H A S E D ETMEK

H A S E D
15 — Kötü huyların onbeşincisi haseddir. Hased, kıskanmak,
çekememekdir. Allahü teâlânın ihsân etdiği ni’metin ondan çıkmasını istemekdir. Fâideli olmıyan, zararlı olan birşeyin ondan ayrılmasını istemek, hased olmaz, (Gayret) olur. İlmini, mâl, mevki’
ele geçirmek, günâh işlemek için kullanan din adamından ilmin
gitmesini istemek gayret olur. Mâlını harâmda, zulmde, islâmiyyeti yıkmakda, bid’atları ve günâhları yaymakda kullananın mâlının yok olmasını istemek de, hased olmaz, dîn gayreti
olur. Bir kimsenin kalbinde hased bulunur, kendisi buna üzülür, bunu istemezse, bu günâh olmaz. Kalbde bulunan hâtıra, düşünce, günâh sayılmaz. Hâtıranın kalbe gelmesi inşânın elinde değildir. Kalbinde hased bulunmasından üzülmezse veyâ arzûsu ile
hased ederse, günâh olur, harâm olur. Bu hasedini sözleri ile
hareketleri ile belli ederse, günâhı dahâ çok olur. Hadîs-i
şerîfde, (İnşân, üç şeyden kurtulamaz: Sû-i zan, tayere, hased.
Sû-i zan edince, buna uygun hareketde bulunmayınız. Uğursuz
zan ettiğiniz şeyi, Allaha tevekkül ederek yapınız. Hased etdiğiniz kimseyi hiç incitmeyiniz) buyuruldu. Tayere, uğursuzluğa
inanmakdır. Sû-i zan, bir kimseyi kötü zan etmekdir. Bu hadîs-i
şerîfden anlaşılıyor ki, kalbde hased hâsıl olması, harâm değildir.
Bundan râzı olmak, devâmını istemek, harâm olur. (Hadîka) da
diyor ki, (Kalbe gelen düşünce beş derecedir: Birincisi, kalbde
durmaz, defedilir. Buna (Hâcis) denir. İkincisi kalbde bir zeman
kalır. Buna (Hatır) denir. Üçüncüsü, yapmak ile yapmamak arasında tereddüd olunur. Buna (Hadîs-ün-nefs) denir. Dördüncü derece, yapması tercîh edilir. Buna (Hemm) denir. Beşinci derecede
bu tercîh kuvvetlenip, karâr verir. Buna (azm) ve (cezm) denir. İlk
üç dereceyi melekler yazmaz. Hemm, hasene ise yazılır. Seyyie ise,
terk edilirse, sevâb yazılır. Azm olursa, bir günâh yazılır). İşlemezse, bu da afv olur. Hadîs-i şerîfde (Kalbe gelen kötü şey söylenmedikçe ve buna uygun hareket edilmedikçe afv olur) buyuruldu. İnşânın kalbine, küfr veyâ bid’at i’tikâdı olan bir düşünce gelince, bundan üzülür ve hemen red ederse, bu kısa düşünce, küfr
olmaz. Fekat, senelerce sonra kâfir olmağa karar verirse, hattâ
bunu bir şarta bağlarsa dahî, karâr verdiği anda kâfir olur. Senelerce soma bir kâfir ile evlenmeğe niyyet eden kadın da böyledir.
[Harâmı işlemenin günâhı, işlemeğe karâr vermekden dahâ büyükdür. (Hâram), Allahü teâlânın yasak etdiği şey demekdir. Günâh,
(ism) demekdir. Ya’nî, harâm işleyene karşılık verilecek cezâ demek-
— 113 — İslâm Ahlâkı — F: 8

dir. Günâh işlemek demek, cezâ ve azâb yapılmasına sebeb olacak bir
şey yapmak, ya’nî harâm işlemek demekdir. (Sevâb), iyilik ve ibâdet yapana âhıretde verilecek iyi karşılık, mükâfât demekdir.
Allahü teâlâ, dünyâda iyilik ve ibâdet yapanlara âhıretde sevâb
vereceğini va’d etmişdir. İyilik ve ibâdet yapana âhıretde sevâb
verilmesi, vâcib ve lâzım değildir. Allahü teâlâ, lutf ederek,
merhamet ederek, bunlara âhıretde sevâb vereceğini va’d
etmişdir. Allahü teâlâ, va’dinden dönmez, muhakkak yapar.] Hadîs-i şerîfde, (İnsan, harâm işlemeği kalbinden geçirir,
Allahdan korkarak yapmazsa, hiç günâh yazılmaz. Harâmı işleyince, bir günâh yazılır) buyuruldu.
Kâfir olmağa ve bid’at sâhibi olmağa niyyet etmek harâmdır. O anda, öyle olur. Çünki, bu iki niyyetin kendileri kötüdür.
Kendileri harâmdır. Harâm işlemek düşüncesi ise, harâma
sebeb olduğu için kötüdür. Düşüncenin kendisi kötü değildir,
bunu işlemek, yapmak kötüdür. Kötülüğü işlemeyince, harâmlığın ve günâhın kalkması, Allahü teâlânın merhametindendir
ve Muhammed aleyhisselâm hürmetine, bu rahmet-i ilâhiyye
onun ümmetine mahsûsdur.
İnşân bir kimsede bulunan ni’metin ondan gitmesini istemeyip, kendisinde de bulunmasını isterse, hased olmaz. Buna
(Gıbta) imrenmek denir. Gıbta güzel bir huydur. İslâmiyyetin ahkâmına, ya’nî farzları yapmağa ve harâmlardan sakınmağa ri’âyet
eden, gözeten sâlih kimseye gıbta edilmesi vâcibdir. Dünyâ
ni’metleri için gıbta etmek tenzîhen mekruh olur.
Hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ, mü’min kuluna gayret eder.
Mü’min de mü’mine gayret eder) buyuruldu. Allahü teâlâ, gayretinden dolayı, fuhşu harâm etmişdir. Allahü teâlâ, (Ey âdem
oğulları! Sizi kendim için yaratdım. Herşeyi de sizin için yaratdım. Senin için yaratdıklarım, seni, kendim için yaratılmış olduğundan men’ ve gâfil ve meşgul etmesin) buyurmuşdur. Başka
bir hadîs-i kudsîde, (Seni kendim için yaratdım. Başka şeylerle
oyalanma! Rızkına kefilim, kendini üzme!) buyurmuşdur. Yûsüf
aleyhisselâmm, (Sultanın yanında benim ismimi söyle!) demesi
gayret-i ilâhiyyeye dokunarak, senelerce zindanda kalmasına
sebeb oldu. Ibrâhîm aleyhisselâmm, oğlu İsmâ’îlin dünyâya
gelmesine sevinmesi, gayret-i ilâhiyyeye dokunarak, bunu kurbân etmesi emr olundu. Allahü teâlânın çok sevdiklerine, ba’zi
Evliyâya böyle gayret etmesi çok vâki’ olmuşdur. (Gayret), bir
kimsede olan hakkına, onun başkasını ortak etmesini istememckdir. Allahü teâlânın gayret etmesi, kulunun kötü, çirkin
— 114 —
şey yapmasına râzı olmamasıdır. Kulun vazifesi, dilediğini
yapmak değildir. Ona kulluk etmekdir. Onun emrlerine ve
yasaklarına uymakdır. Her dilediğini yapmak, Allahü teâlâya
mahsûsdur. Yalnız O’nun hakkıdır. Kulun kendi dilediğini
yapması, günâh işlemesi, Allahü teâlânın hakkına ortak olmak
olur. Mü’minin, günâh işlemekde, kendisine gayret etmesi
lâzımdır. Bu da, günâh işlerken heyecânlanması, kalbinin çarpıntısı, sıkılması ile olur. Mü’minin kalbi, Allahü teâlânın evidir ve güzel huyların yeridir. Kalbinde kötü, çirkin düşüncelere
yer vermek, çirkinleri güzellere ortak etmek olur. Kalbin buna
râzı olmaması, çırpınarak mâni1 olması, gayret olur. Ensârın
reîsi olan Sa’d bin Ubâde “radıyallahü teâlâ anh” , Yâ Resûlallah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ! Zevcemi yabancı erkekle bir
yatakda görsem, dört şâhid görmeden öldüremezmiyim? dedikde,
(Evet, öldüremezsin) buyurdu. Sa’d buna cevâben, dört şâhid lâzım ise de, buna tahammül edemem. Hemen öldürürüm, deyince,
Resûlullah “ sallallahü aleyhi ve sellem” , (Reisinizin sözünü işitiniz! O çok gayûrdur. Ben ondan dahâ çok gayûrum. Allahü teâlâ,
benden dahâ çok gayretlidir) buyurdu. Ya’nî böyle gayret olmaz.
Ben ondan dahâ gayretli olduğum hâlde, islâmiyyetin dışına çıkmam. Allahü teâlâ, en çok gayretli olduğu hâlde, bu fuhşun cezâsını hemen vermez, demek istedi. Sa’dm haklı olan cezâyı vermekde acele etmesinin doğru olmadığına işâret buyurdu. Harâm işlerken gören her müslimânm ta’zîr cezâsı yapması lâzımdır. Görenlerin, işlendikden sonra yapmaları câiz değildir. Bu zeman, ancak
hükümetin ve hâkimin ta’zir etmesi lâzım olur. Zinâ yaparken görüp öldürenin, mahkemede dört şâhid göstermesi lâzımdır. Yalnız
yemîn etmesi kabûl olunmaz. Dört şâhid getiremezse, kâtil, hâkim
tarafından mahkûm edilir.
Kadının ortağına gayret göstermesi câiz değildir. Resûlullah «sallallahü aleyhi ve sellem», bir gece hazret-i Â’işenin
odasından çıkdı. Hazret-i Â’işe “radıyallahü teâlâ anhâ”, zevcelerinden birinin yanma gitdiğini zan ederek gayret eyledi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” gelince, üzüldüğünü anlayıp, (Gayret mi eyledin?) buyurdu. Benim gibi bir zevallı, senin gibi, varlıkların en şereflisi, mahlûkların en merhametlisi bir zât için gayret etmez mi,
dedi. Buna cevâb olarak, (Şeytânının vesvesesine uymuşsun)
buyurdu. Benim yanımda şeytan mı var? Yâ Resûlallah!
deyince, (Evet var) buyurdu. Ey Allahın Resûlü! Senin yanında
— 115 —

da var mı? deyince, (Evet benim yanımda da var. Fekat, Allahü
teâlâ, beni onun vesveselerinden muhâfaza etmekdedir) buyurdu.
Ya’nî, benim şeytânım müslimân olmuşdur. Bana hayrlı şeyleri
hâtırlatır. Bir hâdîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ, kimseye ihsân etmediği iki ni’metini bana ihsân eyledi: Şeytânım kâfir idi. Onu
müslimân yapdı. İslâmiyyeti yaymakda, bütün zevcelerimi bana
yardımcı eyledi) buyuruldu. Adem aleyhisselâmm şeytânı kâfir
idi. Zevcesi hazret-i Havvâ, Cennetde şeytânın yemîn etmesine
aldanarak, Âdem aleyhisselâmm hatâ etmesine sebeb oldu.
İnsanların Allahü teâlâya gayret etmeleri, harâm işlenmesini istememekle olur.
Hasedin zıddı (Nasîhat) etmekdir. Allahü teâlânın bir
kimseye verdiği ni’metin onda kalarak, dînine ve dünyâsına
fâideli olmasını istemek demekdir. Nasîhat etmek, bütün müslimânlara vâcibdir. Hadîs-i şerîfde, (Hayra sebeb olana, bunu
yapanın ecri kadar sevâb verilir) ve (Kendi için istediğini din
kardeşi için de istemiyen kimse, îmân etmiş olmaz) ve (Dînin
temeli nasîhatdir) buyuruldu. Nasîhat vermek demek, Allahü
teâlânın var olduğunu, bir olduğunu, bütün kemâl ve cemâl
sıfatlarının onda bulunduğunu, ona lâyık olmıyan sıfatların,
aybların, kusûrların onda bulunmadığını, hâlis niyyet ile ona
ibâdet etmek lâzım olduğunu, gücü yetdiği kadar onun rızâsını
almağa çalışılmasını, ona isyân edilmemesini, onun dostlarına
muhabbet, düşmânlarına muhâlefet edilmesini, ona itâ’at
edenleri sevmeği ve isyân edenleri sevmemeği, ni’metlerini saymayı ve bunlara şükr etmeği, bütün mahlûklarına şefkat ve
merhamet etmeği, onda bulunmıyan sıfatları ona söylememeyi
bildirmek, Allahü teâlâ için nasîhat etmek olur. Kur’ân-ı
kerîmde bildirilenlere inanmağı, emr edilenleri yapmağı, kendi
aklı ile, görüşü ile uydurma tercemeler yapmamağı, onu çok ve
doğru olarak okumağı, ona abdestsiz el sürmek câiz olmadığını, insânlara bildirmek, Kur’ân-ı kerîm için nasîhat etmek
olur. Muhammed aleyhisselâmm bildirdiklerinin hepsine inanmak lâzım olduğunu, O’na ve ismine hürmet etmeği, O’nun
sünnetlerini yapmağı ve yaymağı, O’nun güzel ahlâkı ile huylanmağı, Âlini ve Eshâbını ve ümmetini sevmeği bildirmek, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” için nasîhat etmek olur. O’na
saygı gösteren, O’nun dînini muhafâza eden, O’nun dînine uymakda,
ibâdet yapmakda kendilerine hürriyet veren hükümetlere yardım etmek, onlara doğruyu bildirmek, müslimânların hakkını gözetmele-
— 116 —
rini bildirmek, onlara isyân etmemek, kanûnlarına karşı gelmemek, onların islâmiyyete ve insânlara hizmet etmeleri için dü’â
etmek, arkalarında nemâz kılmak, kâfirlerle cihâdlarında mâl
ile, cân ile ve düâ ile yardımlarına koşmak, zekât ve vergileri ödemek,
silâh ile kimseye saldırmamak, zulm ve haksızlık yapdıklarında da isyân etmeyip, tatlılıkla onları doğru yola, adâlete
getirmek, onlara yaltakçılık yapmamak, doğru yoldan ayrılmalarına sebeb olmamak, hükümet adamlarına karşı gelmemek
lâzım olduğunu herkese bildirmek ve ehl-i sünnet âlimlerinin
“rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” fıkh kitâblarına, ilmihâl kitâblarına ve ahlâk kitâblarına uymak lâzım olduğunu bildirmek,
devlet için nasîhat yapmak olur. İnsânlara dünyâda ve âhıretde
fâideli olan şeyleri yapmak ve zarârlı olan şeyleri yapmamak lâzım
olduğunu ve kimseye eziyyet etmemeği, kalb kırmamağı, bilmediklerini öğretmeği, kusurlarını örtmeği, farzları emr etmeği, haramlardan nehy etmeği, bunların hepsini tatlılıkla, acıyarak bildirmeği, küçüklere merhamet, büyüklere hürmet edilmesini, kendilerine yapılmasını istediklerini başkalarına da yapmalarını, kendilerine yapılmasını istemediklerini başkalarına da yapmamalarını, onlara bedenleri ile, mâlları ile, yardım edilmesini bildirmek
de, bütün insânlar için nasîhat etmek olur.
Hadîs-i şerîfde, (Müslimânlara yardım etmiyen, onların iyilikleri ve râhatlan için çalışmıyan, onlardan değildir. Gece ve
gündüz, Allah için ve Kur’ân-1 kerîm için ve Resûlullah için ve
devlet reîsi için ve bütün müslimânlar için nasîhat etmiyen kimse
de, bunlardan değildir) buyuruldu.
Hased, ibâdetlerin sevâbını giderir. Hadîs-i şerîfde,
(Hased etmekden sakınınız. Biliniz ki, ateş odunu yok etdiği gibi
hased de hasenâtı yok eder) buyuruldu. Hased eden, onu gîbet^
eder, çekişdirir. Onun mâlına, canına saldırır. Kıyâmet günü,
bu zulmlerinin karşılığı olarak, hasenâtı alınarak ona verilir.
Hased edilendeki ni’metleri görünce, dünyâsı azâb içinde
gççer. Uykuları kaçar. Hayr, hasenât işliyenlere, on kat sevâb
verilir. Hased bunların dokuzunu yok eder, birisi kalır. Küfrden‘başka hiçbir günâh, hasenâtın sevâbiarınm hepsini yok
etmez. Günâh olduğuna inanmıyarak veyâ islâmiyyete ehemmiyyet vermiyerek harâm işlemek ve küfre, irtidâda sebeb olan
işleri yapmak, sevâbların hepsini yok eder. Çünki, böyle yapanlar mürted olurlar. Hadîs-i şerîfde, (Geçmiş ümmetlerden iki

kötülük sizlere bulaşdı: Hased ve kazımak. Bu sözümle onlann
başlarını kazıdıklarını anlatmak istemiyorum. Dînlerinin kökünü
kazıyıp yok etdiklerini söyliyorum. Yemin ederim ki, îmânı olmıyan Cennete girmiyecekdir. Birbiriniz ile sevişmedikçe, îmâna
kavuşamazsınız. Sevişmek için, çok selâmlaşınız!) buyuruldu.
[Selâmlaşmanın çok mühim olduğunu bu hadîs-i şerif
açıkça gösteriyor. Selâmlaşmayı emr ediyor. İki müslimân karşılaşınca, birisinin (Selâmün aleyküm) demesi sünnetdir. Diğerinin cevâb olarak, (ve aleyküm selâm) demesi farzdır. Kâfirlere
mahsûs kelimelerle selâmlaşmak ve el, beden hareketleri ile
selâmlaşmak câiz değildir. Karşılaşan iki müslimân, birbirinden uzak olarak yürüyorlarsa, sesini işitemiyeceğini anladığı
zeman, söylemekle birlikde, sağ eli kaşının kenârına kaldırmanın da câiz olduğu bildirilmişdir. Kâfirlere karşı başka kelimelerle selâmlaşarak, fitne çıkmasına mâni’ olmalıdır. Fitneyi
uyandırmak harâmdır. Bu harâma mâni’ olmak çok sevâbdır.] (Müslimânlar hayrlı olur. Hased edince hayr kalmaz) buyuruldu. Diğer bir hadîs-i şerîfde, (Hased, nemime ve kehânet
sahihleri benden değildir) buyuruldu. Nemime, fitne çıkarmak
için, ara açmak için, insânlar arasında söz taşımakdır. Kehânet, bilmediğini söyliyerek bundan hükm, ma’nâ çıkarmakdır.
[Bilinmiyen şeyleri haber veren, falcılara (Kâhin) denir. Kâhine
inanmamalıdır]. Bu hadîs-i şerîfden, hased edenin şefâ’atden
mahrûm kalacağı anlaşılmakdadır. Ya’nî şefâ’at istemeğe
hakkı olmayacakdır.
Hadîs-i şerîfde, (Altı kimse, altı şeyden hesâba çekilip, mahşer yerinde azâb gördükden sonra, Cehenneme gireceklerdir:
Devlet reisleri zulmden, arablar kavmiyyet gayretinden, köy
muhtarları kibrden, tüccâr hıyânetden, köylüler cehâletden, âlimler hasedden) buyuruldu. Ticâret ile meşgûl olanın, yalan söylemek, fâiz, hîle ve fâsid bey’ ile başkasının mâlını aşırmak ne demek
olduklarını ve bu harâmlardan kurtulmanın çârelerini öğrenmesi lâzımdır. Köylülerin, ya’nî her müslimânın, ehl-i sünnet
i’tikâdını ve ilm-i hâlini bilmesi lâzımdır. Bu hadîs-i şerif, has&-
din din adamlarında dahâ çok bulunduğunu haber vermekdedir. (Tefsîr-i kebîr) de diyor ki, (Hased on kısmdır. Bunların
dokuzu din adamlarında bulunur. Dünyâ sıkıntıları on çeşîddir. Bunların dokuzu sâlihlerde bulunur. Zillet on kısmdır.
Dokuzu yehûdîlerdedir. Tevâdu’ on kısmdır. Dokuzu nasârâdadır. Şehvet on kısmdır. Dokuzu kadınlarda, biri erkeklerde­
— 118 —
dir. İlm on kısmdır. Biri Irâkdadır. îmân on kısmdır. Dokuzu
Yemendedir. Akl on kısmdır. Dokuzu erkeklerdedir. Yer
yüzünün bereketi on kısmdır. Dokuzu Şâmdadır). Fahreddîn-i
Râzî hazretleri, bu tefsirinde kendi zemanmda olanları bildirmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” dünyâya teşrif etmeden evvel, yehûdîler harb edecekleri zeman, (Yâ Rabbî! Göndereceğini va’d etdiğin ve en çok sevdiğini bildirdiğin, o şerefli Peygamber
hürmetine) diyerek dü’â ederlerdi. Dü’âları kabûl olup, Allahü teâlâ
kendilerine yardım ederdi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”,
insânları müslimân olmağa da’vet edince, kendisinin va’d edilen Peygamber olduğunu anladılar. Fekat hased ederek, kıskanarak inkâr etdiler. Hasedleri kendilerinin ve gelecek olan
nesilerinin ebedî olarak felâkete, azâblara sürüklenmelerine
sebeb oldu.
Allahü teâlâ, şeytânın şerrinden korunmamızı emr etdiği
gibi, hased edenin şerrinden de, sakınmamızı emr etdi.
Hadîs-i şerîfde, (Ni’met sâhiblerinden ihtiyâçlarınızı, gizli
olarak isteyiniz. Çünki, ni’met sâhiblerine hased edilir) buyuruldu. İhtiyâçlarınızın karşılandığı meydâna çıkınca, hased
olunursunuz. Sırrını saklıyan kimse, isterse, açığa çıkarır,
isterse çıkarmaz. Sırrını açıklıyan kimse, çok defa söylediğine
pişmân olur, üzülür. İnşân, söylemediği sözüne hâkimdir.
İsterse söyler, istemezse söylemez. Söylediğinin ise, mahkûmudur. Keşki söylemeseydim, der. Mâla, eşyâya emîn olan kimselerin çoğu, esrâra emîn olmazlar. (Zehebini ve zihâbını ve
mezhebini gizli tut!) sözü meşhûrdur. [Zeheb, altın, zihâb
i’tikâd, mezheb de, işlerde tutulan yol demekdir].
Hased etmek, Allahü teâlânın takdirini değişdirmez.
Boşuna üzülmüş, yorulmuş olur. Kazandığı günâhlar da,
cabası olur. Mu’âviye «radıyallahü anh», oğluna nasîhat olarak (Hasedden çok sakın! Hasedin zararları sende, düşmanmınkinden dahâ önce ve dahâ çok hâsıl olur) dedi. Süfyân-ı Sevrî “rahmetullahi teâlâ aleyh” hased etmeyenin zihni açık olur, demişdir.
Hiçbir hasedci murâdına kavuşmamışdır. Kimseden hürmet görmemişdir. Hased, sinirleri bozar. Ömrünün azalmasına sebeb
olur. Esma’î diyor ki, bir köylüye rastladım. Yüzyirmi yaşında
‘ idi. Çok yaşamasının sırrını sordum. (Çünki, hiç hased etmedim)
dedi. Ebülleys-i Semerkandî “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki,
(Üç kimsenin dü’âsı kabûl olmaz: Harâm yiyenin, gîbet edenin,
hased edenin)

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*