HALİDE EDÎB – ADIVAR
HALİDE EDÎB – ADIVAR
KURDUN MEMLEKETİNE
Çocuıklanm gitmiş, Avrupa benim için boşalmıştı. Viyana’da şimefl diferde yer bulabilmek için nöbet bekliyordum. Hava bulutlu, karanlıl soikaklar kalabalıktı. Pansiyonumun dördüncü katında bile sokağın dd vamlı gürültüsü düşüncelerimle beni yalnız ve rahat bırakmıyordu. ni gelen gelişme ile memnun görünen, sokakları dolduran halk ban yabancı geliyordu. Eğer subayların bizim ordunun aynı olan ünifor lan bana ordu günlerini hatırlatmasa kendimi başka bir dünyaya tef edilmiş bir menfî zannedecektim. Memleket özlemi yüreğimde gamlı devamlı bir eza olmuştu. Böyle bir günde pansiyondan çıktım, Viyanl mn arka sokaklarına daldım. Akşamın gölgeleri arasında boş bir di! yada tek bir insan gibi kendi ayak seslerimi dinleyerek yürüyor, gifl yordum. Dükkânlar kapanmış, ortalık kararmış, sokaklardan halk kilmişti. Gönlümün özlemiyle yapayalnız olmaktan vahşî bir tat alar sokaktan sokağa dolaşıyordum. Küçük bir yerde aydınlık bir kapın önünde bir kalabalık gördüm. Aralarına girdim ve bu mahalle sinen sının resimli ilânlarına baktım. Karlı bir tepe üstünde beyaz bir kil uluyordu ve altında «Kurdun Memleketinde» yazılıydı. Kasketi yıpra mış bir ihtiyar programı övüyor, halkı teşvik ediyordu. On dakika sc ra başlayacaktı. Bilet aldım, çoğu işçi olan kalabalığın arkasında nöt bekledim.
Işıklar söndü, bizim herhangi vilâyette olabilecek kadar gönülstj ve tmgırtılı bir mızıka başladı. Beyaz perdenin üstünde piyesin başlıı kahramanı olan’ kocaman bir kurt, güzel ve ateşli gözleriyle halka bj tı. Karanlıkta, kalabalıktan, memnun ve samimî bir takdir yükseldi, risi yanımda Almanca: «Güzel hayvan, güzel hayvan» diyordu ve o gül hayvan beni bir an içinde, yıllar gerisindeki kalbin acıklı ve ateşli gününe, dağa çıkan kurdu hayal ettiğim ve yaşadığım güne götürdü.
Bütün insanlardan daha anlamlı ve daha canıma yakın olan yar memleketin sembolü olan yaralı kurdu düşündüm. Ne gariptir ki insi bazen bir sembolü bütün sevgililerden sevgili buluyor ve seviyor, iril mı bir kurt sembolü ile gördüğüm gün onun acı sergüzeştlerini de kurdun hayatı gibi hayal etmiştim. O günlerde olduğu gibi hâlâ kâini ta sağlam ve tabiî faziletlerle mert insanların kusurlarım da, güzelllî lerini de bir kurdun hayal ve aşkında düşünüyordum. Viyana’nm küç(| bir mahalle sinemasında «sıla» sıtmasıyle yandığım gün perdeden kan güzel ve kuvvetli mahlûk beni, sevdiğim düşünceler ve hülyalar nr sına attı.
Hayvanlarda bile sanat kabiliyetini mucize gibi geliştiren bu memlekette, «kurdun memleketinde» ki hikâye şöyle geldi geçti ve ben bütün
o oynayan, yaşayan kurdun hayatım seyrederken kendi memleketimin İçinde geçmiş olan sahneleri birer nakarat gibi içimden tekrar ettim:
; Batı Amerika’nın vahşî sahralarında, karlı ve ıssız bir tepede uludan bir dişi kurdu bir avcı vurmak istiyor, başka bir avcı da onu arkadaşının elinden kurtarmak istiyordu. Sonunda bu öldürülen ana kurtlun yavrusunu merhametli avcı alıyor ve büyütüyordu. Öyle sevimli, güzel lir kurt yavrusuydu ki… Kendini seveni o kadar kudretle ve ateşle seviyordu ki… O kadar, sevdiği insanın dostuna dost ve düşmanına diiş-‘tnandı ki… Issız ve karlı çölde genç efendisiyle bu kurt o kadar sami-•jniyetle sevişiyorlardı ki! — Bu kadar saf ve güçlü aşkı insandan daha ne kadar güzel ve İlâhî şekilde kurt duyuyordu. Dünyada bütün insanlar rasmda sevmeyi bilen bence bir Anadolu halkı kalmıştır ve sevmeyi p kadar iyi bildiği için uluslar arasında sonsuz ve en yüksek bir geleceğe adaydır. Sevmeyi bu kadar iyi bildiği için sevmeyi bilen büyükleri, “ endisi için yaşayacak ve ölecek başkanlan, tarihte şan ve şeref mevkilerinde kalırlar. Bu sahnedeki kurt da sevmeyi o kadar güzel bildiği ‘çin ve sevdiği şeylere dokunan yad elleri parçalamayı bildiği için ırkının tabiî ve devamlı sembolü kalacaktır, f Sinema masalında bu kurt kahraman büyüyor. Sahibinin bir düşmanı var; kurdu çalıp satmak isteyen bu düşman, bir gün kurt sahibimin dört hizmetçisi arasına giriyor, onu satmak için onları kandırmaya çalışıyor.
,/ îlkel bir çadırda bir masa etrafında dört adam kurdu aldatıp bağla-|nak ve satmayı konuşurlarken o, masanın üstündeki açık ve güzel gözleriyle hepsinin yüzünü inceliyordu. Kendisine gelecek tehlikeyi anladığı için birdenbire hepsinin ayrı ayrı gözlerinin içine bakıyor, büyük pençelerini omuzlarına koyuyor; konuşan gözleriyle yalvarıyor ve ellerini, yanaklarını yalıyordu.
Güneşin altında yeni bir şey olmadığı için bu sahne de bana geçmiş bir şeyi tekrar etti. Dörtler meclisini ve Türkiye’yi düşündüm. Böyle dört devlet oturmuş, bizi sevdiği şeyler için yaşayan, yalnız kendi yurdunu ve hayat hakkını isteyen Türkiye’yi böylece aralarında satmak İçin müzakere etmişlerdi. Onun için kalbim tamamıyle o kurt için attı. tO dört kişiye inanması ihtimaliyle bir çocuk gibi ellerim, kalbim titredi. Fakat onun içgüdüsü nihayet bu severek inandırmak istediği adam-■ Jann kendinden kaçan gözlerindeki hıyaneti gördü ve birdenbire çadırdan ok gibi fırladı ve çöllere kaçtı ve o dörtler, tarihte ulusları hıyanetle zincire vurmak için pazarlık eden büyük dörtler meclisi gibi, şaşkına döndüler ve korktular.
Kurt artık çölde, kendi memleketindeydi. Karlı tepelerden kendini çağıran dişi «kurda gelmişti. Beyaz ormanların, çağlayan suların, sarp
Türk ve Batı Edebiyatı — Lise II. – 1978
F. 19
kayaların ıssız vahşiliğinde sevişiyor ve yaşıyorlardı. Kayaların sıcak kovuklarında kendilerine bir iş edindikleri ve tombul kurt yavruları ayaklan altında dolaştığı zaman âdeta sevindim: «İnşallah artık uygar insanlar arasına dönmezsiniz; bu büyük vahşetin ortasında, ininizde kalırsınız» dedim. Fakat öyle olmadı. İnsanlar, onları izlediler. Dişi kurt ininde yavrularım emzirirken kurdun düşmanı olanlardan biri geldi. 0 inin altına bir kucak dinamit koydu ve bir dakika sonra sıcak ve canlı bir yavru ve sevgi yuvası olan in, taze bir mezar ve bir yığın toprak olmuştu.
Suların kıyısında yavrulanna av yakalayan kurt döndüğü zaman pençeleriyle yıkılmış ini kazdı, uzun burnunu toprakların altına soiktu, kokladı, döndü. Acı bir sembolün ıstırabiyle yavrularını ve eşini aradı, aradı. En sonunda insanlarda az gördüğüm derin bir umutsuzlukla yıkık «in» in üstüne kendini attı, zavallı başı pençelerinin üstüne düştü, büyüdü, büyüdü; beyaz perde üstünde yıkık yuvasına ağlayan koca bir kurt ateşli gözleriyle ta kalbime baktı. Fakat yine kurt perdeden silindi. Dimağımın görüş sahasında dinamitle atılmış binlerce insan yuvası yıkıntısı canlandı; hepsinin üstünde parça parça örtüleri altında didiklenmiş saçlan, yaşlı gözleriyle birçok kadın, yerden fışkırdı. Böyle dilsiz, böyle derin ve şifa bulmaz bir ıstırap ve umutsuzluk ıkaç yüz kadının gözlerinde, yıkik ve boş yuvalann üstünde, avare ve elleri bomboş dolaşırken gördüm. Haykırmayan, durum ve davranışlanyle hiç bir yapmacıklık ve zaaf göstermeyen, yalnız yanaklanndaki göz yaşı izlerinden acı yaşlar akanken bir tek adalesi oynamadan insanın canım altüst eden Anadolu kduılannı kalbin gözüyle bir daha gördüm. Ben de Viyana’nın mahalle sinemasının bir köşesinde karanlıkta bir Anadolu kadınının sessizliğiyle ağladım. Gözlerimden eski levha uçtukça sıcak yaşlar da aktı, aktı.
Sonunda ibu ini dağılmış aziz kurdu, düşmanını kovalarken, her tuzağa, her atılan kurşuna rağmen düşmanını didik didik ederken, dağ, taş, orman, su, hepsini bir hınç yıldırımı gibi aşarken görüyordum; kalbim de onunla beraber koştu, bir derenin ortasında «in»lerini dinamitle atan düşmanın son kemiğini büyük bir tat ve iştahla yerken garip bir sevinç ve zafer duydum. Yine perdenin üstünde yüce görünen kurt silindi. Kim bilir yıkmtılan üstünden kaçar bahar geçtikten sonra canlanabilecek zavallı Türk yuvalan ortasında Türkiye’nin neferim gördüm, yuvası ezilmiş, sevdiği şeylerin hepsi işkence içinde ölmüştü. Fakat o sevdiği, kutsadığı şeylere el uzatanlan sonuna Ikadar memleketinden temizlemişti. Tıpkı Duatepe’nin üstünden son işgal ortasında dua eden nefere benziyordu.
Selâm sana yurdumuzun aziz ve ezelî neferi, Türkiye’nin öz ve kahraman evlâdı! Üç gün sonra sevgili İstanbul’un son yabancılardan temizlenerek kırmızı beyaz soikaklannda süngülerinde çiçeklerle geçtiği gün yine seni selâmladım ve seni henüz dünyanın göremediği sağlam
ve yüksek karakterinle gördüm. Memleket senin seven kalbine, kuvvetli ve erkek kollarının şeref ve namusuna emanet oldukça elbet yeniden |can bulacak, şeref ve saadet yurdu olacaktır. Fakat yavrularının, dişile-| linin yuva yaptığı ülkeye basacak yabancı ayaklar, kötü kötü bakacaik gözler artık biliyorlar ki dost olarak gelirlerse sevgi ve sıcak bir dostluk ve vefa görecekler, fakat düşman gelirlerse onlara acınm, çünkü o za-‘ man «kurdun memleketi»nde olduklarım anlayacaklardır.
(Dağa Çıkan Kurt, 3. bas. 1963)
«Dağa Çıkan Kurt», Halide Edib Adıvar’m, 1922 yılına kadar yazdığı öykülerle bir bölüm gezi yazılarından meydana gelmiş bir kitaptır. İlk baskısı 1922’de yapılmıştır. 1963’ te yapılan baskısında öykülerin dili, yabancı sözcüklerden
i birçoğu atılıp yerlerine Türkçeleıi konmak suretiyle, sadeleştirilmiştir.
«Dağa Çıkan Kurt» adını taşıyan ilk öykü, I. Dünya Savaşı sonundaki Tür-||dye’nin durumunu konu olarak ele alır.
Yazarın (Dua Tepe, Zeynebim Zeynebim, Efenin Hikâyesi, Himmet Çocuk, |jCennet Dağı Cehenem Dağı, Tanıdığım Çocuklardan) gibi, Mütareke yıllanyle İs-ftiklâl Savaşı yıllarına ilişkin bir bölüm ünlü öyküleri bu kitapta toplanmıştır.
1 — «Kurt»un öyküsüyle yurdumuzun tarihsel olayları arasmda, birbirini izleyen ilişkiler kurulmuş. Bu ilişkileri, bölümlerine göre, kısaca anlatınız.
2 — Türk mitolojisinde, Türk destanlarında Kurt motifi İle ilgili neler biliyorsunuz? (bkz. Oğuz Kağan ve Bozkurt Destanı.)
3 —> «Kurt»un, yavrulanyle mutlu bir yuva kurduğunu gören yazar: «İnşallah artık uygar insanlar arasına dönmezsiniz; bu büyük vahşetin ortasında irrinta-de kalırsınız.» der. Bu acı yakınma kimlerden, niçin, ne bakımdan? Burada sözü-
• Dü ettiği «uygarlık»tan ne anladınız? Yazan, bu düşünceye ve böylesine duygulan-maya götüren nedir?
4 — Öykü, nasıl bir sonuca bağlanıyor?
HALİDE EDİB ADIVAR (1884 – 1964)
İstanbul’da doğmuştur. Babası Saray Başkâtipliğinde; Yanya ve Bursu Reji Müdürlüklerinde bulunmuş Mehmet Edip Bey.
Halide Edib Adıvar, Üsküdar Amerikan Kız Kolejini bitirdi (1901). FoİNcfc-d Rıza Tevfik, Matematikçi Salih Zeki gibi o çağın tanınmış bilginlerinden O/ol dersler alarak yetişti. Darülmuallimat (Kız Öğretmen Okulu)ta, Kız kladİNİııde öğretmenlik; Vakıf kız okullannda müfettişlik; Cemal Paşa’nın çadırını tt/erlne gittiği Suriye’de (1917), Beyrut, Lübnan, Şam gibi yerlerde kır. okulları gaııt»t rnU-fettişliği yaptı. İlk eşi Salih Zeki’den ayrıldıktan sonra, Adnan Adıvar’ln evlendi (1917). Bir süre İstanbul Darülfünununda Batı edebiyatı dorNİprl okullu (101R • 1919). î/mir ve İstanbul’un işgali üzerine Millî MUcutlHe’ytf knlılırmk İçin «fi Mc birlikte Anadolu’ya geçti (1920). Kurtuluy Savaşı »UraıtUıuo onban W fl*V
Yardıma
Bilgiler;
Metin Üzerinde İnceleme:
yurttan aynlmak zorunda kaldı (1923). Eşi Adnan Adıvar’la birlikte, on beş yıl kadar, dışarda kaldı. Fransa ve İngiltere’de bulundu. Amerika ve Hindistan gibi ülkeleri dolaştı; konferanslar ve üniversitelerde konuk profesör olarak dersler verdi. 1939’da yurda döndü; İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde İngiliz edebiyatı okuttu (1940 – 1950). Bir dönem İzmir milletveküliği yaptıktan sonra (1950 – 1954), yeniden Üniversitedeki görevine döndü.
Halide Edib Adıvar’ın yazarlığı İkinci Meşrutiyette başlar, ölümüne değin, ara vermeden sürer. İlk yazıları Tanin, Şehbal, Resimli Kitap gibi gazete ve dergilerde yayımlanır ve Halide Salih adiyle tanınır. Daha sonra Halide Edib adım kullanır.
İlk döneminde aşk konularım işleyen, bireysel duygu ve tutkulara eğilen; kadını ön plana alarak onun toplumdaki yerini değerlendiren (Seviye Talip, Raik’ in Annesi, Handan, Mev’ud Hüküm, gibi) Halide Edib Adıvar, Kurtuluş Savaşımı) etkisiyle, sonraları, sanatına toplumcu bir yön verir. Ulusal ve sosyal yapılı öyküler (Dağa Çıkan Kurt, gibi); romanlar (Ateşten Gömlek, Vurun Kahpeye, Sinek-li Bakkal ve sonrakiler) yazar.
Romanlarındaki kişileri «Bir tane değil, birkaç insanın yalandan incelenmesinden sonra» meydana getirdiğini, konuştuğundan daha kolay yazdığım; yazdık-iannı pek az okuyup, pek az düzelttiğini; konu bulmakta hiç bir güçlük çekmediğini; romanlarım ilkin, bir bütün olarak düşündükten, hatta planım yaptıktan sonra yazmağa başladığını; Batıdan en çok Shakespeare (Şekspir)’i, Daudet (Do-de)’yi, Maupassant (Mopasan)’ı; Türk edebiyatından Abdülhak Hâmit’i sevdiğini söylüyor, (bkz. Diyorlar ki, Ruşen Eşref)
Kahramanları üzerinde başarılı ruh çözümlemeleri yapan; şiirli, tutkulu, çekici bir anlatımı olan Halide Edib Adıvar öykü, roman, tiyatro, anı türlerinde ürünler vermiştir. İlkin «Meddah ve Km» adiyle İngilizce yayımlanan «Sinekli-bakkal» romanı, Türkiye’de roman birinciliğini kazanmıştır (1942).
Yapıtları:
Romanlarından başlıcalan: Seviye Talip (1910), Raik’in Annesi (1910), Hanedan (1912), Son Eseri (1912), Yeni Turan (1913), Mev’ud Hüküm (1918), Ateşten Gömlek (1922), Kalp Ağrısı (1924), Vurun Kahpeye (1926), Zeyno’nun Oğlu (1928), Sinekli Bakkal (1936), Yol Palas Cinayeti (1937), Tatarcık (1939), Sonsuz Panayır <1946), Akile Hanım Sokağı (1958) v.b.
Öykü Kitapları: Harap Mabetler (1910), Dağa Çıkan Kurt (1922).
Tiyatro: Kenan Çobanlan (1918), Maske ve Ruh (1945).
Anılan: Türk’ün Ateşle İmtihanı (1962), Mor Salkımlı Ev (1963).
Merhaba, ben net internet sitesinde benzer bir konuda arayan gibi aynı zamanda Google yoluyla bulunan, internet sitesi geldi, çok iyi görünüyor. Ben google yer imleri içinde sıklıkla var ve iyi bir teknoloji ile güncelleniyor yapanların allerine sağlık var olun hep .