wiki

ibrâhim i havvâs

ibrâhim i havvâs; Evliyanın büyüklerinden. İsmi, İbrâhim bin İsmâil el-Havvâs, künyesi Ebû İshak’tır. Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerinin talebelerinden olup, Ebû Câfer Huldî ve Sirevânî-i Kebîr’in hocasıdır. Yük
sek makam ve kerâmet- ler sâhibiydi. Bağdatlıdır. 903 (H.291) yılında Rey Câmii’nde vefât etti. Gasl ve tekfînini Yûsuf bin el-Hüseyin yaptı. Havvâs, hurma yaprağından zenbil örücü demektir. Herkes tarafından medhedilmiş, kendisine tevekkül edenlerin reisi denilmiştir. Konuşmaları hep hikmet doluydu. Seferleri meşhurdur. Defâlarca Mekke’ye gitti. Sefere çıkacağı zaman ve başka zamanlarında, iğne, iplik, makas ve su kabını yanından eksik etmezdi. Çağırılan bütün dâvet- lere sünnet olduğu için gider, fakat bir şey yemezdi. İnsanlara nasîhat ederdi. Dâvetten sonra hemen evine dönerdi. Evinde yenecek bir şey bulunmaz, bu sebeple ne yiyip, ne içtiği bilinmezdi. Talebelerinden biri anlatır: “İbrâhim-i Havvâs hazretleri ile yola çıkmış tık. Yola çıkarken buyurdu ki: “Yol boyunca ikimizden birinin reis olması lâzımdır. Yollardaki işlerin idâresi onun elinde olacak” Ben de; “Reis, siz olun efendim” dedim. Hocam; “Reis olursam, benim sözlerime îtiraz etmeyeceksin” buyurduğunda, “Peki efendim” dedim. Yolumuza devâm ettik. Yolda bir konağa gelince “Otur!” buyurdu. Kuyudan su çekti, bana ikrâm etti. Odun getirdi, ateş yaktı. Ne zaman bir iş yapacak olduysam müsâ- de etmedi. “Mâdem ki reis benim, benim dediğim olacak” buyurdu. Yolda şiddetli bir yağmura tutulduk, paltosunu çıkarıp, sabaha kadar ayakta üstüme tuttu. Çok sıkılıyordum. Sabah olunca, “Keşke reis ben olsaydım” dedim. Yolumuza devam edip, hacca gittik. Hacdan sonra bana; “Evlâdım, reis olduğun za
134 bağdat evliyaları
man sana yaptığım gibi yaparsın. Reis, başkalarına hizmet ettiren değil, onlara hizmet eden, onların dünyâ ve âhiret saâde- ti için çalışan kimsedir. Reis, başkalarından gelen sıkıntılara severek katlanan insandır.” İbrâhim-i Havvâs hazretleri bir gün Bağdat’ta sâlihlerden bir kaç kişiyle birlikte, bir yerde oturuyordu. O esnâda yanlarına bir genç geldi. İbrâhim-i Havvâs hazretleri arkadaşlarına buyurdu ki: “Bu gencin Yahûdi olduğunu zannediyorum” Arkadaşları, bu söze pek kulak vermediler. Genç gelip oradakilere sordu: “Bu zât benim için neler söyledi?” Onlar da; “Senin Yahûdi olduğunu söyledi” dediler. Genç, hemen İbrâhim-i Havvâs hazretlerinin ellerine sarılıp, Ke- lime-i şehâdet getirerek Müslüman oldu. İbrâhim-i Havvâs hazretleri Müslüman olmasının sebebini “Biz Allahü teâlâdan başka her şeyi kalbimizden çıkarırız” diyorlar. İşte bu düşünce ile sizin yanınıza geldiğimde, benim Yahûdi olduğumu hemen anladınız. Buradan sizin sıd- dîk olduğunuzu anladım. Bunun için Müslüman oldum” dedi. “îmânın hakîkatı nedir?” diye soran birisine; “Bu sorunuzun cevâbı laf ile değil, yaşayarak, görerek verilir. Şimdi ben Mekke-i mükerremeye gidiyorum. Eğer benimle gelirsen, yolculukta sorduğunun cevâbını alırsın” buyurdu. O zât diyor ki: “İbrâhim-i Havvâs hazretlerinin teklifini kabûl ettim. Yola çıktık. Yolculuğumuzun her gününde, iki tabak yemek ile iki bardak su gâibden zuhûr ediyordu. Yiyeceklerin yarısını bana veriyor, diğerini de kendisi için ayırıyordu. Bir gün çölün ortasında ata binmiş yaşlı bir zât yanımıza
geldi. İbrâhim-i Havvâs hazretleriyle bir miktar konuştular. Sonra atına binerek yanından uzaklaştı. “Efendim, bu gelen ihtiyar kimdi?” dedim. “Yolculuğumuzun başlangıcında bana sorduğunuzun cevâbıdır” buyurdu. Ben; “Anlayamadım efendim” deyince; “Bu gelen zât, Hızır aley- hisselâmdı. Seninle be- râber yolculuk yapalım diye teklif etti. Allahü teâlâdan başkasına güvenmek, îtimâd etmek gibi bir hâl olur, tevekkülüm bozulur diye korktuğum için, teklifini kabûl etmedim. İşte sorduğunuz îmânın hakîkatı, Allahü teâlâdan başkasına güvenmemektir” buyurdu.” İbrâhim-i Havvâs hazretleri, nehrin kenarında hurmalıkların olduğu bir yerde oturup, hurma liflerinden zenbil örüp, gayri ihtiyârî elinde olmadığı halde nehre atıyordu. Bu
bağdat evliyaları 137
ibrâhim-i havvâs
hâl dört gün devam etti. Sonunda bu işin hikmeti nedir? Ben niçin böyle yaptım? diyerek nehrin akıntısına doğru yürümeye başladı. Derken nehrin kenarında oturup ağlayan yaşlı bir kadına rastladı. Kadına; “Vâlide, niçin ağlıyorsunuz?” diye sorunca, kadın; “Evlâdım! Beş yetim çocuğum var. Onlara yedirecek hiçbir şeyimiz kalmadı. Dört gündür bu nehirden, yapılmış zenbiller akarak geliyordu. Bunları alıp satıyor geçimimizi sağlıyorduk. Bugün gelmedi” diye cevap verdi. Bunları işiten İbrâhim-i Havvâs hikmetini anladı ve kadına; “Şimdi sen müsterih ol. Evinizi bana gösteriniz, geçiminizi ben halledeceğim” buyurdu. Hamîd-i Esved hazretleri anlatır: “İbrâhim-i Havvâs hazretleri ile be- râber yedi gün yolculuk yaptım. Yedi gün zarfında hiçbir şey yiyip içme
dim. Sonra yürüyecek tâ- katim kalmadı. Durumumun farkına vararak buyurdu ki: “Evlâdım! Sana ne oldu?” Ben de; “Efendim! Yürüyecek hâlim kalmadı” dedim. O; “Acıktın mı, susadın mı?” diye sordu. “Susadım” dedim. Bu sözüm üzerine, “Şu nehirden su iç de gel” dedi. Hemen nehre vardım. Suyundan içip, abdest aldım. Hayâtımda bu kadar tatlı ve soğuk su içmemiştim. Kendisi hiç gelip içmedi. Daha sonra arkama dönüp baktığımda, su içtiğim yerin kupkuru bir ova olduğunu gördüm. Ortalıkta nehir falan yoktu.” İbrâhim-i Havvâs hazretleri bir dağda ibâdet ediyordu. Bir gece yarısı dereye abdest almaya indi. O sırada bir arslan karşısına çıktı. Arslan acılar içinde kıvranıyordu. Boynunu büktü, ayağını gösterdi. Ayağına taş batmış ve iltihaplanmıştı. İbrâhim-i Havvâs hazretleri çakısını çıkardı, arslanın ayağını yararak yarayı temizleyip, iyice sardı. Arslan fasîh bir lisân ile teşekkür etti. Mimşâd-i Dîneverî şöyle anlatıyor: “Bir gece geç vakitte dışarı çıktım. Bir tepeye vardım. Şiddetli soğuk vardı ve çok kar yağıyordu. Baktım ki, İbrâ- him-i Havvâs hazretleri orada oturuyor. Üzerinde sadece bir gömlek vardı. Etrafına düşen karlar hemen eriyordu ve bulunduğu yer, gâyet kuruydu. Benimle müsâfeha etti. Ellerinin sıcaklığı ile benim ellerim terledi. Biraz sohbet edip ayrıldık.” İbrâhim-i Havvâs talebelerinden Ebû Haşan isminde birine; “Bir yere gideceğim. Sen de gelir misin?” dedi. Talebe; “Peki efendim, izin verirseniz evden ayakkabılarımı giyip geleyim” deyip eve gitti. Eve vardığında “kaygana” isimli yeme
İbrahim-i Havvâs hazretlerinin sandukası
ğin hazırlanmış olduğunu gördü. Ondan bir mik- târ yedi. Sonra hocasının yanına geldi. Berâberce yola çıktılar. Bir nehirden geçmeleri îcâb etti. İbrâhim-i Havvâs nehir üzerinde yürümeye başladı. Peşinden talebesi de yürümek istedi ise de, suya battı. Bunun üzerine hocası geri dönüp; “Ne oluyor. Yoksa, kaygana ayağına mı dolaştı?” buyurunca, o talebe hocasının su üstünde yürümesine,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir