(Panislâm izm de denir), XIX. yüyılın ikinci yarısında islâm dünyasını, karşılaştığı tehlikelerden kurtarmak amacıyle müslümanların halifenin etrafında toplanarak batı dünyasına karşı kurdukları birlik. XIX. Yüzyılın ikinci yarısında islâm dünyasının içinde bulunduğu kötü durum, dünya müslümanlarmı, himaye ve liderlik için osmanlı padişahına dönme zorunda bıraktı. Nitekim, Hindistan’da çıkan askerî ayaklanmadan (1857-1858) sonra tngilizler, bu ülkede bazı zecrî tedbirler alarak eski hükümdar ailesini dağıttılar, çoğunluğu müslüman olan halkı lidersiz bıraktılar. öte yandan, Ruslar, 1868’de Orta Asya’da Semerkant’ı aldıkları ve Buhara emîrliğini kendilerine bağlı bir devlet haline getirdikleri gibi, 1881’de tngilizler M ısır’ı, Fransızlar Tunus’u işgal ettiler, Almanlar da Dârüsselâm’ı himayeleri altına aldılar. Bütün bunlar islâm dünyasını sarstı ve bu duruma çözüm yolu aramağa zorladı. Nitekim, daha 1870’te islâm dünyasına karşı batının kültürel ve emperyalist tehdidinin farkında olan Namık Kemal, OsmanlIların islâm liderliğine geçmesini istiyordu. Ancak, onun tslâm birliği düşüncesi siyasî olmaktan çok kültürel alanda kalıyordu. Avrupa’ya en yakın müslüman bir devlet olan ve batılılaşma yolunda ileride bulunan OsmanlI devleti, bu yolda İslâm lığın da tabiî lideri idi. Bu sırada rus emperyalizmi içinde yutulmak tehlikesiyle karşı karşıya bulunan Orta Asya’daki türk hanları, yardım için müslüman kardeşlerine başvurdular. Ortadoğu’ya ajan göndererek padişahla ilişki kurdular. 1877-1878 OsmanlıRus savaşları yüzünden bu çabalardan bir sonuç alınamadıysa da tslâm birliği ideali unutulmadı. Abdülhamid II devrinde İslâm birliği, Namık Kemal’inkinden farklı olmakla beraber, devletin resmî siyaseti oldu. Bu siyasete yön verilmesinde, özellikle Cemaleddin Afganî’nin (1838-1897) öğretilerinin büyük rolü oldu. Onun fikrine göre, İslâm’ın çökmesinin sebebi, İslâmlığı yıkmak peşinde koşan Hıristiyan Avrupa’nın saldırgan emperyalizmi idi. Bu yüzden, yabancı istilâcıları kovmak, imtiyazlarını kaldırmak, gerçek islâm itikadını eski haline getirmek ve bütün müslümanları meşru hükümdarı halifenin idaresinde tek bir devlet, halinde birleştirmek gerekiyordu. Şüphesiz, böyle bir ödev, Osmanlı devletinin kudretinin çok üstündeydi. Fakat, bunu benimsemek Abdülhamid II’ye birçok avantaj sağladı. Osmanlı imparatorluğu içinde müslüman bağlılığını kuvvetlendirmek suretiyle, hürriyetçileri, milliyetçileri, özellikle muhaliflerini sindirme siyasetine başvurdu. Sonra da imparatorluk dışında önemli bir müslüman kamuoyunun desteğini kazandı. Bu suretle emperyalist devletlerin müslüman topraklarında karışıklıklar çıkararak, Türkiye’ye karşı birtakım hareketlere girişmelerinin de önlenebileceği ümit ediliyordu. Abdülhamid II’nin İslâm birliği siyaseti bir süre başarılı oldu. Cezayir, Mısır, Hindistan, hattâ Japonya’da faaliyete geçen özel ajanları, müslüman kamuoyunu tahrik ederek osmanlı padişahına yeni destekler sağladılar. 1897 Türk-Yunan savaşının bütün islâm dünyasında uyandırdığı yaygın ilgi, bu faaliyetin bir sonucudur. Bu arada Hindistan, Batı Hint adaları, Türkistan, Madagaskar ve Cezayir’deki müslümanlar arasında karışıklıklar ve ayaklanmalar çıktı. İkinci Meşrutiyet sırasında, kısmen de olsa bu siyasete devam edilmek istendi. Balkan savaşları süresince ve özellikle, Birinci Dünya savaşında islâm dünyasının desteğinden yararlanmak yolunda birtakım çabalar sarfedildi. Bu siyasetin başarılı olmadığı gerek savaşlar sırasında, gerek savaşlardan sonraki dönemde açıkça ortaya çıktı. (-> Bibliyo.)
İslâm birliği
09
Eki