Genel

Florun Fendi

TABULARI yıkmaya bayılırım. Elime fırsat geçtiğinde saygın kurumlan alaşağı etmek veya anneler günü, beyzbol gibi konularda alaycı yazılar yazmak hoşuma gider. Ancak, başkalarının benim saygı duyduğum kurumlar hakkında ileri geri konuşmasından da hoşlanmam. Söz gelimi, Bilim ve Bilim İnsanları hakkında (Büyük harfler dikkatinizi çekmiştir)…

Bilim insanlarının da hataları vardır doğal olarak. Dikkafalı ve tutucu olabilirler ve geliştirdikleri kuramları ver-
Bir kimyagerin bu denli basit bir şeyi atlamış olması aptalca görünüyor, değil mi? Nikel bir kapta biraz ksenon ve floru birleştirip dünyayı şaşkına çevirebilecek ve belki de bir Nobel ödülünü kapabilecekken…

Peki, ortalama bir kimyacı ksenon elementini (yeri gelmişken belirteyim ki, çok nadir ve pahalı bir maddedir) ortalama bir laboratuvarda florla karıştırmaya kalkışırsa ne olur biliyor musunuz? Büyük olasılıkla ciddi bir zehirlenme ve belki de ölüm!..

Abarttığımı düşünüyorsanız, beraberce florun tarihine şöyle bir göz ata-
lım. Tarih, günümüzden 80 yıl (1965″; göre) öncesine kadar kendisini göstermeyen florla başlamıyor. Başlarda, sadece, Alman madencilerin yaklaş:?-500 yıl önce kullandıkları tuhaf b.’ mineralin izini sürebiliyoruz. Söz k -nusu maddeden ilk bahseden, çağd^-dünyanın en büyük mineralogu Gec’-ge Agricola. Agricola, bu madden:’ Alman madenciler tarafından kullan: -dığını 1529’da yazmıştı. Madde, r mineral için çok kolay eriyor ve eril dikten sonra katıldığı potadaki nedenlerin de daha kolay erimelerir: yol açarak, zaman ve enerjiden tası-.
Kimyagerlerin Floru ve Florun Ksenonu Dize Getirişi

Florun Fendi
Isaac Asimov’urı “Death in the Laboratory” (Laboratuvarda Ölüm) makalesi ilk kez 1965’te The Magazine of Fantasy and Science Fic-tion’da yayınlanmıştı. Asimov’un bu makalesi de, çoğu diğer makaleleri gibi seçkilerde kendine yer buldu. İmzasını taşıyan 500 civarında kitabı olan Asimov, üç ayrı daktilo arasında, ayakları tekerlekli bir sandalyeyle gidip gelerek, aynı anda üç farklı çalışmayı birden sürdürme alışkanlığına sahipti. Bu çalışmaları için gereksinim duyduğu kaynakları toparlamaya nasıl zaman bulabildiği ise yanıtlanması güç bir soru. Asimov, bilim ve bilim adamları hakkında yazmayı, batıl inançların karşısında bir savaşım biçimi olarak görüye tanıttığı bilim adamlarını birer şövalye gibi yüceltiyordu. Bu makalesinde sözünü ettiği kimyagerler de, ülküleri yolunda ölümü göze almış birer yiğit olarak betimleniyor.
alanlarda olduğundan daha az rastlanır. Hal böy’ıeyken, birilerinin, ksenon flo-rürün keşfini, atıl kuramların gerekli sınamaların önünü kestiğine örnek olarak gösterdiğini anımsıyorum. Seslerini duyar gibiyim: “Sersem, tembel kimyacılar soy gazların bileşik yapamayacaklarını kafalarına takmışlardı bir kere ve kimse bu kuramı sınamaya kalkışmadı. Herkes birşeyin gerçekleşmeyeceğinde fikir birliği içindeyse, bunu denemenin ne anlamı olabilir ki? Ama, birileri çıkıp da, ksenon (Xe) ve floru (F) nikelden yapılmış bir kapta karşılaştırmayı akıl edince…”
kolay akan ve diğerlerini de kolay ak-tan bu minerale flueres adını yakış” ı~ mıştı. Daha sonraları, mineral adlanın sonuna “-it” hecesini eklemek gelenek haline geldiğinde, florit teri” oluştu. Florit hâlâ çelik endüstrisini sıvılaştırıcı olarak kullanılmaya devi® ediyor. Zaman geçse de, yararlı zr \ özellik, yararlı bir özellik olarak kiJ-! yor.

Günlerden bir gün, 1670’de, c; zanaatçısı Heinrich Schwanhard r dense floritle uğraşıyor ve bilinme* bir sebeple, güçlü asitlerle tepkim« ni izliyordu. Bir ara, kaptan çıkan r;

fark etmiş ve yakından görmek “..31 üzerine eğilmişti. Schwanhard, ‘/lüğünün camının buğulandığını –demiş ve buharın gözlük camının rerinde yoğuştuğunu düşünmüştü, .özlüğünü inceleyince, buğulanma-: Sini, cam yüzeyinin kısmen çözü-

■ .¿p yeniden katılaşarak buzlandığını ¿rk etmişti.

Bu, sıradan bir durum değildi. Ne ; r olsa, pek az madde camla tepkime-. giriyor, bu yüzden de laborantlar -ıvasal maddeleri saklamak için
• ııj\!.! örtüp, ¡ki . kâl-tîi bu buharla buzlayarak harikalar .atabileceğini keşfetmişti. Bulduğu ;ni yöntemle benzersiz ürünler ver-ve imparatorun himayesine gir-~eyi bile başarmıştı. Kullandığı mad-;;yi, 1725’te başka kimyacılar da aynı :dliği keşfedinceye kadar, meslek

– xı olarak saklamayı başarmıştı. 18. -„zyıl boyunca çeşitli kimyacılar flo-

– :1e uğraşmışlardı. Bir Alman, Andre-

Sigismund Marggraf, 1768 yılında ritin kükürt içermediğini göstermiş

i asitlerle tepkimeye girdiğinde kmda delik açabildiğini açıklamıştı.

Yine de, camı delebilen bu gazı ;:erince inceleyip açıklayabilen ilk cmyager, isveçli Carl Wilhelm Sche-; e olmuştu. Söz konusu gazın asit .elliğinde olduğunu ikna edici bi-. “ide gösteren ilk kimyacı kendisi oluğundan, bugünlerde de kullanılan -* rik asit (hidroflorik asit) terimi aniden adına atıfta bulunuluyor. Keşfi ‘..heele’nin adını ölümsüz kıldıysa
zçryodik tablonun kenarında, ters huylu komşular… Yeşil ok ucuyla gösterilen sütunsa“halojenler”, periyodik tablodaki, bileşik yapmaya en eğilimli elementleri içerirken, ac. jert ok ucuyla gösterilen sütundaki “soy gazlar” hemen hemen hiç bir elementle »eşik yapmıyorlar. Bekleneceği gibi, soy gazların bileşik yapabtftfiği az sayıdaki ele-msrt de, “dışadönük” komşularının arasından çıkıyor. Bu öyküye konu olan flor ve eenon elementleri de, işte bu ters huylu komşu grupların karşıt üyeleri.
m şeyi bugünkü koşullarda bile söyle-yemiyoruz. Günümüz laboratuvarları-nın, çeşitli gazlara ve buharlara doymuş atmosferleriyle, kimyagerlere tuhaf bir keyif verdiği bile söylenebilir. Bir kimyager, laboratuvarmdaki kokuya ekşimiş suratla tepki veren, meslekten olmayan bir gafili esefle kınayacaktır.

Bu gerçek, kimyacıların olası ömür kısalıklarını açıklayabilir. Dikkatinizi çekerim, “olası” diyorum, çünkü bunun kabul edilmiş bir gerçek olup olmadığını bilmiyorum. Yine de, geçenlerde, bir dergide kimyagerlerin diğer branşlardaki bilim adamlarından daha kısa ömürlü olduklarına dair bir araştırma sonucu okuduğumu hatırladığımı belirtmeliyim.

Yine geçtiğimiz yıllarda, kimyagerlerin uzun erimli civa buharı zehirlenmeleri yüzünden geç yaşlarda akıl sağlığı bozuklukları sergilediklerine dair spekülasyonlar dolaşıyordu. Bu, labo-ratuvarlardaki varlığı önlenemez, köşe ve çatlaklara sızmış civa damlacıklarının bıraktığı buharın bir sonucu. (Kimyagerler civayı kaplarından sıçratıp etrafa dökmüşlerdir ve dökeceklerdir).

Bunlara rağmen, çoğu kimyagerin uzun ve dopdolu bir ömür sürdüğünü de belirtmeliyim. 1786’da doğan, 1889’daki ölümüne kadar pırıltılarla dolu 103 yıllık bir ömür yaşayan Michel Eugène Chevreul, birincilik ödülünü hakediyor. Üstelik, 90’larda kendi kendini (başka kim olacaka k:T

araştırma nesnesi olarak kullanarak ge-rontoloji (uzun ömrün organizmalara etkisi) araştırmalarına girişmişti.

Chevreul’un parafin, sabun, yağ gibi zararsız maddelerle uğraştığını söylemeye gerek bile yok. Alman kimyacı Robert Wilhelm Bunsen örneğinde ise şartlar biraz farklı. Arseniğin organik bileşikleriyle ilgilenen Bunsen, genç yaşta geçirdiği ağır bir zehirlenme sonucunda ölümden zor dönmüştü. 25 yaşında, uğraştığı bileşiklerden biri patlamış ve bir gözünü kör etmişti. Yine de yaşamını sürdürmüş ve 80 yaşında ölmüştü.

Başka alanlardaki olumlu örneklere karşın, Scheele’yi izleyen bir asır boyunca, florik asitle uğraşanların tümünün genç yaşta öldüklerini görüyoruz. Scheele’nin, floritin asitle tepkimesinden oluşan gazın asit olduğunu açıklamasından sonra, bu gerçeğin ayrıntıları konusunda uzun bir tartışma başladı. Tam da o dönemde, Fransız kimyager Antoine Laurent Lavioisier, tüm asitlerin oksijen içerdiklerinde karar kılmıştı. Hatta, oksijen sözcüğü, Yunanca “asit üretici” ifadesinden türetilmişti. Bazı asitlerin oksijen içerdiği (örneğin sülfürik asit ve nitrik asit) doğruysa da, bu tüm asitler için geçerli bir durum değil. Muriatik asiti ele alalım. Bu ad, Latince’de deniz suyundan türetilmiş; çünkü muriatik asit elde etmek için sülfürik asitle tuzlu suyu tepkimeye sokmak gerekiyor. La-vosier’in izinden ilerleyenler, muriatik asitin, oksijen ve ne olduğu bilinmeyen “murium” elementinin birleşmesinden oluştuğunu öne sürmüşlerdi. Scheele, muriatik asiti oksijen içeren belli başlı bileşiklerle tepkimeye sokarak yeşilimsi bir ■ .1/ elde etmişti. Bu

…………ııııııı…………….um »
tepkimeyle muriatik asitin oksijen içeriğinin zenginleştiğini varsayarak, elde ettiği maddeye “oksimuriatik asit” adını takmıştı.

Ingiliz kimyager Humphry Davy, muriatik asiti uzun süre inceledikten sonra, oksijen içermediğini gösterebilmişti. Büyük olasılıkla, bu madde, hidrojenin bilinmeyen bir elementle yaptığı bir bileşikti. Ayrıca, Davy, aynı madde oksijenle karşılaştığında, oksijenin hidrojenle birleştiğini ve o “ne olduğu bilinmeyen maddenin” saf olarak ortamda kaldığını düşünüyordu. Scheele’nin oksimuriatik asit adını taktığı maddenin meçhul element olduğuna karar vermiş ve ona 1810’da Yunanca’daki “yeşilimsi” sözcüğünden yola çıkarak klor adını takmıştı. Muriatik asit hidrojen ve klorun bileşimi olduğundan hidrojen klorür adını hak etmiş, sııdakı çözeltisine de hid-
Diğer pek çok asitin de oksijer içermediği kısa zamanda kanıtland Hidrojen sülfür ve hidrojen siyani’ bunlara iki örnek. (Bunlar tabii ki zayıf asitler, ancak, yalnız güçlü asitlerir. oksijen içerdikleri zannına da kapı.-mamak gerekiyor; çünkü oksijen içermeyen hidroklorik asit de bir güçL asittir).

Davy, bu yolda ilerleyerek floris asitin de oksijen içermeyen asitlere bı: örnek olduğunu göstermişti. Ayrıca, florik asit, hidrojen kloridi andıran pek çok özelliğe sahipti. Fransız fizikçi André Marie Ampere, bundan yola çıkarak, florik asitin klor benzeri bir elementin hidrojenle yaptığı bileşik olabileceği fikrini ortaya atmıştı. Bu fikrin: Davy’e aktarmış ve onay almıştı.

1813’te Ampère ve Davy yeni elemente (henüz ayrıştırılmamıştı) klorun gramer yapısını uygulayarak, benzerliği vurgulamaya karar verdiler. Terim kökü floritten alınmış ve yeni elemente flor adı verilmişti. Böylece, florik asit hidrojen florüre, florit de kalsiyum florüre dönüşmüştü.

Şimdi ortaya çıkan asıl sorun, floru ayrıştırarak özelliklerini inceleme isteği olmuştu. Bu “sevdanın”, en üst derecede çetrefillik içerdiğini zamanla kanıtlamıştı. Söz gelimi, hidrojen klorürden klor elde etmek için ortama oksijen katmak yeterliydi. Oksijen, hidrojeni klorun elinden kapıp alıyor, kloru serbest bırakıyordu. (Yıllar sonra florun ne denli iştahı kabarık bir element olduğu iyice bellenecekti. Oksijen ve hidrojenin bileşiklerine flor katıldığında işler yukarıda planlananın tersine gidiyor, flor hidrojeni oksijenin elinden koparıp alıyordu. Flor

■ 1 D kadji “şehvetli” K. p
Florit, veya diğer adıyla kalsiyum florürün moleküler yapısı. Yeşil küreler F~, turuncu küreler Ca2* iyonlarını simgeliyor.
Yapılan sonuçsuz deneylerden sonra, florun klor ve oksijenden çok daha aktif olduğu anlaşıldı. Hatta, çok sonraları yapılan araştırmalarla da kanıtlandığı gibi, florun bilinenler arasında en aktif element olduğu ve başka hiç bir maddenin basit bir tepkimeyle, kendisine tutunarak bileşik yaptığı elementi florun elinden kurtaramayacağı anlaşıldı.

Fakat, araştırmacı bir kişinin basit tepkimelere mahkum olduğunu da kim söylemiş. 1800’de pilin keşfini iz

– ,~-,rkaç hafta içinde bir bileşikten =F^3eîektrik akımının, bileşiği nor-

– . -../ştıllarda güçlükle gerçekleşecek . “Je bileşenlerine ayırabildiği an-

~cştı (elektroliz). Söz gelimi su, ve oksijene ayrıştırılabiliyor-Hidrojen (ve pek çok metal) nega-dktrotta, oksijen (ve pek çok ame-|Mjzıtif elektrotta toplanabiliyordu. Davy’e göre, aynı yöntemin kalsi-florür üzerinde de çalışmaması
— ^.ayiiiiiiiia/j uıiiicliiyUi. DUTÎU

-Varca denemişse de bir yere vara-■::ş:ı. Pozitif elektrotta biraz flor .<urmuş olması muhtemel tabii, .i flor oluşur oluşmaz, en yakındaki bideye, suya, cama hatta gümüş ve ^y’nin kullandığı platine bile saldı-rdıı. Böylece Davy, her deneme-.elinde başka bir flor bileşiğiyle çı-. vır, ama hiç flor bulamıyordu, ¿vy’nin tek kaybı yaşadığı düş kırık-Varı değildi. Giriştiği her denemede, .-¡nılmaz olarak soluduğu az miktar-. ^ hidrojen florür yüzünden her sefe-*Je sağlığından biraz daha kaybedi-*du. Bu, onu hemen öldürmemiş . kuşkusuz genç yaşta, 50’sinde öl-

– esine yol açan etmenlerden biri oluştu.

Takipçileri Davy’den bile şanssız-: 1930’larda iki İngiliz kardeş Tho-

– ıs ve George Knox, florun kimyasal _îa ayrıştırılamayacağı fikrine karşı

. smışlardı. Giva florür ve kloru karşılatarak civayı klorla bileşik yapmaya rlamış ve floru serbest bırakmayı . “imuşlardı. Başarısız olmuşlar ve hid-en florür zehirlenmesinin uzun ve dolu sonuçlarına katlanmak zorunla kalmışlardı.

Belçika’lı bir kimyager P. Louyet ; Knox kardeşlerin izinden gitmiş ve nı şekilde başarısız olmuştu. Onun nu daha da acıydı, hidrojen florür ze-rlenmesinden hemen ölmüştü.

Louyet’in asistanlarından biri ransız kimyager Edmond Fremy idi. remy, Louyet’in deneylerinden iindiği sonuç, floru kimyasal yoldan

• rıştırmaya uğraşmanın insanı mezarın başka bir yere götürmeyeceği oluştu. Davy’nin elektroliz yöntemine :ri dönmüş ve mutlak titizlikle çalış-:ştı. Bundan aldığı tek ödül, 80’ine ¿dar süren bir yaşam oldu. 1885’de ptığı kalsiyum florür elektrolizi de-
nemelerı sonucunda flora ulaşamamış ve bir yığın işe yaramaz bileşik elde etmişti. Bunun yanı sıra, doğrudan hidrojen florürle uğraşmaya karar verdi. Oda sıcaklığının biraz altında sıvıla-şan hidrojen florürle oynamak kolaydı. Kalsiyum florür örneğinde olduğu gibi elektroliz sırasında kızma derecesine kadar ısıtılması gerekmiyordu. Ne yazık ki, Fremy’nin döneminde hidrojen florüriin sadece su çözeltilerini bulmak olasıydı. Hidrojen florürün su çözeltisine elektroliz yapmak demek, pozitif elektrottaki oksijenden başka

: i
İllüstrasyonda, soy gazların keşfinde emeği olan Sir William Ramsay, karatahta önünde, bu elementleri tanıtırken gösterilmiş.
rr.j şe\ e.ıie edemeırek ûemek::. B’j yüzden Frémy. tümüyle sjdan arındırılmış hidrojen florür elde etmeye uğraştı. Sonuç, insana saçlarını yolduracak cinsten bir sürprizdi. Susuz hidrojen florür, elektrik akımını geçirmiyordu. Ortama biraz su eklendiğinde akım geçiyor; ama bu sefer de sadece oksijen elde ediliyordu.

Sonunda bu sevdadan vazgeçti ve 1880’lerin sonunda flor hâlâ bu savaşın muzafferi durumundaydı. Üç çeyrek asır boyunca dünyanın en iyi kimyagerleri bu savaşa katılmış ve hemen hepsi savaştan malul gazi veya şehit olarak çıkmıştı. Frémy’nin öğrencisi Fransız kimyager Ferdinand Frédéric Henri Moissan sancağı devralmış ve flor sorununa, şövalye kararlılığıyla girişmişti. Önce kimyasal yöntemlere yeniden el attı. Florun olabilecek en kararsız bileşiğiyle işe başlamak gerektiğini düşünüyordu. Bileşik ne kadar kararlıysa, florıı tutunduğu diğer atomlardan koparıp almak o kadar zor olurdu.

Moissan, 1884’te fosforlu florun (bir flor bileşiği için) görece kararsız olduğuna karar kıldı. Bu, bir ölçüde umut vaat ediyordu; çünkü fosforun oksijenle birleşmeye özel bir eğilimi var gibiydi.

Moissan deneylere girişmiş ama yine de, ancak kısmi düzeyde başarı elde edebilmişti. Oksijen, fosforla beklendiği gibi bileşik yapmış; ancak flor; defedememişti. Moissan’ın elinde fosforun hem oksijen hem de florla vap::-ğı bir bileşik vardı şimdi.

Belli başlı ksenon-flor tepkimelerinin basit denklemleri. Denklemlerde görüldüğü gibi, bir kez XeF6 elde edildiğinde, bunu suyla tepkimeye sokarak, uzun süre hiçbir bileşik yapmaz sanılan ksenonun ok-sitini bile elde etmek mümkün.

Moissan başka bir yol denedi. Platin son derece soy bir metaldir ve flor bile platine ancak zorlukla saldırabilir. Buna karşın, kızgın platin fosforla bir-leşebiliyordu. Eğer fosforlu floru kızgın platinin üzerinden geçirirse, platin fosforla birleşmeyi yeğleyecek ve flor serbest kalacaktı belki de.

İyimserliğin sonu yok. Hem fosfor hem de flor kısa sürede beraberce platinle birleşiyor ve çok pahalı olan platin hiç uğruna çöpe gidiyordu. Neyse ki Moissan’ın zengin bir üvey babası vardı ve onun masraflarına cömertçe arka çıkıyordu.

Moissan da öncülü Fremy gibi başa dönüp, katıksız kimyayı yeniden denemiş, sonra da elektrolize yönelmişti. İşe arsenik florürle başlamış ve ilk başarısızlıklara arsenik zehirlenmesi de eklenince bu yaklaşımdan vazgeçmişti. Böylece yeniden hidrojen florürle uğraşmaya girişti (sonuçta dört defa hidrojen florür zehirlenmesi geçirecek ve nihayet 54’ünde ölecekti)

Moissan, Fremy’nin susuz hidrojen florürünün elektrik akımını iletmediğini çok iyi hatırlıyordu. Karışımı iletken kılacak ama bununla birlikte elektrotta oksijen dışında bir madde oluşturacak bir bileşik aradı. Ve parlak bir fikre ulaştı; bir başka flor bileşiği… Moissan, potasyum hidrojen florürü susuz hidrojen florürle karıştırarak geçirgen bir karışım yaptı. Üstelik pozitif elektrotta sadece flor oluşacaktı. Ayrıca, düzeneğini yerleştirmek için, florla birleşmeye platinden daha isteksiz olan flor iridyum alaşımıyla bir kap hazırladı. Son olarak da tüm bunları -50 “C’ye soğuttu. Kimyasal tepkimeler genelde soğukta yavaşladığı için, florun bitmek bilmez iştahı da geriletilebilecekti belki de.

Moissan akımı geçirdiğinde negatif elektrotta hemen hidrojen kabarcıkları fokurdamaya başlamıştı bile;
Xe (gaz)+F2 (gaz)-» Xe (gaz)+2F2 (gaz)-Xe (gaz)+3F2 (gaz)-
ama pozitif elektrotta hiç bir belirti yoktu. Durup biraz dfGftindü. Pozitif elektrot, platin-iridyum kaba bir tıpadan geçirilerek sokulmuştu. Tıpanın elektrik akımı geçirmemesi için platinden farklı bir maddeden yapılması gerekmişti. Bu durumda ortada hiçbir gaz olmaması sürpriz değildi. Flor gazı tıpayı mideye indirmeye başlamıştı bile. Moissan’ın elektrik akımı geçirmeyecek ve florun el sürmeyeceği bir tıpaya gereksinimi vardı. Florit mineralinin, taşıyabileceği flora zaten doyduğunu, dolayısıyla florla tepkimeye girmeyeceğini akıl etti. Hemen floritten bir tıpa yaptı ve deneyi tekrarladı.

6 Haziran 1886’da açık sarı renkte bir gaz pozitif elektrotun çevresini sardı. Flor nihayet ayrıştırılabilmişti. Moissan deneyini kamu önünde tekrarlarken eski hocası Fremy de onu seyrediyordu.

Moissan deneylerini sürdürdü ve 1899’da flor elde etmek için daha ucuz bir yol buldu: bakır tüpler. Flor bakıra çılgınca saldırıyordu ancak bakırın üzeri yeterince bakır florürle kaplandığında tepkime duruyordu. Ölümünden bir yıl önce 1906’da Moissan büyük başarısı için Nobel Kimya Ödülü aldı.

Flor, bir diğer kuşak boyunca periyodik tablonun yaramaz çocuğu olmayı sürdürdü. Artık üretilebiliyordu; ama kolayca değil. Üstelik, hidrojen florürden bile daha zehirli olduğu için saklanması çok güçtü.

Bu sıralarda, 1890’larda soygazlar bulunmuştu. Söz konusu elementler son derece “soy” olarak kabul gördükleri halde, pek çok kimyacı bunları başka maddelerle birleşmeye zorladı.
ereği gerçekleştirme çabasına giriştik:

Ellerinde 100 santilitre kadar ks;-non gazı vardı ve hiç florları yofe-Mecburen, flor elde etmek için ker.: düzeneklerini hazırladılar. Elde etekleri flor yeterli kalitede değildi ve ti.-çalışmanın sonucu tatmin edicilikti’ uzaktı. Ortada belirgin herhangi r ” ksenon-flor bileşiği yoktuysa da, ■-araştırmacı da bir bileşiğin oluşma: -ğmdan emin olamıyorlardı. İzleyen man diliminde onları takip eden olmadı. Kimyagerler florun şehitle’1-dolu tarihini biliyorlardı ve aynı sa: girecek kadar maceraperest çıkmr du pek.

II. Dünya Savaşı sırasında, flor; i-menti atom bombası araştırmaları -i»; gereksinim duyulan bir madde >:.m| Bu motivasyon sayesinde yeterli ~ iftarda floru yeterince güvenli bk:~ı*l elde etmek için yöntemler geliş::’.m Ölüm korkusu olmadan florla ilg keri olmayan deneyler yapmak a’*-J 1950’lerde mümkün olmuştu. Bı lar altında bile flor bulundurma na sahip çok az laboratuvar var__ bunların floru ksenonla birleşiz çabalamaktan daha ciddi işle’ “*• ^ Şimdi, doğaldır ki “biraz ksen

(Kimyagerlerin soygazların bileşik yapmadığına hemen inanıverdiklerin: zannetmeyin. Düzinelerce bileşik rapor edilmiş ve yayınlanmıştı. Ancak, yakın geçmişe kadar tüm bileşiklerir düzmece olduğu her defasında sonradan anlaşılmıştı.)

1930’ların başlarına kadar kimyagerlerin elinde soygazları bileştirmek için rastgele denemeler dışında izlenebilecek kuramsal bir yöntem yoktu 1933’te Amerika’lı Kimyager Linus Pa-uling, ksenon’un florla birleşmesi gerektiğini mantıksal yöntemlerle karınladı. Pauling’s Okulu’ndan Donald M Yost ve Kalifornia Teknoloji Enstiru-sü’nden Albert L. Kaya, hemen

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir