wiki

FADL-I HAK HAYRÂBÂDÎ

FADL-I HAK HAYRÂBÂDÎ: Hadis, târih ve fıkıh âlimi, tasavvuf ehli, velî, mücâhid. 1212 (m. 1797) senesinde Delhi’de doğdu, ismi, Muhammed Fadl-ı Hak Hayra bâdî’dir. Babası, Şâh Veliyyullah-ı Dehlevî hazretlerinin oğlu Şâh Abdülazîz Dehlevî’dir. Soylan Hz. Ömer’e dayamr. ömrünü, zâlim Ingiliz müstemleke kuvvetlerine karşı mücâdele ile geçirdi. 1278 (m. 1861) senesinde Endoman adasına sürüldü. Yapılan işkence ve eziyetler neticesi, aynı yıl içinde şehîd olarak rahmet-i Rahmâna kavuştu. Öteden beri her ilimde söz sâhibi olan bir âilenin çocuğu olarak dünyâya gelen Fadl-ı Hak Hayrâbâdî, helâl nzıkla beslenip, her hâl ve hareketi, Resûl-i ekremin (s.a.v.) güzel ahlâkına uygun olan mübârek kimselerin terbiyesi ile yetişti. Daha küçük yaşta iken ilim tahsîline başladı. Allahü teâ- lânın yüce kitâbı Kur’ân-ı kerîmi baştan sona ezberledi. Zihni, Kur’ân-ı kerîm nûru ile aydınlandı. Zekâsı parladı. Hâfızası inkişâf etti. Kısa zamanda temel din bilgilerini ve âlet (yardımcı) ilimlerini öğrenip, hadîs, tefsîr gibi yüksek ilimlerin tahsîline başladı. Başta babası Şâh Abdülazîz Dehlevî ve Şâh Abdülkâdir Muhaddis Dehlevî olmak üzere birçok âlimden ilim öğrendi. 1225 (m. 1810) senesinde onüç yaşında iken tahsilini tamamlayıp icâzet aldı. Çeştî büyüklerinin yolunda yetişerek kemâle geldi. Her ilimde ileri oldu. Resûl-i ekremin güzel ahlâkına uygun yaşar, Allahü teâlânın emir ve yasaklanna uymak ve insan lara öğretmek için çalışırdı. Herkes tarafından sevilir, nasihatleri insana çok te’sir ederdi. Zamânının âlimleri tarafından; fıkıh, tefsîr, hadîs, mantık, hikmet ve diğer ilimlerde devrinin bir tânesi olduğu, onun ulaştığı mertebelere bir başkasının ulaşmasının çok zor olduğu bildirildi.

Zamânının âlimlerinden Abdülhay Lüknevî; “Fadl-ı Hak Hayrâbâdî, üstâdlar tistâdı, hikmet ve aklî ilimlerde benzeri olmayan bir âlim idi” buyurdu. ömrünü ilim öğrenmek, öğretmek ve Allahü teâlânın nzâsı için ibâdetle geçiren Fadl-ı Hak Hayrâbâdî, pekçok talebe yetiştirdi. Talebeleri arasından oğlu Abdülhak Hayrâbâdî, Hidâyetul- lah Hân Cünpûrî, Abdülkâdir Bedâ- yûnî, Feyzu’l-Hasen Sehârenpûrî, Hidâyet Ali Berîlevî, Muhammed Abdullah Belgerâmî, Abdü’l-A’lâ Râm- pûrî, Nüvvâb Yûsuf Ali Hân Râmpûrî ve daha birçok âlimler yetişti. ilmi, ahlâkı, insanlara nasihatleri te’sirli sözleri ve yetiştirmiş olduğu yüksek ilim sâhibi talebeleri ile meşhûr olan Muhammed Fadl-ı Hak Hayrâbâdî, pek kıymetli eserleriyle de meşhûr oldu.

Çeşitli ilimlere dâir şu eserleri yazdı: 1- El-Cins-ül-gâlî, 2- Hâşiyettin alâ üfk-il-mübîn, 3- Hâşiye- tün alâ Telhîs-üş-Şifâ li-Ibn-i Sinâ, 4- Hâşiyetün alâ şerh-il-Kâdı Mübârek, 5- Risâletün fi tahkîk-il-ecsâm, 6- Risâletün fi tahkîk-il-külli et-tebî, 7- Er-Ravd-ül-mücevved, 8- El-Hediy- yet-üs-se’îdiyye fil-hikmet-it-tabîiyye bunlardan ba’zılandır. Aynca Ingiliz- lerin yaptığı zulümleri Urduca ve Arabca olarak kaleme aldı. Bunlardan Arabcasına, “Târih-i fitnet-il-Hind” (Es-Sevret-ül-Hindiyye” adını verdi. Urducasına ise, “Cenk-i Azâdî (1857)” adım verdi.

Bu eserlerinde Ingilizlerin yaptıklan zulümlerden görüp şâhid olduklarını yazdı. Ingilizlerin ilk olarak Hindistan’a nasıl girdiklerini ve nasıl yerleştiklerini anlattı. Fadl-ı Hak Hayrâbâdî, ömrünü ilim öğretmek, insanların birbirleriyle iyi geçinip, Allahü teâlâya karşı kulluk vazifelerini hakkıyla yaparak, dünyâ ve âhırette mes ud olmaları için nasihatlerde bulunmakla geçirdi. Sâdece insanlann huzur içinde kardeşçe yaşamaları için çalışıyordu. Onun bu gayretlerinin karşısına, zâlim İngiliz müstemlekecileri çıktı, ilkönce ma’ sûm bir tüccar postuna bürünen îngi- lizler, Hindistan’ın hammaddelerini yavaş yavaş sömürdüler. Sömürdükçe semizleşen, semizleştikçe zâlimleşen Ingilizler, Osmanlı Devleti’ni de çeşitli entrikalarla Kınm harbine sokarak Ruslarla meşgûl ettiler. Hindistan’ daki Bâbür Devleti’nin zayıflığından istifâde ederek, 1274 (m. 1858) senesinde Hindistan’ı işgâl ettiler. Milyonlarca inşam zulüm ve işkence ile öldürdüler. Milyonlarca çoluk-çocuk, kadm-kız aç bırakılarak öldürüldü, işleri ve âdetleri, bükemediği eli öperek yaltaklanmak ve bu arada hile yapıp bükme yollan aramak, alta düşeni gaddarca ezmek olan Ingilizler, mazlum Hindistan halkına da, her türlü zulmü ve işkenceyi yaptılar. Bilhassa mtislümanlara karşı tatbik etmedikleri işkence türü kalmadı. Müslümanlardan baş tutacak durumda olanlan ve âlimleri, öncelikle ortadan kaldırmanın yollannı aradılar. Oradan oraya sürdüler, zindanlarda işkenceyle öldürdüler. Ingiliz zâlimlerinin zulmüne uğrayıp sürülen binlerce âlimden biri de, Fadl-ı Hak Hayrâbâdî idi. 1278 (m. 1862) senesinde atıldığı Endoman adasındaki zindanda, tatbik edilen işkencelere daha fazla dayanamayarak şehîd oldu. Ama zâlim Ingilizlerin zulmü devâm etti.
Fadl-ı Hak Hayrâbâdî, “Es-Sevret- ül-Hindiyye” , yanî “ Hindistan ihtilâli” adındaki eseri ve Mevlânâ Gulâm Mihr Ali’nin buna yaptığı “El- Yevâkit-ül-mihriyye’ hâşiyesinin, 1384 (m. 1964) Hind baskısında diyorlar ki: Ingilizler, ilk olarak, 1008 (m. 1600) senesinde, Hindistan’da Kalküta şehrinde, ticârethâneler açmak  için Ekber Şâh’tan izin aldılar. Şâh-ı Âlem zamâmnda Kalküta’da arâzi satın aldılar. Bunlan muhâfaza için asker getirdiler. 1126 (m. 1714) senesinde Sultan Ferruh Sîr Şâh’ı tedâvi ettikleri için, bütün Hindistan’da, bu hak kendilerine verildi. Şâh-ı Âlem-i Sânî zamâmnda Delhi’ye girerek, idâreye hâkim oldular. Zulme başladılar. Hindistan’daki Ehl-i sünnet düşmanı mezhepsizler de 1274 (m. 1858) senesinde, sünnî, Hanefi ve sûfî olan sultan İkinci Bahâdır Şâh’a, bid’at ehli, hattâ kâfir dediler. Bunların, hindu kâfirlerinin ve hâin vezîr Ahsenullah Hân’ın yardımı ile, Ingiliz askeri Delhi şehrine girdi. Evleri ve dükkânları basıp, mallan, paralan yağma ettiler. Kadınlan, çocuklan dahî kılıçtan geçirdiler, içecek su bile bulunmaz oldu. Hümâyûn Şah’ın türbesine sığınmış olan çok yaşlı Şâh’ı, çoluk-çocukları ile elleri bağlı olarak, kale tarafına götürdüler. Patrik Hudson, yolda Şâh’m üç oğlunu soydurup, göğüslerine kurşun sıkarak şehîd etti. Kanlanndan içti. Cesedlerini kale kapısına astırdı. Bir gün sonra, başlannı Ingiliz kumandanı Hanri Bernard’a götürdü. Sonra, başları suda kaynattınp, Şâh’a ve zevcesine çorba olarak gönderdi. Çok aç olduklanndan, hemen ağızlarına koydular. Fakat çiğneyemediler, yutamadılar. Ne eti olduğunu bilmedikleri hâlde çıkanp toprağa bıraktılar. Hudson hâini, “Niçin yemediniz? çok güzel çorbadır. Oğullarınızın etinden yaptırdım” dedi. Sonra Sultan’ı, zevcesini ve diğer yakınlarını Rangon şehrine sürgün edip habsettiler. Sultan 1279 (m. 1862) senesincje zindanda vefât etti. Delhi’de üçbin müslümanı kurşunlayarak, yirmıyedibin kişiyi de keserek şehîd ettiler. Ancak gece kaçanlar kurtulabildi. Ingilizler diğer şehirlerde ve köylerde de sayısız müslümanlan öldürdüler. Târihî san’at eserlerini yıktılar. Eşi bulunmayan, kıymet biçilemeyen zînet eşyâlanm gemilere doldurup Londra’ya götürdüler.” (Ingilizlerin muhtelif târihlerde, dünyânın muhtelif yerlerinde ve bilhassa Hindistan’da müslümanlara ve Islâm dînine karşı yaptıklan hıyânet- leri ve dnâyetleri daha fazla anlamak için, 1334 (m. 1916) senesinde Beyrut’ ta basılmış olan Es-Seyyid Muhammed Habîb Ubeydî Bey’in “Cinâyât- ül Ingiliz” kitabım okumak lâzımdır.) Ingilizler, kan ağlattıklan müstemlekelerine kendi yetiştirdikleri adamlannı göndermişlerdir. Bu adamlar, sözde bağımsızlık hareketini başlatmış, şeklen îngilizlerden bağımsızlık hakkım koparmıştır. Maddî ve zâhirî bağımsızlık verdikleri ülkeleri ma!nen işgâl ederken, hep bu şahıslan kullannuşlardır. Ya’nî kendi yetiştirdikleri ya da satın aldıkları bu insanları, bu ülkelere lider olarak empoze etmişlerdir. Bu ülkelerin mazlum halkı, İngiliz yalanının doğruluğunu bile tahkik edemeden, korkunç propaganda medotla- nna kendi genç kuşaklarım teslim etmişlerdir. Bu ülkelerin millî marşı, bayrağı olmuştur fakat, aslâ bağımsız olamamışlardır. Parlamentoları, baş- bakanlan ve bakanlan olmuştur, fakat aslâ söz sâhibi olamamışlardır.
1) Mu ’cem-ül-müellifin cild-11, sh. 130

2) Esmâ-ül-müellifîn cild-2, sh. 377

3) Mu’cem-ül-matbûât sh. 853

4) îzâh-ül-meknân cild-2, sh. 26

5) Es-Sevret-ül-Hindiyye 1384

6) Tahkîk-ül-fetvâ mukaddimesi Lahor-1399

7) Fadl-ı Hak Hayrâbâdî (Mahmûd Ahmed BerekûÜ)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir