı limanlarla gemi . ulaşımı başladı. Kara ulaşımı ile deniz ulaşımı arasında önemli bir tran-sitamban haline gelen kent, XV. yy’ da Hollanda’nın başlıca ticaret merkeziydi.
İspanyol egemenliği sona erince büyük bankaların, değerli eşyaların deniz ticaretini desteklemesiyle, XVII. yy’da büyiik ölçüde gelişti; birçok sanatçının, tüccarın, bilginin ve siyasal mültecinin toplanmasıyla ünü ve saygınlığı arttı (Spinoza ve Hobbema da Amsterdam’da doğdular). Ama Londra’nın rekabeti ve Napolyon savaşlarıyla güçsüzieşti ve XIX. yy’ın sonuna kadar bir durgunluk dönemi geçirdi. 1815’te Zuider-zee’nin polderlerle denizden kazanılmasıyla Amsterdam burjuvazisi Kuzey Denizi’yle ilgilenmeye başladı ve 1876’da Amsterdam’ı îjmuiden’e bağlayan 70 km uzunluğunda bir kanal hizmete girdi: Bu loanal 1960′ ta yeniden düzenlenerek 100 000 tonluk gemilerin geçebileceği bir duruma getirilmiştir. Ayrıca, 72 km uzunluğundaki bir başka kanal da Amsterdam’ı Ren’e bağlar ve kentin Avrupa sanayisiyle ilişkisini sağlar. Son derece modern bağlantı sistemi ve düzenli altyapısı sayesinde, Amsterdam limanının yük trafiği yılda 20 milyon tonu aşmaktadır. Limandaki etkinlikler, başlangıçta, birçok geleneksel sanayinin kurulmasına yol açmıştır: Sömürgecilik döneminden kalma besin sanayisi (un fabrikaları; içki damıüm evleri; çikolata fabrikaları; tütün fabrikaları); dokuma sanayisi. Liman, kentin ticaret ve mali işler açısından gelişmesini sağlamış, buna karşılık, Hollanda’nın çelik Ve döküm üretiminin büyük bö-
191
Rokin kanalı boyunca uzanan eski tuğla-evler.
lümünü sağlayan İjmuiden demir-çelik sanayisinin gelişmesi, limanın genişlemesinde rol oynayacak yoğun bir kömür ve maden trafiğini başlatmıştır. Söz konusu demir-çelik sanayisi, Kuzey Denizi kanah boyunca sıralanan metalürji ve makine sanayilerini (gemi yapımı; pompa ve hidrolik aygıt yapımı; otomobil montaj fabrikaları), uluslararası havalimanı (Schiphol) yakınındaki sanayileri (Fokker uçak yapımı tesisleri) besler.
Amsterdam limanı, toprağın daya-mksızlığından ötürü kazık temeller
üstünde kurulmuş ve yt biçiminde kanalların i miştir. Amsterdam, ge binası, krallık sarayı, b gorta şirketleri, mağa: yük bir kenttir (Waterlı yakınında, eskiden Yi yontucularının dükkân) dı). Sonuncu kanal Siı ötesinde, genellikle kii rın toplandığı bir yerle olan ve güneye doj modern kent başlar, hizmetler kesiminin ğc ketli bir kent olmasını üniversitesi, araştırma ve müzeleriyle (Rijkşmıi bir kültür merkezidir.
Amur ırmağı
Habarovsk’ta, Transsibirya demiryolu, Amur ırmağını dev bir köprünün üstünden geçerek aşar.
Sibirya’daki ırmakların en uzunu, eski S.S.C.B. ile Moğolistan ve eski
S.S.C.B. ile Kuzeydoğu Çin arasında yer yer sının çizen Amur ırmağı, Sovyetler ile Çinliler arasında, özellikle de Ussuri bölgesinde birçok sınır çatışmasına yol açmıştır; söz konusu bölgede yer alan ve bazen sular altında kalan Damanski adası, sürek-
li bir anlaşmazlık konusu olmuştur. Amur ırmağı Şilka ve Argun adlı yukarı kollarıyla kuzeydoğuda Moğolistan yüksek yaylalarım, doğuda Baykalötesi yöresini akaçlar; Büyük Kingati boğazlarım aşıp, Zeya ve Bureya kollarım alır. Sonra Küçük Kingan sıradağlarım aşıp, aşağı Amur ovasında Sungari’nin Çin Mançuryası’ndan getirdiği sularla beslenir. Ussuri ırmağıyla birleştikten sonra, kuzeydoğuya doğru alçak topraklarda (yükselti 70—100 m arasmda değişir) ilerler (alçak topraklar bölgesi yazları ırmağın sularıyla örtiüür ve suların akışını engelleyen bitkilerle kaplanır; ırmağın taşkın dönemleri sırasında genişleyen bir göller ve ırmak kolları bölgesine dönüşür). Amur ırmağı, Amgun ırmağıyla birleştikten sonra Sahalin körfezine dökülür ve 4 m derinliğinde bir kum seti oluşturur.
MUSON ETKİSİ
Amur’un rejimi büyük ölçüde muson etkisindedir. Yazın Büyük Okya-nus’un nemli havası, Sibirya alçak basıncının etkisiyle bol yağışlara
neden olur ve ırmak birbirini izleyen dalgalar halinde akar; güçlü rüzgârlar ya da herhangi bir engel dalganın yayılmasını geciktirirse, aynı anda iki akıntı dalgası oluşur ve büyük su baskınları gözlenir. Bazen de erken başlayan yağmurlar, ırmağın aşağı çığırında karların, buzların çözülmesinden önce erimesine yol açar.
Havzanın yukarı kesiminde sular berraktır. Ama ırmak, Zeya, Sunga-ri ve Ussuri ırmaklarıyla birleştikten sonra, suda asıltı halinde bulunan birçok gereci de sürükler. Buzlanma, Amur ırmağında da Baltık’a dökülen akarsulardaki kadar uzun sürer, dolayısıyle ulaşımı engeller. Irmak yeniden ulaşıma elverişli duruma gelince, Sahalin’de çıkarılan petrolün yam sıra, tahıl ve sanayi ürünlerinin taşınmasında kullanı-
lır: Amur birçok küçü kentinin tek ulaşım yolt Irmak kıyılarında somt sinbalığı avcılığı, saı sıra başlıca gelir kayı zasında iklim soğuk ve için tarım ve hayvanı miştir. Amur üe Amgu rine kavuştukları yeri ininde kurulmuş olan santral yılda 5,6 i elektrik üretir. Irmak az sayıda maden yal nır: Raytşihinsk’teki maden ocağında linyit; da, kok kömürüne döni kömürü; Bureya’nm yi şun, çinko ve altın. An da, Yakutistan’daki t taklarından yararlana sisleri de gelişmektedir
amyant
Bazı minerallerin lifli çeşitlerine verilen genel ad.
Başlangıçta amyant (asbest de denir) terimi yalnızca amfibollerin lifli türlerini belirtmede kullanılıyordu. Gerçekteyse, ticaret alanındaki amyantın % 95’i serpantinden elde edilir.
Amfibol amyantının kimyasal bileşi-
mi, genellikle CajMg5 [(OH) SuO,,^ formülüyle gösterilir ve tremolitin birleşimine eşdeğerdir. Tremolitin yam sıra birçok amfibol, amyant yapısındadır (sözgelimi serpantin amyantı). Lifli serpantinler, genelr likle krizotil Mg3 [Sİ2 Os (OH)«] formülüyle gösterilir ve yeryüzünde üç büyük üretim bölgesinden çıkarı-
lır. Doğu Quebec’te ve amyant bölgelerinde, y til üretilir. Güney Afn daha çeşitlidir, ama a: neraller, krizotildir. 3 likle ana kayadaki çatl me noktalarında yer birlikte serpantinli dc krizotile raslamr.
192
insan sağlığı »ıtehlikeli ^karşılık, ısı ve |iletmeyen,
¡ye kimyasal ûfoek bir
m
¡de ateşe karşı moruma Re* ürünü ¿¿■Fotoğrafta iik sanayisinde îıhyant giysiler ¡çiler
;amyanttan
VUCU
¡i000° C’a kadar îğayanıkhdır) gy mi?
İli’ 4‘
Ki” •
İr
Amyantların değeri, bunlardan üretilen nesnelerin ısıya dayanmasından ve asitlere karşı büyük bir direnç göstermesinden gelir. Sözgelimi, amfibol amyanttan, 1 000°C’a kadar sıcaklıktan etkilenmezler. Krizotilse, 500°C’m üstünde ufalanır ve asitlere karşı amfibollerden daha az direnç gösterir.
Üretim yöntemi, minerali çevreleyen kayayı, öğütme yoluyla ayırmaya dayanır. Mineral, açık tavanlı ocakların yanı sıra derin ocaklardan çıkardır. Ocaktan çıkarılan kaba mineral öğütülerek, yararsız ganglar elenir; sonra, aşınmaya daha dayanıldı lifler ayrılır ve boylarına göre sınıflandırılır.
Dünya amyant tüketimi 5 milyon tonu bulur; en büyük iki üretici Kanada (Doğu Quebec’te) ve Bağımsız Devletler Topluluğu’dur (Urallar’da). Amyantın kullanım alanı oldukça geniştir: Kauçuk, çimento ya da alçıyla karıştırılmış amyant, yapılarda ses ve ısı yalıttım için kullanılır. Ayrıca boyu 1 sm’nin üstünde olan liflerden dokuma sanayisinde yararlanılır. 1 sm’nin altındaki lifler kâğıt, karton, keçe üretiminde, yüksek gerilim hatlarında ve bağlantılarında, zırhların ısıl yalıtımında kullanılan bir hammadde oluşturur; en küçük boylu lifler, asfalta, plastik maddelere ve boyalara katılır.
Amyantı laboratuvarda elde etmek için birçok kimyasal bireşim çalışmaları yapılmış, ama denemeler başarısızlıkla sonuçlanmıştır: Laboratuvarda üretilen lifler, sanayide kullanılmayacak kadar küçüktür.
1973 Aralığında Uluslararası Çalışma Örgütü’nden bir uzmanlar topluluğu, Cenevre’de amyantın doğurduğu tehlike konusunda bir bildiri yayımlamış ve asbestoz adı altında toplanan bir dizi hastalığa yol açtığı açıklanmıştır. Amyanth kaplamalar, zamanla parçalanarak lifler ha-
vaya yaydır ve böyle bir çevrede oturan ya da çalışanların akciğerlerinde birikerek, birkaç ay içinde urlar oluşturur. Bu yüzden, amyant işçilerinin korunması için havada asıltı biçiminde bulunan amyant lif-
lerinin sık sık ölçümü yapılmalıdır. Amyantın önlemsiz boşaltımı yasaklanmıştır ve nemli ortamda çalışma zorunludur. Çapı 5 mikronun altında olan amyant lifleri kansere yol açar. ■
Anadolu Bkz. Türkiye
jplu
ileri
XIII. yy’ın sonunda Anadolu’nun çeşitli yörelerinde kurulan Türk beylikleri.
Xffl. yy’ın sonlarına doğru Anadolu Selçuldu Devleti’nin yıkılmasından sonra 20 uç beyliği bağımsızlık kazanmıştır. Anadolu’da üstünlük kurma amacıyla uzun süre birbirle-riyle savaşan bu beylikler, kuruluş ve yapı halamından farklılık gösterdikleri için, altı gruba ayrılabilir. Birinci grup beylikler. Anadolu Selçuklu Devleti’nin Moğol egemenliği altına girmesiyle ortaya çıkan karışıklıklar arasında, bu devlete bağh yörelerdeki gazilerin ya da ün ka-
zanmış önderlerin kurduğu beylikler: Aydınoğlu, Karesioğlu, Men-teşoğlu, Sarııhanoğlu, Germiyanoğ-lu, Çobanoğlu ve Osmanoğlu beylikleri. “Batı Anadolu’daki Gazi Türkmen beylikleri de denen bu beyliklere, Karamanoğlu, Alaiye ve Gazi Çelebi beylikleri eklenebilir.
İkinci grup beylikler. Selçukluların ve Ühanlılann, çeşitli görevlere karşılık armağan ettikleri topraklar üstünde, siyasal durumdan yararlanarak merkezle ilişkilerini kesen kişilerin kurdukları beylikler: Eşrefoğ-lu, Sahipataoğlu, Hamitoğlu, Can-daroğlu, Pervaneoğlu beylikleri.
Üçüncü grup beylikler. Selçuklular tarafından Anadolu’ya vali olarak atanan ve zamanla başkaldıran kişilerin kurdukları, devlet biçiminde beylikler: Eretna ve Kadı Burhanet-tin beylikleri.
Dördüncü grup beylikler. Aşiretler biçiminde Anadolu’ya yerleşmiş boyların zamanla aşiret reisleri çevresinde toplanarak kurdukları beylikler: Mısır’daki Memluk devletinin geçirdiği sarsıntı sonunda kurulan Dulkadiroğlu ve Ramazanoğlu beylikleri.
Beşinci grup beylikler. Ühanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra Doğu
193
Anadolu, Azerbaycan, Iran ve Irak yörelerinde kurulan beylik ve devletler: Karakoyunlular, Akkoyunlu-lar.
Altıncı grup beylikler . Çok dar bir yörede fasa bir süre egemen olan ya da ortaya çıktıkları yöreler gönümüzde bile henüz kesinlikle açıklığa kavuşturulamamış olan beylikler: Bolu, Darvaş, Gerede ve Karsak beylikleri.
Kuruluşlarına göre altı grupta toplamış olduğumuz Anadolu Türk beyliklerinin ortaya çıkmalarını hazırlayan başlıca neden, Anadolu Selçuklu Devleti’nin merkezî devlet etkinliğinin azalmasıdır. Buna bağlı olarak Anadolu’da siyaset yapısı ve toplum yapısı değişmiş, bu değişiklik, ayrılan beyliklerin Anadolu’da Türkiye tarihini başlatmalarına yol açmıştır. Söz konusu dönemin başlangıcındaki durum topluca şöyle özetlenebilir:
1. XII. ve XIII. yy’larda Anadolu’ya gelen Türk boylarının uçlara gönderilmesi; 2. Uçlarm örgütlenmesi; 3. Zamanla uçlar ile merkez arasındaki uyumun bozulması; 4. Moğol istilasının uçlarm yapısını değiştirmesi ve Anadolu’ya gelen dervişlerin, uçlardaki dinsel çekişmeyi artırması.
ANADOLU BEYLİKLERİNİN KURULMASI VE GELİŞMESİ
Xm. yy’daki göçlerle Anadolu’ya gelen Oğuzlar, Bizans’la sürekli savaşmakta olanAnadolu Selçulduları tarafından, sınır güvenliğini sağlamaları için “uç” adı verilen sınır boylarına yerleştirildiler. Geleneklerim koruyan ve merkezle ilişkilerini gevşek tutan Oğuzlar, önceleri Bizans saldırılarına karşî Selçuklu topraklarını başarıyla savundular. Bir süre sonraysa, kendi beyleri çevresinde toplanarak bağımsızlık istediler. Bununla birlikte, devletten toprak (yurtluk) alan, işleten ve çok az vergi Teren gaziler, Alâeddin Keykubat zamanına kadar merkeze bağlılıklarım sürdürdüler. Ama, 1220’de başlayan Moğol istilası, gerek Anadolu Selçuklu Devleti’nin, gerek uçlarm düzenini bozdu. Ma-veraünnehir’den kaçan göçebe Türkler ve Harzemşahlann dağılan ordusu, Moğol istilasından korunmaya çalışan Selçuklu ülkesine yönelince, Selçuklular tarafından uçlara yerleştirildiler.
Kazerunl dervişler diye de adlandırılan gezici dervişlerin etkisiyle,bazı topluluklar sınır boylarına yöneldiler. Çok geçmeden, çeşitli toplumsal gereksinmeler ve nüfus artışı nedeniyle, huzursuzluk başgösterdi ve Anadolu Selçuklu Devleti’ne karşı topluluklar oluşmaya başladı. Türkmen şeyhi Baba İshak’m Türkmen-
leri ayaklandırmasıyla, devlet ile uçlar arasındaki ayrılık derinleşti. Daha sonra patlak veren , Denizli, Akşehir, Karaman ayaklanmaları da, Anadolu Selçuklularım iyice zayıflattı. Bu arada merkezî gücün sarsılması, yönetimin bozulması ve Moğolların yarattığı huzursuzluk srnır bölgelerine yerleşenle^ rin işine yaradı, öte yandan, Selçukluların Moğol saldırısı nedeniyle, Alâeddin Keykubat zamanından başlayarak batıda izledikleri barış siyasetini sürdürmeleri uçlarm durumunu iyice kararsızlaştırmıştı. Anadolu Selçukluları artık Bizans’a akınlar düzenleyemez hale gelince, bundan yararlanan uçlar, Konya’yla bağlarım koparmaya ve Bizans’a karşı kendi hesaplama akınlar düzenlemeye başladılar. Moğol saldırısı önünden kaçarak uçlara yerleşen halk kitlelerinin, ağır vergüere . dayanamayarak uçlara kaçan Anadolu köylüleri ve kentlilerinin, sürülerinin yağma edilmesinden çekinerek uçlara sığman göçebelerin örgütlenmeleriyle, sınırlar yetenekli yöneticilere kavuştu. Bu topluluklar arasmda uç bölgelere yerleşenler, öbürlerine göre daha güçlü bir durumdaydılar. Türkistan ve İran’ dan Anadolu’ya kaçan şeyhler ve dervişler de, beyliklerin Bizans’a karşı güçlenmesinde önemli rol oynadılar. Bu arada işsizlik ve topraksızlık sıkıntısı çeken Türk boylan, hızla Batı Anadolu’ya yerleşerek Anadolu’yu Türkleştirdüer. Türkleşme işlemi tamamlanırken de yukarda gruplara ayırdığımız beylikler ortaya çıktılar ve çok geçmeden bu beylikler birbirleriyle savaşmaya başladılar. Moğolların Anadolu’dan çekilmesiyle, beyliklerde kısa bir süre için de olsa rahatlama görüldü. Bu arada Bizans’a daha yakın olan Osmanlı beyliği gelişmeye başladı. Üçoklara bağlı beylikler (özellikle Karamanoğlu beyliği) OsmanlI beyliğine karşı birleştüerse de, Osmanlı beyliğinin izlediği barışçı siyaset, bazılarının Osmanlılara katılmasına neden oldu. Bazıları da ortadan kaldırıldı. Böylece OsmanlIlar Anadolu’da bütünlüğü sağlayarak Osmanlı Devleti’ni kurdular ve zamanla geliştiler.
BAŞLICA ANADOLU BEYLİKLERİ
Aydmoğlu beyliği (1300-1425). Batı Anadolu’da Aydın yöresinde, Mehmet Bey tarafından kuruldu. Başkenti önceleri Birgi, sonra Ayasu-luk’tu.
Germiyan ordusunda subaşı görevi yapan Mehmet Bey, Menteşe Bey’in damadı Sasa Bey’le birlikte Birgi, Ayasuluk (Selçuk), Kelas, Tire yörelerini ele geçirdi. Önceleri birlikte hareket eden bu iki komutan arasm-
da sonradan anlaşmazlık Mehmet Bey, Sasa Bey’i kaldırdı ve Türklerin yerli mir’i kuşattı (1310); sonraki da İzmir kıyı şeridini ele (1326). Mehmet Bey’in bü Hızır Bey, Selçuk ve Sultaı ikinci oğlu Umur Bey tzmir sine, öteki oğlu İbrahim Ödemiş ve çevresine eğeme kabul ettirdiler: Donanma leri Selçuk’ta olan Aydı daha sonra İzmir’de de bir ı kurdular. Mehmet Bey’ir geçen Gazi TJmur Bey’in Eflâk, Arnavutluk, ve Kıbn lar düzenlemesi, hıristiyan rin bir araya gelerek bir H rine girişmeleriyle ve Papa dik, Kıbrıs, Rodos gem oluşan donanmanın İzmir oğullan’ndan almasıyla sc (1344). Bunun üstüne Umur sanesini Selçuk’a taşıyıı kuşattıysa da, savaşta şe (1347).
Umur Bey’den sonra, Aydn nın başına önce Hızır Bı sonra da İsa Bey geçtiler, lu beyliği, eski gücünü zaı tirdi ve İsa Bey’in -oğlu l döneminde, Aydmoğlu top dan bir bölümü Ösmano; geçti (1390). Musa Bey’in o Bey İzmir’i ellerinde tuts Bey ve Cüneyt Bey’le sava başarıh olamadı ve kizir Bey’le evlendirmek zorun Umur Bey’in ölümüyle 1 Cüneyt Bey’e geçti ve 14 manoğulları, Aydmoğlu (1 beyliğini ele geçirdiler, Candaroğlu beyliği (i: Kastamonu, Sinop; Samsıı n, Çorum, Zonguldak yi Emir Yaman Şemsettin Ct tarafından kuruldu. Başkı leri Eflani, sonra da Kasta (Osmanlı târihinde bu be İsfendiyaroğlu ya da Kız oğulları olarak da geçer). Emir Yaman Şemsettin Csj revi karşılığı verilen bu oğlu Süleyman Paşa elind kendisine bağlı Pervane Çelebi’nin ölümü üstüne, Safranbolu’yu da alarak genişletti; ama İlhanlılara sürdürdü. Candaroğlu t ğımsızlığmı ancak îlhanlıl masıyla (1399j kazandı. Paşa’nm ölümünden sor geçen İbrahim Bey.Osmaı la iyi ilişkiler kurduysa t da Yıldırım Bayezid, be raklarım Osmanlı împare kattı. Beylik daha sonra ikiye ayrıldı (merkezleri Kastamonu’ydu). 1385 yıl layarak Sinop yöresine ej İsfendiya’r Bey, 1402 Ani şından sonra Safranbol
194
•oğullan den kalma Ulucamisinin ymalı kuzey
Kalecik, Samsun ve Bafra’yı toprakr larma kattı; Osmanlı şehzadelerinin aralarında yaptıkları saltanat kavgalarında, kendi çıkarma uygun diişen tarafa yardım ederek güçlendi: Bu arada oğlu Kasım Bey babasına karşı çıkarak Osmanoğullarunn yanma kaçtı ve Şehzade Çelebi Mehmet’i kışkırtarak, Çankırı, Tosya, Kalecik gibi yöreleri babasının elinden aldmp, kendi adına bir beylik kurdu. Osmanlılara Samsun’u da kaptıran îsfendiyar Bey’in ölümünden sonra yerine geçen (1439) İbrahim Bey döneminde Candaroğlu beyliği pek varlık gösteremedi. 1443 yılında İbrahim Bey’in yerine geçen Ismaü Bey döneminde Osmanlılar Kastamonu’yu alıp, Filibe sancağım “has” olarak Ismaiİ Bey’e verdiler. Sonunda Candaroğlu beyliği, Fatih döneminde Osmanlı Devleti’ne katıldı (1461). Çobanoğullan beyliği (1204-1320). Kastamonu yöresinde, Hüsamettin Çoban Bey tarafından kuruldu. Başkenti Kastamonu’ydu. Kastamonu yöresini ele geçiren Hüsamettin Çoban Bey bir süre sonra emirliğini ilan edip (1204}, Kastamonu’yu başkent yaptı. 1308’e kadar Anadolu
Selçuklu Devleti’ne,1308’den 1320’ye kadar da Ühanlılara bağlı kaldı. Çoban Bey’in oğullan zamanında gerileyen beylik,1320’de Candaroğlu beyliğiyle birleşti.
Danişmentoğullan beyliği (1095-1178). Amasya, Tokat, Çorum, Yozgat, Niksar ve Malatya yörelerinde Danişment Gazi tarafından kuruldu. Başkenti Sivas’tı.
Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurucusu Gazi Süleyman Şah ölünce Da-nişment Gazi, beyliğinin topraklarını genişletti. Kılıç Arslan I’in Haçlılara karşı yaptığı savaşlara katıldı. Ama daha sonra Kılıç Arslan üe araları açıldı ve yapılan savaşta Kılıç Arslan’a yenilerek bir yıl sonra öldü (1104). Yerine geçen Melik Gazi, Malatya, Elbistan, Kayseri, Ankara, Çankırı ve Kastamonu’yu alarak beyliğinin topraklarım genişletti ve ölünceye kadar(1134) BizanslIlarla savaştı. Yerine geçen oğlu Mehmet Bey, bir yandan kardeşleriyle, bir yandan da Bizans’la uğraşmak zorunda kaldı, ölümünden sonra (1142) oğulları aralarında anlaşamayınca, beylik iki kola ayrıldı: Sivas kolu; Malatya kolu. Mesut’ un yönetimindeki Sivas kolu. Kılıç
Arslan I tarafından ortadan kaldırıldı (1155). Artukoğullarmdan yardım’ alarak kardeşinin sarayını basan ve yönetimi ele geçiren Malatya Danişmentoğullan beyi Mehmet Bey, Kılıç Arslan H’ye,bağlılığını bildirdiyse de, Kılıç Arslan II, Malatya’yı kuşatarak aldı ve beyliği ortadan kaldırdı (1178).
Dulkadir beyliği (1337-1522). Ma-raş, Harput, Kayseri, Gaziantep yörelerinde Ahmet Karaca Bey tarafından kuruldu. Başkenti önce-? leri Elbistan, sonra da Maraş’tı. Dulkadir Türkmenlerinden Ahmet Karaca Bey, beyliğini kurduktan sonra Eretna Bey’in elinden Elbistan’ı alarak başkent yaptı, daha sonra Kozan bölgesindeki Ermenilerle savaştı.
Ama Memluklar Karaca Bey’in bu başarısmdan ürküp üstüne bir ordu gönderdiler. Yapılan savaşta yenilen Karaca Bey, Kayseri beyi Mehmet Bey’e sığmdıysa da Memluklara teslim edildi ve Kahire’de idam edildi (1353). Memluk Devle-ti’ne bağh kalmak koşuluyla beyliğin başma geçirilen oğlu Halil Bey, çok geçmeden Maraş, Malatya ve Harput’u aldı. Memluk Devleti’ne de karşı çıktıysa da, savaşta yenilip Harput’a sığındı ve bir suikastte öldü. Yerine geçen Şaban Suli Bey de öldürülünce (1397), beyliğin başına Mehmet Bey geçti; ama Ka-ramanoğullanna yenilerek tutsak düştü. Mehmet Bey 1442’de ölünce yerine geçen oğlu Süleyman Bey, gerek Memluklara, gerek OsmanlIlara kanş barışçı bir siyaset izledi; kızı Sitti Hatunu, Mehmet H’yie (Fatih) evlendirdi. Yerine geçen Melik Arslan, Akkoyunlu Uzun Haşan Bey’le savaşıp yenilince, Harput’u boşaltarak yardım almak için Mısır’a doğru yola çıktı; ama kardeşi Şahbudak’m bir fedaisi tarafından öldürüldü. Dulkadir aşiretlerinin, Mısır’ın beyliğe atadığı Şalv-budak’ı değil Şehsuvar’ı desteklemeleri üstüne OsmanlIlardan yardım alan Şehsuvar,Memluklarla savaştı; ama Antep yöresinde yenilip, tutsak düştü, Kahire’ye götürülerek öldürüldü. Memluklar Şehsuvar’in yerine, yeniden Şahbudak’ı atayınca, Osmanlılar, kardeşi Alaüddevle Bozkurt’un tarafım tutarak, beyliğin başına geçirdiler. Ne var ki, Boz-kurt, Şahbudak’ı ortadan kaldırttıktan sonra Osmanlılara yüz çevirdi ve Mısır yanlısı bir siyaset izlemeye başladı. Bunun üstüne Yavuz Sultan Selim,. Çaldıran savaşı dönüşü verdiği bir buyrukla Dulkadir beyliğini ortadan kaldırttı.
Eretna beyliği (1327-1380). Sivas, Kayseri, Niğde, Tokat ve Amasya yörelerinde Eretna Bey tarafından kuruldu. Başkenti önceleri Sivas sonra Kayseri’ydi.
195
Selçuklu Devleti’nin Anadolu’ya genel vali atadığı Eretna, bir süre sonra bağımsızlığını ilan ederek beyliğini kurdu (1331). Ama 1338-1343 yıllan arasında Memluk Devle-ti’ne bağımlılığı kabul etmek zorunda kaldı.
Eşre/ogJu beyliği (1280-1326). Beyşehir, Seydişehir, İlgın, Akşehir, Bolvadin yörelerinde Süleyman Eşref Bey tarafından kuruldu. Başkenti Beyşehir’di.
1302’de beyliğin başına geçen Mü-bareizüttin Mehmet Bey, Bolvadin ve Akşehir’i alarak beyliğinin sınırlarını genişletti. Yerine geçen oğlu Süleyman II zamanında, Ühanlılann Anadolu valisi Timurtaş, beyliği ortadan kaldırdı ve tutsak düşen Süleyman Bey’i öldürttü (1326). Germiyan beyliği (1260-1429). Kütahya ve çevresinde Ali Şir Bey tarafından kuruldu. Başkenti önceleri Kütahya, sonra Kula’ydı.
Bir Türkmen boyu olan ve Anadolu’ ya. gelerek Malatya yöresine yerleşen Germiyanoğullannın başında Alişiroğlu Muzafferüttin Bey vardı. 1283’te Kütahya ve Ladik yörelerine yerleşen boyun başına Alişiroğlu’ nun oğlu Yakup Bey geçti. 1320 yılına kadar BizanslIlarla savaştı: Ayasuluk, Manisa, Balıkesir, Aydıncık yörelerini ele geçirdi. Oğlu Mahmut Bey zamanında Germiyanoğul-ları zayıfladılar. Saruhan, Karesi ve Aydmoğlu beylikleri Germiyan beyliğinden aynldılar. 1363’te ölen Mahmut Bey’in yerine geçen Süleyman Şah, Karamanoğullanndan çekindiği için Osmanlılara yaklaştı ve kızını Yıldmm Bayezid’le evlendirdi (Kütahya, Tavşanlı, Simav ve çevresini çeyiz olarak Osmanlılara verdi), ölümünden sonrâ’yerine geçen oğlu Yakup Bey II (1388), Kütahya’yı geri alıp, Ankara savaşında (1402) Yıldırım Bayezid’e karşı savaştı. Ba-yezid’in bu savaşta yenilmesi üstüne, bütün Germiyanoğulları topraklan Yakup Bey Il’ye verildi. Bir süre sonra.Yakup Bey, Murad H’ye bağlılığını bildirdi ve çocuğu olmadığı için ölümünden sonra topraklarım ona bırakacağını açıkladı. 1429’da Kütahya’da ölmesiyle, Germiyan beyliği de ortadan kalkmış oldu. Hamitoğullan beyliği (1280-1423). Keçiborlu, Akşehir, İsparta, Burdur ve Antalya yörelerinde Feleküttin Dündar Bey tarafından kuruldu. Başkenti önceleri Uluborlu, sonra da Eğridir’di.
Hamitoğullan, şuurlarını güneye doğru genişleterek Gölhisar, Korkuteli ve Antakya’ya indiler. Antalya’ya yerleşenler Tekeoğuüarı bey-Uğini kurdular. Dündar Bey Antalya’yı alarak, Tekeoğullannı Hamitoğullan beyliğine bağladı (1301) ama, Anadolu’ya giren tlhanlı valisi Timurtaş’a Antalya’da yenilerek
öldürüldü (1324). Yerine geçen îshak Bey, beyliği yeniden güçlendirmeyi başardı (1328). Îshak Bey’ den sonra Eğridir ve İsparta yöresine egemenliğini kabul ettiren Dündar Bey’in torunu Hüsamettin Üyas Bey, Germiyanoğullannın yardımıyla Karamanoğullannı yendi, ölümünden sonra yerine geçen Keri-müttin Hüseyin Bey Osmanoğulla-rıyla savaştı ve sonunda Sultan Murat I ile anlaşmak zorunda kaldı. 1392’de Yıldmm Bayezid, Hamitoğul-larının topraklarım ele geçirdiyse de Ankara savaşından sonra (1402) Hamitoğlu Osmaiı Bey topraklarını geri aldı. Ama Antalya muhafızı Hamza Bey’in, Osman Bey’i öldürmesiyle, beyliğin topraklan yeniden OsmanlIların eline geçti (1423). İnançoğullan ya da Ladik beyliği (1276-1402). Denizli yöresinde Şüca-ettin İnanç Bey tarafından kuruldu. Başkenti Denizli’ydi.
Uzun süre bağımsız yaşayan înanç-oğullan beyliği. Yıldırım Bayezid tarafından Osmanlı topraklarına katıldı (1391). Beyleri ve komutanları Osmanlı Devleti’nde çeşitli görevlere yükseltildi. 1402 Ankara savaşından sonra înançoğullarının topraklan Timur tarafından Germiyan beyliğine verildi. Bu topraklar Murat II zamanında yeniden OsmanlIlara geçti (1420).
Kadı Burhanettin beyliği (1380-1398). Kayseri yöresinde Kadı Burhanettin tarafından kuruldu. Başkenti önceleri Kayseri, sonra Sivas’tı. Döneminin en büyük bilginlerinden ve devlet adamlarından biri olan Kadı Burhanettin, Eretna beyliğinin veziriyken Kayseri’de sultanlığını ilan etti. Başkenti bir ara Sivas’a taşınan beyliği, Yıldırım Bayezid ortadan kaldırdı (1398). Karamanoğullan beyliği (1250-1487). Konya, Niğde, Kayseri, İçel, Ankara, Nevşehir, Kırşehir yörelerinde Karamanoğlu Mehmet Bey tarafından kuruldu. Başkenti Karaman’dı. Özellikle İlhanlIlarla savaşan Karamanoğullan, bu arada Osmanlılara karşı da cephe aldılar. 1398’de Yıldmm Bayezid’e yenüdilerse de, 1402 Ankara savaşından sonra Timur tarafından serbest bırakılan Karamanoğlu Mehmet ve Alaeddin Beyler, Karaman’a dönerek beyliklerini yeniden kurdular. Mehmet Bey’den sonra beyliğin başına OsmanlIlara bağh kalması koşuluyla İbrahim Bey getirildi. îki yanlı bir siyaset izleyen İbrahim Bey’in ölümünden (1462) sonra »yerine büyük oğlu İshak Bey geçti. Ama kardeşi Pir Ahmet Bey, îshak Bey’e karşı çıkarak Fatih’in yanına kaçtı ve OsmanlIların desteğiyle îshak’ı yendi. Ne var ki, babası gibi iki yanlı bir siyasete yöneldiği için, “Fatih tarafından ülkesinden uzaklaştırıldı.
Kardeşi Kasım Bey’le birlil lar’da Osmanlılara karş sürdürdü. Şehzade Cen olayından yararlanmak ist sonunda Bayezid H’yle anlî runda kaldı, ölümünden s rakları Osmanlı toprakları (1487).
Karesi beyliği (1303-1345). ve Çanakkale yöresinde K tarafından kuruldu.Başkeı sir’di.
Anadolu Selçuklu Devleti’ masıyla bağımsızlığını ilan resi Bey’in ölümünden son ğin başına geçen Demirha kardeşi Dursun Bey’in ar lınca. Dursun Bey Osman ğındı. Orhan Bey, Dursı isteğini kırmayarak Demiı in savunduğu Bergama kuşattı. Kuşatma sırasmd atılan bir okla ölen Durs ölmesinden sonra kale Karesi beyliği toprakları lara katıldı (1345). Mengüçoğullan beyliği (II Erzincan, Divriği ve Şebin yöresinde Emir Mengücül rafından kuruldu. Başkent Erzincan, sonra Kemah’tı. Mengücük Gazi bazen te bazen de Danişmentlilerl Rum ve Gürcülere karş; Ölümünden sonra yerine < Bey geçti; onun ölümüne beylik ikiye bölündü (11* Bey’in oğullarından Davı yöresine, Süleyman ise egemen oldu. Kemah koli Divriği kolu da 1252’de kalktı.
Menteşe beyliği (1300-142 yöresinde Menteşe Bey t kuruldu. Başkenti önceli sonra Balat’tı. Menteşeoğulları 1300’de f sim ele geçirdüer ama ş> yardım gelince adayı zorunda kaldılar. 1312-13 da Mesut Bey ve Orhan fından yönetilen beyliği Orhan Bey’den sonra Ibı geçti; beyliğin hem do hem de ticaretini geliştird Bey’den sonra Mehmet B da, kardeşi Gazi Ahmet I çin’de hüküm sürmeye lar.
Muğla kolu 1390’da Yıldır) tarafından ortadan kaldır de de. Gazi Ahmet ölünce n Osmanlılara bağlandı, i vaşından sonra Timur Bey’e topraklarını geri ve yerine geçeıi oğlu Üyas 1 münden sonra, Osmanlıla ğin topraklarını ele (1425).
Pervaneoğulları beyliği (1 Sinop yöresinde Muinütt man Pervane’nin oğlu Mı
tarafından kuruldu. Başkenti Sinop’ tu.
Sinop’u fetheden Selçuklu vezirlerinden Muinüttin Süleyman Perva-ne’ye dirlik olarak verilen (1264) beyliğin başına. Pervane Ühanlılar tarafından öldürülünce oğlu Mehmet Bey geçti ve bağımsızlığını ilan etti (1277). Mehmet Bey’den sonra sırasıyla Mesut Bey ve Gazi Çelebi beyliğin başına geçtiler (1300). Cenevizlilere ve Rumlara karşı başarıyla savaşan Gazi Çelebi, Candar-oğullarına yenilince, egemenliklerini kabul etmek zorunda kaldı. Ölümünden (1322) sonra, erkek çocuğu olmadığı için topraklan Candaroğul-lanna [1322) geçti, ftamazanoğullan beyliği (1358-1516). Adana, Mersin, Tarsus ve Maraş yörelerinde Ramazan Bey tarafından kuruldu. Başkenti önceleri Elbistan, sonra Adana’ydı. Dulkadiroğlu beyliğinin Memluklarla yaptığı savaş sırasında Adana’ ya egemen olan Ramazan Bey, Ka-ramanoğullanndan Tarsus’u, Timur’dan Halep kentini aldı. Yerine geçen Ahmet Bey’in ölümüyle beylikte (1416) taht kavgaları başladı. Osmanlılarla iyi ilişkiler kuran Mahmut Bey, Yavuz Sultan Seliin’le birlikte Mısır seferine katıldı ve Ridani-ye meydan savaşında şehit düştü. Beylik, 1516’dan sonra bütünüyle Osmanlı Devleti’ne katildi. Sahipataoğulları beyliği (1265-1333). Afyon yöresinde Selçuklu veziri Hüseyinoğlu Sahip Ata Fahrettin Ali tarafından kuruldu. Başkenti Afyon’du.
1308’e kadar Selçuklulara bağlı, kalan beylik,o tarihten sonra İlhanlIlara bağlandı. Sonunda Germiyan beyliğine katıldı.
Sgltuk beyliği (1071-1201). Erzurum yöresinde Ebül Kasım tarafından kuruldu. Başkenti Erzurum’du. Büyük Selçuklu Devleti’nin komutanlarından Ebül Kasım’m yerine geçen oğlu Ali Bey, Selçuklu hükümden Mehmet Tapar’a yardım etti ve Gürcülere karşı başarıyla savaştı. Ölümünden sonra yerine geçen oğlu İzzettin Saltuk, bağımsızlığını ilan edip Gürcülerle yaptığı savaşlar sonunda büyük ün kazandı (beylik, onun adını taşır).Saltuk’un ölümünden sonra beyliğin durumu sarsıldı. Anadolu Selçuklu sultanı Rüknettin Süleyman, Gürcü seferine çıkarken son Saltuk beyi Alâeddin’i de çağırdı ama Alâeddin’in sefere katılmak istememesi üstüne Erzurum’u alarak beyliği ortadan kaldırdı (1201). Saruhan beyliği (1300-1410). Mamsa, Kemalpaşa, Foça yöresinde Saruhan Bey tarafından kuruldu. Başkenti Manisa’ydı.
Manisa ve yöresini BizanslIlardan alan Saruhan Bey, kurdugiı donanmayı Aydmoğlu beyliğinin hizmetine vererek Ege’deki adalara ve Balkanlar’a seferler düzenledi.Ölümünden sonra yerine sırasıyla İlyas Bey ve İshak Bey geçti. 1390’da İshak Bey’in yerine geçen Hızırşah OsmanlIlara karşı ayaklanan Kara-manoğullarıyla birleşti ama Yıldınm Bayezid’in birinci Anadolu hareketi sonunda topraklarını yitirip, Timur’ un yanına kaçtı. 1402’de yeniden Saruhanoğullarımn başına getirildiyse de, şehzadeler kavgası sırasında İsa Çelebi’nin tarafım tuttuğu için Mehmet Çelebi’nin adamları tarafından Manisa’da yakalanarak öldürüldü. Saruhan beyliği de, öteki beylikler gibi Osmanlı Devleti’ne katıldı (1410).
ANADOLU BEYLİKLERİNDE UYGARLIK
Anadolu Beylikleri dönemi, kurulup yıkılan beyliklerin birbirini izlemesine ve sürekli karışıklıklara karşın uygarlık, sanat, dil ve edebiyat alanlannda başarılı yapıtların verildiği bir dönemdir. Özellikle, beylerin yörelerinde yaptırdıkları mimarlık yapıtlan arasında carruler (Divriği Ulucamisi, 1228; Ermenek Uluca-misi, 1302; Birgi’de Ulucami, 1312; Karaman’da Arapzade camisi, 137.4; Selçuk’ta İsabey camisi, 1375; Balat’ta İlyasbey camisi, 1404: Niğde Aksaray’ında Ulucami. 1463). medreseler (Ermenek’te Tol medresesi, 1339; Karaman’da Hatuniye medresesi, 1382; Niğde’de Akmed-rese 1409), han, hamam, türiıe. hastane ve kervansaraylar, bir yandan Selçuklu sanatımn özelliklerini sürdürürken, bir yandan da Osman-lı mimarlığının gelişmesine katkıda bulunmuşlardır.
Beylikler döneminde Oğuz türkçe-sinin gelişmesi ve Karamanoğlu Mehmet Bey tarafından resmî dil olarak kabul edilmesi (13 Mayıs 1277) dönemin en büyük kültür etkinliğidir. Olay, farsçayı ve arap-çayı temel alan Selçuklu geleneğinin de soıi bulmasına yol açmış, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli ve Aşık Paşa gibi ozan ve düşünürler bu dönemde türkçeyi en güzel biçimde kullanmış, Mevlâna Celâleddin Rumî’nin babası Bahaeddin Veled “bilginler sultam” olarak ün salmış, hocası Seyit Burhaneddin’se Horasan, Ni-şabur, Bağdat kentlerindeki kültür ortamının Anadolu’ya kaymasını sağlamıştır. ■
Organizma için tehlikeli olan (hattâ ölüme yol açabilen) bağışıklıkla ilgili zararlı tepkiler bütünü.
Anafilaksi tepkilerini, bir antijenle ilk kez karşılaştıktan sonra çok yüksek bir duyarlık yaratan özanti-İcorlar oluşturur (söz konusu antikorları yaratan bu antijendir). Antikor ile antijen arasında kurulacak ikinci bir ilişki sonucunda özel maddelerin serbest kaldığı görülür; bu. da, organizma için korkunç bir tepki yaratır (anajjlaksi şoku],
1902’de Richet ve Portier denizanasının zehirini bir köpeğe, az miktarda şırınga ettiler. Köpek yalnızca hafif bir rahatsızlık geçirdi. Bu arada, yeni bir deney için bir ras-lantı sonucu gene aynı köpek alındı ve öldürücü miktarın çok altında aynı zehirden verildi. Sonuç Richet ve Portier için şaşırtıcı oldu: Hayvan birkaç dakika içinde öldü. Yap-
tıkları buluşun önemini o sırada pek kavrayamayan iki deneyci, çok geçmeden birinci şırınganın köpekte duyarlılık oluşturduğunu anladılar ve olayı tanımlamak için, anafilaksi (“korunmanın yokolması”) terimini kullandılar. Böylece aşırı duyarlık tepkilerinin temel ilkesi bulunmuş oldu.
Biyoloji bilgini Arthus, Richet ve Portier’nin gözlemledikleri genel tepkilere (Richet ve Portier, çalışmalarıyla 1913 Nobel ödülünü kazanmışlardır) benzeyen olayların yanı sıra, aynı yapıdaki daha az zararlı ve daha sınırlı olayları (sonradan alerji olayları adı altında toplandılar) inceledi.
Anafilaksi olayının gelişmesi genellikle şöyle olur: İnsanda ve hayvanda görünür bir etki yaratmayan ve hazırlayıcı şırınga denen ilk şırınganın ardından, harekete geçirici şırınga denen ve anafilaksi şoku-
nun başlamasına yol açan ikinci bir şırınga yapılır. Anafilaksi şoku, solgunluk, iç sıkıntısı, el ve ayakların soğuması, atardamar basıncı (tansiyon) düşüklüğüyle ortaya çıkan aşırı bir tepki biçiminde kendini gösterir. Bu tepki, kişinin ölümüne yol açabilir. Hazırlayıcı şırınga gerçekten özel bir antijendir; organizmanın içine giren antijen, anafilaksi durumu yaratan bir antikorun gelişmesine yol açar (anafilaksi durumu, antijene karşı bir çeşit aşın duyarlık demektir). İkinci şınnga ve yarattığı yoğun biyolojik tepkiler, antijen-an-tikor birleşmesi sırasında serbest kalan moleküllerin biyokimyasal etkinliğini gösterir.
Anafilaksi tepkisi Ehrlich’in deyişiyle, “bir anahtar ve bir kilit gibi işler”. Örnek olarak, büyük bir molekülün bir parçasını alalım: bu parça, hem kendisini oluşturan öğelere, hem de bu öğeleri birleştiren ic
197
bağıntılara bağlı olarak, uzamda yer tutan özel bir biçimdir. Öte yandan, bu molekülle bağlantı kuran organizmanın da bir molekülün bireşimini yapabilecek güçte olduğunu varsayalım; bireşimi yapılan bu molekülün bir ucu, parçanın uzamda tuttuğu yere göre biçimlenir ve yabancı molekülün “etkin yatağı” diye adlandırılır. Bağışıklık tepkisi-
nin bu çok genel tanımı, iki özel koşulla, anafîlaksi durumu için de ge-çerlidir. Her şeyden önce aşın duyarlık, antikorların birçok değişik hücrenin yüzeyine bağlanmasından ileri gelir. Öte yandan, antijenin antikor tarafından bağlanması, antikorları taşıyan hücrenin, anafilaksi şokuna neden olan zehirli maddeler (histamin, serotinin) salgılamasına
yol açar, Anafîlaksi durum sel olarak, duyarlılaştırılr mun şırınga edilmesiyle, biı dan aynı türdeki bir başka ya da başka türden bir (edilgen anafüaksi) akt (Bkz. BAĞIŞIKLIKBÎLİM; ANTİKORLAR).
anatomi
j. Bannister’iBerberler ve Cerrahlar Okuiu’nda anatomi dersi verirken gösteren bir tablo (1581).
Organlı varlıkların yapısını ve bu yapıyı oluşturan organlar arasındaki ilişkiyi inceleyen bilim dalı. Bedenin yapısını inceleyen insan anatomisi, aralarında açımlamanın (teşrih) da bulunduğu çeşitli araştırma yöntemlerinden yararlanır ve dört bölüme ayrılır:
1. Betinüeyici anatomi: Her organı ayn ayn betimler ve inceler. Osteoloji (kemikbilim), miyoloji (kasbi-lim), artroloji (eklembilim), anjiolo-ji (damarbilim), splanknoloji (iç organlar bilimi) ve nöroloji (sinirbilim) dallarına ayrılır.
2. Cerrahi anatomi: Cerrahi işlem sırasında, bedenin bir bölgesinde yüzeyden derine doğru, tabaka tabaka ilerlenirken ortaya çıkan durumu inceler; organlan ve aralarındaki ilişkileri ele alır.
3. Patolojik anatomi: Doku ve organlardaki hastalıklar sonucu ortaya çıkan bozuklukları inceler.
4ı Karşılaştırmalı anatomi: Bütün hayvanlar arasındaki farklan açıklar.
Anatomiye aynca, çeşitli bilim dallan da bağlanır: Dölüt yaşamının çeşitli evrelerindeki embriyoyu betimleyen embriyoloji; canlıda doğarken görülen bozuklukları inceleyen teratoloji; binlerce ya da milyonlarca yıl önce yaşamış yaratıkların Uk biçimlerini yeniden belirlemeye çalışan paleontoloji.
Doku ve hücre yapılarını inceleyen mikroskopiic anatomiyse ikiye ayrılır : ßokubilim (histoloji); hücrebilim (sitoloji).
ANATOMİNİN TARİHİ
İnsan anatomisinin aydınlatılmasına ilişkin ilk denemeler yaklaşık olarak İ.Ö. 3000 yıllarında, Çin’de yapılmıştır. O dönemlerde Çin’de, insan organizmasının 5 organdan (kalp; akciğerler; karaciğer; dalak; böbrekler) oluştuğu, bunların arasında bir “yaşam soluğu” dolaştığı ve her organın 5 temel öğeyle (demir, tahta, maden, toprak ve su) ilişki kurduğu düşünülüyordu. Hintlilerin anatomi anlayışında da buna benzer özellikler vardı. Ama, Eskiçağ’da insan bedeni üstünde otopsinin yasak olması ve anatomiyle uğraşanların yalnızca hayvan cesetlerini incelemek zorunda kalmalan nedeniyle, anatomi alanında hiçbir ilerleme olmadı.
Ne var ki, çalışmaları günümüze kalmamış olmakla birlikte, İ.ö. IILyy’da Erasistratos adlı bir Yunanlı hekimin, ölüm cezasına çarptırılmış mahkumların cesetlerinde açımlama yapma izni aldığı ve gene yaklaşık olarak aynı dönemlerde Herophi-los adlı bir başka Yunanlı hekimin, İskenderiye’de bir anatomi okulu açtığı bilinmektedir, öte yandan Aristoteles (İ.ö. 384-332), insan bedeninin dış özelliklerini betimlemiş, bedenin iç özellikleriniyse, insana en yakın hayvanlan inceleyerek açıklamaya çalışmıştır. Hayvanlar üstüne birçok yapıt yazmış olan 6a-lenos (l.S. 130-200), canlı hayvanlar üstünde ameliyatlar yaparak beynin, sinirlerin ve beyinciğin görevini saptamış, kan damarlarının işleyişini görmüştür. Ama, Galenos hiçbir zaman insan bedeni üstünde açımlama çalışması yapmamıştır. Aradan geçen 10 yüzyıllık süre
içinde anatomi konusundi olmamış, daha sonra Italy: yılma doğru anatomi hocas nus, insan cesetleri üstün« gözlemlerine dayanarak, c anatomi incelemesi yazmış XV. yy’da çağının eh iyi ar inanlarından biri olan Lee Vinci, çalışmalarının bir ‘ insan bedeninin betimleme dı ve bu konuda çeşitli res di. Fransa’da |ean Gonth 1574), anatomi alanında a lar yapan bir topluluk oluş rencüerinden André Vési 1564), yazdığı bir anatomi modem anatominin temeli gene öğrencilerinden ola Estienne de bir uygulamai elkitabı yayımladı. Sonral Sylvius (beyin oluşumları Eustachi (böbrekleri ve se nnı inceledi), Fallope (büy daklarmın işlevlerini ayc kadın cinsel organlarımı meşini yaptı), Volcher Cc likle dölüt iskeletiyle Jérôme Fabricio d’Acquai (sindirim borusunu incel organlarını betimledi ve mar kapakçıklarım buldı manlar sayesinde, anatoı de büyük bir evrim gerçek XVII. ve XVIII. yy’lardı gün geçtikçe tıbba bağlan hlar üstünde yapılan are la, yeni buluşlar gerçekl da Harvey kan dolaşımu Aselli kiliis damarların: Pecquet kilüs haznesini, Ruddeck akkan (lenf) d buldular. Söz konusu bulı son’ın karaciğeri, Whartc alb tükürük bezini ve kanalını, Willis’in sinirleı kafa tabanı deliklerini b izledi. İtalya’da, Malpigl rin, böbreğin, dalağın ya ledi, dildeki tat cisimdi buldu; Bellini, böbreği 1 sidik boşaltma işlevini be non ve van Home, kulak cinsel organlar konusu#« lar yayımladılar. Hollan rik Ruysöh, değişik boya] şırınga ederek, anatomi saklama, ve koruma yön du. Almanya’da Peyer ( barsaklardaki kapalı kes
taya çıkardı; on yıl sonra da Brunner, onüdparmak barsağı bezlerinin betimlemesini yaptı. Fransa’da Dre-lincourt, kadın cinsel organlanmn anatomisinde uzmanlaştı;Vieussens’ se, 500 ceset üstünde çalıştıktan sonra, 1684’te Traité de neurologie (Sinirbilim İncelemesi) adlı kitabım
Devletin biçimini belirten, kişilerin hak ve özgürlüklerini belirleyen temel yasa.
Anayasalar genellikle ikiye ayrılır: Yazılı anayasalar; geleneksel anayasalar. Yazdı anayasalar, adlarından da anlaşılacağı gibi, çeşitli bölüm ve maddelerden oluşan metinlerdir. En iyi örneği İngütere’de görülen geleneksel anayasalarsa, yazılı bir metin bulunmadığından kesinlikten, açıklıktan uzaktır. Yazıh anayasalar da, tarihsel ve siyasal kökenlerine göre ikiye ayrılır: Egemenliği – bir hükümdara bırakan monarşik anayasalar; egemenliği ulus ya da halka bırakan demokratik anayasalar.
Anayasanın birinci ilkesi, güçlerin ayrılığı ilkesidir. XVII. yy’ın sonunda Locke’un ortaya attığı, XVIII. yy’ da Montesquieu’nün yeniden ele aldığı bu ilke, güçler arasındaki dengenin ancak birbirlerinden ayrı tutuldukları zaman elde edüebilece-ği düşüncesine dayanır. 1787’de oluşturulan A.B.D. Anayasası, söz konusu ilkeyi uygulayan ilk yazıh anayasa olmuş, onu 1791’de yürürlüğe konan Fransız Anayasası izlemiştir.
TÜRK ANAYASALARI
Türkiye’de bireyin temel hak ve özgürlüklerini belirleme konusunda çeşitli çabalara girişümiş, 1808’de Senedi İttifak, 1839’da Tanzimat Fermanı (Gülhane Hattı Hümayunu) uygulamaya konmuştur. Ama, bu yasâlar devletin kuruluş ve işleyişine ilişkin, maddeler içermediklerinden, bir anayasa olmaktan çok, bir hak bildirisi niteliğindedirler.
1876 KANUNÎ ESASİSİ
İlk Türk Anayasası 23 Aralık 1876’ da ilan edilen ve 119 maddeden oluşan Kanunu Esasi’dir. Ama gerçekte, Kanuni Esasi gerek biçim, gerek içerik açısından çağdaş bir anayasa niteliği taşımaz. Bir Kurucu Meclis tarafından değil, padişahın atadığı bir heyet tarafından hazırlanan bu anayasada, padişahın bazı yetküeri sınırlandırılmakla birlikte, gerçekte bütün yetkiler gene onda bırakılmıştır. Ayrıca kişilerin güvenceye alınmış haklan da yoktur. Monarşik bir anayasa olan 1876
yayımladı. Aynca, Santorini, Scarpa, Monro, Vicq d’Azir gibi araştırmacılar, anatomi alanındaki birçok buluşu ortaya koydular. 1750 yıllarında insan bedeninin ana çizgüeri ve organlann makroskopik işleyişi bilinmekteydi, yalnızca beynin iç yapısı henüz gözlemlenememişti. Ama
Kanuni Esasisi, Türk siyasal tarihi açısından, mutlak bir monarşi döneminden meşruti monarşi dönemine geçişi dile getiren bir belge olarak nitelendirilebilir.
1876 Anayasası çift meclisli bir parlamentoyu öngörmekteydi: Heyeti Ayan; Heyeti Mebusan. Heyeti Ayan’ın üyeleri padişah tarafından atanıyor, Heyeti Mebusan’m üyeleriyse halk tarafından seçüiyordu. Bu anayasaya göre bakanlar, meclise karşı değü padişaha karşı sorumluydular; padişahın, meclisi dağıtma yetkisi vardı: her iki meclisin üyeleri de padişaha bağlılık yemini etmek zorundaydılar (1876 Anayasasında 1909 yılında değişiklikler yapılmasıyla, yönetimdeki İttihat ve Terakki Partisi’ne bazı yetküer verilmiştir).

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*