İSKANDİNAVYA
Avrupa’nın kuzeyinde yer alan İskandinavya özgün bir kültüre sahiptir (Ortaçağ’da İzlanda’da gelişen bir destan türü olan saga şüphesiz bu kültürün en mükemmel ifade şeklidir) ama, Vikingler’in yayılma döneminden bugüne kadar gene de sürekli olarak Avrupa’ya yönelmiştir. Günümüzde de İskandinavya’yı oluşturan devletler Avrupa Topluluğu’nun kapısını çalıyorlar.
TARİH
Avrupa’nın kuzeyinde tarihî bir bölge olan, İskandinavya, başlangıçta İskandinav yarımadası (bugünkü İsveç ve Norveç) ile Danimarka topraklarını kapsıyordu: bu üç ülkenin kaderi MÖ II. binyıldan itibaren, özellikle de Germen dillerinin bir kolu olan Kuzey dilleri (bugünkü dillerin ortak kökeni) aracılığıyla çok sıkı bir şekilde birbirine bağlıydı. Bununla birlikte İskandinav etkisi
IX. yy’ın sonundan itibaren İzlanda’ya, Faroe adalarına ve Finlandiya’ya yayıldı ve hepsi birden İskandinavya dediğimiz geniş bölgeyi oluşturdular.
Çok eski bir yerleşme bölgesi. Hıristiyanlığın doğuşundan yaklaşık 13 000 yıl önce havanın yeniden ısınması, buzul çağında İskandinav yarımadasını ve Baltık denizini tamamen örten Inland-sisin (kıtabuzulu) erimesine sebep oldu; bunun sonucunda da, kuzeye doğru ren geyiği sürülerini takip eden Paleolitik devrin küçük avcı grupları ortaya çıktı. IX. binyıldan itibaren bu avcı grupları av hayvanlarının bollaşmasına yol açan huş, göknar, dişbudak gibi ağaçların geniş alanlara yayılmasıyla birlikte çoğaldılar; içlerinden bazıları balıkçılık alanında uzmanlaştı. MÖ 4000 yılma doğru tarım ve hayvancılıkla uğraşan Neolitik devrin ilk insanlan İskandinavya’nın güneyine yerleştiler ve bölgeye yontarak yaptıkları büyük taş anıtlar diktiler. MÖ 2000 civarında da «savaş baltalı halk» olarak da adlandırılan savaşçı göçmen bir halk atı ilk olarak İskandinav yarımadasına soktu. Danca’nın, İsveççe’nin, Norveççe’nin, İzlandaca’nın ve modern Faroe dilinin (Fince Ural-Altay dil grubuna aittir) atası olan Hint-Avrupa dilinin de (Germen dili) yarımadaya bu halkla beraber geldiği sanılmaktadır.
Daha sonra Tunç Çağı boyunca (MÖ 1800 yılından itibaren) bazı anahtar bölgelerde mesela Danimarka’daki Jylland’da ve özellikle de Limfjord boyunca yerleşilen yerler çoğaldı. Orta Avrupa’yla ticari ilişkiler gelişti: Iskandinavlar bol miktarda işledikleri tuncu elde etmek için gerekli olan ve kendilerinde bulunmayan mineralleri mermer ve kürk karşılığında alıyorlardı. MÖ 400 yılına doğru meydana gelen soğumaya kadar geçen 1000 yıldan
daha fazla bir zaman boyunca İskandinavya’da nispi şak bir iklim hüküm sürdü, bu da meşelerin ve yapr; ken diğer ağaçların ortaya çıkmasına sebep oldu.
İskandinavya Yarımadası’mn orta bölümündeki gı taklıklarla kaplı arazide önemli miktarda demir cevheı zey’de yaşayan topluluklar MÖ 400 yılma doğru den ni işlemeyi öğrendiler. Demir madenciliğinin gelişmf orman bölgeleri yerleşmeye açıldı ve nüfus arttı. Uzu lıçlarla silahlanmış savaşçı kavimler Hıristiyanlık dı önceki yüzyıllarda Son Tunç Çağı medeniyetlerini yo savaşçı halklardan Kimberler ve Tötonlar MÖ 115 ci-neye gitmek üzere Jylland’dan ayrıldılar ve daha som İmparatorluğu topraklarına akınlar düzenlediler. Yüz Germen kavimleri (Gotlar, Burgondlar, Anglar) birbiı kandinavya’yı terketti. VIII.-X. yy’lara ait bir Anglosa] m olan Le Lai de Beovoulf destanı Viking medeniyetimi nin atıldığı bu göç döneminin sonunu dile getirir.
Viking efsanesi. MS 800 yılından 1100 yılına kad navya Kuzey Avrupa medeniyetinin merkezi oldu, sömürgeciler özellikle de Norveçliler İzlanda’ya, Ku tik’teki adalara ve Grönland’a yerleşmek üzere yola dönemde Ingiltere’nin büyük bir kısmı, İrlanda, N Düklüğü adım alan Rouen bölgesi ve Finlandiya Norm, kralların hakimiyeti altındaydı; isveçli Varegler Rus) başlı deniz yollarının kontrolünü ellerinde tutuyorlar bir topluluk olan Vikingler çok hızlı gemilere ve aym z demirden yapılmış çok sayıda silaha sahipti. Uzaklar; seferlerde kazandıkları başarıların temelinde bu olağaı donammları ile insanlarının savaşçı nitelikleri yatıyorı ler yiğidiğe (savaşta ölmenin savaşçılar cenneti ValhaP m açtığına inanılırdı) ve maddi zenginliklere susamış bi tu. Viking medeniyetinin en parlak döneminde, H; zi’nden Kuzey Atlantik’e kadar uzanan belli başlı ulusl rupa ticaret yolları Baltık Denizi’nden geçiyordu. Vik lan da bu yollar üzerinde bulunan Kiev, Novgorod (Ru (İsveç), Hedeby (Danimarka), York ve Dublin (Britan gibi ticari şehirlerin çevresinde kurulmuştu.
İskandinavya’da da birçok krallık kuruldu. 872’de Harfager hemen hemen Norveç’in tamamını kontroli mayı başardı. 800 yılında prens Godfred Frank kralı C ne’ın ordularına direndiği zaman Danimarka birleşmiş halindeydi; fakat daha sonra Danimarka parçalandı v yy’da Jylland hanedanının kurucusu Kral Yaşlı Gorm il rald Blatand tarafından ülke yeniden birleştirildi. O sıı ren Gölü yakınında güçlü bir İsveç krallığı kuruldu. 1 doğru Danimarka, İsveç ve Norveç hükümdarları Latin İskandinavya’ya sokarak Hıristiyanlığı kabul ettiler.
XI. yy’ın başında, Danimarka kralı I. Sven’in Ingilte basmasıyla (1013) yeni bir fetih dönemi başladı. Kral oğlu Büyük Knud Kuzey Denizi’nde Jylland’dan başta ve Norveç’i de içine alan büyük bir imparatorluk ku 1035’te ölmesi üzerine bu imparatorluk çöktü. Daha S’ nemdeye Hastings Savaşı’mn (1066) ardından Ingiltere rin soyundan gelen Normanların kontrolüne girdi.
İskandinav krallıklarının birleşmesi ve dağılmi dinavların Avrupa’daki hâkimiyeti prenslikler arasınd; ren iç savaşların başlamasıyla birlikte XII. yy’da sona e: bu karışıklıklar sonunda zengin bir köylü medeniyetini ri üstüne kurulmuş, hıristiyanlığın bölgedeki önemli t olan güçlü ortaçağ krallıkları ortaya çıktı.
Büyük I. Valdemar’m krallığı sırasında (1157-1182) D
o dönemde pagan toplulukların yaşadığı Baltık denizi, kıyılarını fethetti; oğlu II. Valdemar (1202-1241) döne Holstein ve Estonya ele geçirildi. XII. yy’da Norveç kra da, Grönland, Faroe, Orkney, Shedand adalarım, Iskoç zeyini, Hebrides ve Man adalarını içine alan bir imparat du. Pagan FinlandiyalIlara karşı Hıristiyanlaştırma sefer latan İsveç ise 1157 yılında Finlandiya’yı fethetti.
Bu yayılma döneminin ardından, XIV. yy birleşme d du. Üç İskandinav krallığının yönetici sınıfları arasında ler kuruldu. VII. Magnus Eriksson Norveç tahtını miras dı ve 1319’da İsveç kralı seçildi. 1350’ye doğru yaşana: ba salgım bu iki krallığı kırıp geçirdi ve siyasî güç Dam kaydı. Yüzyılın sonunda Danimarka kraliçesi I. Margre marsdotter Kalmar Birliği’ni (1397) kabul ettirdi. Kain çerçevesinde bu üç devletten her biri kendi yasalarına v< lerine sahipti. Fakat XV. yy’da kraliçenin halefleri kukl darlar olmaktan öteye gidemediler, iktidar gerçekte bi
Danimarka’da Jeiling kraliyet çiftliği siti; burada Kral «Mavi dişli» Harald, 966‘daki vaftiz töreninden sonra, Hıristiyanlığı benimsemesinin anısına bir taş diktirdi. Yukanda, taşın yakınında yer alan kiliseyi çevreleyen iki höyük görülüyor.
il! i
İÇİNDEKİLER
TARİH SANAT VE MİMARÎ EDEBİYAT
294
derin elindeydi. 1448’de Danimarka kralı olan Olden-Zhristian kısa bir süre sonra Norveç tahtına çıktı ve Ger-•aklarından Schlesvvig (Slesvig) dukalığı ile Holstein ıu ele geçirdi fakat bütün bunlara rağmen isveçliler Bir-ılar ve yeni bir kral seçtiler. I. Christian’ın torunu olan an ticareti ve şehirleşmeyi teşvik ederek kendine bağlı geliştirmeye çalıştı fakat asillerin ve ruhban sınıfının ı tutumu karşısında 1523 yılında Danimarka’dan kaç-nda kaldı.
stian’ın tahtan düşmesiyle İskandinav Birliği de sona er-ıarkalıları ülkesinden kovan Gustaf Vasa 1523’te İsveç Jiya kralı seçildi. Roma Katolik Kilisesi’nin mallarına el ıstaf Vasa, Lutherci reformu yeni ulusal birliğin temeli 3Uİ etti ve bu temel üzerine sağlam bir krallık kurdu. Da-Slorveç devleti Oldenburglar’ın küçük koluna intikal et-ristian Norveç’i Danimarka’nın bir fiefi haline getirdi ve altında tuttuğu Lutherci bir devlet kilisesi oluşturdu. ;ağı. XVII. yy’da, yayılma döneminin ardından Finlan-9 devleti güçlü devletler arasına katıldı. İsveç Avrupa’nın :n ordusuna (I. Gustaf tarafından kurulan sürekli ordu) dern idaresine sahipti. Hanedanlar arasında oluşturulan Vasalar’ı Polonya’da iktidara getirirken, Baltık eyaletle-
rinde hüküm süren karışıklık da Vasalar’ın bu bölgeye askeri müdahalede bulunmasına yol açtı. II. Gustaf Adolf’un Polonya’da bekleyen orduları 1629’da Almanya’ya girdi. Üç yıl sonra da İsveç hükümdarı Orta Avrupa’yı hâkimiyeti altına aldı. Yüzyılın sonuna kadar Kont Axel Oxenstierna, Lennart Torstensson gibi yöneticiler ve parlak askerler, Christina, X. Kari, XI. Kari ve XII. Kari gibi hükümdarlar sırasıyla imparatorluğun başına geçtiler. İsveç Baltık Denizi’nin bütün kıyı bölgelerim ve Kuzey Avrupa’daki nehir ticaretini kontrolü altına alarak önemli bir ticari atılım gerçekleştirdi.
Bu arada siyasî alandan silinen Danimarka-Norveç krallığında siyasî güç her zamanki gibi aristokratların elindeydi. İsveç imparatorluğu Kuzey Savaşı’na (1700-1721) kadar Avrupa’daki hâkimiyetini sürdürdü. Ancak Kuzey Savaşı’nda imparatorluğa her taraftan saldırıldı (Prusya, Hannover, Rusya) ve savaşın sonunda imparatorluk parçalandı.
Aydın despotlar ve Napolyon savaşları. Danimarka’da, Kral VII. Christian’ın hekimiyken 1770’de bakan olan Johann Fri-edrich Struensee iktidarın tek hakimi olmakta gecikmedi ve 600’den fazla kararname çıkararak reform niteliğinde düzenlemeler yaptı (işkencenin, köleliğin ve borç sebebiyle hapis cezasının kaldırılması gibi). Fakat krala karşı komplo kurmakla suçlanan Struensee 1772’de öldürüldü; o döneme göre biraz erken olan reformcu çalışmaları daha sonraki yıllarda yeniden ele alınacaktır. İsveç’te 1772’de tahta çıkan III. Gustaf ticaretin liberallaşmesine yönelik bir politika izledi, dinî hoşgörünün yerleşmesine çalıştı ve etkin bir biçimde sanat faaliyetlerini savundu. Norveç’te ise daha yavaş seyreden modernleşme hareketi milliyetçiliğin yükselişiyle bir arada gelişti.
İskandinav ülkeleri, Finlandiya-tsveç devletinin Fransa’ya karşı Ingiletere ile Rusya’nın yanında yer aldığı tarih olan 1805 yılına kadar Napolyon Savaşları’mn dışında kaldı. 1807 yılında Danimarka-Norveç devleti de savaşa girdi ve karşı tarafta yer aldı. İsveç orduları 1808’de Norveç’i işgal etti fakat sonuçta geri püskürtüldü. Diğer tarafta, Fransa’yla ittifak kurmak üzere 1807’de taraf değiştiren Rusya 1808’de Finlandiya’yı ele geçirdi. 1809’da iktidara gelen İsveç hükümdarı XIII. Kari Rusya, Danimarka ve Fransa ile barış yaptı. Çocuğu olmayan yaşlı ve sakat XIII. Kari 1810’da Fransız Mareşal Bernadotte’u tahtın varisi olarak seçti. Bir İsveçli gibi davranan Bemadotte ülkeyi Napolyon’a karşı nihai savaşa soktu. Bernadotte 1818’de XIV. Kari veya Karl-Jean adıyla 1818’de resmen kral oldu.
1814’de Napolyon imparatorluğu çökünce Danimarka Norveç’i İsveç’e bırakmak zorunda kaldı. Buna karşı çıkan Norveçliler 17 Mayıs 1814’de kabul ettikleri Eidsvoll Anayasası’yla bağımsızlıklarını ilan ettiler ve aynı gün Danimarka tahtının varisi prens Christian Frederik’i kral seçtiler. Kasım 1814’de ise Norveç Anayasası’nın kabul edilmesiyle kral tahttan feragat etti. 1815’de Napolyon Waterloo’da bozguna uğradığında Finlandiya Rusların yönetimindeydi, İsveç ve Danimarka ise ortak bir kral tarafından idare edilen iki ayrı devletti ve Danimarka’nın elinde yalnız Grönland, İzlanda, Slesvig ve Holstein kalmıştı.
İskandinavcı hareketin modem biçimleri. 1830’lu yıllarda üniversitelerde bir iskandinavcı hareket başladı: Kuzey halklarından oluşan İskandinav Birliği’nin kurulması amaçlanıyordu. Öğrenciler yöneticilerden Prusya’ya karşı ortak bir savunma antlaşması yapılmasını istediler, fakat Prusya ile Danimarka arasında Slesvig ile Holstein’la ilgili anlaşmazlık padak verdiğinde İsveç kralı XV. Kari askerî yardım yapmayı reddetti -1864’te bu iki dü-kalığı kaybeden Danimarka 1920’de yalnızca Slesvig’in kuzeyini geri alabildi.
1905 yılında Norveç Krallığı İsveç tahtıyla olan bağını kopardı ve Eidsvoll Anayasası çerçevesinde bağımsız bir krallık oldu. Ancak yine de üç İskandinav krallığı Birinci Dünya Savaşı sırasında benimsedikleri tarafsızlık politikasıyla bir çeşit birlik oluşturdular. 1917’de Finlandiya Rusya’nın hâkimiyetinden çıktı.
Ancak İkinci Dünya Savaşı İskandinav cephesinde yeniden bölünmelere sebep oldu. 1939’da SSCB’nin saldırısına uğrayan ve yenilen Finlandiya, Almanlar Sovyetlere saldırdığında Almanya’nın yanında yer aldı. Nisan 1940’da Danimarka ve Norveç toprakları Naziler tarafından istila edildi. İkinci Dünya Savaşı boyunca sadece İsveç tarafsızlığını koruyabildi. 1944’de İzlanda Danimarka’ya karşı bağımsızlığını ilan etti.
Savaştan sonra Norveç, Danimarka ve İzlanda Kuzey Adantik Paktı’na (NATO) üye olurken Finlandiya doğrudan SSCB’nin etki alanına girdi. Ancak birlik tohumları da atılmaya devam etti.
İsveç kralı II. Gustal Adolf;
Protestanlığın ateşli bir savunucusu olan bu kral Lützen Savaşı’nda (aynı savaşta öldü) bir süvari hücumuna komuta ederken.
İsveç’te Vendel Kilisesi’ndeki
XV. yy’a aitjohannes lwan freski.
RUSYA
>ldğ%finover’e venldî?trfpZC2*p*r
<g. , 720 de rrusya ]/a ve.
‘ Berlin
SAL fiOMA-İMPARATORLUĞU
POLONYA
1ATI Oi™a# X (1635’dePqısya-yaüerildi)
Z KRALLIĞI (1561-1721)
511 ‘de İsveç Krall/ğ»
. Gustaf Adolfun (1611-1632) hristina (1632-1654) dönelinde kazanılan topraklar . Kari döneminde kazanılan ıpraklar (1654-1660)
İsveçlilerin denetimi altında olan limanlar (1629-1635)
1721 ‘de İsveç sınırı
I – 1 nn 200 300 400 500 km
SANAT VE MİMARI
Orijinalliği taş devrinden itibaren ortaya konan eserlerle ispat edilen İskandinav sanatı, İskandinav topraklarının güneyindeki bölgelerin kültürel etkileriyle sürekli olarak zenginleşmiştir. Genel olarak bakıldığında İskandinavya’da sanat tarihi, zaman açısından belli farklar olsa da, bütün olarak Avrupa kıtasındakine paralel bir gelişme izlemiştir. İskandinav sanatının en bariz özelliklerinden biri, insan tasvirlerinin üstünde görülen süs motifleridir. İskandinav topraklarının büyük bir kısmında ormanların bol, nispî olarak da maden, kil ve yontma yapı taşlarının az olması mimarîde ve uygulanan diğer sanat dallarında tahtanın Avrupa’nın diğer bölgelerine oranla neden çok daha fazla kullanıldığım açıklamaktadır.
Tarihöncesi dönemden günümüze kalan eşyalar arasında çömlekler (özellikle de huni biçiminde kupalar) Danimarka’nın bugünkü sınırları içinde yer alan bir bölgede Neolitik devrin sonunda (MÖ 2000 yılma doğru) yapılmış çakmaktaşından silahlar ve tunçtan gösterişli mücevherler bulunmuştur. Tunçtan sanat eserlerinin merkezi olan bu bölgede MÖ 1200 ile 500 yılları arasına ait dekoratif eşyalar veya tören eşyaları ortaya çıkarıldı. Öte yandan Norveç’in güney batısında ve İsveç’in güneydoğusunda taş üstüne yontma geleneği yaygındı.
Viking sanatı
Klasik kültürün hâkim olduğu bin yıl boyunca (MÖ V. yy – MS V. yy) Antik Yunan ve Roma sanatının İskandinavya’yı çok az etkilediği halde MS V yy’dan VIII. yy’a kadar bölge pek çok sanat etkinliğinin beşiği oldu. Beş yüzyıl boyunca İskandinav sanatına hakim olan karakteristik Kuzey üslubu (girift hayvan biçimli motiflerle süslü eşyalarda görülen üslup) bu dönemde ortaya çıktı. İçlerinde mücevherler, koşum takımı süsleri ve madeni silahların da bulunduğu, zengin süslemelerle bezenmiş ve ince bir işçilikle yapılmış çok sayıda eser bulundu. Ancak Viking sanatının en değerli eserleri Gokstad ve Oseberg’deki kral mezarlıklarında bulunan (IX. yy başı) büyük tabut tekneler ve yine bu mezarlarda ortaya çıkarılan olağanüstü değerli eşyalardı. Oseberg kral mezarında çok iyi bir durumda bulunan, pruvası ve pupası çok büyük bir ustalıkla yontularak yapılmış 22 m boyundaki tekne Iskandinavların sanatla tekniği birleştirmedeki ustalıklarının en güzel örneğidir.
Ortaçağ
Sanatsal açıdan XI. ve XII. yy’larda Hıristiyan san; dinav pagan geleneğinin karşı karşıya gelmesi sonucı İsveç’in merkezinin doğusunda bulunan, bir şeyin aı mış ve üzerlerine rün yazılan kazınmış gravürlerle sü leri yiv çubuklu gözalıcı ahşap kiliseler ortaya < 800’den fazla olan bu kiliselerden 32’si Norveç’te hâl şekilde ayakta durmaktadır. Üst üste yerleştirilmiş çal kiliselerin karmaşık yapıları taş temeller üstüne oturtı yüzden de Ortaçağ Avrupa mimarisine ait ahşap yap günümüze kadar en iyi şekilde korunarak gelmiş ol; selerdir. İsveç’te, rünik kitabelerde olduğu gibi kilise larak yapılmış ve zengin bir süsleme sanatının ör cümle kapılarında da hayvan biçimli Kuzey’e özg hurma dalı veya kenger yaprağı biçiminde Güney’e ler birarada kullanılmıştır. Bu kiliselerin üçgen şekli duvarlarının tepelerine yerleştirilen ve çok karakter derha tasvirleri de Viking drakkarlarımn pruvalarını: rini hatırlatmaktadır.
Kilisenin ve Sarayın etkisiyle İskandinavya ortaça yıllarında kültür alanında öne çıktı; özellikle Güney’’ zengin kültür etkinliklerine sahne olan merkezler gı
XIV. yy’larda zanaatkarlar hâlâ ahşap kiliseler inşa et ederken bir yandan da Roman ve Gotik tarzında taş dan katedraller (Danimarka’da Roskilde Katedrali, I ve Uppsala katedralleri, Norveç’te Stavanger ve Trı tedralleri) Fransız, Alman ve İngiliz mimar ve zanaat katkılarıyla yapılmaya başlandı; bunlar aynı zamand lerinin mimarî anlayışını ve yöntemlerim de birlikti dir. Ancak 1350’ye doğru İskandinavya’yı kırıp geçil bir asırdan daha fazla bir süre boyunca bu yapılar durmasına sebep oldu.
Rönesans’tan rokoko’ya
O tarihten itibaren XVIII. yy’a kadar Kilise, Saray si büyük inşaat projelerini çeşitli ülkelerden iskandı ğırdıkları sanatçı ve zanaatkarlara emanet ediyorlarc de Rönesans, Barok ve Rokoko dönemleri iskandil mimarisi büyük ölçüde diğer Avrupa ülkelerinin saı risinden etkilenmiştir. Bununla birlikte iklimin ve kı zemelerin farklılığından veya inşaat sahiplerinin k kaynaklanan bazı yerel özellikler de tespit edilmt neksel resme damgasını vuracak olan Rokoko üsl Norveç’in kırsal kesiminde gelişmişti.
Rönesans dönemi İsveç mimarîsi. Rönesans i şa edilen ilk yapılar Vasa hanedanına ait sağlam tsv Stockholm civarındaki Gripsholm Şatosu daha çok1 tının etkisini yansıtır, ama Vadstena Şatosu (1545) karakteristik özelliklerini taşır ve katıksız Rönesa: süslemelere sahiptir. Aynı dönemde inşa edilmiş oL tosu’nun dekorasyonunda kullanılan eşyaların çoj sonuna aittir; ve iç düzenlemesi tipik Rönesans ü yansıtır. O dönemde zanaatçıların ve mimarların ya’dan ve Hollanda’dan gelirken bu şatoların yapın (Pari) ailesine verilmiştir.
Rönesans dönemi Danimarka mimarisi. 15i kadar Danimarka kralı olan IV. Christian’m isteğ: edilen ve XVII. yy’ın ilk yarısına ait yapılar İskandi mimarîsinin ikinci (ve geç) dönemini temsil eder. B karakteristik örnekleri ise Borsa binası (1619-1 hag’daki Rosenborg Şatosu (1606), Sjaelland Aı lerad’daki Frederiksborg Şatosu’dur (1602-1608). da, Hollanda asıllı bir mimar ailesi olan Steemvic tuğlaları küçük gri çakıl taşlarından madanaturala dayanan Hollanda mimarî geleneğinden yararlarım Vasa üslubuyla karşılaştırıldığında Danimarka § Christian’m zevkine uygun olarak yapılmış süslemı sayıda kuleyle hafif ve fantezi bir görünümleri varı
İsveç barok ve rokokosu. XVII. yy’ın ikinci y; dinavya’da sanat alanında İsveç yine öne geçti. O risine Stockholm Kraliyet Sarayı’nı (1690-1753) inş asıllı Tessin ailesi hakimdi. Diğer bir Alman sanatç ker von Ehrenstrahl (1629-1698) ise yeni bir resim; tı. Bu sanatçıların katkıları sayesinde XVIII. yy’da, mek için kültürel alıntılar dönemine yavaş yavaş s sanat ve mimarî biçimleri ortaya çıktı, isveçli sanat lalaşması üzerine Alexander Roslin (1718-1793) $ nekli ressamlar kendilerine hami bulmak için ülke
Norveç’te, Oseberg kral mezarında bulunmuş bir geminin süslü pruvası.
Bol Viking elbisesini kılıç kullanacak kolu serbest bırakacak şekilde sağ omuza veya kalçaya tutturmakta kullanılan broş.
İskandinavya’da yaşayan önemli sanatçılar arasında ressam Cari Gustaf Pilo (1711 ‘e doğru- 1793)IU. Gustafın Taç Giymesi (1782-1793) adlı tablosuyla muhteşem bir grup resmi örneği sundu; mimar Cari Frederik Adelcrantz (1716-1796) ise Kina Slott (Drott-ningholm Çin Köşkü, 1763-1768) ile XVIII. yy sanatının ayırt edici özelliği olan Çin işi biblo zevkini yansıtır. Heykelcilikte de Jo-hannTobias Sergel (1740-1814) Dinlenen Kınannsı (1774) adlı eseriyle, İskandinav sanatına hâkim olacak yeniklasikçilik akımının habercisi oldu.
Yeniklasikçilikten izlenimciliğe
Danimarka’nın altın çağı. XVIII. yy’in sonunda Danimarka büyük ölçüde Fransız Yeniklasikçiliğinden etkilenerek kendi mimarî geleneğini oluşturmaya çalıştı. XIX. yy’ın başında Danimarka sanatının ulaştığı düzey bu dönemin neden «altın çağ» olarak nitelendiğini açıklar. Paris’te Jacques Louis David’le birlikte çalışan resim alanında dönemin önde gelen ismi, Christoffer Wil-helm Eckersberg’in (1783-1853) kullandığı Fransız yeniklasikçili-ğinin «belirgin fakat soğuk çizgileri» Danimarka resim sanatının özelliği haline geldi. Bu Yeniklasikçi üslup mükemmel bir incelikle Christen Köbke (1810-1848) tarafından da kullanıldı. Mimarlıkta ise üslubu en parlak olanı Christian Frederick Hansen (1756-
1845) planlarım hazırladığı Adalet Sarayı (1803-1816) ve Vor Frue Kirke (Notre-Dame kilisesi, 1811-1829) Kopenhag şehir merkezine klasik güzelliğim kazandırdı. Şüphesiz dönemin en ünlü sanatçısı heykeltraş Bertel Thorvaldsen’di; Canova’mn rakibi olan Thorvaldsen Roma’ya yerleşerek çeşitli uluslardan gelen müşterileri için Yeniklasikçi üslupta heykeller yaptı. Kopenhag’da kendi adını taşıyan ve mimar Gottlieb Bindesb0İl tarafından tasarlanan müze, Thorvaldsen üslubuna özgü zarif ve hafif süslerle zenginleştirilmiş bir Klasikçiliğin örneğidir.
XIX. yy Norveç sanatı. XVIII. yy folklor sanatı en zengin Avrupa gelenekleriyle rekabet içinde olan Norveç, XIX. yy’m başında Johan Christian Dahl’ın (1788-1857) manzara resimleri saye-
İSKANDİNAVYA
sinde güzel sanadar alanında ün kazanmaya başladı. Dresden Akademisi’nde profesör olan Dahl’ın burada yarattığı akım Avrupa sanatım etkileyen belli başlı Norveç akımları arasında yer aldı. İkinci kuşak Norveçli manzara ressamları Dresden Akademisi’ni bırakarak Düsseldorf Akademisi’ne yöneldiler. Dahl’ın mirasçısı olarak değerlendirilen Hans Fredrik Gude (1825-1903) Düsseldorf Akademisi’nde önce dersleri izledi daha sonra da profesör olarak görev aldı. Bu akımdan başka Norveç’te ayrıca 1850 yılına doğru Düsseldorf Akademisi’yle sıkı ilişkiler içinde olan ve gündelik hayattan sahneleri konu olarak işleyen bir resim akımı ortaya çıktı. Bu akımın en önde gelen temsilcisi Adolf Tidemand’dır (1814-
1876); Gude ile ortak çalışması olan Hardanger’de Düğün Alayı (1848) «ulusal romantizmin» Düsseldorf dönemim en iyi şekilde yansıtan eserdir. Paris’te keşfettiği izlenimciliğin etkisinde kalan ve 1909’dan itibaren Oslo Güzelsanatlar Akademisinin yöneticiliğini yapan Christian Krohg (1852-1925) ile var olmanın acıları temasımn hakim olduğu eserleriyle (Çığlık, 1893) anlatımcılığın öncüsü olan Edvard Munch’ın (1863-1944) en faal oldukları dönemler 1900’den önceki ve sonraki on yıllık dönemlerdir. Yine aynı dönemde, önce Yeniklasikçilikten daha soma da Rodin’in sanatından etkilenen Gustav Vigeland (1869-1943) Oslo’da tasarladığı heykel bahçesinde (Frogner Parkı) yer alacak olan «Yaşam Devreleri» dizisinden 200 kadar heykel grubunun yapımına başladı.
XIX. yy İsveç sanatı. İsveçli sanatçılar da XVIII. yy’dan sonra, en güzel sanat eserlerini yine bu dönemde (1900’den önceki ve sonraki on yıllık dönem) verdiler. 1880’li yıllarda genç gerçekçi ressamların başım çeken Ernst Josephson (1851-1906) önemli bir yere sahipti. Josephson daha sonra yeni romantik üslubu benimsedi ve 1890Tı yılların başında geçirdiği bir depresyondan sonra çok kişisel bir versiyonunu sunduğu Anlatımcılığa yöneldi. Önce parlak bir suluboya ressamı olan Anders Zom (1860-1920) Paris’te yağlıboya resme başladı; ülkesine döndükten sonra portreleri, nüleri, köylü yaşamından sahneler içeren resimleri çok beğenildi. Aym şekilde CarlLarsson da (1853-1919) Dalama’daki burjuva aile hayatından sahnelerin yer aldığı dekoratif yağlıboyaları ve suluboyalarıyla geniş bir kideyi etkiledi. Cari Milles’e (1875-1955) gelince, Paris’te ve Münih’te eğitim gören heykeltraş başlangıçta Anlatımcı üslupta eserler verdikten sonra panteist etkilerin görüldüğü bir Klasikçiliğe dönüş yaptı. 1930 yılında ise ABD’ye yerleşti.
XX. yüzyıl
Larsson ile Milles’in eserlerinin ayırt edici özelliği olan, dekoratif unsurlara verilen önem XX. yy İskandinav sanatına özgü bir niteliktir. 1920’li yıllardan itibaren İskandinavya mimarîde ve dekoratif sanatlar alanında Avrupa’da ve ABD’de önemli bir yere sahipti; fakat çok az sayıdaki sanatçı eserlerinde dekoratif unsuru bir kenara bırakarak Anlatımcı bir üslup kullanan Edvard Munch’ın sahip olduğu üne kavuşabildi. Belçika ve Hollanda’daki dönemin sanat harekederiyle sıkı ilişkiler içinde bulunan ve hem izlenimci hem de Gerçeküstücü üsluplarda eserler veren birçok sanatçı dünya çapında üne kavuştu: heykeltraş Robert Jocab-sen (doğum 1912) tıpkı 1930’lu yıllarda Leger’nin atölyesine devam eden ressam Asger Jorn (1914-1973) gibi Paris’te yaşadı.
1915’te başlayan bir İsveç sanat hareketinden esinlenilerek, İskandinavya’da sanat çalışmaları, konutların ve günlük hayatta kullanılan eşyaların iyileştirilmesi üzerinde yoğunlaştı. Bu alanda bütün İskandinav ülkeleri belli bir kalite geleneğine sahiptir; fakat cam ve porselen yapımında Orrefors Kristal Fabrikası (bu kuruluş ünlü Dekoratif Sanadar ve Modem Sanayi Sanadan Sergisi’nin Ödülünü kazanarak 1925’ten itibaren Paris’te önemli bir yere sahip oldu) için çalışan isveçli Sirr.cr. Gate 1883-1945), Edward Hald ve Wilhelm Kage (1889-1960 büyük üne kavuştular. DanimarkalI Kaare Klint (1888-1954,. Finn Juhl ve Hans Wegner ise mobilyacılık alanında dikkati çektiler. DanimarkalI sanatçılar aynı zamanda gümüş işçiliğinde de ünlüydüler, Norveçliler ise mi-necılik sanatında uzmanlaşmışlardı. İskandinav ülkeleri ayrıca tekstil alamnda da zengin bir mirasa sahiptir; düğümlenmiş uzun iplik kadarından oluşan geleneksel Finlandiya halıları otantik Fin sanatına esin kaynağı olmuştur.
İskandinav dizaynında, işlevsel olma kaygısıyla kullanışlı malzemeden doğrudan ve sade bir şekilde faydalanılır. Iskandinavlar geleneksel kaliteli dekorasyon ve işçilik anlayışıyla gerçekleştirdikleri nispeten önemli olan lüks eşya üretiminin yanı sıra orta gelirli tüketicinin alabileceği fiyadarda kaliteli ürünler elde edilmesine yönelik üretim yöntemlerini de tercih etmektedirler.
Stavkirice, S:-;. :z
1150ye doğ^ tkî; -ş ; kadar sağlam «s ~ ş £”s-r • -:î Avrupa mmars ~ ~ =
en orijinal eser’3′ r •; •
« Venüs’ün Üç Tannça Arkadaşı re Aşk», mermerden yapılmış bu grubu (1819), yeniklasikçiliğin ustalanndan biri olan Danimarka: Bertel Thorvaldsen‘e aittir; heykersş aynca müzebilim alanında çatışma =’ yapmış ilk sanatçılardan da bmd r
Edvard Munch’un
Buluğ adlı tablosu (1894 realizmden dışavuruma Jzı rfrs
,
Azize Anne ile aziz Jean-Baptiste CRCni VAT arasındaki aziz Otat. tbtUlYAI
1/aksala Kilisesi’nin (İsveç) Kuzey ebediyatı yani İzlanda, Danimarka, Finlandiya, Norveç yaldızlı ahşap şahmından detay. ve İsveç edebiyatları, III. yy’a kadar uzanan birkaç rünik kitabe dışında asıl gelişmeyi «İzlanda mucizesi»yle gösterdi.
Sağalar zamanı
XII. yy’dan XIV. yy’a kadar Batı’da Ortaçağ edebiyatının en güzel eserleri olan Edda şiirleri (Kuzey’e ait bütün destan türündeki şiirlerin, kahramanlık şiirlerinin, büyülerden söz eden veya öğretici ve ci-zelerden oluşan şiirlerin en önemlilerinin toplandığı elyazması), skald şiirleri (Batı’da bir benzeri daha görülmeyen karmaşık ve usta bir teknikle yazılmış türlerden biridir) ve sağalar İzlanda’da ortaya çıkmıştır. Düzyazıyla yazılmış olan sagalarda Norveç krallarının hikâyeleri (aziz Olaf sağası), İzlanda’ya gelen ilk sömürgeciler (874’den itibaren), onların torunları (Njall Sağası) veya XII. yy İzlanda tarihi (Sturlunglar sagflsi) anlatılır. Bu arada pangerman efsanelerine dayanan sağalan da (Völsunga saga) unutmamak gerekir. Gerçekleri özlü ve akıcı bir üslupla anlatan sagalardaki yazı ve kompozisyon sanatına hiçbir zaman ulaşılamamıştır. Ayrıca bu eserlere dönemin modasına uygun olan «bilimsel» edebiyatı da eklemek gerekir.
XIX. yy’da halkbilimciler tarafından derlenecek olan halk hikâyeleri ve Fransız «carole»ünden uyarlanan Ortaçağ baladları yani «folkeviser»ler daha sonra sagalann yerini alan eserlerdir.
Modem çağ
XVI. yy’da ortaya çıkan Reform hareketi Kitabı İv incelenmesini, ilahilerin yazılmasını ve Celsius, Lin denborg’un buluşlarıyla aynı zamanda ortaya çıkan edebiyatın gelişmesini sağlamıştır.
XVIII. yy Almanya gibi Kuzeyde de Aydınlanma < tur. Döneme damgasını vuran isim «Kuzey’in Molit nitelendirilen Norveçli Ludvig Holberg’dir (1684-1′ eserlerini Danca yazmıştır). Aynı zamanda hukukçu ■ olan Holberg her türden otuz kadar komedi yazdı «Erasmus Montanus» bir şaheserdir. Öte yandan İsve Swedenborg (1688-1772) çok orijinal bir teozofi siste yine İsveç’ten Cari Michael Bellman (1740-1795) dör şarılı Fransız eserlerinin parodisiyle, Kuzeyde çok bı keviser türü arasında yer alan edebi şarkı türünde esi
Daha sonra milliyetçi görüşleri ve Kuzey ruhuna ç gizemciliğe olan eğilimiyle romantizm halk tarafınd. nildi. DanimarkalI Nikolai Frederik Severin Grunı
1872) -daha sonra büyük başarı kazanacak olan yetiş timi için «yüksek halk okulu»nun yani folkehojskok su- Alman modelini örnek alarak müzikaliteye sahip rükleyici romanlar yazdı, isveçli Erik Geijer (1783-18 efsanesi»ni yücelten yazarların en önemlisi-, Esaias T
1846) ve özellikle de Cari Jonas Love Almqvist (17! gâr an (1838, daha sonra 1850) feministleri sert bir şı der, Norveçli Henrik Wergeland (1808-1845)- «.Yara ve Mesih» (Skabelsen, mennesket og messias, 1830) cüyle etkileyen bir eserdir- ve Johan Sebastian Well
1873)- «Şiirler» (Digte, 1838) ve «Yeni Şiirler» (Nyre adlı çok farklı eserlerin yazarıdır- İskandinav roman de gelen isimleridir. FinlandiyalIlar bütün eserlerini mak zorunda kaldılar; mesela Johan Ludvig Runeb
1877) «Ren Geyik Avcıları» (Elgskyttarne, 1832) adlı eserlerden biridir ve Finlandiya yurtseverliğinin bir t dır. Yine aym ülkeden Zacharias Topelius (1818-18 tarihinden esinlenerek «Cerrahın Öyküleri» (Fâltske serl853-1867) adlı romanesk bir eser yazdı. Anca! damgasını vuran yazar DanimarkalI Hans Christian (1805-1875). Çocuklara Masallar (Eventyr, fortalte fc ni Masallar ve Hikâyeler» (Nye eventyr og historier) g 1872’ye kadar) ard arda yayımlanan eserleri evrens sahiptir. Andersen bütün sınıflandırmaların dışında rini bütün İskandinavya’dan esinlenerek yazmıştır.
Uyanış
Gerçekte İskandinav edebiyatları ancak 1870’der bulundukları kabuğun dışına çıkabildiler. Bu uyanı: birçok etken vardır; bunlardan en önemlisi de yerli
RÜNLER ve RÜNİK KİTABELER
Iskandinavlar genel olarak «rünik» (alfabeyi oluşturan harflerden her biri eski İskandinav dilinde «rün» olarak nitelendirilirdi) veya daha bilimsel olarak futhark (en yaygın versiyonunda onaltı harf bulunan alfabenin ilk altı harfinin fonetik değerinin oluşturduğu sözcük) adıyla andıkları bir alfabe kullanarak yazdıklan çok sayıda kitabe bırakmışlardır. Bilinen en eski rünik kitabeler MS II. yy’a aittir. Bu alfabe kısa bir süre içinde Kuzey Avrupa’daki Germen topluluklarının hepsi tarafından kullanılmaya başlandı ve bu topluluklar göç ettikleri yerlere, mesela Anglo-sakson Ingiltere’sine alfabelerini de taşıdılar. Genel olarak bu alfabenin, Roma imparatorluğu ile ilişkisi olan ve belki Alp vadilerinde yaşayan topluluklar tarafından geliştirildiği sanılmaktadır. Alfabenin bazı harfleri Latin alfabesinden alınmış ve özellikle başlangıçta tahta üzerinde çizikler oluşturmaya dayanan bir yazı tekniğine daha uygun hale getirmek için harflere düşey özellikler verilmiştir. En fazla rün kitabesi İskandinavya’da ve Vikinglerin fethettiği ülkelerde (ilginç bir şekilde İzlanda ve Normandiya hariç) bulunmuştur. Bunlar genellikle taş veya metal, bazen de kemik ve boynuz üzerine kazınmış kitabelerdir -büyük bir ihtimalle tahta levhalar üzerine kazınmış kitabeler zamana karşı direnememişlerdir. Kuzey geleneğine göre rünlerin ortaya çıkışı Tanrı O din’e bağlanır: başlangıçta büyülü bir işleve sahip olsalar da ve sürüp giden bir efsaneye göre şifreli olduklan ileri sürülse de rünik kitabeler genellikle bir kişinin özelliklerini ortaya koyan veya uzakta ölmüş bir dostu veya yakını yücelten kitabelerdir.
futhar khnias tb mİ R
Jelling de (Danimarka) 983 tarihli bir rünik taş üzerinde yer alan çarmıha gerilmiş Isa: bu İskandinav ülkelerinde Isa ‘nm çarmıha gerilişinin ilk resmedilişiydi.
İSKANDİNAVYA
ıin savunucusu olan burjuvaziyi, sahte davranışları redde-hayatın her alanında sorumluluk almanın gerekliliğini ve sal» Hıristiyanlığı yani otoritesini sonuna kadar götüren bir iyanlığı savunan DanimarkalI felsefeci S0ren Kierkega-ı (1813-1855) düşüncesidir.
rupa’yı sarsan hareketlerin (pozitivizm, dinî eleştiri, Darlık, faydacılık, Marksizm ve Zola’mn natüralizmi gibi) etki-nda kalan DanimarkalI Georg Brandes (1842-1927) müm-ılan her alanda faal olarak yer alınmasını savunan bir hare-aşlattı. «Yeni bir çıkış yolu» modeme gennembrud) olarak dırılan bu hareket Kuzey yazarlarının uyanmasını veya dü-Jerini özgürce ifade etmelerini sağladı, ınimarka. Yılmaz bir fikir savaşçısı olan Jens Peter Jacobsen -1885) Brandes’in izinden giderek («Niels Lyhne», 1880) gibi ro-ırda insanı natüralizmin ilkelerine sadık kalarak inceledi; hayal ıklanyla dolu hayatları («Katinka», 1886) tasvir etti. Henrik ıppidan da (1857-1943) Danimarka edebiyatının önemli yazar-asmdadır ve «Şanslı Per» (Lykke Per, 1898-1943) adlı romanıy-asî ve sosyal çatışmalarla karşı karşıya kalan sözde bir medeni-insanı küçültücü eğilimlerine direnen onurlu güçleri övdü, reç. August Strindberg (1849-1912) İsveç edebiyatına damga-uran bir isimdir. Strindberg içinde yaşadığı toplumu insafsız-tüleyen bir romancı «Kırmızı 0<Aa»[Röda rummet, 1879]), ge-,sel şiir dilini yenilemek için yanıp tutuşan bir şair, kafası sim-: büyücülükle meşgul bir deneme yazarı ve herşeyden önce hi bir dramaturgdu. Başkaldırı niteliğindeki tiyatro eseri Olof ‘dan (Mâster Olof, 1867-1876), «Alacaklılar» (Fordringsâgare, ), MatmazelJulie (Frökenjulie, 1888) ve «Baba» (Fadren, 1887) ıatüralist olduklarını iddia ettiği denemelerine kadar geçen bir dönem sonunda gerçek tarzını buldu. Yine aym «natüra-ınlayışla «Hizmetçinin Oğlu»(Tjânstekvinnans, 1886-1909) adı
la topladığı isteyerek trajik bir hale çevirdiği hoş otobiyogra-kaleme aldı. Strindberg çözümü belki de insanın kişiliğinin i yanlarını öne çıkarabilmek için zamanı ve mekânı da parça-ak hayalî yöntemler kullandığı «rüya» tiyatrosu olarak adan-n tiyatro türünde buldu: «Şam’a» (Till Damascus, 1898-1904) lellikle de Rüya Oyunu (Drömsperet, 1902) simge kullanmada ıaj yaratmada ustalaşmış bir sanatın sahip olabileceği söylemeni ifade etme yollarını zorladı. Dönemin kadın romancısı ıria Benedictsson’m (Ernst Ahlgren denir -1850-1888) doku-içtenliği «Bayan Marianne» («Fru Marianne» 1887) Madam ry’yi hatırlatır (ve Viktor Rydberg’in [1828-1895] bağdaştır-lık denemeleri) en anlaşılabilir kitabı Son Atinalı, (Den siste aren, 1859) adlı romanıdır. (Strindberg’e göre biraz geri plan-:r alır.)
Drveç. Henrik İbsen de (1828-1906) tıpkı Strindberg gibi Nor-debiyatının en önde gelen yazarıdır. Hemen hemen tamamı ti-ı oyunu olan ve çoğunluğu yabancı ülkeler için kaleme alınmış erinde, tarihi konuları ele aldığı «Tahtta Hak Arayanlar», [Kong-ıeme,1863]) başlangıç döneminden sonra, Kierkegaardçı bir gö-içten gelen çağrı ve sorumluluk kavramlarım işledi: «Brand» 5) ve zıddı Peer Gynt Kierkegaardçı bir görüşle kaleme alınmış erdir. İbsen aynı konuları dönemin burjuva çevrelerinde geçen ilan, insanın gerçek sevgiyi yaşama hakkıyla ilgili eseri Nora, Bir k Evi (Et dukkehjem, 1879); insan mutluluğunun bir hak olarak edildiği Hortlaklar (Gengangere, 1881) ve gerçekliği savunan ta Gabler (1890)’de daha da büyük bir başarıyla işlemiştir. Bu er herşeyden önce kaleme alınışlarının mükemmelliği ve aynı mda da ele alınan duygulardaki samimiyet açısından önem ta-■. Çok gerçekçi tipler yaratan ibsen Kuzey edebiyatının klasik rlannın en büyüklerinden biridir. Ibsen’le karşılaştırıldıklarında ıstjeme Bjamson (1832-1910)- «Gücümüzün Ötesinde» JOver e, 1883 ve 1895) bugün hâlâ oynansa da ve «halkın ruhunu» itan bir etkiye sahip olsa da modası geçmiş gibi görünüyor, Jo-^ie (1833-1908) «Pilot ve Karısı» (Lodsen og hans Hustru, 1874, romanıyla ve hikâye yazarı Alexander Kielland (1849-1906 n Ustası Solness»in (Bygmesters solness, 1892) yazannın (Strind-) yanında silik kaldılar.
dönemden itibaren Kuzey ülkeleri edebiyat alanında önem-zarlar çıkardı. 1890-1914 yılları arasında Fransız simgeciliği önemli eserlerin doğmasına sebep oldu. İsveçli şair Gustaf iing’in (1860-1911) «Gitar ve Konsertina» (Guitarr och drag-nonika, 1894) gibi eserleri, Norveçli Sigbj0rn Obstfelder’ın 6-1900) «Şiirler»i (Digte, 1893) bu tarzda yazılmış eserlerdi, ıt şüphesiz bu akımın en önemli temsilcisi İsveçli romancı ıer von Heidenstam’dı (1859-1940); tarihi romanı «Karoliner-(1897-1898) bugün de etkisinden hiç birşey kaybetmemiştir. ,sa örneğinde olduğu gibi simgeciliğin öncüsü olan karamsar
şairlere cevap olarak İsveçli yazar Hjalmar Söderberg (1869-1941) «Aîartin Bircks’in Çocukluğu» (Martin Bircks Ungdom, 1901) gibi ustaca yazılmış romanlar yayımladı. Öte yandan hiçbir sınıflandırmaya girmeyen sıradışı yazarlar da vardır. Bunlardan Danca yazan İzlandalı Gunnar Gunnarsson (1889-1975) «Dağdaki Kilise» (Kirken paa bjerget, 1923-1928) gibi şaheserlerinde din ve toprak sevgisi adına insanın durumunu değiştirmeye çalıştı. Değişken, serseri ve hayalci bir kişiliğe sahip olan Norveçli Knut Hamsun da bu tip yazarlardandır. Bazı şüpheli siyasî tutumlarına rağmen (Nazilerle yaptığı gizli anlaşma) eserleri Knut Hamsun’u ölümsüzleştirmiştir.
Eski kaynaklara dönüş
Ulusal kaynaklara dönüş hareketi belki de bu çok «yabancı» akımlara tepki olarak başladı ve İsveçli Erik Axel Karlfeldt (1864-1931) Dalama duvar resimlerinin mükemmel bir şiirsel uyarlaması olan «Fridolin’in Şarkıları» (Fridolins visor, 1898) yazdı. DanimarkalI ateşli komünist Martin AndersenNex0 (1869-1954), bir dönemi anlatan eseri «Fatih Pelte»de (Pelle Erobreren, 1906-1910) sosyalist dayanışmadan asla vazgeçmeyen bir kahramanın toplumdaki yükselişini anlattı. Norveçli Olav Duun’un (1876-1939)- «Juvikler» (Juvikfolke, 1918-1923) adlı eserinde İzlanda sagalarının ifade şekli tekrar ortaya çıktı. DanimarkalI Johannes Vilhelm Jensen’in (1873-1950), «Uzun Yolculuk» (Den lange rejse 1908-1922) adlı eseri bir dönemi anlatan en inandırıcı tarihi romanlar arasındaydı. Katolikliği kabul eden Norveçli Sigrid Und-set’in (1882-1949) Gelin Tacı (Kristin Lavransdatter) ve «Olav Audunss0n» (1920-1927) adlı eserleriyle ülkesinin ortaçağ dönemini yeniden yaşatmak için Claudel’inkine benzer bir ifade şeklini benimsedi. Yaşayan herşeyden endişelenen hikâyeci, büyük yetenek İsveçli Selma Lagerlöf’ün (1858-1940) Nils Holgersson’un Serüvenleri, 1906-1907 adlı eseri bütün eserlerden daha fazla ülkesinin tanınmasına ve sevilmesine katkıda bulundu.
Kısa bir süre sonra yazar sayısının artmasıyla birlikte akımlar da çoğaldı; bu yazarlar arasında bazı isimler ön plana çıktı: İsveçli romancı Hjalmar Bergman (1883-1931) «Wadköp>ingli MarkureT ler» (Markurells i Wadköping) adlı eseriyle varoluşçu felsefenin temel kavramlarından biri olan iç sıkıntısının ifade sınırlarım genişletti. İsveççe yazan FinlandiyalI kadın yazar Edith Södergran (1892-1923) «Şiirler» (Dikter, 1916) adlı eseriyle şiirde moderniz-min yolunu açarken, İsveçli yazar Par Lagerkvist (1891-1974) ise «Ebedi Gülümseme»Aeki (Det eviga leendet, 1920) ironiden Barab-bas’daki (1950) dini ifadelere kadar umutsuzca çağdaş absürdü ifade etmenin yollarım aradı.
En dikkate değer eserler şüphesiz «proleter» (daha doğru bir deyişle «kendi kendini yetiştirmiş») romancıların eserleriydi. Çoğunlukla İsveçli olan ve bileklerinin gücüyle bir yerlere gelen bu halktan yazarlar Eyvind Johnson’ın (1900-1976) «Yaşamak Dediğin» (Romanen om Olof, 1934-1937) veya Harry Martin-son’ın (1904-1978) «Amaçsız Yolculuklar» (Resorutan mâl,1932) adlı kitabı gibi otobiyografik özelliklere sahip eserlerinde hayat tecrübelerini aktardılar. «Emgion Prensi Üstüne Divan» (Diwan över fursten av Emgion, 1965-1967) adlı üçlemenin yazarı Gunnar Ekelöf’ün (1907-1968) şiirlerini ve romanlarında doğal güçlerle olan tuhaf bir gizli anlaşmanın görüldüğü, «Kuşlar»ın (Fuglane, 1957) yazarı Norveçli Tarjei Vesaas’ı da unutmamak gerekir. Ancak XX. yy’ın ilk yarısına damgasını vuran, «İzlanda Çanı» (Is-lands klukkan, 1943-1946) ile «Dünya mn Işığı»nın da (Ljos Heim-sins, 1937-1940) yazarı olan İzlandalı Halldör Kiljan Laxness’in (doğum 1902) roman türünde verdiği eserlerdir.
İkinci Dünya Savaşı’ndan itibaren Kuzey edebiyatı büyük bir canlılıkla bütün türlerde, bütün akımları temsil eden eserler verdi: varoluşçuluk, «Brant Barn»m ‘1948) yazarı İsveçli Stig Dager-man (1923-1954) tarafından, antikonformizm ise «Küçük Lord» (Lillelord, 1955-1957) adlı eseriyle Norveçli Johan Borgen (1902-1980) tarafından temsil edildi. DanimarkalI «absürdler» (Peter Seeberg, Villy S0rensen, Leıf Panduro) ise acı bir alayla sorunları ortaya koymaya çalıştılar; öte yandan izlandalı Thor Vilhjâlms-son, Jön Öskar, Einar Bragi, Stefan Hordur Grimsson şiir aracılığıyla dünyayı yeniden oluşturmayı denediler. En iyi örneklerini DanimarkalI kadın yazar Karen Blixen’in (1885-1962) verdiği («Afrika Çiftliği» [Den afrikanske farm, 1937]) roman türünde bir otobiyografidir) hikâye etme arzusu Kuzey edebiyatının karakteristik özelliğidir. Sanatta art arda gelen modernizm akımlarının doğurduğu herşeye duyulan sınırsız sevgiyi en iyi şekilde ifade eden DanimarkalI Klaus Rifbjerg ise (doğum 1931) İskandinav esin kaynağım oluşturan bütün akımlara açık olan çok zengin bir şiir geleneğinin en iyi temsilcisidir. □
İskandinav edebiyatı, yukarıdan aşağıya doğru sırasıyla Ludvig Hoiberg, Hans Chnstıan Andersen ve Selma Lagerlöt tarafından temsil edilen bilimsel, fantastik ve şiirsel gerçekçiliğin esin kaynaklannı bünyesinde toplamıştır
AYRICA BAKINIZ
—- . Danimarka —».Miâi efsaneler ve masallar —Finlandiya —►MSP ibsen (Henrik, -»Hİ İsveç
—» e.a’1-l Kierkegaard ’Soren) -►M Norveç —»Is-ANSjJ Rusya —»IE.ANSLI Sovyetler Birliği —»-Mal Strindberg (August) —»IB-anşlJ Vikingler