Genel

ATOM BOMBASI

ATOM BOMBASI

A.B.D’nin savaşa girmesi, kesin sonucun alınmasını sağladı: Avrupa’ da açılan ikinci cephe, Almanya’nın çökmesine yol açarken, Büyük Ok-yanus’u yeniden ele geçirme girişimi, japonya’nm teslim olmasıyla sonuçlandı. Hiroşima’ya ve Nagazaki’ ye atılan atom bombası, savaşı sona erdirirken, strateji kurallarını yıkan ve insanlık tarihinde yeni bir dönem başlatan bu önemli silah konusunda A.B.D’nin ne kadar ilerlemiş olduğunu da ortaya koydu. Bu arada Ağustos-Ekim 1944 Dumbarton Oaks Konferansı’nda taslağı hazırlanmış ve Nisan-Haziran 1945 San Fransis-ko Konferansı’nda son biçimini almış olpn Birleşmiş Milletler yasasının 1945 Temmuzunda A.B.D. senatosu tarafından onaylanmasıyla, Birleşmiş Milletler Örgütü kuruldu.
SOĞUKSAVAŞ
Savaş sona erince, A.B.D. üe
S.S.C.B’nin çıkarları yavaş yavaş çatışmaya başladı. Amerikalıların çoğu, Hitler’in yenUgiye uğratılmasının, totaliter bir rejimin yerine bir başkasının konulmasından başka işe yaramadığım düşünüyordu. Dördüncü başkanlık dönemine başlayan Roosevelt’in 1945 Nisanında ölmesiyle başkan yardımcılığından başkanlığa yükselen Harry Truman (1949’da yeniden seçildi) da, bu görüşü paylaşmaktaydı. Dış siyasetini Marshall plam uyarınca Avrupa ülkelerine iktisadi yardıma ve Wa-shington’da 5 Nisan 1949’da kurulan Atlantik Paktı üyelerine askerî yardım yapılması ilkelerine dayandıran Truman, böylece, hem A.B.D. iktisadının gereklerine, hem de soğuk savaşm kısıtlamalarına uygun düşen Welfare State (Refah Devleti) siyasetini ortaya koymuş oldu. A.B.D’nin Kuzey Kore’nin saldırısına uğrayan Güney Kore’nin yanında yer alması (Birleşmiş Milletler Örgütü’nün kararıyla), soğuk savaşı tehlikeli bir aşamaya getirdi. Truman, çatışmanın Çin’e sıçramasını önleyerek barış görüşmelerini baş-lattıysa da, barış, ancak 1952’de Roosevelt’ten sonra başkanlığa seçilen Eisenhower tarafından gerçekleştirildi. Kore savaşı, A.B.D’nin dış siyasetinde bir dönüm noktası olmuş ve bu ülkenin yeniden silahlanmasına yol açmıştı. Ülke dış siyaseti artık gerek Avrupa’da, gerek Asya’da komünizmin yayılmasını engelleme ilkesine dayanıyordu.
Cenevre Konferansından (1954) sonra A.B.D’nin, Güneydoğu Asya’ nın savunmasını pekiştirme siyaseti izlediği görüldü: 8 Eylül 1954’te Manila paktı; Milliyetçi Çin’in desteklenip, Çin Halk Cumhuriyeti’nin
Birleşmiş Milletler örgütü’ne alınmasına karşı çıkılması. Avrupa’daysa, Federal Almanya’nın NATO’ya alınması ve Fransızların çekimserliğine karşm, Batı Avrupa’nın savunulmasına katılması desteklendi. Süveyş olayı, 1956 yılı Kasım-Aralık aylarmda yeni bir uluslararası bunalım yarattı. A:B.D., îngilizlerin ve Fransızların Mısır’a karşı harekete geçmesini doğru bulmadığını açıklayıp, S.S.C.B’nin ağır basması karşısında, Yakındoğu’da kendi çıkarlarım savunmak için, eski müttefiklerinin yerine geçmeye çalıştı. Bu kesin tavır, nükleer silahlanma ve uzay yarışma son verme konularında A.B.D. ile S.S.C.B. yöneticilerinin buluşup görüşmeleriyle sonuçlandı. Ama başkan yardımcısı, Ni-xon’in Moskova’yı, Kruşçev’in de Washington’i ziyaretleri sırasmda bir yumuşama siyasetini gerçekleştirmek istediklerini açıklamalarına karşm, 1960’ta Paris’te yapılması kararlaştırılan konferans çeşitli olaylardan ötürü (bu arada S.S.C.B. göklerinde bir A.B.D. casus uçağının düşürülmesi) yapılamadı. A.B.D’nin özellikle Japonya ve Latin Amerika’daki etkisine karşı yöneltilen saldırdar, havanın yeniden gerginleşmesine yol açtı. Üstelik
S.S.C.B’nin desteğiyle Küba’da Fidel Castro hükümetinin kurulmasını, Washington, bir kışkırtma olarak yorumladı.
KENNEDY
Demokrat Kennedy’nin iktidara gelmesiyle A.B.D. hükümeti ile A.B.D. siyasetinde bazı değişiklikler yapıldı: Azgelişmiş ülkelere yardımın komünizme karşı savaşımda bir araç olarak kullanılması; nükleer denemelerin yeniden başlatılması; uzay programının uygulanmâsmm hızlandırılmasıyla, S.S.C.B’yle güç dengesi kurmaya çalışılması; Çin Halk Cumhuriyeti’nin Birleşmiş Milletler örgütü’ne girmesine karşı çıkmanın sürdürülmesi, ama Güneydoğu Asya’nın işlerine müdahalenin daha dikkatli biçimde yürütülmesi. 1962′ deki Küba bunalımı, S.S.C.B’yle görüşmeleri yeniden başlattı ve 1963 Ağustosunda nükleer denemelerin kısıtlanması konusundaki Moskova anlaşmasının imzalanmasıyla, soğuk savaşa son verildi.
Kennedy’nin 22 Kasım 1963’te Dallas’ta öldürülmesiyle yerine geçen başkan yardımcısı L.B. Johnson, 1964’te yapılan başkan seçimlerini kazanarak yerini korudu. Kuzey Vietnam ile Vietkong’u görüşme masasına oturtmak umuduyla A.B.D’nin Vietnam savaşma müdahalelerini hızlandırdı. Başarısızlığım fark edip
1968 seçimlerine katılmaması üstüne, Nixon başkanlığa seçildi.
173
A.B.D. başkaıdarmdan bazdan:
Theodore Roosevelt
NÎXON
John Kennedy
Lyndon Johnson
ması, C.İ.A. ile F.B.Î. örgütlerinin yasadışı etkinlikleri konusunda Rockefeller ve Church komisyonlarının
raleransı surauı-uranı, yürattüüeri sonu gelmez sora^ur- , , bir d
Pekin’lede görüşmeleri malar vefakmalar, gy a!ö.D. hal ı tv-:- ok 1071’He ısını güçleştiriyordu. Aynca yem uuu»» _v_. _____,
Nixon, Paris’te, Johnson tarafindan başlatılan konferansı sürdürürken, Moskova ve “Rr,î’0Tn0’0T’i
Iaşmayacagı samlıyordı geçmeden, başkan ile 1 smdaki ilişkiler gerginle; Carter, tasarılarına I
başlattı. A.B D’nin 25 Ekim 1971’de, Çin TTfllIc Cumhuriyeti’nin Birleşmiş Milletler Örgütü’ne girmesini kabul etmesi ve Nixon’in 21-28 Şubat 1972’de Pelrin’e, 22 Mayıs-1 Haziran 1972’de Moskova’ya gitmesi, iki büyük devletin, yumuşamaya yol açacak sürekli bir görüşme başlattıkları umudunu uyandırdı. Yaptığı ziyaretlerden kazançlı çıkan, yurt-taşlannda, Çinhindi’nde barışı, demokrat rakibi Mac Gövem’dan daha kolay sağlayabileceği izlenimi uyandıran Nixon, 1972 Kasımında yeniden başkanlığa seçfldi ve ikinci başkanlık döneminin ortasına doğru, Paris’te Vietnam ateşkes anlaşmasını imzaladı (27 Ocak 1973).
Bu arada iç siyasette şaşırtıcı olaylarla karşılaşıldı. 1972’de, Nixon’m adamları. Demokrat Parti merkezinde (Washington’da Watergate binalarında), telefon konuşmalarını ve çeşitli haberleşmeleri gizlice dinlemiş ya da saptamışlardı. Basının bu yasadışı “Watergate 01ayı”nm iç yüzünü ortaya koymak için uzun süre uğraşması sonucu, 1974’te sert bir tartışma başladı; çok geçmeden, kamuoyu başkanın istifa etmesini istedi.
Ağustos ayında açıkça suçlanan Nixon, birkaç gün sonra istifa etti ve yerine, yardımcısı Gerald Ford (Spiro Agnew’in 1973 Aralığında istifa etmesinden sonra bu göreve gelmişti) geçti.
FORD
A.B.D’nin, Watergate rezaleti ve Vietnam savaşı nedeniyle şaşkına döndüğü bir sırada başkanlığa getirilen 6. Ford, çok büyük değişikliklerin söz konusu olmadığı bir hava içinde görevine başladı: Nixon kabinesinin bütün üyelerini, özellikle de Henry Kissinger’ı görevlerinde tuttu.
Yeni dönemin başlıca özelliğini, yirmi beş yıldır Kongre üyesi olan deneyimli başkan üe Kongre’nin çoğunluğunu oluşturan demokratlar arasındaki çekişmeler oluşturdu: Demokratlar, 1974 Kasımındaki seçimlerde, Temsücüer Meclisi’nde büyük çoğunluk elde etmiş, Senato’ da denetimi ele geçirmişlerdi. Ayrıca, yerel seçimlerde de başarı kazanmışlar ve cumhuriyetçilerin, altı eyalet valisine karşılık, yirmi sekiz eyalet valisi çıkarmışlardı. Gerald Ford’un Nixon’m hiçbir koşula bağlı olmadan temize çıkarılmasına karar vermesine, Kongre şiddetle karşı çıktı. Yolsuzluk olaylarının (Lockheed; petrol şirketleri) açığa çıkarıl-
işini güçleştiriyordu. . , . . başkan, seçimle değil, Nixon m istifası sonucu göreve gelmiş olduğu için, halkın desteğinden de yoksundu.
Üstelik, iktisadi durum da iyi değildi: Yıllık enflasyon oranı % 12’yi bulmuştu; etkin nüfusun % 9’u işsizdi; tüketim ve katışıldı ulusal ürün azalıyor, A.B.D. iktisadı İkinci Diinya savaşından sonraki en ciddi durgunluğa giriyordu. Bu durum karşısında G. Ford, cumhuriyetçilerin geleneksel tutuculuğuyla davranarak, devletin iktisada doğrudan müdahalesi siyasetine, özellikle de toplumsal nitelik taşıyan harcama taşanlarına karşı çıktı. Ama petrol fiyatlarının artması karşısında, bütçe açığını genişletme tehlikesi yaratan tüketim azalmasını canlandırmak için, mali yükleri hafifleten bir siyaset izlemek zorunda kaldı. Sonuçlarsak, A.B.D’nde bolluk ve sürekli iktisadi büyüme dönemi sona erip, durgunluk, enflasyon, enerji ve beslenme sorunları dönemi başladı.
Dış siyasetteyse soğuk savaşa ve Vietnam savaşına son verildi (1975). Bazı sürtüşmelere karşın, komünist ülkelerle de bir yumuşama havasına girildi. H. Kissinger’ın izlediği siyaset, G. Ford’un önce Vladivostok’ta (1974),sonra da Helsinki’de Brejnev’ le görüşmesine yol açb. Bu görüşmeler sonucunda, iki ülke arasında beş yıllık değiş tokuş anlaşmaları (Â.B.D. tahılına karşılık,S.S.C.B’nin petrol vermesi) imzalandı. Ford’un Aralık 1975’te Pekin’e yaptığı yolculukla, Çin’le de ilişküer başlatıldı. Bazı yerel çatışmalar ve Kissinger’ ın çabalarına karşın sona erdirile-meyen Îsrail-Arap gerginliği sayılmayacak olursa, bu dönemde, dünya banşını tehdit eden büyük bir çatışma olmadı.
CARTER
2 Kasım 1976 da Jimmy Carter’ın başkanlığa seçilmesi, sekiz yıllık cumhuriyetçi iktidarına son verdi. 1849’dan 1976’ya kadar gerçek Güney’in ilk temsilcisi olan Carter, A.B.D. siyasetine yeni bir üslup getirdi» Kamuoyundaki huzursuzluğun giderilmesi gerektiğini kavrayarak, Vietnam savaşından ve Watergate’ ten sonra iyice sarsılmış olan başkanlık kurumana, eski saygınlığını kazandırmaya, yeni bir toplumsal birlik yaratmaya uğraştı. Kong-re’nin çoğunluğu demokrat olduğu için Carter’ın, G. Ford’un Uğraşmak zorunda kaldığı sorunlarla da karşı-
dan seslenmek zorunda sat alanında ılımlı bir g seti gütmek istiyordu am dişine büyük ölçüde oy Kuze/deld zencileri,hem neleşmeden ve kentleşm gin olan Kuzeydoğu kesir kendisini seçmiş olan siyasetinin uygulanmas “Giiney”i hoşnut etmek i Bu arada, yolsuzluklara ı bütçe müdürü Bert Lan etmek zorunda bırakılma üe basın ve “jcurulu düz« daki uçurumu daha da ı di. Maden işçüerinin 1971 grevi ve gelirleri azalan hoşnutsuzluğu, durumu ağırlaştırdı. Yalnızca güı ¡erin artması yönünde veren sendikalar da, üen köklü bir toplumsal değişil çıkıyorlardı. Yapılan resi malara göre, 1977’de ülke nın °/o 12’si (26 milyon kişi’ du; bunların büyük böli zenciler oluşturuyordu.
HASTA BİR İKTİSAT
Carter’ın izlediği iktisat siy 1976’dan sonra iki dön« etmek gerekir: Bütçe açıklı bütün iktisadi belirtilerin nin gerçek olanaklarının yaşadığını gösterdiği dönen yonu durdurma isteğinin v leri sıkma siyasetinin ağı 1978’den sonraki dönem. G A.B.D’nde, genel olarak bı da, çeşitli nedenleri olan b yonun yerleştiği gözlenir: £ su nedenler arasında ticari sindeki açığın günden güne si (1975’te 11 milyar dolar 26 milyar dokur), tase yatınmda kullanılabilecek lerin azalması, toplumsa harcamalarının artması Bakanlığı., 1978’de, »/o 35 bütçeden en büyük payı alı tüketimin aşınlaşması sı Carter’m, 1977’de45xnilyaı 48 milyar açığı olan bütçele ması sonucunda katışıklı ul 1977’de 4,9’luk, 1978’de 3 yükselme göstermiş, aynca % 7,5, 1977’de % 6,9 olaı 1978’de % 6’ya (bu, 1974’te yıllarda ulaşılmış en düşü dir) düşmüştür; buna karşı] yon artmıştır: 1978’de % 11 % 13.
SİYASAL BAŞARILAR
Carter’m tutumunun, dış si
nında, daha özgün değilse de, daha açık olduğu söylenebilir. Devlet bakam Cyrus Vance’e (Nisan 1980’e kadar görevde kaldı), güvenlik danışmam Zbigniew Brzezinski’ye ve 1979’da istifa edinceye kadar Birleşmiş Milletler Örgütü elçiliği yapan Andrew Young’a dayanan dış siyaset, Kissinger’m benimsediği siyasetten bütünüyle farklıydı ve “yalnızca Sovyet blokuna karşı değil, Üçüncü Dünya devletlerine karşı da, insan haklarım savunmak için ideolojik saldırıya geçme” ilkesi üstünde temelleniyordu: Angola ve Mozambik gibi ülkelerle işbirliği yapma isteği; Zaire’deki Mobutu rejimine silah yardımının azaltılması; lan Smith’e ve Güney Afrika Cumhuriyeti’ne sürekli baskı yapılması. Öte yandan, Güneydoğu Asya’da, durumun normale dönmesi için gerçek bir çaba harcandı; Küba’yla ilişkiler yeniden kuruldu. Avrupa’daysa Kissinger’m seçimlerle ilgili zamansız müdahalelerinin yerini, “Avrupa komünizmi” karşısında hiç olmazsa görünüşte ilgisizce bir tutumun benimsenmesi aldı. Ama İran şahmın önce desteklenmesi soma da Beyaz Saray’ın desteğinin çekilmesi (İran’da Amerikalı rehineler işinin karmakarışık olması), “diplomat” başkan görüntüsüne gölge düşüren olaylardı.
Carter yönetiminin başlıca üç başarısı olduğu söylenebilir: 1977 ve 197ft’de Panama kanalı konusunda iki anlaşma imzalanması (görüşmeler on üç yd sürmüştü); Çin’le, 1 Ocak 1979’da diplomatik ilişkilerin kurulması (31 Ocak 1979’da iki ülke arasında geniş kapsamlı bir işbirliği anlaşması imzalandı); Washington’da, İsrail-Mısır barış anlaşmasının imzalanması (26 Mart 1979).
5.5.C.B. konusundaysa, 1980’de soğuk savaş havası yeniden her yanı sardı. S.S.GB’nin Afganistan’a askerî müdahalesi üstüne, A.B.D.,
5.5.C.B’ne buğday satmayı durdurdu, ticaret ve kültür alışverişini azalttı; Moskova olimpiyatlarına katılmadı. Ayrıca, aynı tutumu benimsemeleri için, Avrupa’daki müttefiklerine ve Japonya’ya baskı yaptı. Bu arada Tahran elçiliğinde Amerikalıların rehin tutulması olayından sonra, İran’daki yeni rejime karşı sert yaptırımlar uygulandı: îki ülke arasında, diploması ilişkilerinin bütünüyle kesilmesi; A.B.D’nin İran’a hiç mal satmaması; İran’ın A.B.D. bankalarındaki bütün varlığına el konması; İran’la her çeşit para ve ticaret ilişkisinin yasaklanması; vb.
REAGAN
Kasım 1980’de Ronald Reagan’m başkanlığa seçilmesi (20 Ocak 1981’de göreve başladı), A.B.D’nin dış siyasetinde de yeni bir değişikliğe yol açtı. A.B.D’ne daha güçlü bir gö-
rünüm kazandırmak isteği ağır basmaya başladı. Ama Ronald Reagan,
5.5.C.B’nin genişleme siyasetine her yerde etkili bir biçimde karşı durarak A.B.D’nin önderliğini kurmak isteğini, her zaman aynı kararlılıkla uygulayamadı. Nitekim bozgunculukla suçlanan Nikaragua ve Küba’mn uyarılmasına, Salvador’daki Amerikalı danışmanların sayısının artırılmasına karşın, yeni yönetim “Vietnam benzeri” bir çıkmazın içine düşme korkusundan kurtulamadı. Avrupa konusundaki siyaset de kesinlik ve açıldık kazanamıyordu: Washington, bir yandan Salvador ve Afganistan olayları konusunda, müttefDderi-nin daha kararlı ve kesin davranmalarım isterken, bir yandan da
5.5.C.B’ne konmuş olan tahıl ambargosunu kaldırdı. Ortadoğu konusunda da kararsız bir tutum izlenerek Suudi Arabistan’a AWACS radar-uçak-lan verilmesi, Washington ile İsrail arasında gerilime yol açtı. İç siyasetteyse, yeni yönetim korkunç sorunlarla karşılaştı: 1980’de işsizlik arttı; birçok kesimde gerileme görüldü (otomobil üretiminde % 30); enflasyonun hızı azalmak bir yana, şiddetlendi (% 12,4). 5 Şubat 1981’de Ronald Reagan, ülkenin, “1930’dan bu yana en ciddi iktisadi kargaşayı” yaşadığını açıkladı. Enflasyonla savaşım bir ölçüde başarıya ulaştı ye doların değeri yükselmeye başladıysa da, 1983’teS.S.C.B’ninbirGüneyKo-re yolcu uçağım, A.B.D. hesabına casusluk yapmakla suçlayarak düşürmesi, dış siyasette yeni gerginliklere yol açtı. 1984’te yapılan başkanlık seçimlerinde, Demokrat Parti adayı Walter Mondale karşısında oyların % 59’unu alarak yeniden başkanlığa seçilen Reagan, S.S.C.B.’yle ilişkileri yoğunlaştırmaya yönelerek, orta menzilli nükleer başlıklı silahların karşılıklı olarak azaltılması ve Orta Asya’daki konvansiyonel silahların kaldırılması konusunda, Andro-pov’a görüşme önerdi. Andropov’un 9 şubatta ölmesi üstüne bu görüşme gerçekleştirilemediyse de, 1984 Ey-lül’ünde S.S.C.B. Dışişleri Bakanı A. Gromiko’nun Beyaz Saray’da Rea-gan’la görüşmesi, iki ülkenin ilişkilerinin sıklaştırılmasında, başlangıç adımı oldu. Reagan’m Polonya’ya uygulanan iktisadi ambargoyu kaldırması ve Çin Halk Cumhuriyeti’ni ziyaret etmesi (26 Nisan), sosyalist blokun öbür ülkeleriyle de ilişkileri yumuşattı. Gorbaçov’un başkan olmasıyla yeni bir döneme giren A.B.D.-S.S.C.B. ilişkileri, 1985 Ka-sım’mda iki ülke önderinin Cenevre’de buluşmalarından sonra hız kazançlıysa da, gerek bu görüşmede, gerek 1986 Ekim’inde İzlanda’da yapılan ikinci görüşmede, Reagan’ın
5.5.C.B’nin “Yıldız Savaşları Progra-mı”ndanvazgeçilmesi(Gorbaçovİju-
na karşılık, Cruise ve Pershing füzelerinin görüşme dışı tutulmasını kabul etmişti) ve stratejik silahlarda her iki ülkenin % 50 indirim yapmaları önerisini kabul etmemesinden ötürü, somut bir sonuca ulaşılamadı. Bu arada, Reagan’m Orta Amerika siyaseti sürdürülerek Nikaragua’da rejime karşı savaşan Contralar’a yardımlar artırıldı. A.B.D yörüngesindeki El Salvador gibi ülkelere yapılan askerî ve iktisadi yardımlar da çoğaltıldı.
Libya’yla ilişkiler, Libya’nın uluslararası terörü desteklediği gerekçesiyle Büyük Sirt körfezine gönderilen 6. filo gemilerine Libya’nın füzelerle saldırması üstüne yeniden gerginleşti ve 1985 Mart’mda A.B.D. uçaklarının Libya’daki bir radar üssünü bombalayarak, iki Libya gemisini batırmaları sonucunda tehlikeli bir duruma geldi: 1986 Nisan’ında A.B.D. uçakları (İngiltere’den ve Akdeniz’deki bir uçak gemisinden kalkmışlardı) Trablusgarp ve Bingazi’yi bombaladı.
1986 Kasım’mda, Lübnan’da yayımlanan bir derginin, A.B.D’nin gizlice İran’a silah sattığı yolunda bir habere yer vermesiyle patlayan ve “İrangate” diye adlandırılan skandal sırasmda yapılan soruşturmalarda, İran’a satılan silahlardan elde edilen gelirin, A.B.D. Kongre’sinden gizli olarak Nikaragua’daki “Contralar”a yardım için kullanıldığı anlaşıldı ve olayda sorumlu bulunan CİA başkam, Rea-ğan’ın danışmanı ve Ulusal Savunma Komisyonu’nun bazı üyeleri görevden alındı. Bütün bu olayların yıprattığı Reagan’sa, 1988 Kasım’m-da yapılan seçimleri yitirerek, A.B.D. başkanlığım Cumhuriyetçi Parti adayı George Bush’a devretmek zorunda kaldı.
BUSH
1989’un Ocak ayı sonunda devlet başkanlığım devralan Bush,
S.S.C.B’yle ilişkilerde gerçek bir barış dönemim başlatarak, 20 Haziran 1989’da Gorbaçov’un A.B.D.’yi ziyaretinden sonra, Malta’da yaptıkları zirve toplantısının (Aralık 1989) ardından, “A.B.D. halkının Başkan Gorbaçov’u yürekten desteklediğini….” ve “…. S.S.C.B.’nin uluslarası pazara katılması için elinden geleni yapacağını…” açıkladı. Dostluk havası, iki başkanın 1990 Mayıs’mda bu kez Washington’da biraraya gelmeleriyle daha da geliştirildi.
Ne var ki, bu gelişmelerle yıllardır baskısı altında olduğu “komünist tehdidin” kalkmasıyla ferahlayan A.B.D. halkı, bu kez de Panama’da görev yapan bir A.B.D. subayının öldürülmesi (17 Aralık 1990) üstüne A.B.D. birliklerinin 20 Aralık 1990 gecesi Panama’ya müdahaleleriyle
175
Dakota da, Kara Tepeler’de. Demokrasi tapınağı Rush more tepesi: Tepenin yamaçlarına, George Wdshington’un, Thomas Jefferson ‘in, Abraham Lincolh’un ve Theodore Roosevelt ‘in dev büstleri • oyulmuştur.
(Başkan Noriega, 3 Ocak 1990’da A.B.D. Narkotik Büro yetkililerinin teslim olarak, Florida’da yargılanmaya başlandı) yeni bir huzursuzluğa kapıldı. Bunu, 2 Aralık 1989’da Kuveyt’i işgal etmiş olan Irak’ın, bütün uyanlara karşın Kuveyt’ten çekilmeyi kabul etmemesi üstüne, A.B.D.’nin ağırlıklı girişimleri sonucunda Birleşmiş Milletler’m duruma müdahale karan almasıyla, büyük bölümünü A.B.D. birliklerinin oluşturduğu BM kuvvetlerinin Irak’a müdahalesi (17 Ocak 1991) izledi. “Çöl Harekâtı” adı verilen bu harekât, 24 Şubat’ta başlatılan kara savaşının, 100 saat içinde sonuçlandmlarak Irak’ın Kuveyt’ten çıkanlmasıyla ve BM kuvvetlerinin Basra’ya kadar* uzanan bölgeyi ele geçirmeleriyle sonuçlandı.
Ne var ki, çok kısa süren, ama A.B.D.’ye çok büyük bir mali yük getiren bu savaşın da etkisiyle, ülke iktisadında başlayan büyük durgunluk, 1992 seçimlerinde kararsızların oy-lannı Bush’a karşı kullanmalarına yol açtı ve Demokrat Parti’nin adayı Bili Clinton, 3 Ekim 1992’da A.B.D. başkanlığına (Anayasa gereği 20 Ocak 1993’te göreve başlayacaktır) seçildi. Bush’sa, görevi devretmesine çok az kaldığı bir sırada (Aralık 1992), B.M’nin bu kez de kıtlığa karşı Batı’dan gönderilen yardımların halkın eline geçmemesi gerekçesiyle Somali’ye müdahale karan almasında (oluşturulan BM kuvvetlerine katılmak için 19 Aralık 1992’de 300 kişilik bir Türk birliği de Mersin’den Somali’ye hareket etti) etkili oldu.
BAŞKANLIK REJİMİ
17 Eylül 1787 Federal Anayasası uyarınca yürütme gücünün başında bulunan A.B.D. cumhurbaşkanının yetkileri son derece geniştir; bu yüzden A.B.D’nin siyasal rejimi, “başkanlık” rejimi diye nitelenen yönetim biçimi-
nin en iyi örneği sayılabilir.
BİR UZLAŞMANIN ÜRÜNÜ
Birliğin, eyaletler üstündeki egemenliğini vurgulayan “federalist” eğilimler ile eyaletlerin özerkliğini savunan “federalizm karşıtı” eğilimler arasındaki bir uzlaşmanın sonucu olan A.B.D. anayasası, yasama gücünden ayn ve onu dengeleyen, güçlü bir yürütme gücü öngörmüştür.
Yürütme gücünü ellerinde tutan başkan ve başkan yardımcısı dört yıl için, genel oyla seçilirler. Başlangıçta, başkanın sürekli seçilebileceği öngörülmüş, ama Washington’m üçüncü kez başkanlığa aday olmayı istememesi üstüne, başkanlığa yalnızca iki kez aday olmak bir gelenek haline gelmişti. Ama Roosevelt, bu geleneğe uymayarak 1940’ta üçüncü, 1944’te de dördüncü kez başkan seçilme başansını gösterince, Ana-yasa’mn 22. maddesiyle (1951’den bu yana uygulanmaktadır) “ bir kişinin başkanlığa yalnızca İlci kez seçilebileceği” kuralı getirilmiştir. Bununla birlikte, başkan yardımcısının, görevinin bitiminden iki yıldan daha az bir süre önce başkanın yerine geçtiği durumlarda, iki kez daha başkanlığa adaylığını koyabileceği de kabul edilmiştir.
BAŞKANIN SEÇİLME BİÇİMİ
A.B.D’nde başkanlık seçimi, birçok evrede gerçekleşir. Demokrat Parti, Cumhuriyetçi Parti ya da herhangi bir başka parti önce, partinin başkan ve başkan yardımcısı adaylanm seçer (adaylar, her eyaletin temsilcilerinden oluşan parti genel kurulu tarafından seçilir). Adayların kıyasıya çekiştikleri üç ay kadar süren bir seçim kampanyasından sonra, her eyalette, kasım ayının ilk pazartesi gününü izleyen sah günü, parti büyük
seçmenlerinin (ya da başk menleri) seçimi genel oylarm çekleştirilir. Sözü geçen seç bu oylamadan birkaç gün so: lanarak başkanı ve başkan ya smı seçerler. Her eyaletin, ke fusuna oranla belli sayıda seçmem vardır. Bu göreve ad lar, rekabet halindeKi partileı lerini oluştururlar: Çoğunlu eden liste, bütünüyle seçiln Partilerin ülke çapındaki baş menleri sayısı 538’i bulur. 1 iki parti söz konusu olunca, e oy elde eden partinin başkar kan yardımcısı seçilmiş olur, seçmenleri, kendi partilerin; lanna oy vermeyi kabul ederi lece A.B.D’nin başkam ve yardımcısı, genel halk oyuı ğunluğunu.almadan seçileb: kan seçmenlerinin mutlak ç ğunun oyu, seçilmek için y( 1876’da Hayes, 1888’de de I böyle seçilmişlerdir. Seçin parti katıldığında, hiçbiri 27( etmeyebilir. O zaman baş! başta giden iki aday arasmch silciler Meclisi üyeleri seçeri lak çoğunluk zorunludur; eyaletin, temsilcilerinin saj olursa olsun, ancak bir oyu Jefferson 1800’de, John Adams da 1824’te, bu yolli gelmişlerdir. Başkan, seçilir sonraki 20 Ocak günü görev lar.
BAŞKANLIK ÖRGÜTÜ VE BAŞKANIN YETKİLERİ
Başkan, kabinesinin üyeleri devlet bakanı diye adlandu kanlanm seçer (Senato tarafı onaylanmalan gerekir). Ki§ rak yalnızca başkana karşı olan bu bakanlar (kabinemi sorumluluğu yoktur), gene başkan tarafından görev uzaklaştırabilirler. Başkı
176
kabinenin bütünüyle ya da ilgili bakanla görüştükten sonra, herhangi bir konuda kararan verir. Teknik uzmanlıklarına bakılarak seçilen devlet bakanları, genellikle Kongre üyesi değildirler.
1939’daiı sonra kabineye, Roosevelt’ in kurduğu, Truman’m da üye sayısını artırdığı Başkanlık Yürütme Bürosu (Executive Office of the President) bağlanmıştır. Başkanın en yakın yardımcıları, bu büroda yer alırlar.
Sonra başkan, yürütme gücü ile yasama güçleri arasında ilişkiyi sağlayan elli kadar komisyonun üyelerini seçer (bunların da Senato tarafından onaylanmaları gerekir). Kongre’nin oyladığı yasaları uygulamakla sorumlu olan ve her İlci meclisin de ancak üçte iki çoğunlukla karşı gelebüeceği bir veto hakkı bulunan (Roosevelt döneminde bu veto 631 kez kullanılmıştır) başkan, Kongre’nin her oturum mevsimi başında yaptığı ve bu kurul için gerçek bir yasa programı niteliğini taşıyan “Birliğin Durumu Üstüne Açıklama’’ konuşmasıyla, yasa çalışmalarına katılmış olur. Üç milyon kişinin çalıştığı federal yönetimin de başı olan başkan. Yüksek Adalet Divanı üyelerinin atamasını yapar; dış siyaseti yönetir; ancak’ Senato* dan geçtikten sonra uygulanabüen anlaşmalar konusunda görüşmeler yapar, imzalar; yabancı hükümetlerle yapılan “yürütme anlaşmaları” (executive agreements) ise yetkisinin dışında kahr.
Orduların başkomutanı sayılan başkan, ulusal savunmadan sorumludur; ama savaş açma yetkisi yalnızca Kongre’dedir. Başkanın, ayrıca, ölüm cezasını bağışlama yetkisi vardır.
KONGRE’NİN AĞIRLIĞI
Dünya’da çok az cumhurbaşkanının A.B.D. başkanı kadar yetkisi vardır. Buna dayanılarak, 1787 Anayasası’ nın öngördüğü yürütme ve yasama ayırımının geçersiz olduğu ve yürütmenin bütün iktidarı ele geçirdiği düşünülebilir; ama, 1929’dan sonra A.B.D. siyasetindeki gelişmelerin yürütme gücünü ön plana geçirmesine karşın, böyle düşünmek yanlış olur.
Gerçekten başkanın, genel seçimlerin sonuçlan kendi partisinin zararına da olsa (bu duruma A.B.D’nde çok sık raslanır) Kongre’yi dağıtma yetkisi yoktur. Söz konusu durumda, özellikle Temsilciler Meclisi ve Senato, bütçe konusundaki veto hakkından yararlanarak uygulanan siyaset üstünde gerçek bir baskı kurduğu için, başkanın yetkileri kısıtlanır ve iş göremez hale getirilebilir.
A.B.D’NDE EDEBİYAT
A.B.D’nde edebiyat, dil ve kültür kökenlerine bağlı olarak, İngiliz edebiyatından kaynaklandı, ülkeye ilk yerleşen koyu dinci göçmenler, konularını daha çok dinden alan yapıtlar ortaya koydular; sonra toplumsal ve ahlaksal açıdan bir yenilenme umudu ve yeni bir toplumun doğuşuna inanış gibi değişik duygular, edebiyata egemen olmaya başladı. A.B.D’nde edebiyatın öncüleri sayılan Washington Irving (1783-1859), Fenimore Cooper, ozan William Cullen Bryant (1794-1878) da bu duygulan dile getirdüer. Oysa, dinci görüşün ilkelerine başvuran Edgar Poe ve The Scarlet Letter’m (Kızıl Damga; 1850) koyu dinci yazan Nathaniel Hawthorne, ilk yazarların iyimser, umut dolu anlayışını bir yana bıraktılar. Gerek Hawthorne’un, gerek Beyaz Baiina’nm (Moby Dick; 1851) yazan Herman MelvUle’in yapıtlannda odak noktasını karamsarlık ve kötülük korkusu oluşturdu.
ÜÇ BÜYÜK LİRİK YAZAR
Bu bütünüyle kötümser yazarların yanı sıra, üç büyük lirik yazar, Amerikan kültürünün gerçek kuru-culan oldular: Düzyazıyı geçmişin izlerinden ve etküerinden kurtaran Ralph Waldo Emerson;vahşi yaşamın hayranı olan Henry David Thoreau; gerek lirik anlatımıyla, gerek demokrasi inancıyla dikkati çeken Walt Whitman. Ama, bu yazarlar, seçkin bir çevrenin temsücileri olarak kaldılar. Longfellow (1807-1882), Whittier (1807-1892) ve Harriet Beecher-Stowe (Tom Amcanın Kulübesi [Uncle Tom’s Cabin] ;1851) gibi yazarlar, geniş halk kitlelerinin benimsediği bir edebiyat yaratamadılar. Buna karşılık Mark Twain (1835-1910), Huckleberry Finn’in Başından Geçenler (The Adventures of Huckleberry Finn, 1884) adlı yapıtıyla edebiyata tam anlamıyla A.B.D’ne özgü bir anlatım getirerek geniş halk kitlelerine sesini duyurmayı başardı. Bret Harte (1836-
1902), Twain’in güçlü gerçekçiliğini, O’Henry’yse (1862-1910) mizah anlayışını sürdürdüler.
MODERN DÖNEMİN BAŞLANGIÇ YILLARI
Modern dönemin başlangıç yıllarında, William Dean HoweUs’in (1837-
1920) öncülüğünü yaptığı gerçekçilik akımı yankı uyandırdı. XX. yy’m başlarında gelişen doğalcı akımsa, Amerikan efsanesinin (özgürlük, bi-reycüik) ötesinde, iktisadi ve toplumsal bir gerçeği de ortaya çıkarmaya çalışan eleştirel bir yaklaşımı
JEROME DAVİD SALİNGER Romancı ve öykttcU (New York, 1919).
Duyarlılığı ve mizahı kaynaştırarak yazdığı öykü ve romanlarında A.B.D. gençliğinin kararsızlığım ve kaygılarım dile getiren Saünger’ın başlıca yapıtlan arasında Gönül Çelen (The Catcher in the Rye; 1951); Franny and Zooey (1961); Rise Hight the Roof- Beam, Carpenters (Ustabaşı, Çatı Direğini Yüksek Tut; 1963) sayılabilir.
SİNCLAİR LEWİS
Yazar ve gazeteci (Sauk Center, Minnesota, 1885- Roma, 1951). Amerikan edebiyatını yer yer mizah öğeleri taşıyan özgün bir gerçekçiliğe yönelten Sinclair Lewis,1930 Nobel Edebiyat Ödülü’nU kazanmıştır. Başlıca yapıttan arasında Amerikan törelerini eleştiren Ana Cadde (Main Street; 1920), Elmer Gântry (1927), tipik bir Amerikalıyı betimleyen Babbitt (1922) ve Arrowsmith (1925) sayılabilir.
SHERWOOD ANDERSON
Yazar (Camden, Ohio, 1876- Panama, 1941). Yalın ve özentisiz üslubuyla dikkati çeken Anderson, roman ve öyküleriyle Faulkner’i, Hemingway’i büyük ölçüde etkilemiştir: Winesburg, Ohio (1919); Poor White (Yoksul Beyazlar; 1920); Dark Laughter (Acı Gülüş; 1925); vb.
RİCHARDWRİGHT
Romancı (Mississippi, 1909- Paris, 1960). Native Son (1940) ve Kara Çocuk (Black Boy; 1945) adlı romanlarıyla A.B.D’nde “zenci” edebiyatının kurucusu oldu. Edebiyat anlayışı, denemeci ve romancı james Baldwin (New York, 1924) tarafından sürdürüldü: The Fire Next Time (Bir Dahaki Sefere Ateş; 1963).
WİLLİAM STYRON
Romancı (Newport News, 1925). A.B.D’nin güneyinde yaşayan günümüz yazarlarının içinde kendine özgü nitelikleriyle dikkati çeken Styron, romanlarında masumluk, suçluluk (özellikle zencilere karşı), alkolün yol açbğı düşkünlük, başkaldırarak özgürlüğe kavuşma ve ölüm konularım işlemiştir. Başlıca yapıtlan arasında Lie Down in Darkness (Karanlıkta Yat; 1951), Set This House on Fire (Bu Evi Yak; 1960), The Confessions of Nat Turner (Nat Tur-ner’in İtiraftan; 1967), Sophie’nin Seçimi (Sophies Choice; 1979); This Quiet Dust (Bu Dingin Toz, 1982; 1985’te Cino del Luca Ödülü’nü aldı) sayılabilir.
177
1954’te Nobel Edebiyat ödülü ‘nü kazanan Ernest Hemingway ve oğlu.
1962’de Nobel Edebiyat ödülü’nü kazanan John Steinbeck.
1949’da Nobel Edebiyat ödülü ‘nü kazanan William Faulkner.
edebiyata getirmekle, son derece önemli bir rol oynadı. A.B.D. edebiyatında, The Red Badge of Covrage (Kırmızı Cesaret Nişanı; 1895) adlı romanın yazan Stephen Crane (1871- 1900) ve toplumcu yazar Up-ton Sinclair’Ie (1878-1968) başlayan doğalcı akımın dışında kalan jack London serüven romanlarıyla ün kazanırken, Henry James titiz ve ince anlatımıyla, sonradan Fransa’da Proust’un temsilcisi olacağı roman anlayışının Ok örneklerini verdi.
James Baldwin 178
Theodore Dreiser (An American Tragedy [Bir Amerikan Trajedisi], 1925), Sinclair Lewis (Babbitt, 1922) ve Sherwood Anderson (1876-1941) A.B.D’nde doğalcı akımın en iyi temsilcileri oldular.
YİTİK KUŞAK
Gertrude Stein’ın deyişiyle yitik kuşak (“The lost generation”), çağımızın en önemli Amerikan yazarlarını bir araya getirdi. Bu yazarların her biri, kendi anlatımı, kendi kültürü ve kendi takınaklanyla, Amerikan efsanesinin günden güne yozlaşmasını işlediler. Scott Fitzgerald’ın düş kırıklığı, John Dos Passos’un mutlak kapitalizme karşı koyuşu, Faulkner’ in çökmekte olan Güneyli dünya görüşünü yeniden yaymaya çalışması, Hemingway’in başıboşluğu, Steinbeck ve Caldwell’m Amerikan liberalizmine karşı çıkışlan, yitik kuşağın en belirgin özelliklerini oluşturdu. fames Joyce, Gertrude Stein ve Ezra Pound’un başlatmış olduğu öncü arayışlara bağlı kalan bu yazarlar, öylesine büyük yankı uyandırdılar ki, A.B.D’nde sonraki dönemlerde ortaya çıkan bütün romanlarda “yitik kuşağın” yaklaşımı sürdürüldü.
Sözgelimi Robert Penn Warren (doğ. 1905), Carson Me Cullers (1917-1967), William Styron (doğ. 1925) ve Tennessee Williams (1914-1983), Faulkner’m anlayışını sürdürerek, tıpkı onun gibi, eski Güney’in çöküşünü anlattılar. Çıplak ve ölu’nün (The Naked and the Dead; 1948)
yazan Norman Mailer i Yaşadıkça’nm (From Hc nity;1951) yazan James 1921), Dos Passos ve i doğrultusunda yer aldı] küstahlığın kaynaştığı C (The Catcher in the romanıyla tanınan j.I Fitzgerald’ın görüşlerini “Kara roman “lann birç Hemingway’in anlatımın nildi.
BİR ÖNCÜ
Etkinliklerini özellikle 19 lannda sürdüren yazaı da, Henry Miller’ın ayn görülür. Büyük ölçüde 1 mim dile getiren Mille: hippi hareketlerinin öı biri olmuş ve A.B.D’nin Avrupa’ya, Doğu’ya yön nyla, edebiyat dünyasıı lamaya yol açmıştır.
NATHANIEL HAWTH01
Romancı (Massachnse New Hampshire, 18B4).
Katışıksız bİT tlaailt (¿h
öykü ve romanlarında 1 kendi içinde taşıdığı suçi samı işledi; kibirliliği, i eleştirdi: Twice Told Ta Söylenmiş Masallar; The Scarlet Letter (Kı 1850); The House of the les (Yedi Çatılı Ev; 1851); Date Romance (Romans Dönemi; 1852); The Mı (Mermer Kır Perisi; I860’
THEODORE DREİSER
Romancı, gazeteci ve tiyi meni (Terre Haute, İnd Hollywood, 1945). Nesm ğm ustası sayılan Drdsc yapıttan arasında Sjs (Hemşire Carrie; 1900) , Suçu (An American Tra sayılabilir.
THOMAS WOLFE
Romancı (Güney Card Maryland, 1938). Binlerce sayfa tutan, yeı yer yer 5zy aşanımdan is romanlarında, hem kem hem dünyanın yazgısını belirlemeye çalıştı: Bd K Degü (Look Homewai 1929); Of Urne and (Zaman ve Irmak Üstüne; Web and the Bode (Bes 1939); Mannherhouse (I sonra yayımlandı; 1948).
A.B.D’NDE SANAT
‘il
Amerikan sanatında üç dönem ayırt edilir: Avrupa sanatından yapılmış çeşitli aktarmaların ağır bastığı bi rinci dönem; Avrupa’da o sıralarda yaygın olan sanat anlayışına ayak \ uydurulmaya çalışılan ikinci dönem; bütünüyle A.B.D’ne özgü bir sanat düşüncesinin dogmaya başladığı, bağımsız Amerikan sanatım kurma çabalarının ağırlık kazandığı üçüncü dönem.
İNGİLİZ VE HOLLANDA SANATLARININ ETKİLERİ
A.B.D’nde yapılan ilk resimlerde İngiliz ve Hollanda resim sanatlarının , etkisinde kalındı. Bu resimler, Amerika’da yaşayan Avrupa kökenlfle-rin (Elizabeth dönemi sanatı; Fla- * mand sanatı), ruhsal durumlarını ve ’ kökenlerini yansıtıyorlardı. XVIII. yy’daki katı dinci anlayış yalnızca j portrelerin ya da aile tablolarının yapılmasına izin verdiği için,çok sayıda portre ressamı, genellikle naif ve beceriksizce yapıtlar oluşturdu. ; Benjamin West, Edward Hicks, Morris Hirshfield, yapıtlarında, naif bir anlayışla kırsal dünyayı yansıtırken, Washington Allston, Asher 3rown ve John Trumbull, bir yandan akademizme bağlı, tumturaldı bir yaklaşımla yurtseverlik konularını işlediler, bir yandan da düş ürünü, Italyan sanatından esinlenen manzara resimleri yaptılar. Kuşların yaşarına tutkun olan Audubon, kuşları gösteren renkli tablolar gerçekleştirirken, Martin Johnson Head de büyük deniz manzaraları yaptı. Resim sanatı bu yolda gelişirken, mimarlık da ulusal nitelik kazanan klasik bir sanat anlayışına yöneldi ve yeni Yunan üslubunda yapıtlar gerçekleştirildi: Washington’daki Capitole (Bulfinch, Latrobe, Thornton, 1863).
AVRUPA SANATINA YENİDEN AYAK UYDURMA
Ayrılık savaşının sona ermesiyle (1865), Amerikan sanatının ikinci dönemi başladı; resim alanında önemli koleksiyonlar oluşturulurken, mimarlık alanında da büyük ölçüde Avrupa sanatından esinlenildi: Richard Morris Hunt’ın, Rönesans üslubunda şatolan;RalphAdam Cram’ m yeni-gotik üslubunda üniversiteleri ve katedralleri. Whistler (1834-
1903), Mary Cassatt (1845-1927) ve John Singer Sargent (1856-1925) gibi ressamlarsa, Avrupa’ya yerleşerek izlenimci ressamlarla ilişki kurdular ve kişisel üsluplarım yitirmeksizin, yem Fransız resminden esinlendiler. Bu arada, luçbir akıma bağlanmayan sanatçılar da ortaya çıktı:

Willem De Kooning’in soyut Rauschenberg’in
anlayışta Beyaz ve Siyah adlı tablosu. Sörtme adlı tablosu.
etalden îtek köprüsü: vBridge. îjöOSm mdaolan bu ranitten ^ayaklan 90 m $indedir), mimarlık
m ilgi çekici mden biridir.
EDWARD HİCKS
Ressam (Attleborough, Pennsylvania, 1780-Newton, Pennsylvania, 1849).
Üstü açık gezinti arabaları üreten bir fabrikanın cila atölyesinde çırak olarak çalışan Edward Hicks, bir süre sonra kendi adına bir araba cilalama atölyesi açtı. Çeşitli eyaletleri dolaşarak Quaker mezhebinin öğretisini yaymağa uğraştı. Alkolizme karşı savaşırken, dindaşlarının öfkesini üstüne çekti. Boş zamanlarında, insanlar arasında barış konusunu işleyen romantik, modası geçmiş, naif tablolar yaptı. Ama Nuh’un Gemisi (1846-1848) ve The Cornell Farm (1848’e doğru) gibi başardı kompozisyonlarında hayvanlan (öküzler, aflar, siyah domuzlar) en küçük ayrıntısına kadar tek tek işledi.
JAMES WHtSTLER Ressam ve gravürcü (Lowell, Massachusetts, 1834-Londra, 1903). Yirmi yaşında Paris’e giderek Baudelaire ve Manet’yle dostluk kuran James Whistler, izlenimciliği örnek alarak renk tonları üstünde durdu: Gri ve Yeşil Uyumu; Gri ve Siyah Düzenlemesi; Beyaz Senfoni. Bilinçsiz bir özentisizliğin ve ölçülü Ur duyarlığın yapıtlarına getirdiği karamsar havayla, değişik bir renk anlayışının öncüsü oldu. Prizma oyunlarına çok sık yer verdi ve Sanatçının Annesinin Portresi (1883, Louvre) adlı tablosuyla büyük ün kazandı.
MARK ROTHKO
Ressam (Dvinsk, Rusya, 1903- New York, 1970). 1913te Rusya’dan A.B.D’ne göçen Rothko, 1925’te New York’a yerleşti. Anlatımcılıktan ve gerçeküstücülükten büyük ölçüde etkilendi. 1‘947’de olgunlük dönemine ulaşarak New York okulunun başhca temsilcilerinden biri haline geldi. Rengi yavaş yavaş biçimden kurtararak, son derece aydınlık, büyük renkli yüzeyler boyadı.
ROBERT RAUSCHENBERG Ressam (Port Arthur, Teksas, 1925). 1925’te Black Mountain College’da (Kuzey Carolina) josef Albers’in yönetiminde çalışan Rauschenberg, 1953’te “AB White” ve “Ali Black” dizilerini sergiledi. Bu sergiden sonra, tuvallerine çeşitli nesneler yerleştirmeye ve action painting’e karşı çıkmaya başlayarak, Amerikan resminde önemli rol oynadı. 1958-1961 yıllan arasında çeşitli nesneleri kullanarak yaptığı ve “combine paintings” adım verdiği düzenlemelerle, pop’art’ın öncüsü oldu.
I
196Tdeki Montreal sergisinde Rickard Buckminster FulierSn, hafif saydam ve birbirinin aym öt£eterin
pavyonu.
I
t’ ■
.
4;.
A.B.D’nde mimarlığın simgesi haline gelen dev gökdelenlerden görünüş (Dallas kenti).
Vı de ancak 2 BOO 000 nüfuslu bir yerleşme merkezi ‘iliği kazanabilir ve nüfûsun % 75’i kentleşmiş la yaşar. Kentlerde çağdaş mimarlığı simgeleyen (üstte solda: Dynamic New Bonaventure Hotel: ağda: San Fransisko “Pimmid’V ile geçmişin izleri vtdır (altta ‘.Duvarları resimlerle süslenmiş eski bir ev t.
Duygulu manzara resimleri yapan Thomas Eakins (1844-1916); gerçek dünyadan çok düş dünyasını canlandıralı Albert Pinkham Ryder (1647-1917); vb.
DUCHAMPTN ETKİSİ
‘‘Ashcan School” topluluğuyla, üçüncü dönem başlamış oldu. Aşın servetlerini gözler önüne serip caka satanlara ve zenginliğin bölüştü-rülmesindeki eşitsizliğe karşı çıkan bu topluluk,1913’te A.B.D’nde ilk modem Avrupa sanatı sergisini düzenledi: Fransız ressamı Marcel Duc-hamp’ın Merdivenden İnen Çıplak adlı tablosu büyük ilgi gördü. 1908 yılından başlayarak, Matisse’in ve Picasso’nun tablolarım sergileyen Alfred Stieglitz (1864-1946) Amerikalılara modern sanatın en ileri akımlarım ve bu akımların yaratıcılarım tanıttı. Soyut sanatın öncülerinden sayılan Mac Donald Wright ve Morgan Russell’sa, orpheuöçulu-ğa (orfizm) yakın bir anlayış içinde çalıştılar.
Heykelcilik alanında, yalın bir sanat anlayışına yönelen Gaston Lachai-se, William Zorach ve Theodore Roszak doğalcılıktan uzaklaştılar. Bu arada Duchamp’ın etkisi üe ger-çeküstüciilerin otomatik yazı anlayışı, dadacıların ve anlatımcılarm
Louise Nevelson un Amerika’da Gün Ağanrken ve Yeni Kıta adh heykelleri.
ametaller
Fosfatlı gübre yığınları.
amfiboller
kullandıkları şiddetli renklerle kaynaştı ve ortaya yeni bir resim dili çıktı. Doğulu hattatlardan esinlenen ve “action painting”i kur an To-bey, kendinden sonraki birçok ressamı etkileyen Pollock, idine ve Rothko, bu yeni gelişmelerin öncüleri oldular.
POFAKT
1955 yılından sonra, soyut sanata bir tepki olan ve pop’art diye adlandırılan sanat akımı ortaya çıktı. Figüratif resme ve gündelik yaşamın gerçeklerine dönen bu akımın temsilcilerinden Rauschenberg ve Jasper Johns çeşitli nesneleri tablolarında
kullanırlarken, Roy Lichtenstein ile Andy Warhol fotoğraf ve çizgi resim yöntemlerinden yararlandılar. Pop’art’ı izleyen kavramsal sanatın temsilcileri Oldenburg ve George Segal kısa ömürlü, taşınamaz (kum üstüne çizilen çizgiler), satılamayan yapıtlar oluşturdular. Bu arada söz konusu sanat anlayışlarının dışında kalan iki heykelci çalışmalarıyla ilgi çektiler: Boyalı tahtadan yaptığı gizemli heykelleriyle Louise Nevelson; bir dizi soyut heykel yaptıktan sonra, 1932’den başlayarak demir saçtan devingenler yapmaya yönelen ve bu çalışmalarıyla kinetik sanatın önciisü olan Alexander Cal-der.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir