Devletin malvarlığı halka aittir; bunda geçmişin, yaşayanların ve gelecek nesillerin hakkı vardır. Bu sebeple yöneticilerin, devlet malını uluorta harcamaları yasaktır, haramdır. Devlet zarurete düştüğü, başka çare bulamadığı takdirde topraklarının bir kısmım vatandaşlarına satacak olursa bunun, değerinin iki misline, hiç olmazsa değeri pahasına olması gerektiği ifade edilmiştir (Mecelle, md. 370; H. Karaman, M. İslâm Hukuku, C. III, s. 75). Mecelle’nin 58. maddesinde kanunlaşan bir hukuk kaidesine göre yöneticinin halk ve devlet malı üzerindeki tasarrufu amme menfaatine (maslahata) bağlı olarak caizdir. Mecelle şârihi Ali Haydar Efendi’nin el-Eşbâh’tan naklettiği bir örnek de ilgi çekicidir: Devlet başkanmm, zengin olsun, fakir olsun vergi borçlusuna vergiyi terketmesi (borçludan vergiyi almaması) caizdir. Ancak borçlu zengin ise vergiyi devlet başkanı tazmin eder, fakir ise başkanın tazmin borcu yoktur (Durar, C. I, s. 129). Burada, başkanın tazmin sorumluluğu bakımından zengin ile fakirin farklı olmalan «zenginin beytulmalde hakkı olmadığı, fakirin ise son kapı olarak beytülmalden ihtiyacını giderme hakkının bulunduğu» hükmüne dayanmaktadır. İşte bütün bu kaide ve hükümler birlikte gözönüne alındığında şu sonuç ortaya çıkmaktadır: Devlet, amme menfaati, genel ihtiyaç söz konusu olduğu zaman teşvik kredisi verebilir, çeşitli yollarla, genel menfaatin gerektirdiği yatınm ve faaliyetleri teşvik edebilir. Ancak devletten kredi sağlayan kişiler bunu tam olarak iade etmek, geri vermekle yükümlüdürler. Fakir olmadıkları halde aldıklarını eksik verirlerse haksız kazanç elde etmiş olurlar, bunun ise dünya ve âhirette sorumluluğu vardır. Devlet verdiğini eksik alır, tam almamakta ısrar ederse (kanun, yönetmelik vb. böyle düzenlenmiş ise) bu takdirde krediyi kullanan şahıs ve şirketler, anaparanın kendilerinde kalan kısmmı amme menfaatine, havır ve hasenata
Cevap:
13
Ara