wiki

FUDAYL BİN IYÂD

Evliyânın büyüklerinden.
Künyesi, Ebû Ali’dir. Semerkant’ta
Ebyurd kasabasının Ferdin köyünde 107
(m. 726) yılında doğdu. Bâverd’de büyüdü.
Küfe şehrine yerleşip, orada ilim tahsiliniyaptı. Ömrünün sonuna doğru Mekke’ye
gelip yerleşti. 187 (m. 803; yılında Mekke’de
vefât etti. Önceleri îslâmiyete uygun olmayan
hayatı vardı. Tövbe etti. Tasavvuf
yoluna girdikten sonra, yüksek derecelere
kavuşarak olgun bir velî oldu. îrşâd makâ-
mına yükseldi. Bişr-i Hafi’nin ve Sırri-yi
Sekâti’nin mürşididir. Allahü teâlâyı tanı­
makta (marifette;, haramlardan ve şüphelilerden
kaçmada zamanın en önde geleni
idi. Kerâmetleri çoktur. Abbâsi Halifesi
Hârun Reşid’le çok sohbet etti. Ona nasihatleri
ve va’zlan meşhurdur. (Hicâbülaktâr;
kitabı Farsçadır.
Tövbe edenlerin önde gelenlerinden,
cömerdliği veihsânı bol olan, haramlardan
ve şüphelilerden sakınmakta ve Allahü teâ­
lâyı tanımakta emsâli az bulunan bir zât
idi. Dünyâdan yüz çevirmiş, tasavvuf
yolunda yüksek derecelere kavuşmuş olan
Fudayl bin Iyâd (r.a.) nefsinin arzûlanm hiç
yapmazdı.
Tövbe etmesi şöyle anlatılır: Hz.
Fudayl, Merv ve Ebyurd şehirleri arasında
önceleri eşkıyâlık yapardı. Sahranın tenha
bir yerinde çadırını kurar, eşkıyâ reisi
olduğu için içerde otururdu. Arkadaşları
yoldan geçen kervanları soyarlar, ele geçirdikleri
malların hepsini getirip, Fudayl bin
Iyâd’a teslim ederlerdi. O da getirilen mallan
dilediği gibi arkadaşlanna taksim
ederdi. Eşkıyâlık yaptığı halde, cemâatle
namazı terketmez, namaz kılmıyan hizmetçilerini
yanından kovardı. Birgün
büyük bir kervan geldi. Fudayl bin Iyâd’ın
arkadaşlan kervanı farkedince, yolunu
kesmek üzere hazırlanmağa başladılar.
Kervan içinde bulunan zengin birisi, eşkı-
yâlan farketti ve “Altınlanmı öyle bir
yere saklıyayım ki, eşkıyâlar eşyâlarımızı
alırsa geriye bunlar kalsın” düşüncesiyle
kervandan aynlıp uygun bir yer aramağa
başladı. Bir çadır gördü, hemen oraya
koştu. Orada, sırtında abası, başında ’•
külâhı olan biri namaz kılıyordu. Ona, bir
miktar parası olduğunu ve emânet etmek
istediğini bildirdi. Fudayl bin Iyâd, çadınn
içine girip bir köşeye bırakıvermesini söyledi.
Gelen kimse altınlan bırakıp kervanın
yanına dönünce, eşkıyâların kervandaki
eşyâlan alıp götürdüklerini gördü. Orada
kalan eşyâlannı da toparlayıp tekrar çadı-
nn yanına döndü. Baktı ki, eşkıyâlar kervandan
aldıklan mallan paylaşıyorlar.
Adam şaşırdı ve “Demek altınlan eşkıyâlann
reisine vermişim” deyip geri dönmek
istedi. Fudayl, adama niçin geldiğini
sordu. Gelen kimse şaşkın vaziyette, “Emâ­
net bıraktığım altınları almak için
gelmiştim” deyince Fudayl, “Bıraktığın
yerden al” dedi. Adam gidip altınlannı
alınca diğer eşkıyâlar, “Biz hiç para bulamadık,
sen ise bunlan geri veriyorsun”
dediler. Fudayl: “O bana hüsn-i zan etti.
Ben de Allahü teâİâya hüsn-i zan ediyorum.
Ben o kimsenin, benim hakkımdaki
iyi niyyetini doğru çıkardım. Ola ki, Allahü
teâlâ da benim kendisi hakkındaki hüsn-i
zannımı doğru çıkarır” dedi.
Bir gün yine bir kervanı soydular.
Sonra yemek yemek için oturdular. Kervanın
sâhiblerinden birisi gelip, “Reisiniz
kimdir?” diye sordu. “O, burada değil! Şu
ağacın altında namaz kılıyor” dediler.
“Niçin sizinle beraber yemek yemiyor?”
deyince, “O oruçludur” dediler. Gelen adam
iyice şaşırdı ve yanına gitti. Huzûr içinde
namaz kıldığını gördü. Namaz bitince
“Namaz, oruç ve harâmîlik bir arada nasıl
bulunur?” dedi. Fudayl bu suâle, “D iğer
bir kısım, insanlar daha vardır ki,
günahlarını itilaf ederler ve yaptıkları
iyi amelleri, sonradan yaptıkları
kötü am ellerle karıştırırlar…” (Tevbe
sûresi 102) âyet-i kerimesini okudu. Adam
hayret etti. Fakat niçin tövbe etmiyorsun
diyemedi.
Nakledildiğine göre, Fudayl bin Iyâd,
yaratılış olarak çok temiz, cömerd ve güzel
huylu bir insandı. Bastıklan kâfilede bulunan
kadınlara kesinlikle dokunmaz, borçlu
olanların ve sermayesi az olanlann, ellerindeki
mallarını ve hayvanlannı almazdı.
Bir gün yoldan bir kervan geçiyordu.
Kervanda bulunan bir kişi “îm ân edenlere
vakti gelm edi mi ki, kalbleri Allahın
zikrine ve inen K u r’ân-ı kerîm e
saygı ile yumuşasın!… (Hadîd-16;” âyet-i
kerîmesini okudu. Bu âyet-i kerîme kendisine
öyle te’sir etti ki, gönlünden yaralandı,
içinden “Geldi, geldi. Hattâ geçti bile!”
diyerek kendinden geçmiş bir halde şaşkın
ve mahcup olarak bir harabeye sığındı. Bu
sırada kervan yola çıktı. Giderlerken, kervandakiler,
“Fudayl yolumuzun üzerinde
bulunuyor. Acaba nasıl gideceğiz?” diye
birbirleri ile konuşurlarken, Fudayl bin
Iyâd bu konuşmalan duydu ve “Size müjdeler
olsun! Şimdi o, yaptıklanna pişmanolup tövbe etti. Bundan önce, nasıl siz
ondan kaçıyor idiyseniz, bundan sonra da,
o sizden kaçmakta, aynı işleri yapmaktan
uzaklaşmakta, sakınmaktadır” diyerek
tövbe ettiğini bildirdi. Bundan sonra, her
tarafı gezerek, üzerinde hakkı olanları
buldu ve fazlasıyla ödeyerek hepsi ile helâllaştı.
Yalnız Ebyurd şehrinde bir yahûdi
hakkını helâl etmiyordu. Hiçbir teklifi
kabûl etmiyor, Fudayl bin Iyâd’ı zor
durumda bırakmak için olmadık şartlar
ileri sürüyordu. Dedi ki, “Eğer hakkımı
helâl etmemi istiyorsan, filân yerde kayalık
bir tepe var. O tepeyi kazarak oradan
kaldır. Oralar dümdüz olsun!” Fudayl bin
Iyâd hakkını helâl ettirmek için buna-râzı
oldu ve kazmaya başladı. Hz. Fudayl’ın bu
gayreti sebebiyle Allahü teâlânm ihsâ-
nıyla, bir seher vakti rüzgâr çıktı. Allahü
teâlânın izni ile orayı dümdüz etti. Yahûdi
bunu görünce hayretten dona kaldı. Bu
sefer de, “Benden aldığın malımı iâde etmedikçe
hakkımı helâl etmeyeceğim” diye
yemin etmiştim. Benim yastığımın altında
altınlar var. Sana hakkımı helâl edebilmem
için oradan altınları alıp bana vermen
lâzım” dedi. Yahûdi yastığın altında
çakıl taşlan koymuştu. Hz. Fudayl elini
yastığın altına soktu. Allahü teâlânm izniyle,
çakıl taşları altın olmuştu. Bir avuç altını
Yahûdiye verdi. Yahûdi hayret içinde idi.
“Sana hakkımı helâl etmeden önce bana
İslâm’ı anlat” dedi. Hz. Fudayl, “Bu ne
hakdır?” diye sorunca yahûdi şöyle anlattı:
“Ben Tevrat’ta okudum ki, “Tövbesinde
sâdık ve samîmi olanın elinde çakıl taşlan
altın olur”. Aslında yastığın altında çakıl
taşlan vardı ve ben seni imtihan etmek için
öyle söyledim. Elinde, çakıl taşlannın altın
olduğunu görünce anladım ki, senin dînin
hakdır ve tövbende sâdıksın” dedi ve îmân
etti, müslüman oldu.
Hz. Fudayl, yaptıklanna çok pişman
olmuştu. Yanındakilerden birine “Allah
Endülüs Emevilerine ait, fildişinden yapılmış
mücevherat kutusu. 14. asrda İspanyanın Grenada
(Kurtuba) şehrinde yapılmıştır.
nzâsı için beni bağla ve sultanın huzûruna
götür. Benim pekçok cezâlanm vardır.
Beni götür ki, Sultan beni cezâlandırsm ve
ben de cezâmı çekeyim. Böylece hakkımdaki
dînî hüküm ne ise, o yerine getirilmiş
olur” dedi. Sultanın yanma gittiler ve durumunu
bildirdiler. Sultan kendisine çok izzet
ve ikrâmda bulunarak, evine götürülmesini
emretti. Evinin önüne geldiğinde hâlâ
ağlıyordu. Hanımı görüp “Sana ne oldu?
Niçin ağlayıp inliyorsun? Yoksa seni dövdüler
mi?” dedi. “Evet, hem de çok
dövdüler” buyurdu. Hanımının merakı
daha da artarak “Nerene vurdular?”
deyince “Sultan, yaptıklanmın cezâsım
vermedi fakat ızdırâbım canımı yakıyor ve
ciğerimi deliyor” dedi. Sonra hanımına
“Ben Rabbimin hânesine, Ka’be’ye gidip
ziyâret etmeye niyet ettim, istersen aramızdaki
nikâh bağım çözüp seni boşayayım.”
Hanımı “Allah korusun. Senden nasıl
aynlınm. Sen nereye gidersen ben de
seninle berâber gelir, senin hizmetinde
bulunurum” dedi. Sonra ikisi berâberce
hac yoluna çıktılar. Allahü te&lâ, yolculuklanm
kolaylaştırdı. Kâ’be’de bazı âlimlerle
buluştular. İmâm-ı a’zam Ebû Hanlfe hazretlerinin
derslerine katıldı. Ondan ilim
öğrendi. Kısa zamanda çok şeyler öğrendi.
Hikmetli sözler söylemeye başladı. Mekkeliler
yanma gelir onlara va’z ve nasihat
verirdi.
Bir gece Hârun Reşîd, veziri Fudayl-i
Bermekî’ye, “Beni bir kimsenin yanına
götür. Kalbim, bu göz kamaştıncı şâşâlı
hayattan sıkıldı. Rahatlık, gönül huzûru
anyorum” dedi. Veziri onu Süfyân bin
Uyeyne’nin evine götürdü. Süfyân kapıyı
açıp, “Kim geldi?” suâline “Emirül-mü’
minîn geldi” dediler. “Ne için bana haber
vermediniz. Bilseydim ben huzûruna
gelirdim” dedi. Hârun Reşîd bunu
duyunca, “Benim aradığım kimse bu
değildir” dedi. Süfyân bunu duyunca
“Sizin aradığınız kimse, Fudayl bin Iyâd’
dır” dedi. Fudayl’ın kapısına gittiler.
“Günah işleyenler, kendilerini îmân
ed en lerle bir tutacağımızı mı
sanıyorlar?” âyet-i kerîmesini okuyordu.
Hârun Reşîd, “Nasîhat istersek, bu bize
yeter” dedi. Kapıyı çaldılar. Fudayl “Kim
o?” deyince, “Emirül-müminîn” dediler.
Bunun üzerine, “Emirlll-mü’minînin benim
yanımda ne işi var ve benim onunla ne işim
var? Beni meşgûl etmeyiniz” dedi. Veziri,
“Ulülemire, (ya’nî halifeye) itâat vadbtir…”
deyince. Fudayl bin Iyâd da, “Beni meşgûl
etmeyiniz” buyurdu. Vezir Fudayl-ı Bermekî,
“Müsaadenle mi girelim, yoksa zorla
mı?” dedi. “Müsaadem yok, ama zorla girecekseniz,
siz bilirsiniz.” buyurdu. Hârun
> Reşîd içeri girdi. Fudayl, kimsenin yüzünü
‘ görmemek için kandili söndürdü. Karanlıkta
Hârun Reşîd’in eli Fudayl’ın elinedeğdi. Fudayl: “Bu el ne yumuşaktır,
Cehennemden kurtulursa..” buyurunca
Hârun Reşid ağladı ve nasihat olacak bir
söz daha söylemesini istedi. Buyurdu ki:
Senin büyük baban Hz. Abbas, Peygamber
(s.a.v.j efendimizin amcası idi. Peygamberimize,
“Beni bir kavme emir (başkan;
yapınız” demişti. Peygamberimiz de, “Ey
amcam, aeni nefsin üzerine emir ettim”
ya’nl nefsinin Allahü te&lâya tâat ve
ibâdetle meşgûl olması, insanların bin
senelik tâatından iyidir, buyurdu. Çünkü,
“B ir em irlik (başkanlık; kıyam ette
pişmanlıktır” buyurmuştur. Hârun Reşid
“Biraz daha söyle” dedi. Buyurdu ki:
“Ömer bin Abdülaziz’i halife yaptıkları
zaman, Sâlim bin Abdullah, Recâ bin
Hayve ve Muhammed bin Kab’ı çağırdı ve
“Ben bu işe düştüm, kurtuluş çârem nedir?”
diye sordu. Önlar da, “Yarın kıyâmet
gününde azaptan kurtulmak istiyorsan,
müslümanlardan yaşlıları baban yerine
koy, gençleri kardeş kabûl eyle, çocukları
da kendi çocukların gibi düşün! Kadınlan
ise kız kardeşin ve annen kabûl eyle.
Onlara babana, annene, kardeşine ve
çocuklanna yaptığın gibi muamele eyle!”
dediler.
Hârun, “Biraz daha söyle” dedi.
Buyurdu ki: “İslâm ülkesi senin evin gibidir.
İnsanları ev halkın gibidir. Babalanna
lütufla, kardeşlerine ve çocuklarına iyilikle
muamele eyle!” buyurdu. Sonra devam ederek
buyurdu ki: “Korkanm şu güzel yüzün
ateşle yanar ve çirkinleşir. Güzel yüzlerden
niceleri Cehennemde çirkinleşir ve emirlerden
(başkanlardan; niceleri orada esir
olur.”
Hârun, “Biraz daha söyle” dedi ve hüngür
hüngür ağlayıp feryâd etti. Fudayl hazretleri
buyurdu ki: “Allahü teâlâdan kork
ve O’na ne cevap vereceğini düşün. Cevaplannı
şimdiden hazırla! Çünkü kıyâmet
günü, Allahü teâlâ sana müslümanlann
hepsinden tek tek soracaktır. Hepsi için adâ-
let istiyecektir. Eğer bir gece bir ihtiyar
kadın, evinde bir şey yemeden yatarsa,
yann senin eteğine yapışır ve sana hasım
(düşman; olur” Hârun Reşid, ağlamaktan
kendinden geçti. Veziri Fudayl-i Bermekî,
“Ey Fudayl yetişir! Emirül-mü’minîni
öldüreceksin” dedi. Fudayl hazretleri
buyurdu ki: “Sus, ey Hâmân! Onu sen ve
kavmin helâk eylediniz, ben değil” Bu söz
Hârun’un ağlamasını artırdı ve Bermekî
ye “Sana Hâmân demesi, beni Firavun
yerine koyduğundandır.” dedi.
Sonra Hârun Reşîd, Fudayl bin Iyâd’a,
“Birisine borcun var mıdır?” dedi. “Evet,
Allahü teâlâya borcum var. O da itâattır,
huzûruna böyle borçlu çıkarsam vay
hâlime.” buyurdu. Hârun Reşîd, “İnsanlara
borcun var mı demek istiyorum” dedi.
!.‘Allahü teâlâya şükür olsun ki, bana çok
ni’metler verdi, hiç şikâyetim yoktur”
buyurdu. Bunun üzerine Hârun, onun
önüne 1000 (bin; altın koyup “Bunlar helâldir.
Annemin mîrâsındandır” dedi. Fudayl
buyurdu ki: “Bütün bu nasihatlerimin sana
hiç faydası olmadı.” Bunu söyledi ve yanından
kalktı ve gitti. Hârun Reşîd de çıkıp
gitti. İsmi amldığıiıda, “Ah! Ne insandır o!
Hakîkaten mert kimsedir.” dedi.
Bir gün küçük çocuğunu kucağına aldı,
okşayıp bağnna bastı. Çocuk dedi ki
“Babacığım beni seviyor musun?” Fudayl
(r.a.) “Evet” dedi. Çocuk “Peki Allahü teâ-
lâyı seviyor musun?” dedi. Hz. Fudayl
“Tabiî seviyorum” dedi. Çocuk “Peki kaç
tane kalbin var?” dedi. Fudayl “Bir tane”
deyince çocuk dedi ki “Ey babacığım! Bir
kalbe iki sevgiyi nasıl sığdırabiliyorsun?”
Hz. Fudayl, küçük çocuğun bu derin ma’
nâlı sözleri, kendi kendine söylemediğini,
Allahü teâlânın söyletdiğini anlıyarak
yavrusunu kucağından bırakarak eliyle
başını dövmeye başladı ve bundan sonra
her an Allahü teâlâ ile meşgûl olacağına söz
verdi. Oğluna da “Ey oğlum sen ne güzel
va’izsin” deyip bağnna bastı ve “Seni
hakîki sevgilinin izni ve emri ile
seviyordum” buyurdu.
Birgün Arafat meydanında insanlan
seyrediyordu. Müslümanlar feryâd ediyorlar,
Allahü teâlâya yalvanp, inliyorlardı.
Bunlan bir müddet seyrettikten sonra:
“Sübhânallah. Şu kadar insan, kerîm olan
bir zâtın kapısına gitse, bu şekilde yalvararak
bir dânik (0,801 gr.ı ya’nî çok az altın
isteseler, o zât bu insanlan ümidsiz ve eli
boş geri çevirmez. Yâ Rabbi, Sen kerim ve
gaffârsın. Bu insanlann hepsini affetmen,
kerîm olan ganî olan bir zâtın bir dânik
altın vermesinden daha kolaydır. Yâ Rabbi’
Senin ihsânlann o kadar çoktur ki, bu
insanların hepsini affetsen, senin ihsânından
hiçbir şey eksilmez.” dedi. Fudayl bin
Iyâd bunu söyledikten sonra, gâibten bir
ses, “Ey Fudayl senin bu hüsn-i zannın
hürmetine hepsini affettim” diyordu.
Fudayl bin Iyâd hazretlerinin oğlu Ali,
Kur’ân-ı kerîmden bir sûreyi sonuna kadar
okuyamaz ve dinliyemezdi. Biraz okuyunca
veya dinleyince âyet-i kerîmelerin te’
siri ile düşüp bayılırdı. Sonuna kadar
tahammül edemezdi. Bir gün Fudayl bin
Iyâd hazretlerine bir kâri (Kur’ân-ı kerim
okuyan; geldi. Onu oğlunun yanına gönderdi
ve buyurdu ki “Oğluma Kur’ân-l
kerîm oku. Dinlemekten çok hoşlanır.
“Zilzâl” ve “El-Kâria” sûrelerini okuma,
çünkü kıyâmet sözünü dinlemeye tahammül
edemez, takat getiremez.” O kâri gitti.
Kazâra, el-Kâria sûresini okudu. Dördüncü
âyet-i kerimeye gelince Hz. Fudayl’in oğlu
. AH, “Allah!…” deyip düştü. Baktılar ki
‘ rûhunu teslim etmişti. Fudayl bin Iyâd,
oğlu .vefât edince tebessüm etti. Halbukiotuz yıldır hiç gülmemişti. “Ey Fudayl! Bu
gün gülünecek gün müdür?” diye sordular.
Bunlara cevab olarak buyurdu ki: “Ben şu
anda, Peygamber efendimizin de tatmış
olduğu evlâdın ölümü acısını tatmış bulunuyorum.
Anladım ki, Allahü teâlâ evlâdı­
mın ölümüne râzıdır. Mâdem ki oğlumun
ölümünde Allahü teâlâmn rızâsı vardır.
Ben de Allahü teâlâmn nzâsına râzı
oldum. Onun için güldüm.”
Birgün Mira dağlarından bir tepenin
üzerinde bulunuyordu. Buyurdu ki,
“Allahü teâlâmn evliyâsından bir velî şu
dağa ‘Sallan dese, dağ derhal sallanır’
Fudayl hazretleri böyle söyler söylemez,
dağ sallanmaya başladı. Hz. Fudayl dağa,
“ Sâkin ol, ben bu sözümle seni
kastetmedim” dedi ve dağ sâkinleşti.
Bir gün oğlu birine bir altın verecekti.
Vereceği altının nakışında bazı kirler
vardı. Ve bunu temizlemek için altını ateşle
kızdırıyordu. Bunu görünce oğluna
buyurdu ki: “Ey oğlum, yaptığın işdeki bu
dürüstlük senin için on nâfile hac sevâ-
bına bedeldir”
Bir gün oğlu, idrarını yapamadı. Fudayl
(r.a.; “Yâ Rabbi sana olan muhabbetim
hürmetine oğlumun şu acıdan kurtulmasını
nasîb eyle” diye yalvardı. Oğlu hemen
şifâ buldu.
Fudayl bin Iyâd’ın (r.a.ı iki kızı vardı.
Vefâtı yaklaşınca hanımına şöyle vasıyyet
etti. “Vefâtımdan sonra iki kızımı al ve Ebû
Kubeys tepesine çık. Ellerini açarak şöyle
niyazda bulun: “Yâ Rabbi! Fudayl bana
vasiyyetinde dedi ki: Ben hayatta iken bu
iki emânete gücümün yettiği kadar baktım.
Ama ben ölüp de kabre girdikten sonra bu
emânetleri sana iâde ettim.” Fudayl bin
Iyâd (r.a.ı vefât edip, defn işleri tamamlandıktan
sonra, hanımı vasiyyeti yerine getirmek
üzere bildirilen yere kızlarını götürdü
ve bildirildiği gibi duâ edip çok ağladı. Bu
sırada Yemen hükümdârı, yanında iki delikanlı
oğlu ile berâber oradan geçiyordu.
Hanımların ağlayıp sızladıklarını görünce
yanlarına gidip “Bu hâl nedir?” diye sordu.
Hanım hâdiseyi anlatınca, Yemen hükümdarı
dedi ki; “Bu kızları, her biri için bin
altın mehir ile oğullanma nikâhlıyahm”
dedi. Fudayl bin Iyâd’ın (r.a.ı hanımı
“râzıyım” dedi. Kızların ve oğullann da
nzâsı alındı. Hep berâber Yemen’e gittiler.
İleri gelenler toplandı ve nikâhlan kıyıldı,
düğün yapıldı.ve âhır ette ayıbını örter. Kim bir müslüman
kardeşinin sıkıntısını giderip
sevindirirse, Allahü teâlâ da onu
dünyâ ve âhır ette sevindirir. Allahü
teâlâ; kul, müslüman kardeşine yardım
ettikçe onun yardımcısıdır.”
“Müslümanın müslümana üç günden
fazla dargın durması helâl değildir.
Kim üç günden fazla dargın durur
ve bu hâlde ölürse C ehennem e girer. ”
“Kim aç bir müslümanı doyurursa
Allahü teâlâ da onu Cennet m eyveleri
ile doyurur. ”
“ Vasiyet etmeyi istediği bir şeyi
olan müslüman bir adamın, bu vasiyeti
yazmadan iki geced en fazla gecelem
esine hakkı yoktur.”
Fudayl bin Iyâd hazretlerinin hikmetli
ve ibret dolu güzel sözleri çoktur. Bunlardan
birkaçı şöyledir:
“Bid’at söyleyenleri ve yapanlan sevenlerin
ibâdetlerini, Allahü teâlâ kabûl etmez
ve kalblerinden îmânlannı çıkarır. Bid’at
sâhibini sevmeyenin ibâdeti az olsa da,
Allahü teâlâmn bunu affedeceğini ümit ederim.
Yolda bid’at sâhibine karşı gelirsen,
yolunu değiştir.”
“Allahü teâlâya isyân ettiğimi, bir
günah işlediğimi, hayvanımın ve hizmetçilerimin
bana karşı davranışlarından
anlarım.”
“Duâmın kabûl olacağını bilsem, yalnız
devlet başkanı için duâ ederdim. Çünkü,
devlet başkanı iyi olursa, şehirler ve insanlar
kötülüklerden ve belâlardan emin olur.”
“insanın, yanında bulunanlarla tatlı
tatlı sohbet etmesi, onlara güzel ahlâk ile
davranması, geceleri sabaha kadar ibâdet
ile, gündüzleri hep oruçlu geçirmesinden
hayırlıdır.”
“Beş şey bedbahtlık alâmetidir: Kalbkatılığı, ağlamamak, utanmamak, dünyâya
fazla rağbet etmek, uzun emelli
olmak.”
“Allah korkusu, dilin lüzumsuz şey söylemesine
mâni olur. Allahü teâlâdan korkanın
dili söylemez olur.”
“Allahü teâlâdan korkandan, her şey
korkar olur. Allahtan korkmayan, herşeyden
korkar.”
“Tevekkül, Allahü teâlâdan başkasına
güvenmemek ve O’ndan başkasıridan
korkmamaktır.”
“Akıllılarla kavga etmek, akılsızlarla
oturup tatlı yemekten kolaydır.”
“Bir kimsenin kalbine Allah korkusu
yerleşti mi, dilinde işe yaramaz bir söz
bulunmaz. Bu korku dünyâ sevgisini ve
arzusunu yakar, dünyâya rağbet etme
hâlini gönülden dışarı atar.”
Fudayl hazretlerine sormuşlar: “Neden
Allahtan korkanı göremiyoruz?” Buyurmuş
ki: “Şâyet siz korksaydımz, korkanı
K,°rrk a n ı korkanlard, k a sı ü r e m e z . N itekim 7 l, – T ,Hraan W
Şeytandan en fazla korunulmuşu da riyadan
uzak olanıdır.”
“Âhıret âliminin arkasından gidin,
dünyâ âlimi ile oturmaktan sakınınız,
çünkü o gururu ve süsüyle sizi fitneye
sokar. Onun da’vâsı amelsiz ilim ve samimiyetsiz
ameldir.”
“Kim, din kardeşi için diliyle sevgi ve
hulûs gösterir de içinden ona düşmanlık ve
kin beslerse Allah ona la’net eder, dilsiz
yapar ve kalb gözünü körletir.”
“Rızâ hâlindeki kişinin dostluğuna
inanmam, kızdırdığım bu kişinin gazab
hâlindeki dostluğuna inanırım.”
“Hakka boyun eğ, hakkı tâkip et, kim
söylerse söylesin hakkı kabûl et.”
“Herşeyin bir zekâtı vardır, aklın zekâtı
da uzun uzadıya hüzünlenmek (ve derin
düşünmektir;. Bu yüzdendir ki, Resûlullahın
(s.a.v.; hüznü aralıksız ve kesintisizdi.”
“Fâsıkın yüzüne gülen bir kimse, müslü-
manlığı tahrip etmek için çabalamıştır.”
“Her kim bir binek ve yük hayvanına
“La’net olsun” derse, o hayvan (hâl diliyle;
der ki: “Âmin, lâkin yüce Allaha hangimiz
daha fazla âsi ise, la’net onun üzerine
olsun!”
“Yüce Allahı seviyor musun?” diye
sana sorsalar, sükût et. Zîrâ, eğer (hayır;
dersen kâfir olursun. (Evet; dersen, hareketlerin
O’nu sevenlerin hareketlerine benzememektedir.
Onun için sahtekâr
olursun.”
Yahyâ bin Muaz (r.a; diyor ki: “Bu
insanlar ne tuhaftır! Aralannda bir mü’
min, zengin olmuşsa onu övüyorlar, fakir
düşmüşse onu hakir görüyorlar.” Fudayl
bin Iyâd’ın yanında bir adamdan sitayişle
bahsettiler. Dediler ki: “O zât, ağzına helva
almaz!” Fudayl onlara dedi ki: “Helva
yemeyi bırakmak bir mürüvvet mi sanki?
Siz onun akrabâsını gözetip gözetmediğine,
öfkesini yenip yenmediğine, komşularına,
dul kalmış kadınlara ve yetimlere
karşı nasıl davrandığına bakınız. Din kar’
deşleriıte ve arkadaşlarına karşı huy ve
edebi nedir? İşte hükmünü verirken asıl
bunlara dikkat edin!”
Fudayl bin Iyâd (r.a.; der ki: “Allahın
öyle kullan vardır ki, Allahın azâmetinden
kalbleri parça parça olur, sonra biter; yine
parelenip tekrar biter. Ve bu hâl yaşadık3) Risâle-i Kuşeyrî sh. 52, 57, 58, 59, 298
4) Nefehât-ül-üns sh. 91
5) Tabakât-ül-kûbrâ cild-1, sh. 68
6) Tezkiret-ül-evliyâ sh. 56
7) Eshâb-ı Kiram sh. 340
8) Câmiu kerâmat-il evliya cild-2, sh. 235
9) el-A’lâm cild-5, sh. 153
10) Tabakât-us-sûfiyye sh. 6
11) Tezkiret-iil-huffâz cild-1, sh. 245
12) Tehzîb-üt-tehzîb cild-8, sh. 294
13) Hilyet-ül-evliyâ cild-8, sh. 84
14) Vefeyât-ul a ’yân cild-4, sh. 47
15) el-Cevâhir-ul-mudiyye cild-1, sh. 409
16) Mizân-ul-i’tidâl cild-3, sh. 361
17) Şezerât-uz-zeheb cild-1, sh. 316
18) Sıfat-us-safve cild-2, sh. 134
19) Mir’at-ul-cinân cild-1, sh. 415
20) Târih-i Dımaşk cild-24, sh. 38
21) Rehber Ansiklopedisi cild-6, sh. 93, 94

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir