Genel

İBN-İ KAVVÂM

İBN-İ KAVVÂM; Evliyânın bü­yüklerinden ve Şafiî mezhebi fıkıh âlimi. İsmi, Ebû Bekr bin Kavvâm bin Ali’dir. 1188 (H.584) senesin­de Meşhed-i Sıffîn’de doğdu. Limni şehrine giderek orada ilim öğreridi. İbn-i Kâvvâm ismiyle meşhur oldu. İbn-i Kawâm, âlim, zâhid, güzel ahlâklı, edepli, verâ, takvâ, tevâzu ve hayâ sâhibi bir zâttı. 1259 (H.658) senesi Receb ayının altısına rastlıyan Pazartesi günü, Haleb’e yakın olan Alem köyünde vefât etti. O köye defne­dildi. Vasiyeti gereği, on iki sene sonra Şam’da Kâsiyün Dağındaki kabristana nakledilip oraya def­nedildi. Kabri ziyâret mahallidir. Torunu Muhammed bin Ömer, İbn-i Kavvâm’ın kerâmetlerini an­latan bir kitap yazdı.

Kendisi şöyle anlatır: “Edeb ve tasavvuf yolunu öğrenmeye başladığımız zaman, beni bir ta­kım hâller kapladı. Bunları hoca­ma haber verince, beni konuş­maktan men ediyordu. Yanında bir kamçı vardı. Bana; “Bu mev­zuda konuştuğun zaman, seni bu kamçı ile döverim.” buyurdu. Ho­cam bana, devamlı hayırlı amel işlemeyi emrediyor ve; “Sahib ol­duğun bu hâllerin hiç birine rağ­bet etme.” diyordu. Hocamın ya­nında bulunduğum müddetçe bu­yurduğu gibi davrandım. Bâzı ge­celer hocamın yanında kalıyor­dum. Âmâ bir annem vardı ve benden başka hizmet edecek kimsesi yoktu. Bir akşam hocam­dan, annemin yanına gitmek için izin istedim. Bana izin verdi ve; “Bu gece, sana hayret verici bir iş olacak. Sakın ondan korkma.” buyurdu. Yolda giderken birden semâ tarafından bir ses duydum. Başımı kaldırdım, baktığımda, zincir şeklinde bir nûr vardı. Bu nûr sırtıma dokundu. Sırtımda so­ğukluğunu hissettim. Sonra ho­camın yanına dönerek, olup bite­ni anlattım. Hocam;’ “Elhamdülil­lah!” dedi ve beni ainımdan öptü. Sonra; “yavrum, senin üzerindeki nîmet tamâm oldu. Bu nûr silsile­sinin ne olduğunu biliyor mu­sun?” buyurdu. Ben “Hayır!” ce­vâbını verdim. Bunun üzerine; “Bu nurdan zincir, Resûlullah efendimizin sünnetidir.” buyurdu. Bu hâdiseden sonra hocam, da­ha önce bana yasakladığı hâllerle ilgili hususta konuşmama izin verdi.”

Yine kendisi anlatır: “Bir gece Hızır aleyhisselâfn bana geldi ve; “Kalk yâ Ebâ Bekr!” dedi. Kalkıp onu tâkib ettim. Hızır aleyhisse- lâm, beni Resûlullah efendimizin huzûruna götürdü. Resûl-i ekre- min huzûrunda; hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Ömer, hazret-i Os­man ve hazret-i Ali de vardı. Se­lâm verdim. Onlar selâmıma ce­vap verdiler. Sonra Resûlullah efendimiz; “Ey Ebû Bekr bin Kav- vâm!” buyurunca; ben de; “Emret yâ Resûlallah!” dedim. Buyurdu ki: “Allahü teâlâ seni, velî, dost kullarından eyledi. Kendi nefsin için neyi istiyorsan onu seç.” Alla- hü teâlâ, o anda beni cevap ver­meye muvaffak kıldı ve; “Yâ Re­sûlallah!

 

irrüpe*’

İbrâhim D&sûkî hazretlerinin Kahire’de bulunan habri.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Mektup vâliye ulaşınca, vâli, arkadaşlarını topladı. “Şunlara bakın hele, hocaları bana bir mektup göndermiş.” dedi ve ağır hakâretlende bulunup, mektuptaki şiiri okumaya başladı. Tam (Ok yaydan.çıkınca) mısrasına gelin­ce, bir ok gelip, vâlinin göğsüne saplandı ve oracıkta öldü.Vâlinin adamları, korku içinde mazlumlan alelacele salıverdiler.

İbrâhim Desûkî hazretleri öm­rünü hep İslâm dînine hizmet et­mekle geçirdi. İnsanların doğru yola kavuşması için çok gayret gösterdi. Geceleri uyumaz, sa­bahlara kadar ibâdet eder, ce-, nâb-ı Hakk’a kınk bir kalp ile yal­varırdı. Gündüzleri talebelerine ders verirdi. Sünnet olduğu için öğleden önce bir mikdâr uyuyup kaylûle yapardı. Hikmetli sözleri pek çoktur. Oğlu kendisinden na­sihat istedikte; “Ey gözümün nûru evlâdım. Önce içindeki rîefs deni­len ejderi öldür! Yüzünü toprağa sür! Hatâ ve isyânını kabûl ve îti- râf et ve işlediğin hatâ dolu ibâ­detlerinin yüzüne çarpılmasından kork!” buyurdu.

Sevdiklerine kalp temizliğinin önemini anlatırdı. Bu hususta; “Allahü teâlâ, kullarının kalbine nazar eder. O halde ey insanlar! Kalplerinizi çok temiz tutunuz! Onu cilâlandırınız! Güzel ve par­lak ediniz! Orada yalnız ihlâs ve doğruluk bulunsun!” buyururdu.

Talebesi olmak isteyen birine; “Ey oğlum, tövbe etmek istersen, bu hususta lâübâli olma. Tövbeyi oyuncak sanma, yalnız dil ile “Tövbe ettim yâ Rabbîl” demek yetmez, hem dil ile tövbe etmeli, hem de haramlan ve yasak olan şeyleri yapmamalıdır. Tövbe nasıl olur bilir misin? Kulun, kalbini Al- lah’dan başka bir şey ile meşgul etmemesi, tövbe etmesi ile olur. Bu hâsıl olursa, tövbe makbul­dür/ buyurdu.

“Ey talebelerim! Bizim yolu­muzun esâsı, zarûrî olan ile yetin­mektir. Sonsuz saâdeti arzu edi­yorsanız, Allahü teâlâdan başka­sına muhtaç olmamayı beğeniniz.

Yine talebelerine; “Hak teâlâ neyi emir buyurmuşsa onu işle­menizi, neden nehy etmişse ya­sak etmişse ondan kaçınmanızı istiyorum.”

“İlim, kulluğun gerçek mânâ­sını anlamak ve Hakk’a tam kul­luk etmek içindir.”

“Gıybet; yalancıların mey­vesi, fâsıkların ziyâfeti, kadınla­rın sakızıdır.” buyurdu.

Kendisine Allahü teâlâmn sevdiği kimselerden soruldukta; “Cenâb-ı Hak şu kimseleri sever: İffetli ve kalbi temiz olanı, elini fe- nâlıktan men edeni, dilini gıybet­ten ve lüzumsuz sözden koruya­nı, edep yerine sâhib olanı, iyilik, ikrâm ve ihsâna koşanı, dâimâ Al­lahü teâlâyı hatırlayanı, affetmeyi seveni.” buyurdu.

Hoca hakkı soruldukta; “Tale­be, hocasından müsâade alma-

 

a-*F

 

 

 

J-> ■ • ‘ t. V

İjİ’jtJ xi\     ~<İİÜ!

/ ‘           i ‘ * y !•

y                   “i *

 

 

 

 

 

 

 

dan konuşmamalıdır. Eğer hocası orada hazır değilse, manevî ola­rak ondan izin istemelidir. Zîrâ her bakımdan rehberi olan hocası, ta­lebesinin bu gibi şeylere riâyet et­tiğini gördüğünde onu çok sever, kısa zamanda hedefe ulaştırır.” buyurdu.

Bir talebesi kendisinden na­sihat istedi. O zaman; “Uygun ol­mayan yerlere gitmekten çok sa­kın, oralara girip çıkanlara da dik­kat et. Müslüman kardeşinden yersiz bir şey görürsen, ona iyi muamele etmeye gayret et, iyi geçin. Onun durumuna düşmek­ten pek sakın. Senin en iyi, en ya­kın dostun; özü, sözü doğru olan­dır. O böyle kaldığı müddetçe, onu koru.11 buyurdu.

“Allahü teâlâya muhabbet edip, muhabbete vesîle olursan, yerdekiler ve göktekiler de muhabbet eder. Allahü teâl itâat et ki, yerdekiler ve gökt de sana muhabbet etsin. Alt teâlâya itâat et ki, insanlar ve. ler de sana itâat etsin. Cena Hakk’a muhabbet ve itâat ede Allahü teâlâ ikrâmlarda, ihsânt’ da bulunur. Denizler onun için nup, sular ona yol olur. Hava : rine âmâde olur.” buyurdu.

Ömrünün sonlarına doğ talebelerinin büyüklerinden bl “Ezher Câmiinde ders verme” meşgul bulunan kardeşim MC Desûkî’ye git. Selâmımı söyî® zâhirinden önce bâtınını, kal temizlesin. Gurûr, kibir, has ucb gibi bütün kötü huylar^ kalbini muhafaza etsin.” buyu Talebe derhâl yola çıkıp, hoo: nın emrini kardeşine ulaştır

Kardeşi o anda ders veriyordu. Dersini yarıda bırakıp, süratle İb­rahim Desûkî hazretlerine gitti. Fakat ağabeyinin, seccade üze­rinde Allahü teâlâmn rahmetine kavuştuğunu gördü.

S’eyyid İbrâhim Burhâneddîn hazretleri, kıymetli eserler yaz­mıştır. Bunların en meşhûru El- Hakâik adlı kitabıdır.

1)  Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.1, s.239

2)   Kâmûs-ül-A’lâm; c.1, s.570

3)   Tabakât-ül-Kübrâ; c.1, s.165

4)  The Sufi Orders in İslâm; s.45, 46

5)   Mu’cem-ül-Müellifîn; c.1, s.79

6)   El-A’lâm; c.1, s.59

7)   İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.9, s.259

8)   Melfûzât-i ibrâhim Desûkî

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir