Haber geldi:
“Bütün bölüklerin çavuş ve asteğmenleri, bugün saat iki’de Sivrikale’de olacaklar.”
Gittik.
Albayımız, birkaç kurmay subayla Karakaya’nın tepesindeydi. Selâm verip yaklaştık. Diğer bölükler de gelmişti.
Tamam olmuştuk.
Tekmiller verildi.
Albayımızın âdetiydi. Önce sorular sorar, izahlar yapar, açıklamalarda bulunurdu.
İlk soru bana isabet etmişti:
“Çavuşlarına güveniyor musun asteğmenim?”
“Evet komutanım!”
Hakikaten güveniyordum. Çok iyi yetiştirmiştim onlA, Reyhan’lı Halil Çavuş’a işaret etti.
Yayından fırlayan ok gibi öne çıkan çavuş, gür bir şekilde kendini tanıttı.
“Emret komutanım!”
“Muharebe düzenlerini say bakalım”
Çavuş, gür sesiyle bir bir saydı. Fakat bir düzeni hatırlayamadı. Bildiğinden emindim. Durdu kaldı.
Albayın yanındaki subaylardan Mehmet Yüzbaşı:
“Gökyüzünde yazıyor Halil Çavuş!” dedi.
Kurmay yüzbaşının bu sözünden kimse birşey anlamamıştı.
Eliyle de göstererek:
Bakın işte “Kama Düzeni” dedi.
Herkes gökyüzüne, yüzbaşının gösterdiği tarafa kaldırmıştı başını.
Turnalar geliyordu üzerimize doğru. Hem de “Kama Düzeninde”
“Allah, Allah…’’deyip bakıyordu Albayımız da hayretle…