194- Peygamber Efendimiz, daima ibadetle meşgul olur, Allah’ın rızası için
ümmetinin hidayet ve mutluluğuna çalışırdı. Hatta geceleri o kadar namaz kılardı
ki, çokça ayakta durmaktan mübarek ayakları şişerdi. “Ya Resüllullah! Neden
kendine bu kadar eziyet veriyorsun? Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını
bağışlamış değil mi?” diyenlere:
“Ben Rabbımın çok şükreden kulu olmayayım mı?” diye cevab ve rirdi.
Peygamber Efendimiz, dünyada bulundukça bu yoldan asla ayrılmadı. Hayatları boyunca, Ara yarımadası fethedildi, Medine’ye her taraftan ganimet malları gelmeye başladı. Hükümdarlar tarafından kıymetli hediyeler gönderildi. Dünya olanca varlığı ile ona yüz gösterdi, fakat o Yüce Peygamber, bunların hiç birine önem vermedi. Bütün bunları, fakirlere, gazilere, müslümanlarm yük selmelerine harcadı, bir gün kendisine bir kese altın gelmişti. Onu ashabma da ğıtmıştı. Saadet evlerinde yalnız altı altm kalmıştı. Gece uyumadı, kalkıp bunları da dağıttı. “Şimdi rahat ettim” buyurdu.
Hazret-i Aişe validemiz diyor ki: “Resûlülluh dünyadan göç edişlerine kadar arka arkaya üç gün doyacak şekilde yemek yememişti. Halbuki isteseydi, Yüce Allah ona hatır ve hayale gelmedik nimetler verirdi. Bazan bir ay kadar, biz pey gamber zevcelerinin evlerimizde yemek pişirmek için ocak yanmazdı. Yiyip iç tiğimiz, yalnız hurma ile sudan ibaret olurdu. Bazan peygamberin haline acır, ağlardım. Bir gün: “Canım sana feda olsun, dünya dirliğinden yeterince kabul buyursan olmaz mı?” diye sordum, buyurdular:
“Ben nerede, dünya nerede! Kardeşlerim olan büyük peygamberler, bundan daha çetin hallere sabrettiler, öylece gidip Allah’a kavuştular. Yüce Allah da onlara büyük sevablar, makamlar verdi. Şimdi ben geniş bir geçime kavuşursam, Yüce Allah’dan utanırım. Benim derecemin onlarınkinden aşağı kalmasından sıkılırım, benim en özlediğim, o kardeşlerime kavuşmaktır.”
Mukaddes ve şanı büyük peygamberimiz bu mübarek sözlerinden soma dünyada ancak bir ay daha yaşamışlardı. Ahirete göç ettiklere zaman ailesine ne bir altm, ne bir deve veya bir koyun bırakmıştı. Geri bıraktığı şey, yalnız silâhları ile bindikleri katırdan ve gelirini bağışladığı ufak bir araziden ibaretti.
İşte Hazret-i Peygamber Efendimiz bu kadar yüksek kalbe sahipti. Hak yolunda bu kadar samimi, bu kadar fedakârdı. Onun yüksek maksadı, yalnız Al lah’ına kulluk etmek, İslâm dinini yaymak, insanları cehaletten kurtarmak, yer yüzünü insanlık ve medeniyet nurları içinde bırakmak idi.